Cömert ÖZEN'i Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:

 

 

Bir yoldaşı anlatıyor:

BİR HALK ÖNDERİ, BİR KOMUTAN

 

"Gerillaya ilk katıldığım günlerdi. Köye ilk defa iniyordum. Bu yüzden çok heyecanlıyım. Köylülerle, nasıl ilişki kurulur, nasıl konuşulur, neler, nasıl anlatılır hepsini pratikte ölecektim.

Zorlu bir yürüyüşten sonra köye ulaştık. Gerillaların geldiğini haber alan köylüler bir evde toplanmışlardı. Deneyimli olan yoldaşlarımız, en başta da komutanımız köylülerle koyu bir sohbete başladılar. Ben kenarda durmuş onların konuşmalarını izliyordum. O kadar yalın ve halkça konuşuyor, sorunları anlatıyorlardı ki, "Kırda kala kala nasıl da gerilemişler, politikliklerini yitirmişler diye düşündüm". Ama çok geçmeden de yanıldığımı anladım. Komutanımız, kontrgerillanın köylere olan baskı ve saldırılarını, muhbir ağı oluşturma çalışmalarını, muhbirlere işbirlikçilerine karşı alacağımız tavrı onların anlayacağı bir dille anlatıyordu. Köylüler dikkat kesilmiş onu dinliyorlardı. Vermek istediğimiz mesaj verilmiş, uyarmak istediğimiz kişiler uyarılmıştı.

Köyden dönüşte, kafamda geçen düşünceleri komutanımızla paylaştım. Benim düşüncelerime güldü "halktan uzaklığımızın, aydınca bakış açımızın sonucu böyle düşünüyoruz. Halkımızı tanımayı da, doğaya uyumlaşmayı da öğreneceksin" dedi.

Gerçekten de kır yaşamına ayak uydurmakta da, köylülerle ilk ilişki kurmakta da çok zorlandım. Uzun yürüyüşlerde yürüyemez olduğumda, halkla ilişki kuramayıp umutsuzluğa kapıldığımda yanımda hep Cömert Komutanımız ve yoldaşlarımız vardı. Destek oluyor, güç eriyor, öğretiyorlardı".

Yukarıdaki uzun alıntıda bir yoldaşımız Komutanımız Cömert Özen'i anlatıyor. Cömert yoldaşımızın en önemli özelliği halktan birisi olması ve halkla sıcak ilişçiler kurabilmesidir.

Halktan biridir Cömert, yoksul bir ailenin çocuğudur. Almus'un Uludere köyündendir. Ailesi daha küçük yaşlarda İstanbul'a göç etmiştir. Cömert çocuk yaşta ayrıldığı toprağından halkından hiç kopmamıştır. Okul tatillerinde, bayramlarda köyüne gider, kırlarda dolaşır, köylülerle sohbet eder, köylü kadınlara kaval çalar, türküler söyletir. Yöre halkının kültürünü, geleneklerini yaşatmış geliştirebilmiştir. Bu yüzden halkla çok çabuk ilişki kurabilen, onları anlayabilen ve kendini anlatabilendir.

Bu özelliğiyle devrimci çalışma yürüttüğü her bölgede, her alanda halkın güvenini, sevgisini kazanmıştır.

Balıkesir Turizm Otelcilik Yüksek Okulunun son sınıfında saflarımıza katılan Cömert, 1989 yılında Ümder'de çalışmaya başladı. O çocukların Cabbar amcası, gençlerin folklor öğretimi, yaşlı anaların, ihtiyar dedelerin biricik evladıydı. Büyükle büyük, küçükle küçük olurdu.

Mahallede aileler sokağa bile bırakmadıkları genç kızlarını Cömert'le çalışmaya gönderirlerdi. Eğer Cömert yanlarındaysa en küçük bir kuşkuları, tereddütleri kalmazdı. Ona güvenirlerdi. Gençlerle kurduğu ilişki abi, kardeş, öğretmen, öğrenci ve yoldaş ilişkisiydi. Cömert'in gençlerde ve ailelerinde yarattığı sonsuz bir güven ilişkisiydi bu.

