Devrim Yaşar ASLAN'ı
Yakınları, Yoldaşları
Anlatıyor:
Bir yoldaşı anlatıyor:
“Şuraya benim resmimi asarsınız"
Şehit olacağını bilerek savaşa girmek, bedel ödemeye
hazır olmayı gerektirir. Bu tek başına bedel ödemek de değildir elbette.
Şehitlik vatan için, halk için yerine getirilen kutsal bir görev, bir
devrimcinin yaşamındaki doruk noktasıdır. Parti-Cephe tarihinde bu doruğa
ulaşmak savaşın doğal bir görevi haline gelmiştir. Yaşar Devrim Aslan da şehitliği
böyle kavrayan yoldaşlarımızdandır.
Yaşar Devrim, Parti tarafından başka bir alanda
istihdam edilmek üzere bekletilmektedir. Bu bekleme dönemi uzun sürer. Bekleme
dönemleri bir yanıyla sınav yeri gibidir. Uzun süre belki de kaldığın evden
hiçbir yere çıkmadan beklemek sabır ister. Bu sabrı gösteremeyenler iki günde
sızlanmaya başlarlar. Neredeyse kendilerini Partiye dayatırlar.
Ayrıca beklemeyi göze alamayanlar, uzun yıllar
sürecek savaşımızın zorluklarını nasıl göğüsleyeceklerdir? Ama Yaşar Devrim böyle
birisi değildir. O niye beklediğinin bilincindedir. Beklemek "durmak"
değil, yeni görevlere hazırlanmaktır onun için. Devrim, bu yüzden sızlanmadan,
sorun çıkarmadan, kendisine virelen görevleri yerine
getirir ve gideceği günü bekler.
Bu arada zaman zaman
Kurtuluş gazetesine gider, yapabileceği tüm işleri yapar. Şehitler üzerine
yapılan sohbetlere coşkuyla katılır. Yine bir gün Kurtuluş'tayken duvara asılı
olan şehitler panosuna bakıp boş yeri göstererek "Şuraya benim resmimi
asarsınız" der. Bir hafta sonra çektirdiği fotoğraf için "iyi çekin
bu benim şehitlik fotoğrafım olcak" diyen yine
kendisidir.
Bu sözlerde abartı yoktur. Söylediği sözün anlamını
kavramıştır. Şehitlerimizin yarattığı güzelliklerin, değer ve geleneklerin
yarattığı bir bilinçtir bu. Yaşar savaşan bir örgütün insanıdır. Savaşın
şehitlerle ilerlediğini, zaferin de şehitlerle kazanılacağını bilir. Bu yüzden
inançla "Bu benim şehitlik fotoğrafım olcak"
der. Bu yüzden şehitler panosundaki boş yeri doldurmak doğaldır. O savaşta
şehit olmanın yerine getirilmesi gereken doğal bir görev olduğunu bilince
çıkartmış bir Parti-Cepheli'dir. Ölüme heves yoktur
bu sözlerde. Şehit olmanın yüceliğini ve onurunu kavrama vardır.
Halkı örgütlerken, bir eyleme giderken, savaşın
yüklediği görevleri gerine getirirken taşıdığı doğallık vardır burada. Bu
Parti-Cephe'de bir kültür olmuştur. Tüm Parti-Cephe'liler yaşamı da şehitliği
de bu bilinçle ele alırlar. İşte bu yüzden Devrimlerin yeri asla boş kalmaz.
23 Yaşında Bir Yoldaşının Anlatımları:
“Çok
konuşmaz ama çok çalışırdı.”
Devrim Yaşar'ı, '93 yılı Ekim ayında Malatya
Hapishanesine tutsak olarak geldiğinde tanıdım. Eylül'de Hatay'da gözaltına
alınmış yedi arkadaşıyla birlikte tutuklanıp Hatay Hapishanesi'ne konmuşlardı.
Adli tutsakların kaldığı bu hapishanede geçici de olsa uzun bir aradan sonra
ilk kez siyasi tutsaklar kalmaktaydı. İdare adli tutsaklara uyguladığı statüyü
dayatır onlara. Saçları kesilecek, sayım ayakta tek hizada ve askeri nizamda
alınacak, rahatsızlıktan dolayı kullanacakları ilaçlar taneyle verilecektir.
Karşı koyarlar ve hiçbir yaptırıma uymazlar. İdare zorluk çıkarınca Açlık
Grevine başlarlar. Bir süre sonra sevkleri çıktı ve Malatya Hapishanesine
getirildiler.
Onu ilk tanıdığımızda, bizde yarattığı izlenim
öğrenme azmiydi. Aynı eğitim grubundaydık. Çalışmalara sürekli hazırlıklı
gelir, konuları kaynaklarından araştırır, bunu insanlarla paylaşır ve kavrayana
kadar sorar, soruştururdu. Herşeyden önce ilkeli ve
kurallıydı. Verilen işleri aksatmaz, görevlerini zamanında ve layıkıyla yerine
getirirdi. Çok konuşmaz ama çok çalışırdı. Hep Parti-Cephe'li olma bilinciyle
hareket ederdi. Devrimin örnek alacağımız diğer
bir yönü de çatışmacı kişiliğiydi. Çatışma yalnızca oportünizmle
ideolojik, düşmanla fiziki bir çatışma değildi. Öncelikle içimizdeki düşmanla
savaşmalıyız der ve zaaflara karşı cepheden savaşırdı. Mücadeleyi bırakanlara
müthiş öfke duyar ve "bilipte yapmamak
ihanettir" derdi.
