Derya Devrim AĞIRMAN'ı Yakınları, Yoldaşları

Anlatıyor:

 

 

Babası Niyazi Ağırman Anlatıyor:

 “Benim kızım boynuma astığım altın bir madalyadır”

 

Devrim benim bir çocuğum. Bir baba çocuğu için nasıl düşünür ben de onu düşünüyorum yani. Tabii ki üzüldüm. Çok çok çok üzüldüm. Çünkü Devrim gibi güzel bir kızım vardı. Onu kaybetmenin üzüntüsü dünyalara bedel. Yani keşke ben ölseydim de onun ölüsünü görmeseydim.

...

Ben o zaman yurtdışındaydım, Avusturya'daydım. Orada duydum geldim, gittim Tokat'a. TAYAD'lı ailelerle birlikte Tokat'a gittim. Kendi ailemle... Orada cenazenin yalnız yüzünü gösterdiler bize. Yalnız boynu sola doğru eğikti. Boynunu düzelttik, meğerse boynu kırıkmış kızımın malesef. Sivil polisler ve JİTEM'in sivilleri bahçeyi doldurmuşlardı.

Daha sonra Armutlu’ya getirdikten sonra kızımın yaralarını gördüm. Kızım göğsüne bir yara almıştı, sırtından çıkmıştı. Ölümcül darbe oydu galiba. Bir de kafasında vardı.

Ama öldükten sonra kızımın boynunu kırmışlardı. Ellerine, kollarına kurşun sıkmışlardı, kolları paramparça olmuştu. Parmaklarına kurşun sıkmışlardı, parmakları paramparçaydı. Yine dizine sıkmışlardı. Dizi kırıktı birkaç yerden. Yani onlar kızımın ölüsünden bile korkmuşlar. Kızımın ölüsüne kurşun sıkmışlardı. İşte sonuç böyle.

...

Ben bir babayım, kızımı telli duvaklı bir gelin olarak evden çıkartmak isterdim. Ama malesef bu düzenin bozukluğunda kızım kendi idealleri uğrunda savaşarak şehit düştü. Hiçbir zaman için teslim olmadı, boyun eğmedi, aman dilemedi, onurluydu, şerefliydi. Son ana kadar onuruyla şerefiyle direndi. Onun için onunla gurur duyuyorum.

Cenazesi de ona layıktı. Adeta bir gelin gibi süslemiştik, başına duvağını koymuştuk. Ellerine kınalar yakmıştık. Cenazesi evet derler ya iki olur gerillanın düğünü bir çıkınca dağlara, bir düşünce toprağa... Evet gelin gibiydi, gerillanın düğününe yakışır bir şekildeydi..

...

Devrimci olduğunu bilmiyorduk. 28 Haziran 1998'de evden çıkıyor annesiyle çarşıya gidiyor. Sonra annesini geri gönderiyor, kendisi gidiyor. Ondan sonra biz anladık gitmiş diye. Aradık, heryere haber verdik, hatta karakollara, şuraya buraya, bir sürü yere haber verdik. Bilmiyorduk öyle bir yere gittiğini, çok sonradan öğrendik. Ama yani öyle birşey bize çaktırmamıştı. Öyle işler yaptığını çaktırmamıştı. Ama yani evde, normal herkesin evinde sohbet eder gibi bizde evde sohbet edince bazen öyle düşünceler ileri sürerdi.

Ama bu kadar aktif, hele hele dağa gidecek kadar böyle bir şey hiç aklımıza gelmedi, o da hiç çaktırmamıştı. Ama evde çok sepmatikti, çok güleryüzlüydü. Gülünce iki yanağında gamzeler çıkardı. Bizim evin neşe kaynağıydı.

...

Volkan en büyüktü. Biliyorsunuz Volkan'ı da kaybettim Kandıra F Tipi cezaevinde. Volkan biraz daha olgun, oturaklı daha böyle beyefendi biriydi. Ama Devrim öyle değildi. Çok şamatıcı, neşe kaynağı, evde herkese espiriler yapan, şaka yapan, aileyi güldüren biriydi. Pırıl pırıl biriydi...

Zaten gittiğinde daha 17 yaşındaydı. 17 yaşında bir genç kız destanlar yazdı diyorum. Onunla onur duyuyuyorum, gurur duyuyorum. Ne mutlu bana ki öyle bir evladım varmış. Öyle bir yiğitin babasıymışım. Gurur duyuyorum yani. O gurur üzüntüyü bastırıyor.