Cömert, Ümder'den sonra 1 Mayıs mahallesinde, Küçükarmutlu'da görevlendirildi. Her yeni alanda büyük bir istekle, coşkuyla çalıştı. Gecekondu mahallelerinde girmediği ev, ilgilenmediği ilişki yok denecek kadar azdı. Gün gelir kahvelerde, evlerde halkın sorunlarını dinledi, gün geldi, halkı sokağa dökmek, kepenklerini kapatmak için ev ev, sokak sokak dolaştı. Emekçi halkımızın dostu, yoldaşı, örgütleyicisi, önderi oldu.

Bu alanlarda çalışırken genellikle tek başınaydı. Tek başına birçok sorunun üstesinden gelebilmeyi, örgütlenmelerimizi yaratıp geliştirmeyi başardı. Hazır olanak, ilişki, kadro istemedi. Kendine güveniyordu. Çünkü halkımızı çok iyi tanıyor, her türlü olanağı, ilişkiyi halkın içinden çıkaracağını biliyordu. Çıkardı da. Her çalıştığı alanda yerini dolduran yeni Cömert'ler, hareketimize her şeyiyle kendini sunan ilişkiler bıraktı.

O, her alanda, her türlü görevi omuzlamaya hazır bir kadroydu. 1991 yılı ortalarında hareket tarafından Tokat-Sivas kırsalında gerillanın yapılanması ve lojistik sağlama çalışmalarında görevlendirildi. Bu yeni görevinde de hiç zorlanmadı.

Kır şahanlarımızı, besleyip, barındıracak olan ilişkileri yaratmasını bildi.

1991 yılına gelindiğinde dağlarda, halkın adaletini, geleceğini temsil eden bir Halk kurtuluş Savaşçısıydı artık. Kır gerillamızın Tokat-Sivas Bölgesinde gelişip yaygınlaşmasından sorumlu bir komutandı. İlk olmak birçok zorluklar yüklüyordu, düşmanın anti-propagandasını etkisiz kılmak, gerillalar ve halkımızı hiç kopmamacasına bütünleştirmek emek ve sabır istiyordu. Cömert yoldaşımız bu zorlukları aşarken, çok rahattı. Halkını, çalıştığı bölgeyi çok iyi bilmesi isini kolaylaştırıyordu. Gecekondu bölgesinde nasıl çalıştıysa, gerillada da öyleydi.

Halkın sorunlarını dinliyor. Kaval çalarak onlarla birlikte türküler söylüyor, tarla, yol inşaat işlerinde onlara yardımcı oluyordu. Kısaca onlardan biri olmasını "başarıyordu.

O, Tokat-Sivas halkanın bağrına bastığı, kişiliğinde gerillayla, P-C'mizle kendinden saydığı, sevgiyle bağlandığı bir halk önderiydi.

Onu ve 6 yoldaşımızı katleden düşman Tokat-Sivas dağlarında kök salan mücadelemizi engelleyebileceğini düşündü. Ama ne halklarımızda oluşan sahiplenme ve bağlılığı, ne de gerilla örgütlenmemizin gelişimini engelleyemedi.

 

***

 

Cömert'i köyden tanıyan bir köylü kızının anlatımı:

İnsanlara çok değer veren bir insandı. Büyüğünden, küçüğüne herkes onu çok severdi, ilk tanıştığım zaman hiç unutmuyorum, sıcaklığı, ilgisi beni çekmişti. İnsanlarla konuşmayı çok severdi. Ben ona hayran olmuştum. Ben de senin gibi olmak istiyorum demiştim. Bana "Sen beni sevdiğin için devrimci olmayacaksın, mücadeleyi seveceksin, önce mücadelemizi öğrenmen gerekecek. Mücadele etmek çok kolay değildir, özellikle kır koşullarında bir sürü şeyden vazgeçmen gerekir. Beni sevmek benim gibi olmak da çok kolay değildir. Birlikte zorluklarını öğreneceğiz. Sonra kararını vereceksin, acele yok" diyordu.