16 Ağustos 1994'de sabah mahkeme için giden
yoldaşlarımıza kapı altında saldırı olmuş, yoldaşlarımız yaralanmışlardı. Bir
süredir devam eden düşmanın ayakkabı aratma dayatması saldırıya dönüşmüştü. Yodaşlarımız koğuşa döndükten sonra maltaya
askerler doldu. Hedef yine Devrimci Sol tutsaklarının koğuşuydu. Barikat kurduk
ve saldırıya karşı hazırlıklara başladık. Barikat ekibindeydi Devrim Yaşar.
Direnişin ikinci günü üst kata çekildik. Düşman kurşunu, bombası, cop ve
kalaslarıyla saldırıya geçtiğinde yine en önde saldırıya karşı göğsünü siper
etmiş çatışıyordu. Askerler balyozla açtıkları gedikten içeriye girdiğinde
hasta ve yaşlı yoldaşlarımızın üzerine kapanmış onları korumaya çalışıyordu.
Saatler süren saldırı sonrası hücrelerde ikişer kişi olarak atıldık. Devrim
Yaşar'la aynı hücredeydik. Slogan atıyor, kapıları dövüyorduk. Hücrelerin
kapılarının açılmasını, yoksa kendimiz açacağımızı söyledik. Talebimiz reddedilince
kapıları dövmeye başladık. Ancak kapılar yerinden milim bile oynamıyor.
Yaratıcılığıyla bildiğimiz Devrim bir kez daha yaratıcılığını kullandı ve
hücredeki çeşmeyi sökerek borusuyla kapının kilidini kırdı. Daha sonra diğer
kapıları da tek tek kırarak söktü. Bir hafta kaldık
hücrelerde. Günlerce uğraşsak da bir türkü söyletemediğimiz Devrim, coşkuyla
türküler söylemeye başlamıştı.
Aylık olarak çıkardığımız "Traja Zindane"
(Zindanda Gün Işığı) dergisinde en fazla emeği geçen yoldaşlarımızdandı. Bizim
deyişimizle dergimizin yazı işleri müdürüydü. Yazılacak konuları
kararlaştırıyor, yazı yazıyor, düzeltmelere yardımcı oluyor, yani her işi
yapıyordu. Diğer bir yönü de herşeyi not etme
alışkanlığıydı. Çalışmada, seminerlerde, dergi çalışmalarında, konuşulan
tartışılan konuları not eder, kağıtları ceplerine
doldurdu. Birgün montunu çıkartıp ceplerini boşaltmaya
başladık. İlk anda kendisi de bu davranışımıza anlam verememişti. Cebinden
çıkarıp masaya koyduğumuzda bu tomar tomar kağıtları, o da ortaya çıkan bu duruma bizimle birlikte
güldü. Ancak daha sonrasında bu konuda daha dikkatli oldu.
Devrim Yaşar tahliye olduktan bir süre sonra ben de
tahliye oldum. Ayrı şehirlerde olmamıza rağmen haberleşme imkanımız
vardı, haberleşiyorduk. '95 sonlarında İstanbul'a geldiğinde görüştük, bir
hafta bizde kaldı. Görüşlerden yalnızca babam onu tanıyordu. Bu bir hafta
içinde tüm çevrem onu tanıdı. Sabah erken kalkar, ailemin iş yerine gelir
yardım eder, hiç boş durmazdı. Çok kısa sürede kendini sevdirmesini bildi.
Türkçe konuşmasını bilmeyen annem bile o gittikten sonra onu sorup duruyordu.
Onu en son 23 Şubat 1996'da gördüm. Sevinçle cebindeki Devrimci Sol dergisini
çıkarıp bana göstermişti. Mutluluğu gözlerinden okunuyordu. Bir ay sonra 21
Mart'ta Arap topraklarında şehit düşen ilk Arap Cepheli olarak tarihe geçti.
***
Öykü/Anı: Yoldaşları anlatıyor:
NEWROZ'DA YENİDEN DOĞMAK
Köyde sevilen biriydi Devrim Yaşar...
O küçük denilebilecek bir yaşta devrimci mücadeleye
atıldı. İlk olarak Hatay milis çalışmalarında yer aldı. milis
çalışmalarının bulunmaz molotofçusuydu Devrim Yaşar.
Düşman hedeflerini attığa her molotofta Arap halklarının
kini, öfkesi vardı. Düşmana karşı kin ve öfke doluydu.
Asi, isyancı, başkaldıran, öfkeli, hırçın ve
kavgacıydı...
Bu kelimeler onu anlatmak için yetersiz kalacaktır.
Çünkü o bir devrimciydi. Bir halk kurtuluş savaşçısıydı. Bu yüzden ona sadece,
"Asi, başkaldıran, isyancı...." demek yanlış
olacaktır.
Devrim Yaşar asiydi. Asi nehrinden almıştı
hırçınlığını. Asi nehri gibiydi. Arap coğrafyasının bir parçası olan Asi nehri,
doğaya, doğanın yasalarına isyan edercesine nehirlerin aksine ters yönde akar.
İşte Devrim Yaşar da, Arap halkına ve halklarımıza
baskı, işkence zulüm ve sömürüyü reva gören bu faşist düzene, onun yasa ve
kurallarına karşı savaşacak kadar asiydi.
İsyancıydı Devrim Yaşar... Bunun için fazlaca nedeni
verdi. Dili, kültürü, gelenekleri,inançları yok
edilmeye çalışılıyordu, Arap halkının.
İşgal ordusu gibi kuşatmıştı faşist devlet, Hatay
topraklarını. Bir yandan köylerimizi, dağlarımız kuşatılır, bombalanırken, bir
yandan da geleneklerimize, değerlerimize saldırıyorlardı.