...

Bir gün beni aldı bakkala götürdü. Bizim bakkal yaşlıca biri. Böyle 60 yaşında falan. Yine onun yanında Sinoplu vatandaşlarımız falan vardı, gelip oturuyarlardı. Aynı yaşta insanlar. Hacca gidenler de vardı içlerinde. İslami sakal bırakan amcalar vardı. Biz bakkala girince baktık onlar kalktı, Devrim’e yer verdiler, kızım gel otur, kızım gel otur. Ben dedim ya ne yapıyorsunuz, bir parça çocuğa yer veriyorsunuz, falan dedim ayıp oluyor. O dedi ki sen karışma, o bizim annemizdir, başımızın üstünde yeri var dediler. Ve Devrim geçti oturdu. Bana da böyle emir veriyor. Baba şu çikolatayı al, falan gibisine. Ben de o zaman almıştım. Hadi kızım gidelim dedim. Sen git, benim işim var babalarla konuşuyorum dedi. Başladı onlarla sohbete.

Böyle çok enterasan bir kızdı. 80 yaşındaki adamlarla böyle oturup sohbet eden, hatta onların da neşe kaynağı olan biriydi.

...

Duyan herkesin bilmesini isterim ki, benim kızım boynuma astığım altın bir madalyadır. Ömür boyu gururla şerefle onu taşıyacağım. Ne mutlu bana ki Devrim gibi bir kızım var. Ne mutlu banaki Volkan gibi bir oğlum var. Onurluyum, gururluyum. Onların acısı çok çok büyüktür ama onun gururu acısını bastırmaktadır diye düşünüyorum.

 

(Bu anlatım, Niyazi Ağırman’ın kızının şehit düşmesinden sonra Halkın Sesi’nde yayınlanan röportajından alınmıştır.)

 

***

 

Derya Devrim Ağırman’ın ablası Asuman Ağırman Anlatıyor:

“Ona yakışan en güzel iş devrimcilikti”

 

Ben normalde Belçika'da yaşıyorum. Ve burada bir okula gidiyordum. Okul sırasında bana bir telefon geldi. Avusturya'da ablam var. Babam Avusturya'ya kendi çalışmaları için gelmişti. Bana telefon açtılar. Babam ağlıyordu, sesi titrekti. Ben teselli etmeye çalıştım. Sonra babam bana, yok yok birşey dedi. Bana, Pitteyi vurmuşlar dedi. Ben o an tabii bende de duygusal bir şey oldu.

Biz Kürt bir aileyiz. Kürtçede Pıtte küçük kızlara denir. Babam da hep kardeşime Pıtte diye seslenirdi. Ama onu hep kızdırmak amaçlı da söylerdi. O çocukluktan kalma birşey biz de Pıtte diye sesleniyorduk. Bu şekilde öğrendim.

...

Onunla olan çocukluğumuzda çok farklıydı. Biz fakir bir aileydik. Çocukluğumuzdan beri o hep fakir olan insanlara yardımcı olurdu. İşte bizim evimiz sele gitmişti, okullarda kaldık, sonra küçük evlerde, gecekondularda kaldık. Oradaki fakir olan bütün insanlara hep yardımcı olurdu. Elinden geldiğince birşeyler yapmaya çalışırdı çocukken. Benim babam sendikacıydı, hep sendikalarla uğraşırdı. Babama yardımcı olmaya çalışırdı.

Babam işten çıktığı, kovulduğu zaman hep babamla gurur duyuyordu. Baba afferin sana, böyle olmalıyız her zaman diye. Bunlar çocuk yaşta vermiş olduğu şeylerdi. Okuyordu, benim ailemde devrimci olanlar vardı onları çok örnek alıyordu. 16 yaşına geldiği zaman ben hep gideceğim diyordu. Bu şekilde devrimci bir hayatı da başlıyordu. Çocukluğumuzda hep birlikteydik. Okmeydanı ve Alibeyköy'de geçti.

...

Benim babam devrimci düşüncelere sahip birisiydi. Hep Mahir Çayan'ı örnek alır onu çok severdi. Ve hep kardeşime benim çocuğum büyünce gerilla olacak derdi. Pıtte de her zaman ona gülümserdi. Böyle onaylarmış gibi gülümserdi.