Devamlı ona kendimi ispat etmek istiyordum. Bir gün yine onlarla oturuyorduk. Yemek pişiriyorlardı. Bana ateşin üzerindeki tencereyi alıp ye-re indirmemi istemişlerdi. Bir de elime bez verdiler. Elin simsiyah olur isten dediler. Ben aldığım bezi kullanmadan ellerimle tencereyi indirdim. Ellerimin içi simsiyah olmuştu. Hepsi birden gülmeye başladılar. Kendimi onlara ispat etmenin küçük bir yolu görmüştüm tencereyi. Benim için zorlukları yenmek zor değildi. Bez kullanmadan da tencerinin pisliğine bakmadan ateşten indirmiştim.

Ondan sonra benim için Öğretmen oldu Cömert abim. Onlarla geçirdiğim anlardan çok tad alırdım. Köyün tüm kızları onları çok severdik. Biz onlardan önce hiçbir şey bilmiyorduk. El işi yapar, evlilik hayali kurar, Türk filmlerini ve televizyon dizilerinin hiçbirini kaçırmazdık. Tüm kızları bir araya toplar saatlerce bize anlatırdı. El işinin yapılmasının gerekli olmadığını, televizyon filmlerinin insanları kandırdığını, sömürdüğünü, gerçek yaşamdan uzaklaştırdığını, insanları ahlaksızlığa ittiğini, dünyayı toz pembe gösterdiğini, insanları kaderciliğe ittiğini, insanları ahlaksız ilişkilere özendirdiğini söylerdi. Espriyle karışık "Beni izleyin, dinleyin. Benim anlatacaklarım filmlerden daha ilginçtir. Yaşamın gerçeklerini anlatayım, yapılan dolapları anlatayım" derdi, "Bizim değer yargılarımız televizyon filmlerindeki gibi değil, kader diye bir şey yoktur, insan kaderini kendisini çizer ve yönlendirir" derdi. Bütün bunları bıkmadan usanmadan anlatırdı.

Köyde bayanların gerilla olmasını iyi karşılamayan insanlar vardı. Onlar erkeklerle birlikte kötü şeyler yapabilirler derlerdi. Bunları diyen insanlar çoğunlukta değildi ama yine de söylerlerdi. Bir defasında başka bir evde oturuyorduk. Eve önceden o köyde olan bir kız da gelmişti, gerillaydı. Onu tanıdıkları için ona çıkıştılar. O... niye öyle yaptın dediler. Cömert abim duyunca çok sinirlendi, "Öyle bir zaman gelecek ki ortalıkta gerçekten etini satarak yaşamını sürdürmek zorunda kalacaklar. Bu düzen onu istiyor. Günümüzde de oluyor. Asıl namussuzlar sömürenlerdir. Analarımızın, kızlarımızın, kardeşlerimizin vücutlarını pazara çıkaranlardır" demişti.

Cömert abimlerin birbirleriyle olan ilişkileri çok güzeldi. Her şeylerini paylaşıyorlardı. Birisi çorapları yıkar, birisi yemek pişirir, birisi kitap okurdu. Her şeyi birlikte yaparlardı. Tüm zor koşullara rağmen neşeleri son derece yerindeydi. Bize devamlı espriler yaparlardı. Onlarla ilk tanıştığım zaman çok şaşırmıştım Ben Cömert abiyi tanıyordum sadece, diğerlerini tanımazdım. Tanıştığım zaman bana öyle güzel sarıldılar ki çok şaşırdım. Çok sıcaktılar, içtendiler, beni çok etkilemişti. Bizimle çok ilgilenirlerdi. Bana yaşamlarının zorluklarını da anlatırlardı. Bize kitaplar verirler okurduk, sonra da bize anlattırırlardı ne anladığımızı.