Emperyalist yoz kültürle, Arap halkının kültürünün dejenere ediliyodu. Kültürümüz yok
edilmeye çalışılıyordu. İşte bu yüzden Devrim Yaşar'ın şehit düşmesi
anlamlıdır.
Devrim Yaşar'ın mücadeleye katılırken ve şehit
olurken koyduğu devrimci tavır, faşizmin Arap halkına karşı yürüttüğü
politikalara bir cevaptır aynı zamanda...
...
Şehit düşünceye kadar mücadelenin tüm yükünü omuzalarında taşıdı. Arap halkının yiğit ve asi evladı
Devrim Yaşar halkının onuru olmayı başardı.
Onu bir Newroz günü
yolladık ölümsüzlüğe... Onun ki bir ölüm değil yeniden doğmaktır.... Newroz yeniden diriliş,
yeniden yaşamdır.
Devrim Yaşar aramızdadır, kavgamızda hep
yaşayacaktır.
-Nahnu mefi
möt!
-Bize ölüm yok! "
Bu konuşma olduğunda, polis de konuşmayı ve tüm
kitleyi kameraya almaya çalıştı. Halk polisin çekimine tepki göstererek:
"Evlatlarımızı katletmek için mi çekiyorsunuz?
Katiller ne işiniz var buradam!
Hem katlediyor, hem de filme alıyorsunuz! "
diyerek engel oldular çekime...
Polis, senin için tören yapmaya, cenazenin
sahiplenilmesine tahammül edemedi. Kameradan sonra bu kez de yoldaşlarına
saldırarak, onları gözaltına almaya çalıştı. Halk yoldaşlarını sahiplenerek,
hiçbirini polise vermedi.
Sloganlar atıldıktan sonra kitle hep birlikte
evimize geldi. Orada tüm yoldaşların, ailen, köylülerin, seni sevenler vardı.
Evde yoldaşların hep seni anlattılar. Ve mücadelen konuşuldu.
Seni yaşatacaklarına dair söz verdiler...
...
Hatay şehri Anadolu'nun zengin bir mozaiğinin bir
parçasını taşır içinde. Arap halkının yoğun olarak yaşadığı şirin bir Anadolu
kentidir, Hatay...
Devrim Yaşar, çocukluğunu burada geçirdi. Arap
halkının kültürüyle yetiştirildi. Büyüdüğünde bu kültürünü korudu.
Onu tanımayanlar, dışarıdan bakanlar, ilk bakışta
sessiz ve soğukkanlı olduğu sonucuna varırdı. Bu her zaman doğru bir gözlem
olmazdı.
Zira onunla aynı ortamı paylaşanlar yanıldıklarının
bir süre sonra anlarlardı. Devrim Yaşar, arkadaş ortamında sıcaklığıyla, espirili yanlarıyla, cana yakınlığıyla öne çıkardı.
Sevecen bir insandı Devrim. İnsanı, halkı, vatanı,
toprağı çok seven, onlara ölesiye bağlı biriydi. Onda bu yanıyla Arap halkının
ortak özelliklerini görmek mümkündür.
Arap halkı sıcak iklimde yaşar. Sıcak iklim, insanı
daha bir duygusal, daha tutkulu kılar... Devrim halkının bu özelliklerini
almıştır. Duygusal ve tutkuludur.
Yaşı genç olmasına karşın, yaşadıkları ve devrimci
mücadele ile tanışması sonucu çabuk olgunlaşmıştır. Olgundur. Kişiliği
oturmuştur. Nasıl hareket edeceğini bilecek kadar davranışlarına yansımıştır bu
kişilik özellikleri.
Zeki bir insandır Devrim, kendisini geliştirmesini
bilmiştir. Diğer genç yaşıtlarından ayrıdır. Bu ayrılık daha çok
düşüncelerinden, davranışlarından kaynaklanır. Arap gençlerinin yozlaştırıldığı
bir ortamda, o bunlara direnmesini bilmiş, saflığını korumuştur.
O'nun davranışları, olgunluğu herkesçe bilinir,
takdir edilirdi. Her yerde hep sevilen biri olmuştur. Onun bulunduğu yerlerde
onunla ilgili olumsuz şeyler söyleyen yok gibidir. Aile ortamında da Devrim çok
sevilirdi. Kızkardeşi onu çok sever, onun gibi olmak
isterdi. Kızkardeşine bıkmadan, usanmadan mücadeleyi anlatırdı.
Ailesini koruma mantığıyla hareket etmezdi. "Nasıl olsa ben varım. Her
aileden bir kişi yeter." diye düşünmedi. Kızkardeşine
faşist devleti, politikalarını anlatmak için zaman ayırırdı. Ailesini devrimcileştirmeyi
bir görev olarak kabul etti.
...
Devrimci mücadeleyle genç yaşlarda tanıştı. İlk
bildirisini Hatay'ın mahallelerinde dağıttı. O gün heyacanı,
coşkusu görülmeye değerdi. Erkenden gelmiş, yoldaşlarından bildiriyi almıştı.
Bildiri dağıtımında herhangi bir sorun çıkmamış ve bir çok insana ulaştırılmıştı.
Bir süre sonra molotof
yapımını öğrendi. Yine bir çok düşman hedefini molotofladı. Giderek pratik işlerin içine de girmeye
başladı. Tam bu sırda tutsak düştü.
Araba Hatay'dan yola çıktığında içini büyük bir
üzüntü kaplamıştı. Tutuklanmış olmasına üzülmemişti. O'nu en çok zorlayan belki
de belki Hatay'dan ayrılmaktı.
Davaları Malatya DGM'de görüleceği için Malatya
Hapishanesi'ne sevkleri çıkmıştı. Daha önce Malatya'ya hiç gitmemişti.