Ben 16 yaşıma gelince evden kaçacağım, devrimci olacağım derdi. Bunu direk yansıtmıyordu. Daha sonra 16 yaşına geldiğinde kaçtı. Daha öncelerden de tabii elinde Kurtuluş dergisi vardı. Devamlı Kurtuluş Dergisi okurdu. Kitaplar okurdu.

Babam bizi evde toplar, Mahir Çayan'ı anlatırdı. Onun duygularını, düşüncelerini, kahraman olduğunu anlatırdı. Pıtte de bu sefer okuduğu kitaplarda Mahir Çayan'ı, ne olduğunu, nasıl olduğunu anlatmaya başladı, okuduklarını bize anlatmaya başladı. Biz babamı dinlememeye başladık, artık Pıtte'yi dinlemeye başladık.

O bize anlatıyordu Mahir Çayan'ı devrimciliği bu şekilde kendini geliştiriyordu. Ve 16 yaşına geldikten sonrada, biz işteydik eve geldiğimizde annem Pıtte'nin gelmediğini, evde olmadığını söyledi.

Daha sonradan kendimiz baktık ve devrimciliğe adım attığını öğrendik.

...

O bizim için çok değerliydi. Biz hep şakalaştığımızda da sevindiğimizde de hep onunla uğraşırdık. Gittiğinde hepimiz bir ağladık evden ayrıldığı için. Ama devrimci olduğu için de gurur duyduk.

Çok sevindik. Çünkü ona yakışan en güzel iş devrimcilikti. Çünkü onun çocukluğundan beri istediği şey devrimci olmak, gerilla olmaktı. Ve ben 16 yaşında evden bu şekilde ayrılıp gerilla olduğu için de gurur duyuyorum kardeşimle. Kardeş olarak üzüldüm ama gerilla olduğu için de gurur duyuyorum.

...

Yani bu düzeni, bu sistemi sevmezdi. Bu sisteme ve düzene karşı olan ne varsa onları okuyup kendini geliştirmeye bize anlatmaya çalışırdı. Bu sistem bize bunları getiriyor, fakirliği getiriyor, yoksulluğu getiriyor. Bunları anlatıyor, kendini geliştirmeye çalışıyordu.

Yani ben ileride devrimci olmak bu sisteme karşı gelmek istiyorum diyordu. Ama çokta fazla bizim düşkünlüğümüzden dolayı bize karşı birşeyler hissettirmemeye çalışıyordu. Ama bunun dışında okulda öğrencilerle birklikte Gazi yürüyüşlerine, 1 Mayıs yürüyüşlerine falan giderdi. Birçok şeyi aileden gizli de yapmaya çalışırdı. Çünkü belki engelleriz diye düşünüyordu. Ki babam devrimcileri seven, onlarla birlikte olmayı seven bir insan.

Ama tabii insan çocuğu olunca daha farklı oluyor. Belki engeller diye düşünüp birçok şeyi gizli yapmaya çalışıyordu. Ama 16 yaşına geldikten sonra artık ben kesinlikle cepheliyim, gerillayım. 16 yaşında bize giderek anlattı.

...

Genç yaşta gerilla olmasını beklemiyordum. İnsanlar çocuk yaşta bazı şeyleri söyler, anlatır, hani çocuktur diye şey yapıyorsunuz ama. Çocuk olan insandan böyle büyük şöyleri beklemek çok zor. İnsan bazen imkansız diye düşünüyor. Ama o imkansız olmadığını bize anlattı. Çok açıkça beklemiyordum.

Onun düşünceleri duyguları, ifadesi evdeki davranışları kesindi. Ama bir çocuk yapısı da vardı. İnsan inanamıyordu. Ama 16 yaşına geldiğinde onda çocuk yaşta gerilla olmanın verdiği şeyleri de giderek anlattı.

...

16-17 yaşındaki bir insanın öyle büyük şeyler yapmasına ben hala inanamıyorum. Ama demek ki çocuk yaştaki olan insanlar da büyük şeyleri başarabiliyorlar. 6 senedir oralarda yaşamak, birçok şeyi yapmak çok zor. Bana çok zor geliyor ama imkansız olmadığını da yine Pıtte kanıtlamış oldu.

