Doğan TOKMAK'ı Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:
Mahallesinden ve hapishaneden
tanıyan bir
yoldaşının anlatımı:
"BİNLERCE KİŞİ SENİ ANLATTI BANA"
"Bir şehidimize ait anlatım istense sıtmaya yakalanmış gibi olurum. Yüce,
onurlu ve erdemli değerler yaratan, inançları uğruna kendini feda eden yürekleri
anlatmak o kadar kolay olmuyor. Sıkıntım onun için. Anlatamamanın eksikliğini hissederim
kendimde. Bunu bir noksanlık olarak kabul ederim."
Aslında bu kelimeler şu anda
benim de içinde bulunduğum durumu o kadar net ifade ediyor ki;
Seni nasıl anlatayım Doğan? İnan
çok düşündüm. Her şehit anlatımında olduğu gibi, anlatamam kaygısı gelir pranga olur ellerime... tutar
bir şeyler beni. Ama biliyorum anlatmak, büyük değerlerimizi taşımak gerek geleceğe...
Devrimcilik yalındır... Bazen
büyük bir sabır ister. Bazen korkunç bir bilgi gerektirir. Bazen büyük, bazen küçük
görev ve sorumluluklar, sarıp sarmalar, yol açar insana.
Daha bir dolu şey sıralanabilir ama ortak bir noktayı en anlaşılır şekilde ifade etmek için, yalın bir sevgi diyelim.
Evet Sevgi... Seven insan korur,
kollar. Seven insan sahiplenmenin gereklerini yerine getirir. Sevgiye inancı tam
olan, eksik yanların üzerine gider ve ayaklarını
sürtmeden sağlam bir şekilde yere basarak ilerler.
İşte böyle bir sevgi, Doğan'da
somutlanır.
Yalın bir sevgidir yüreğinden
fışkıran. Ve onu yüreğinden çevresine
akıtırken mütevazidir. Herşeyiyle doğal ve sadedir. Ve bu nedenle onu tanıyanlar, "Dobra dobralığını, güven hissetirdiğini, Partisi ve halkına bağlılığını, düşmana duyduğu korkunç
kinini" öne çıkarırlardı.
Mahalli alana ilk geldiğinde
sessiz, fazla konuşmayan, ama emekçi, her işe koşturan, yapılması gereken işlerde ısrarcı ve
inatçı yapınla dikkatimi çekmiştin. Kendini hiç öne
çıkarmamana rağmen birçok iş senin üzerinden dönerdi.
Doğan’ı ilk tanıyanlar önce
sessizliğine bakıp aldanır. Sonra o sessizliğin altında yatan öfke ve coşkuyu görüp şaşırırdı.
Ama tanımanın, paylaşmanın
artması ile yüreğin nasıl alazlanıp durduğunu, yalın ve sade bir sevdanın nasıl taşındığını görür hissederdi. Sık sık
şehitlerimizi, özellikle Hüseyin Kılıç ve
eşi Satı (Taş) Kılıç'ı anlatmayı
severdi. Onlarla birkaç yıl beraber çalışmıştı. Onları anlatırken duygulanır, üzerindeki etkileri gözle görülür hale gelirdi.
Sana “Okmeydanı'nın muhtarı” derlerdi. Önce
neden muhtar dediklerini anlayamamıştım. Sonra '89'dan beri kesintisiz bir şekilde mücadelenin içinde ve sürekli toparlayıcı olmandan dolayı sana
Muhtar dediklerini öğrendiğimizde, biz de sana muhtar demeye başlamıştık.
Seninle mahalli alanda beraber
olduğumuz sürece orada hep toparlayıcılığın ve etki gücün kendini gösteriyordu.
Dar ekiplere birlikte geçmiştik.
Kısa zaman içinde cesaretin, gözü
karalığın, bağlılığın ve sahiplenme duygularının ne kadar güçlü olduğunu yaşayarak gördüm. Ne pahasına olursa olsun aldığın görevi yerine getirirdin. Koşullar, özgünlükler vb.
edebiyatı yapmadın. Lamı cimi yoktu senin için. Yerine göre "deli"ydin.