Malatya'yı bilmediği gibi Hatay'a uzak olduğunu da düşünerek hayıflandı.
Elleri kelepçeliydi. Kelepçeler ellerini sıkıyordu.
Ellerini oynatamıyordu. Hatay'dan çıkıncaya kadar görmek istiyordu. Daha kısa
bir süre öncesine kadar bu sokaklarda dolaşmıştı.
Araç büyük bir hızla gidiyordu. Önlerinde
kendilerine yol gösteren bir eskort vardı. Arkada ise
jandarmaların olduğu bir araç onlara eşlik ediyordu. Devrim dışarıyı ancak
arabadaki küçük deliklerden görebiliyordu.
Baktığı yer için daha önceden cammış anlaşılan dedi.
Cam çıkarılmış, saç levha konulmuş ve küçük delikler açılmıştı. Devrim dışarıyı
bu küçük deliklerden görebiliyordu.
Deliğin küçük olması, arabanın hızı, elinin bağlı
olması sonucu deliği bazen tutturamıyor, gözleri kayıyordu. Eliyle arabanın bir
yerinden tutması lazımdı, yoksa ayakta kalması zor olacaktı.
Bir yoldaşı onun bu cambazlığını görmüş ve
dayanamamıştı;
"Devrim gel otur, yorulacaksın " deyince,
O da;
"Hatay'a bir kez daha bakayım. Nasıl olsa uzun
bir süre görmeyeceğiz" dedi.
Hatay'da başlayan yolculuk Malatya Hapishanesi'nde
son bulmuş ve yoldaşlarının olduğu koğuşa konulmuşlardı.
Hapishanede kaldığı süre içinde kendini
geliştirecek, Devrimci Sol'u öğrenecekti. Dışarıda tanımaya başladığı Devrimci
Sol'u gerçek anlamda hapishanede öğrenme olanağı bulacaktı.
Hapishane Devrim için, hem bir okul hem de bir savaş
mevzisiydi. Daha önce hapishane deneyimi olmamasına rağmen, hapishanede zorlanmadı.
Yoldaşlarına çabuk ısındı, onlarla kaynaştı.
Hapishanede o dönem tutsaklara bir
çok saldırı oldu. Düşmanın saldırılarına karşı uzlaşmaz davrandı.
O dönem O'nun bakışını en iyi yaşanan şu olay
göstermektedir. 16 Ağustos 1994'te, düşman ayakkabı araması adı altında
tutsakların siyasi kimliğine saldırdı. Tutsaklara aramalarda, mahkeme ve
hastane gidiş ve gelişlerinde ayakabılarını çıkarma zorunlluğu getirildi.
Bu uygulama onur kırıcıydı. Tutsaklar bu uygulamaya
tavır aldılar. Ancak gerek diğer sol gereksede Kürt
yurtseverler bu konuda tavır almadı. Devrimci Sol tutsaklarını yalnız
bıraktılar.
Sonradan bazı gruplar göstermelik tepkiler gösterseler
de bu duruma en çok kızanlardan biri Devrim olacaktı.
"Biz direneceğiz, işkence göreceğiz. Onlar
kazanacağımız bu haklardan faydalanacaklardır. İşte bizim farkımız burada.
Onlar kavga kaçkını, biz ise kavga ateşi." diyordu.
Ayakabı uygulamasına karşı
direniş 32 gün sürmüş ve düşmana geri adım attırılmıştı. Bu direniş Devrim'in
sözlerin haklı çıkarmıştı. Düşman Devrimci Sol tutsaklarının kavga ateşi
olduğunu bir kez daha görmüştür.
Devrim eğitim çalışmalarında da son derece aktiftir.
Tüm tartışmalara katılır. Tartışmalarda sorular sorar, katılarak canlılık
kazandırırdı...
Bunun yanında tartışmalarda bir o kadar da
sabırsızdı. Düşüncelerini açık, uzatmadan, kısaca belirtirdi. Söyledikleri
anlaşılır ölçüde yalındır. Tartışmalara katılmayan, konuşmayan yoldaşlarına
karşı da izlediği bir yöntem vardır.
Tartışmaya katılmayanlara kızar. Onları konuşturmak
için üstüne üstüne gider ve bunda mutlaka başarılı
olurdu.
Yaşam içinde zaman zaman
eksiklikleri de oluyordu. Eleştirildiğinde o eleştiriyi dikkate alır, oradan
sonuçlar çıkarırdı.
Eleştiri-Özeleştiri silahını en iyi kullananlardan
birisidir. Kendini değiştirmek için büyük bir çaba harcadı. Özeleştiri onun
deyimiyle:
" Bir insanın hareketine karşı namusudur. Eğer
özeleştiri verir ve kendimizi değiştirmemekte ayak dirersek bu namussuzluktur,
şerefsizliktir." derdi.
O sözünün eri oldu. Eksikliklere karşı acımasızdı.
Hareketine verdiği sözlerinin tümünü tuttu. Kendisini dönüştürmek için büyük
bir çabası oldu. Eleştirilerden bu yanıyla yararlanmasını bildi.
Eleştiride yoldaşlarına karşı acımasız oldu. Aynı
zaaflarının sürdürülmesi, bunda ayak direnilmesi onun
hiç sevmediği şeyler arasındaydı.
Devrim, Arap olmasından dolayı Türkçe'yi
Arap şivesiyle konuşurdu. Bazı kelimelerin telafuzunda
bu bariz bir şekilde belli oluyordu. Özellikle "üç-beş"i, "üj-bej" olarak söylerdi.