Bir gün Cömert abime "Bana sizi hatırlatacak bir şey ver senden hatıra kalsın" dedim. Bana "Hediyenin en güzelini verdim ben sana. Emek verdim, yaşamımızı paylaştım, senin çevrende olup bitenlerin farkına varmanı sağlamaya çalıştım. Hem de hiç yıpranmayacak bir hediye verdim, değerini bilirsen anlarsın daha sonra." demişti. Şimdi çok iyi anlıyorum. Kendimi Cömert abimleri tanımadan önce düşünüyorum ve şimdi karşılaştırıyorum. Hediyelerin en güzeli bendeydi.

Cömert abimler, arkadaşım ve bana kitap vermişti. Okumamızı ve anladığımızı anlatmamızı istemişti. İkimiz de okumuştuk, arkadaşım anladıklarım yazmıştı onlara, okudu. Ama bana kitap ağır gelmişti anlayamamıştım, o nedenle hiçbir şey yazamamıştım. Oysa bana devamlı takılırlardı, sen onların öğretmenisin biz de senin Öğretmeniniz derlerdi. Cömert abi bana "Bak senin öğrencin seni geçti" demişti. Ben o zaman üzülmüştüm, sonra ben de ona sen de benim hocamsın ben de seni geçeceğim demiştim. Bana "Evet inanıyorum geçersin, boynuz kulağı geçermiş" demişti gülerek.

Biz yanlarına gittiğimiz zaman yiyeceklerini bizimle paylaşırlardı. O koşullarda bile misafirperverdiler. Bize çay yaparlardı, hatta bir gün çayın yanında bir de kek getirdiler. Çok şaşırmıştım. Keki biz bile doğru dürüst köyde yapmazdık. Bu keki nereden buldunuz dedim, hepsi birden gülmeye başladılar. Bize dağdan topladıkları fındıkları ikram ederlerdi. Hatta köydeki insanlara fazla olan elbiselerini bile verirlerdi. Bir defa bir akrabamızın çocuğunun yüzünde alerji olmuştu. İlaç yoktu. Cömert abiye ve arkadaşlarına söyledim bana hemen bir merhem verdiler götürdüm verdim. Her zaman köylülere yardımcı olacaklarını söylerlerdi. Eğer ki ihtiyacımız olan bir şey onlarda varsa mutlaka bize verirlerdi.

Hiç unutmam yine bir gün onları görmeye gidecektim. Ama evden nasıl çıkacağım diye düşünüyordum. Annemler izin vermezdi, korkarlardı. Evden çıkmak için anneme yalan söylemek zorunda kalmıştım. Anneme dağdan kuşburnu toplayayım bir de tarladaki mısırlara bakayım demiştim ve evden çıkmıştım. Onların yanlarında zaman o kadar çabuk geçerdi ki hiç anlayamazdım. Saate bir baktım akşam olmuş hava da kararmıştı. Beni bir telaş aldı. Hem bir tane de kuşburnu toplayamamıştım, anneme ne söylerim diye kara kara düşünüyordum. Benim endişemi fark etmişlerdi. Onlara söyledim bana gülerek "Düşündüğün şeye bak burası kuşburnu dolu. İstediğin kadar götür" dediler. Gerçekten de bir sürü kuşburnu toplamışlardı. Onlar da reçel yapıyorlardı. Bana bir torba doldurup verdiler, annene götür dediler. Koşa koşa eve götürdüm. Annem benim topladığımı sanmıştı. Aradan zaman geçti Cömert abim ve arkadaşları bize geldiler. Anneme "Abla kuşburnu nasıldı, güzel miydi?" diyerek güldüler. Ben de gülmeye başladım. Annem önce anlamadı sonra anlayınca bana ters ters bakmaya başlamıştı.