O dönemler milis ekipleri yeni oluşturuluyordu. Bu ekiplerin ilk üyelerindendin. Ekipler daha yeni kurulmuştu. Beraber sokak çalışması yapıyorduk. İşte o zaman 16-17 Nisan katliamı yaşanmıştı. Aynı günün sabahı randevuda buluştuk. Gözlerin kanlanmış ve hiç uyumadığın belli
oluyordu. Randevu sokağına bile girmeden direk geldin yanımıza. Hiçbirimiz konuşmadık. 1 tane silahımız vardı. Arkadaş onu almaya gitti. Onun da çalışıp,
çalışmayacağı şüpheliydi. Sen
"ben de aramaya gidiyorum" dedin, iki saat sonrasına
randevulaştık. Daha sonra öğrendik ki bir tanıdığın silahını almaya gitmişsin. Gittiğin yerde evi altına üstüne getirmiş, silahı bulamayınca evdeki bıçağı kapıp gelmiştin. Düşmanla ilk çatışmada karşı karşıya gelmen de
böyle olmuştu. Bir yüreğin, bir bıçağınla düşmanın karşısına dikilmiştin.
Tüm eylemlerde en kritik
noktalara sen yerleştirilirdin. Çünkü herkes bilirdi ki Doğan emaneti ölümü pahasına korur, kesin zarar verdirmezdi.
Defalarca gözaltına alındın,
işkencelerden geçirildin. Her defasında duruşun, tavrın netti. İşkencehaneden çıkar çıkmaz yoldaşlarını buldun, mahalleyi toparladın, mücadeleye koştun. Sana biraz otur dinlen
dediklerinde "ne dinlenmesi zaten epey
zaman geçirdik" derdin. Gittiğin her yerde insanlar sana güvendiğinden, gerileyenler bile seninle toplanır, daha da aktifleşirlerdi.
İlk tutukluğunu '92'de yaşadın.
Bayrampaşa hapishanesine getirildin. Yine hep aynıydın. Fazla konuşmaz, birşey dendiyse yapılacak, inatçı, harekete ölesiye bağlı, vefakar...
Birşey yapılacak dendi mi sana, karşı gelmeye çekinilirdi. Hayır
korkudan değil. Senin bunu kabullenmeyeceğini, gerekirse onlarca defa konuşacağını, o işin yapılması konusundaki
inatçılığını herkes bilirdi. Yani Doğan bir şey olacak deyince herkes bilirdi ki başka bir alternatif
yoktur.
Bu inatçılığının büyük bir sahiplenme duygusundan kaynaklandığını da bilirlerdi. Onun için inatçılığın da zaman zaman
espiri konusu olur, sevilirdin. Her zaman emekçliğinle öne çıkardın. Sürekli birşeylerle uğraşırdın. Pratik işleri hiç kaçırmazdın.
'93 yılında hapishaneden
çıktığında hiç tereddütsüz mücadeleye koşacağını biliyorduk. Öyle de oldu. Kimseyi
yanıltmadın.
Sıcak mücadele ve darbe ihaneti
onu beklemektedir. Tüm olanakların deşifre edilip, düşmanın ele geçirildiği bir
dönemdir yaşanan. Ama bunlar Doğan için sorun değildir. Elinde sopa, kırık dökük birkaç silahla, gece-gündüz nöbet tutar sokaklarda. Her yerde
karşılarına dikilir, rahat bırakmaz darbecileri. Darbecilerce kaçırılıp işkenceden geçirilir. Ama yolundan, inancından bir
milim sapmaz. Onur mücadelemizin bayraktarlarından biri olur.
'94 yılında yeniden tutsak
alınır. 99 yılına kadar Bayrampaşa koridorları onunla birlikte nica
kahraman şehide yarenlik eder. 96 ölüm Orucuna gönüllü olur. Ama sırası gelenler öne
atılır. "Birgün..." der ve o günü bekler.