Hapishanede yapılan kültürel etkinliklerde söylenen
"üç-beş kişi kalmış türkü diyenler" türküsünü söylediğinde,
yoldaşları hep bir ağızdan "üj-bej kişi..."
dediklerinde Devrim buna kızar, Onu kızması da yoldaşlarının
hoşuna giderdi. Yoldaşlık sevgisinin, paylaşımının bir parçasıydı bu.
Devrim yoldaşlarına bağlıydı. Onları sever, sayardı.
Hapishane dönemi, Devrim Yaşar'ın kendini dışarıya
hazırladığı kazanımlarla doludur. Tahliye olduktan sonra doğruca mücadeleye koştu.
Sabırsızlığı burada da açığa çıktı. Kendisine bir
süre beklemesi söylemişti. Beklemesi biraz uzadığında sabırsızlanmaya "unuttularmı acaba" diye düşünmeye başlar.
Mevsim bahardı. Taze bir bahar havası vardı. O gün,
erkenden kalktı yatağından. Yüreği güp güp atıyordu. Oldukça heyacanlıydı.
Sabırsızlanıyordu. "Hadi geleceksen gel artık" diyordu. Beklediği
birileri vardı. Ama bunu kimseye belli etmiyordu. Oldukça soğukkanlı duruyordu.
Fakat yüreği kıpır kıpırdı. Gözlerinin içi parlıyordu.
Kahvaltıdan sonra köyün meydanına indi. Köyün
çocukları, gençleri oyunlar oynuyordu. Şakalaşıyorlardı. Kendisi de karıştı
gençlerin arasına. Bir yandan da kaygılıydı, "ya gelmezlerse " diyordu.
Yok hayır! bunu hiç düşünmemeliyim diye geçirdi
içinden. Son günlerde belki de ilk kez bu kadar fazla durmuştu köyde. Bu yüzden
tanıdıkları, ahbapları halini, hatırını soruyorlardı. Ağırbaşlı, efendiliği,
mütevazılığı ve güler yüzüyle cevaplıyordu soruları.
Halkı severdi köyde kendisini, kimseyle dargınlığı,
küskünlüğü olmamıştı, bu güne kadar. Hele de son bir kaç yılda daha da
değişmişti. Okuyor, yazıyor, insanlarla daha sık sohbet ediyordu.
Anlattığı şeyler köydeki insanlara yabancı
gelmiyordu. Zamlardan, açlıktan, yoksulluktan, devletin zulümünden
bahsediyordu.
Gecekondularda yaşayanları, hastane kapılarında
parasızlıktan ölen insanları anlatıyordu.
Özellikle son yıllarda kendi halkının giderek
geleneklerin, kültürlerini, dillelerini unutmasına
öfkeleniyordu. "Biz Arap'ız" diyodu.
"Ama ne doğru dürüst Arapça biliyoruz ne de yazabiliyoruz. Dilimizi
unutturdular bize. Bayramlarımızı yasakladılar. Köylerimizin isimlerini değiştirdiler.
Kim yapıyor bunları ? Devlet..."
Köyden ayrılacağı son günlerde dahi gençlere kendi
halkının durumunu, ne yapılması gerektiğini anlatıyordu.
Önceleri bu kadar güzel konuşmazdı. Birilerini ikna
etmekte zorlanırdı. Hatta insanlarla konuşmaya dahi utanır ve sıkılırdı. Ne
zaman ki devrimcilerle tanıştı. İşte o zaman zaman
yavaş değişmeye başladı. Bu değişikliği farkettikçe onlarla
daha sıkı ilişkiler kurdu. Dergi kitap okumaya daha fazla zaman ayırdı. Kendini
geliştirdi, dönüştürdü.
Bir süre sonra okumak, kendine yeterli gelmez oldu.
Söylemenin en iyi yolu yapmaktır, diyerek, öğrendiklerini bir bir pratiğe geçirmeye başladı.
Cesurdu, yiğitliğine, gözüpekliğine
diyecek yoktu. Hani derler ya "fırtına gibi..." , deli fişek gibiydi.
Yapılacak bir işte, bir eylemde, asılacak bir pankartta hemen öne atılır, ok
gibi fırlardı. Hemen de düşman hedeflerine molotofu
fırlattı mı, bu ateş topunun çıkardığı alev yüreğini ısıtırdı. O zaman tut
tutabilirsen onu. Bir daha... bir daha.. "Antakya'nın
Sümerler, Armutlu, Çekmece Mahallelerinde ve Yaylıca Köyü'nde "yasadışı"
slogan yazıldı, pankart asıldı."... "Bu gün banka molotoflandı",
"Antakyada korsan gösteri..."
haberlerini gazetelerden okuyunca daha da coşardı.
Mücadele Gazetesi'ni köyündeki insanlara kadar
ulaştırırdı. "Bakın Antakyada neler olmuş...
Bizimkiler dağıtmış yine ortalığı..." derdi gururla. "Kim demiş Arap
halkı bugün de zulüm düzenine isyan etmez diye... Şimdilik birer birer, yarın onar onar, yüzer yüzer çıkacağız düşmanın karşısına..." derdi.
Bir gün alıp kopardı faşizm onu halkından,
yoldaşlarından. Ve tutsak düştü. Yılmadı, davasına, inandığı değerlere ihanet
etmedi. Zindanda yoldaşları vardı. Devrimcilik dışarı ile sınırlı değildi.
Bulunduğu her alan, mevzi düşmanla çatışılacak bir yerdi. Bu yüzden tutsaklığı
hiç etkilemedi onu. Aksine burada daha da kendini geliştirdi.
Sık sık tutsak düşen
gerillalarla dağlar üzerine sohbet ederdi. Gerillayı, gerillacılığı
anlattırırdı. Hele de gerilla komutanı olan yoldaşını can kulağıyla dinlerdi. O
da öyle anlatırdı ki dağları, gerillayı, insanın zindan duvarların yıkıp,
dağlara ulaşası geliyordu. Komutan; "şimdi buradan bir özgürlüğümüze
kavuşursak, iki günde Toroslar'dayız" derdi.