Köydeki insanlar askerin baskısından korkarlardı. Aslında devrimcileri seviyorlardı ama korkularından sorun çıkarıyorlardı. Bu durumu Cömert abimlere anlatırlardı onlar da: "Evet geliyorlar, ekmek de veriyoruz. Siz de silah varsa onlarda da var. Sizden korktuğumuzdan çok onlardan korkuyoruz" dersiniz derlerdi. Askerler köye gelip moralimizi bozmaya çalışırlardı. "Cömert'i vurup köyün ortasına atacağız" derlerdi. Yine bir gün gelip aynı şeyi söylemişlerdi. Ben de kızlara sormuştum. Gerçekten bir gün Cömert abi-mi ve arkadaşlarını vurup bizim köyümüzün meydanına dizseler ne yaparız, sahip çıkıp onlara sarılır mıyız demiştim. Kızlar "sarılırız" demişlerdi. Sarılmış olsak askerin bize saldıracağını biliyorduk ama yine "sarılırız" demiştik.

Bir gün köyümüzün muhtarı hakkında bir şeyler duymuşlar, araştırıyorlardı. Muhtar benim onları çok sevdiğimi biliyordu o nedenle bana hoş bakmazdı. Bana istanbul'dan gelen telefonları bağlamaz, bana gelen mektupları vermezdi. Bu durumu Cömert abimlere anlatmıştım. Onlar başka bir şeyden dolayı muhtardan huylanmışlardı ve konuşmaya çağırmışlar. O da sanıyormuş ki beni telefonlara çağırmadığından ya da mektuplarını vermediğinden gerillalar onu cezalandıracak sanmış. Bir gün beni gördü başladı yalvarırcasına konuşmaya. "Yavrum kızım beni yanlış anladın, ben senin telefonlarım da bağlarım" demeye başladı. Çok korkmuştu. Cömert abimler muhbirlik yapanı affetmeyeceklerini söylemişlerdi, suçu varsa cezalandırılır diyorlardı. Köy halkına "Evimize geliyorlar, zorla ekmek alıyorlar deyin bir şey olmaz. Ama muhbirlik yaparsanız cezasını çekersiniz" diyorlardı.

Bana bir de şehit olursam ağlamayacaksınız demişti. Hiçbirinizin gözlerinde bir damla yaş istemiyorum demişti, ölümünü duyduğumda kendimi zor tuttum. Rahatsızlığım nedeniyle cenazesine de gidememiştim. O gün ev bana zindan olmuştu. Çok değerli bir insandı, çok değerli bir insanımızı yitirdik. Onun bırakmış olduğu mücadelesini biz devam ettireceğiz.

 

***

 

Bir yoldaşı anlatıyor:

“Ben Sıraç'ım” diyordu Türkmen çocuğu.

 

“Ben devrimden sonra dağlarda çoban kalacağım, kavalımla devrim türkülerini çalacağım” diyordu Komutan Bektaş. Bunu söylerken kendisine bunu söyleten şu kaval efsanesini hep hatırlatırdı; “Dağda çobanını sürüsünü çeteler ele geçirmiş, köpeklerini de vurmuşlar. Çoban ise yaralı kaçabilmiş. Dağın yüksek bir zirvesine çıkıp, köyünü gördüğü noktada kavalını eline alıp çalmaya başlamış. Kavalın sesini duyan sevgilisi; 'bu bizim çobanın kavalının sesi, sürüyü çeteler ele geçirmiş, köpekleri de öldürmüş. Kendisi de yaralıymış' der. Ona göre kavalın sesi isyana çağrıdır. Kavalıyla mesajı alan köylüler çobanı kurtarmışlar”. Kavalı çalma merakı da isyana olan tutkusundan geliyordu.

“Ben Sıraç'ım” diyordu Türkmen çocuğu. Sıraç'ın özelliğini de şöyle vurguluyordu: “Sıraçlık, davaya bağlılık, düşmanın tüm sırlarını çözüp kavrama, ona ölümcül darbe vurma ustalığıdır”.

 

(Yukarıdaki anlatım Bağımsızlık, Demokrasi Yolunda Kurtuluş dergisinin 30 Ocak 1999 tarihli 15. Sayısında, Yoldaşlar Bizi Aşın köşesinde yayınlanmıştır.)