...

Devrim evde kitap okumayı, kurtuluş dergisi okumayı, çıkıp mahalledeki insanlarla birşeyler yapmayı çok severdi. Babamla benimle ve diğer kardeşlerimle, annemle zaman geçirmeyi çok seviyordu. Onları sevindirmeyi çok seviyordu. Bizlerle olmayı çok seviyordu. Ne zaman ayrı falan düşssek, hemen bizi arardı sorardı, neredesiniz ne yapıyorsunuz. Hadi gelin, sizi özledim derdi.

Bize çok düşkündü. Ailemdeki yeğenlerime çok düşkündü. Zaten gitmeden önce herkesi arayıp eve davet ediyordu, ya da ben size geleyim diye. Yani aileye ve sülaleye çok düşkünlüğü vardı. Sevecen, canlı, sempatik bir kızdı.

...

Çok fakir bir ailedeydik. Babam işten çıkmıştı. Ben Devrim ve erkek kardeşim var Genco, üçümüz Alibeyköy Saya yokuşunda bir ev tutmuştuk. Üçümüz gidip o evi bulduk. Üçümüz gidip o evi tuttuk, gidip temizledik. Kardeşim çok fazla çocuksu şeylere zaman ayırmamaya çalışıyordu. İlkokul sonundan lise sonuna kadar. Hep farklı eğilimlere başlıyordu.

...

Tokat'ta 5 gerilla şehit düşmüş. Bunun için de çocuk olan ve 30-35 yaşlarında olan abilerimiz ablalarımız da var. Biz onlar gibi insanları, ve Devrim gibi insanları çok iyi sevip, onlara gerçekten çok iyi sahip çıkmalıyız. Onları daha da çok herşeyde sahip çıkmalıyız. Sadece gerilla olarak değil.

F tipleri de var. F tiplerinde de insanlar var. Oradaki insanlara da, ölüm orucunda şehit düşen insanlarada sahip çıkmalı ve her zamanda anlamalıyız. Her zaman da düşünmeliyiz. Çünkü yaptıkları sıradan değil, gerçekten çok büyük işler. Çok çok daha iyi sahip çıkmalıyız. Cenazeler hep üçbin kişilerden oluşmalı.

 

(Bu anlatım, Niyazi Ağırman’ın kızının şehit düşmesinden sonra Halkın Sesi’nde yayınlanan röportajından alınmıştır.)

 

***

 

Tutsak Bir yoldaşı Anlatıyor: Şahanlık Yakışır Ona

 

Televizyonda haberleri izliyordum. Spikerin söylediği bir isimle birlikte ışıl ışıl güleç bir yüzü süsleyen bir çift kara göz geldi oturdu gözlerime... O gözler benim oluverdi birden. Küçücük hücremden aldı götürdü beni... Yağmurlu'da çatışmadaydık. Yağmur gibi yağan kurşunlara meydan okuyarak vuruştuk. Gözkapakları teslim olmamanın huzuruyla kapandı sonra.. Ama gözleri bendeydi. Gözleri rehberimizdi... Yıllar boyu adımladığı dağ yollarından geçtim. Yağmur sonrası yayılan mis gibi toprak kokusunu, ot kokusunu doldurdum içime... Gün doğumlarına, gün batımlarına içimdeki en umutlu ezgileri kattım. Köyden köye dolaştım, yoksul sofralarına bağdaş kurdum... Nice acılara ortak oldum... Şahandım, nice acıların hesabını sordum. Çatışmadan çatışmaya zulmün yüreğine korku saldım. Bir çift kara gözün ısrarlı yolculuğundaydım.

Yıllar öncesine, 12 yürek parçamı bıraktığım o hapishaneye gittim sonra. O bir çift kara göz, ayrıldı gözlerimden. Demir parmakların bir yanında ben, bir yanında o gözler. Devrim'in gözleri. 16 yaşın masumluğunda bir çift ışık demeti.

Yağmur, kar, çamur dinlemez Devrim, yollar kapansa da biliriz gelir ziyaretimize.... 16 yaşında bir tutsak yakınıdır. Yakınlığı sadece tutsak düşen akrabalarına değil, tüm tutsak abilerine ablalarınadır.