İhanete karşı öfkesi bir volkan
gibidir. "İhanet varsa cezası da var. Kim ihanet ediyorsa mutlaka bu cezasını çekmeli" derdin.
İhanete karşı bu kadar tahammülsüz olmana rağmen ihaneti en yakından gördün.
«Bir
gece vakti, Sivas'ta Mete Nezihi Altınay'ların şehitlik haberiyle irkildik!
Şehit haberi aldığımızda sözler
tükenirdi. Doğan suskunlaşırdı. Böylesi anlar zor gelir insana. Hele bir de
tanıdıkların olunca, ister istemez kimi şeyler daha farklı olurdu. Tanıyan o an
ne anlatacağını bilmezdi.
Ve bir süre sonra operasyonun, Doğan'ın kardeşinin ihanetiyle gerçekleştiği açığa çıkıyor. Kitlemize henüz açıklanmıyor ama Doğan'a söyleniyor. Doğan'ın
öfkesi beliriyor yüzünde, içi içini yiyor.
Zor geliyor bu haber. Elbette tavrı çok net ama kara bir leke olarak görüyor. Durgunlaşıyor... Yaşamında değişiklik hissediliyor."
Kardeşin ihaneti seçtiğinde hiç
tereddüt etmeden önce kardeşlikten
reddettin, sonra aldığın tavırla
ihanete karşı örnek bir tavır gerçekleştirdin. Israrla "ihanetin cezasız kalmayacağını, kim olursa olsun ihanetin affedilmeyeceğini" ailene
de anlattın. Hep ailemizin alnına
sürülmüş bir kara leke gibi içinde taşıdın bunun acısını.
Ta ki aylar sonra Adalet'in
namluları ihanetin hesabını sorana kadar. Ali Tokmak haininin cezalandırılmasına ilişkin Cephe açıklaması okunup bitirilince ilk alkışı Doğan başlatıyor.
'99 yılında hapishaneden çıkar
çıkmaz da mücadeleye koşmanla da, dosta düşmana bir kez daha ders verdin.
Senin bu tavrın herkese örnek gösterildi.
Hatta ısrarlı çabanın sonucunu da
aldın. Ölüm Orucunda şehit düştüğünde annen mezarının başında "ben
hainin değil, Doğan'ın annesiyim"
derken emeklerinin boşa gitmediğini, seninle gurur duyduğunu
da bir kez daha ortaya koyuyordu.
'99'da hapishaneden çıktıktan
sonra 2000'de yeniden tutuklandın. Ümraniye
Hapishanesi'ne götürüldün. Orada da teknik işlerde, pratik işlerde görevler aldın. 19 Aralık'ı kahramanca karşıladın.
19 Aralık katliamından sonra
Kandıra F Tipi Hapishanesi'ne götürüldün. Daha sonra senin Kandıra'da ölüm orucuna başladığın haberini aldım. Bu maratonu da
başarı ile tamamlayacağına o
kadar emindim ki! Çünkü sen hiçbir işini yarım bırakmadın.
Devrimci yaşamın boyunca nerede
bir saldırı olmuşsa hep öne atılmıştın. Bu defa da öyle olmuştu. Bu tarihsel
süreçte de ölüm oruçcusu olarak bandını kuşanıp öne atıldın.
Son görevini de kahramanca yerine
getirdin. Ve şehitliğinle bir kahraman olarak döndün Okmeydanı
sokaklarına yeniden.
"Okmeydanı uzun bir aradan sonra bu kadar güzeldi. Evlerin duvarlarına, camlara, dükkanların kepenklerine resimlerini asmışlardı.
Binden fazla insan Doğan'ı
taşıyordu.
Camlardan, balkonlardan,
çoluk-çocuk, genç-yaşlı herkes Doğan'ı alkışlıyordu.
Panzerler set olmuş kalabalığın
önüne. Önde Doğan var, karanfiller içinde. "Doğan
Ölümsüzdür" diye haykırıyor yüzlerce insan. Açılmaz denilen açılıyor. Okmeydanı sokaklarında dolaşıyor bir kahraman olarak Doğan..."