Dağlara özel bir ilgisi, sevgisi vardı Devrim'in.
Bir anısını anlatıyordu. "Ben daha yeni mücadeleye başladığımda bir kaç
arkadaşla birlikte Amnoslar'a çıktık, günlerce orda
kaldık. Gezdik, dolaştık. Ben özgürlüğüme kavuşunca gerilla olacağım, dağlarıma
bahar getireceğim. Amanoslar'da, Toroslar'da
umudu büyüteceğiz" diyordu.
Gençlerin yanında otururken tüm bunları bir film
şeridi gibi gözlerinin önüne getirivermişti. Bir ara saate baktı. saat 11:00 olmuştu. “Nerede kaldı bizimkiler
diye düşündü kendi kendine.
Henüz sigarasını yakmıştı ki, beklediği yoldaşları
geldi. "Devrim Yaşar'ın evni soracaktık." dediklerinde
aradığınız kişi benim dedi. Biraz konuştuktan sonra diğer yoldaşlarını da
alarak düştüler yola. Tepelere doğru tırmanırlarken son kez köyüne baktı
Devrim. Geride çiçeğe durmuş erik, şeftali ağaçları, uçsuz bucaksız portakal
bahçeleri ve heybetiyle Asi Nehri kıvrıla kıvrıla
akıyordu Akdeniz'e doğru.
Adeta, "çok değil bir süre sonra döneceğim"
dercesine, biraz hüzün, biraz coşkuyla dönüp dönüp
baktı Yaylıca'nın dağlarına. Artık hava kararmış,
oldukça yorulmuşlardı. Mola verip bir gün sonra tekrar düştüler yollara. Hava
kötü bir şey olacakmış gibi insanın içini karartıyordu. Yağmur bardaktan
boşanırcasına yağıyordu. Silahını sıkıca kavradı. Islanmaması için beline iyice
yapıştırdı, korumaya aldı. Hava giderek ağırlaşmaya başladı. Ortalığı koyu bir
sis kaplamıştı. Dumanlı havayı kurt severdi, bir de düşman... Ve içindeki
sıkıntı biraz sonra daha iyi anlaşılacaktı.
O gün 21 Mart'tı. 21 Mart 1996 ...
O gün Newroz'du...
Newroz doğanın bahara,
aydınlığı dönmesi, insanın yeniden doğumudur.
Devrim Yaşar Newroz'da
yeniden doğdu.
Devrim Yaşar 21 Mart akşamı, bir Newroz
günü ölümsüzlüğe koştu.
Düşüncülerine bozan, karanlığı bozan silah
sesleriyle birlikte attı kendini yere. Yuvarlandı. Bir anda gözlerinin içi
parladı. O kara kaşları yay gibi gerildi. O an düşman
hedeflerine fırlattığı molotoflarının alevi geldi gözlerinin
önüne. Şimdi düşmanla yüzyüzeydi. Sürdü yüreğini
namluya. Şehit yoldaşları geldi aklına. Şehit Arap yoldaşları Refik, Gülnaz, Ahmet, Selim... ve
diğerlerini hatırladı. Ve bastı tetiğe. Kahramanca, yiğitçe ve korkusuzca yürüdü
düşmanın üstüne.
Adına türküler yakıldı bu yiğit savaşçının, adı yeni
doğan bebelere ad oldu. Silahını yeni Devrimler kuşandı.
Şimdi Yayladağı'ından Amanoslar'a onlarca Devrim Yaşar var...
Her Newroz'da
Yayladağı'nda, Amanoslar'da yanan ateştir Devrim. O
ateş tüm Hatay'yı saracak ve ülkenin bütün kırlarını,
şehirlerindeki ateşle birleşecek, büyüyücektir...
...
"Umudun tohumu Hatay'da toprağa düştü." diye
yazmıştı Kutuluş Gazetesi, senin için...
Kendi köyün olan Yaylıca'da
toprağa verilmiştin...
25 Mart 1996 günü yapılan cenaze törenine ailen,
yoldaşların ve seni hiç yalnız bırakmayan köylülerin katıldılar.
Katliamın ardından, cenazeni otopsi yapılmak üzere
Adana'ya götürdüler. Faşizmin iğrençliğini burada da gördük. Sana layık bir
cenaze töreni yapılamasın diye, cenazeni arada 4 gün boyunca beklettiler.
Gerekçeleri, "Otopsi yapamıyoruz, doktor yok"tu.
Yani koca Adana'da otopsi yapacak bir doktor "bulamamışlardı..."
Ailen, yoldaşların bu duruma çok öfkelendiler.
Ama yılmadılar. Onlar daha inatçıydılar. Adanada üç gün boyunca seni kapı önlerinde
beklettiler. "Cenazeni alıp kaçırabileceklerini" düşünerek seni
sevenler oradan ayrılmadılar.
Yemediler, içmediler, uyumadılar... 3 gün.. 72 saat boyunca orada, kapının önünde beklediler... Söz
vermişlerdi. Sana layık bir tören yapacaklardı. Hem de bedeli ne olursa
olsundu...
Sen bir halk kurtuluş savaşçısıydın. Seni köyüne
götürecek, tililerlerle karşılayacak, Cephe bayrağı
ve marşlarla uğurlayacaklardı.
25 saat pazartesi günü cenazeni alıp köyüne
götürdüler. Vücudunda 5 mermi yarası vardı. Umudu öldürmek için 5 mermi
sıkmışlardı. Umudu öldüremediler, sen yaşıyorsun...