16 yaşında bir genç kız ne bekler hayattan? Düşleri, özlemleri, geleceğe dair hayalleri nedir? Belki okuyup iyi bir meslek sahibi olmak... Telli duvaklı gelin olma düşleri kurar belki... Belki zengin biriyle evlenip "rahat yaşamak"... Belki mutsuzdur, hayat çok sıkıcı ve monoton gelir ona ve belki de ailesini sorumlu tutar mutsuzluğundan; bir an önce kaçıp kurtulmak ister ailesinin olmadığı bir yerlerde "özgürlüğü", "mutluluğu" yakalama hayallerinin peşinden "bilinmez" serüvenlere koşar belki...

Farkında bile değildir çoğu ama kuşatılmıştır gençlik. Uyuşturucu, alkol, "farklı" giyim "farklı" konuşmalar, bencillikler, duyarsızlıklar, sorumsuzluklar yozluklar... Kuşatılmıştır gençlik. Ne iyi bir meslek, ne düşleri kurulan evlilikler, ne sahte özgürlük arayışları kurtaramaz onları bu kuşatılmışlıktan... Devrim bu kuşatılmışlığı hiç yaşamamıştır neredeyse. Zeki, çalışkan bir lise öğrencisidir. Ailesi onu, o ailesini çok sever. Anadolu'nun en güzel değerleriyle sarılıp sarmalanmış, o değerlerle büyümüş ve büyüdükçe sıkı sıkı  sarılmıştır o değerlere.

Ailesinden devrimci olup tutsak düşenler vardır. Onların sevgisi, onların sıcaklığıyla yaşamın en yüce güzelliklerini tatmıştır Devrim. Paylaşımı, bağlılığı, güveni, herkes için en umutlu yarınları görmüştür onların ideallerinde. Annesi, babası onun okuyup meslek sahibi olmasını istese de, Devrim bu idaellerin peşindedir. Adalet duygusu çok gelişmiştir. En sevdiklerini demir parmaklıklar ardına koyan zulme karşı savaşmaktır tek isteği. İki adı vardır Devrim'in. Ailede Derya derler ona hep. Ama sonraları Devrim adını daha çok sever ve herkes ona Devrim demeye başlar.

Ailesini çok sevse de, geri çekilmez ve sonunda, kendi çevresini ideallerine inandıran o olur.

"Daha çok küçüksün" diyenlere çalışkanlığıyla, emekçiliği ve özverisiyle cevap verir Devrim. Gencecik yüreğine öyle büyük dünyanlar sığdırmışır ki. Ondan bir şey istediğiniz zaman gözünüz arkada kalmaz, "acaba" diye içinizden geçirmezsiniz hiç. Bilirsiniz ki Devrim gerekeni yapacaktır. Küçüktür ama sınırsız bir sorumluluk bilinci vardır. Israrcıdır. Hedefe ulaşmasını, aklına koyduğunu yapmasını hiç kimse, hiçbir şey engelleyemez. O denli de uyumludur. Uyumlu, özverili. Hızlı kavrar ve en zor koşullara bile hemen uyum sağlar. Dağlarda şahan olmak kolay değildir. Yüreğin, bilincin hazır olmalıdır kara borana, geçit vermez yollara, hain pusulara. Devrim ömrünün baharında şahan olur dağlarda. Küçüktür ama şahanlık yakışır ona. Dağların onuru, zulmün korkulu rüyası olur yıllar boyu.

Demir parmaklıkların ardında o bir çift kara gözle, o bir çift ışık demetiyle buluşan gözlerim, televizyondaki görüntülere kaydı yine. Devrim... Gözkapakları kapalı Devrim'in. Üzerinde kızıl bayrak ve bembeyaz bir duvak. Omuzlar üzerinde.

Sevgisinin, İnancının, cüretinin. Tarihten yüklenip omuzlarda yücelttiği kavga mirasının omuzlardan yüreklere, bilinçlere aktığını gördüm. Açtım yüreğimi. Alnından öptüm. Ve göz kapaklarıyla örtünen kara gözlerinin ışığını yoluma verdim. Umut yolculuğumuza yeniden yeniden hoşgeldin Devrim.

 

(Bu anlatım, Ekmek ve Adalet Dergisi'nin 17 Ekim 2004 tarihli

128. Sayısında yayınlanmıştır.)

 

 

Geri