3 gündür seni bekleyen yoldaşların, ailen ve
akrabaların, köylülerin cenazen geldiğinde alkışlarla, tilililerle
karşıladılar. Seni bağrına bastılar.
Şehit olduğun 21 Mart gecesinden beri köyü ablukaya
alan yüzlerce jandarma, özel tim ise cenazeni engellemek için köylüleri
gözaltına aldı.
Köye girişler, çıkışlar yasaklandı. Terör estirildi
yörede. Sana 5 kurşun sıkıp katledenler, ölümünden de korktular. Cenazenden,
isminden, 21 yıllık yaşamından, türkülerden, marşlardan, zılgıtlardan
korktular...
Baskılara gözaltılara,
ablukaya karşı halk cenazeni sahiplendi. Sana, "Arap halkının yiğit evladı
sen rahat uyu !" diye seslendiler. Camide yapılan cenaze çağrısından sonra
doğduğun evin önünde toplanmaya başladılar.
Doğduğun, büyüdüğün evi son kez görecektin. Seni
yıkamak için evimizin bir odası kullanıldı. Seni yıkadılar, ak çarşaflar içinde
yüzün o kadar güzeldi ki...
Seni görenler uykuda olduğunu düşünürlerdi. Sanki
biraz sonra uyanacak ve yeniden görevlerinin başına koşacak gibiydin. 21 yaşına
bir halk kurtuluş savaşını sığdırmıştın.
Cenazen omuzlar üstünde tekrar evin önüne çıkarıldı.
Orda senin için bir tören yapıldı. Yoldaşların, akrabaların, köylülerin sana
bağlı kalacaklarına dair and içtiler.
Rahat uyuyabilirdin... Geride senin kavganı devam
ettirecek daha onlarca Devrim Yaşar vardı. Onlar silahını almakta
gecikmeyeceklerdi.
Cenazen yola çıktı. Cenazenin en önünde kardeşin
senin büyük boy fotoğrafını taşıyordu. Karanfillerle bezenmiş fotoğrafın ne
kadar da canlıydı.
Cenazen marşlar, sloganlar, zılgıtlar arasında köy
mezarlığına getirildi. Orda da yalnız değildin. Aynı mezarlıkta yoldaşın Refik
HOROZ da vardı. Refik de Amed'de şehit düşmüş ve
cenazesi buraya getirilmişti.
Şimdi Refik'le kucaklaşma zamanıydı. Refik, her
zaman sevdiğin yoldaşlarından biriydi. Hatay'da çeşitli zamanlarda
karşılaşmalarımız da oldu. İkinizin sohbetine doyum olmazdı. Farklı
alanlardaydınız ama birbirinize anlatacak da çok şeyiniz vardı.
Mezar için yer hazırdı. Cenazeni indirdiler. Sıra
toprak atmaya geldi. Annen, kızkadeşin, akrabaların,
yoldaşlarını sırayla ağır ağır mezarına toprak attılar.
Kız kardeşin daha sonra kitleye dönerek;
"Arkadaşlar
hepinizi Devrim Yaşar ve tüm devrim şehitleri anısına bir dakikalık saygı
duruşuna davet ediyorum."
dedi.
Tüm kitle senin için, tüm şehitlerimiz için, saygı
duruşuna geçti.
Nahmu mefi möt (Bize Ölüm Yok!)
Bir yoldaşı
anlatıyor:
«Eğer Devrim yoldaşa bir iş verilmişse o işe bitti
gözüyle bakılırdı.»
And olur
Daha önce gidene
Toroslarda
Zaferi gamzesinden öpene.
Hepimiz bir nedenle başlamışızdır devrimciliğe ama
hepsinin odağında insanları sevmemiz, insanlığa verdiğimiz değer her şeyin
odağında oturur. Devrim yoldaş daha yeni mücadeleye adım atan yoldaşlarımızdan
birisiydi ve kendi deyimiyle talihsizlik dediği bir operasyon sonucu tutsak
düştü. Operasyona değil, daha fazla bir şey yapamamasına kızıyordu. Bizler cezaevindeydik
ve günlerden beri gözaltına alınıp tutuklananları bekliyorduk. Nihayet
geldiler. O da gelenler içerisindeydi.
Yeni bir insan olmasına rağmen kurallara uyan,
uyumlu, disiplinli kişiliği hemen fark ediliyordu. Yeni insan olmasına rağmen
birçok eski diye bildiğimiz yoldaşlara örnek olabilecek davranışları vardı.
Sessiz ve sakin kişiliğini onun daha yeni cezaevine gelmesine yorumluyorduk ilk
anlarda ama pratik bizi yanılttı, o her zaman sessiz, sakin bir kişilik
taşımıştı. Bu görüntüsü tartışmalarda doğruyu, yanlışı anlatmada değişiveriyor,
sessiz sakin Devrim yoldaş gidiyor, tartışmalara yön veren, sabırlı,
denetleyici ve yöntemleriyle devrimci olan bir yapıya bürünüyordu.
Devrim yoldaş cezaevine gelmeden önce çok kısa bir
süre mücadele içerisinde olduğunu söylemiştik. Onun en büyük özelliği çabuk öğrenmesiydi.
Yaptığı çalışmalarda yüzde yüz verim alan bir insan dediğimizde gerçekten
abartı olmayacaktır. Hem öğrenci, hem de öğretmen olmasını çok iyi biliyordu.
Onu bu derece koşturan şey halkına güvendi. Bitmek bilmez bir enerjiyle
koşturuyordu. Gösterdiği emek anlatmakla bitmez. Hiçbir zaman konum, kariyer
peşinde olmadı, bir sıra neferi olmasını da bildi. Onun emekçiliği kısa sürede
görev almasını da beraberinde getirdi. Eğer Devrim yoldaşa bir iş verilmişse o
işe bitti gözüyle bakılırdı. Tahammül etmediği en büyük şey yapılan hata olurdu.
Bu tür davranış biçimlerine her zaman karşı gelir ve eleştirmekten geri
durmazdı.
Parti ilanıyla birlikte cezaevinde olmasına kızıyor
ve bir an önce Partili süreçte dışarıda olmak istiyordu. Neler yapmazdım ki
diyor ve neler yapabileceğini düşünüyordu. Tahliye olduğunda mücadeleye daha
bir kararlı sarılacağına söz veriyordu. Tahliye olduğu gün yazdıklarındaki
samimiyeti şehitliğiyle gösterdi. Devrim yoldaş şunları yazmıştı;
"28 Şubat 1994
Bugün hayatımın en mutlu gününü yaşıyorum. Çünkü
hareketin en çok ihtiyaç duyduğu bir süreçte, özgürlüğüme kavuşarak sıcak
mücadeleye katılıyorum. 1,5 yıl gibi azımsanmayacak bir süreyi birlikte
geçirdiğim, acılarını, sevinçlerini birlikte paylaştığım ....
bundan sonraki mücadele yaşamında başarılar diliyorum.
Bir gün mutlaka faşizmin zindanlarını delerek savaşın ortasında yer alacağınıza
olan güvenimle. Sevgiler.
Kavga, Umut, Zafer dolu
yarınlara."
Devrim yoldaş inanç dolu devrimcilik yaşantısının
cezaevi sürecinde çok şeyler öğretti. Anısı önünde saygıyla eğiliyoruz, şehitlerimize
verdiğimiz devrim sözünü tutacağız.
***
Bir yoldaşı anlatıyor:
Devrim yoldaşla cezaevinde karşılaştık ve 1,52 seneye yakın birlikte kaldık.
Onun ilk cezaevine gelişini hatırlıyorum. Mücadeleyi yeni yeni
tanıdığı belli oluyordu. Şubeden kendisine ve yanındakilere yapılan işkenceleri
hazmedemediği ve onurunun kırıldığı belliydi. Meğer attığı voltanın
her adımı düşmana duyduğu kini bilemiş. Devrim yoldaş yeni olmasına rağmen
hareketin kendisine uzattığı ele sıkıca sarılmış ve kendini dönüştürmek için
çaba sarfetmişti. Bu çabaları onu her şeyde ileriye
taşıdı. Ciddi, oturaklı ve olgun davranırdı. İş yapmadaki ciddiyetiyle herkese
örnek olurdu. Verilen göreve sıkı sıkıya sarılırdı. Tartışmalara tereddütsüz
katılıyor, bildiğini söylerdi. Düşüncesinden taviz vermezdi. Eğer doğru
biliyorsa onu sonuna kadar savunurdu. İnsanlarla ilişkilerinde kurallıydı. Hiç
bir etkinlikten geri kalmamaya çalışırdı. Zamanla daha oturaklı ve ciddi bir
karaktere sahip oldu. Düşmana olan nefretini hiç saklamadan yalın bir şekilde
sözcüklere dökerdi. Sevecendi. Yoldaşlarını sevmesini, hareketini sonuna kadar
sahiplenmesini iyi bilirdi.
Eleştiride ciddi davranırdı. Karşısındakini
eleştirdiğinde her yönüyle ortaya dökerdi ve açık davranırdı. Onun cezaevinde
yaratılan birçok şeyde emeği vardı. Tahliye olduğunda yüzündeki sevinci
okuyabiliyorduk. "Göreceksiniz" diyordu ve "mücadele nasıl
verilir, göreceksiniz" diyordu. Dışarıya ve sıcak mücadeleye bu duyguyla
uğurlandı ve sözünde durdu. Anısı mücadelemizde yaşayacak.
***
Bir yoldaşı anlatıyor:
Devrim Yaşar Aslan yoldaşla tanıştığımda henüz çok
yeni birisi olmasına rağmen öğrenmedeki ısrarı ve yaratıcılığıyla Antakya'daki
faaliyetimiz içerisinde hemen öne çıkmıştı. Ancak kısa süre sonra bölge operasyonunda
tutsak düştü. Tutsaklık yaşamı onun için bir okuldu. Ve o, bu okulu en iyi değerlendiren
yoldaşlarımızdandır. Çok hızlı bir gelişme gösterdi. Onun hiç bir zaafında,
eksikliğinde ısrar ettiğini, kendini yenilemede ayak dirediğini hiç bir zaman
görmedim. Buna karşın doğru bildiğini sonuna kadar savunan ve gördüğü eksiklikleri
sonuna kadar eleştirmekten çekinmeyen bir yapısı vardı. Bu yanıyla hem kendi
içindeki düşmanla, hem de çevresindeki arkadaşlarının zaaflarıyla hep çatışma
içinde olmuştur. Çoğu kez "sekter" vs. eleştirilere rağmen bu konudaki
inadını hiç bırakmamıştır. Bir yandan da kendini yetiştirmişti. Cezaevinde
bulunduğu süre içerisinde birçok görevler aldı, iş örgütledi. Hepsinden de
alnının akıyla çıktı. Partili süreç onu daha da atak yaptı. Devrim özgürlüğüne
kavuştuğunda herkes dışarıya bir savaşçı gönderdiğimizin farkındaydı.
"Bu
süreçte her şeyi bilip de savaşmamak ihanetle aynı şeydir" diyordu. Devrim ihanet
etmedi. Arap halkının onurlu bir savaşçısı olarak şehit düştü. Onu sevgiyle
anıyorum.