 

***

 

Cömert'in komutası altında savaşan bir gerilla

anlatıyor:

 

Tokat'ın dağ köylerinden birindeyim, insanlar oldukça sıcak, içten karşılıyorlar beni. Biraz şaşkın etrafa bakınıyorum, durumu fark eden bir ananın (yoldaşları kastederek) "hava kararınca gelirler" demesi ile biraz rahatlıyordun. Camdan bakıyorum, hava kararmak üzere. Beyaza bürünmüş dallara bakıp, oradaki yaşamı canlandırıyorum gözümde. Kapı açılıyor, dönüp bakıyorum 50-60 yaşında bir amca giriyor içeri. Köyün girişine oğlunu bıraktığını söylüyor. "Yoldaşların güvenliği için mi" diyorum. "Hayır, onları buraya alay gelse yakalayamaz. Asker gelirse seni köyün dışına çıkaralım" demesine şaşırıyorum. Yoldaşları görme isteğim daha da artıyor. Bölgede varlığımız (gerillanın) eskiye dayanmadığı için insanların bize duyduğu güveni sağlayan yoldaşları iyice merak ediyorum.

Akşam bulunduğum eve geldiniz, kucaklaşıyoruz. Kaşlarını çatarak "Yoldaşıma yemek vermediniz mi?" diye takılıyorsun anaya. Geldiğinizi duyan köylüler arı kovanına çevirdiler evi. Konuşma fırsatımız olmadı, daha çok insanlarla sohbet ediyordunuz. Sade anlatımın, insana güven veren tavırlarınla canlı ve sıcak bir ortam yaratmıştın. Edindiğim ilk izlenim, kendine güvenli tavırların, dilinin sadeliği idi. Oturmuş savaşçı kişiliğinle mücadele içinde daha iyi tanıdım seni.

Bulunduğumuz nokta düşman tarafından tespit edilmişti, ilk karşılayan sen olmuştun. Çatışarak hem birliğine kurmaylık ediyor hem de yanımızda (köye inen yoldaşlar vardı) bulunmayan yoldaşların çember içine düşmemeleri için düşmanın dikkatini başka yöne çekmeyi başarıyordun. Senin kurmaylığında çemberi yarıp, kayıp vermeden diğer yoldaşlarla buluştuk. Gerillanın bölgeye kurumlaşmasında en fazla emeği olan sendin. Köy köy gezip, adaletimizi, ahlak anlayışımızı taşıdın Tokat köylerine. Emeklerin sonuç veriyordu. Her yaşta insanın güven ve sevgisini kazanmıştın, eşler kendi aralarında yaşadıkları sorunları rahatlıkla gelir açar, birbirlerini (daha çok kadınlar) şikâyet eder, sorunlarına çözüm bulmanızı isterdi.

İçki tüketimi yoğun ve doğal karşılanıyor bulunduğumuz köyde. İlk gittiğimiz zaman bize de ikramda bulunuyorlardı. İçmeyip, yanlışlığını anlatmamızdan sonra içtiklerini bizden saklıyorlardı (kendilerine göre saygının ifadesi). İlk kez gittiğimiz bir köyde ev sahibi kapıyı açmak istemiyor, epey uğraşıyoruz, "İhtiyaçlarınızı söyleyin, vereyim" demesi ile "Biz keçecilerden gelmiyoruz"(*) demenle birlikte gülerek kapıyı açmıştı. Kurduğun diyalogla sürekli gidip geldiğimiz bir ilişkimiz olmuştu. ((*)KEÇECİLER: Bölgede olumsuz olarak taşınan alevi dedelerine verilen ad. Alevi kültürünü, inanışını kullanarak, halktan yiyecek, eşya vb. toplayan kişiler için kullanılan addır.)

Disiplin ve ilkenin gerilla yaşamı için 'olmazsa olmaz' kural olduğunu söyler, kuralsız yaşama karşı oldukça 'sert' yaklaşımlarda bulunurdun. Eğitimde öğrettiğin hareketleri günlük yaşam içinde kontrol eder bunları refleks haline getirmemiz için beklemediğimiz bir anda "Düşman" komutunu verip, o an yaptığımız hataları göstererek, seri ve kurallı yaşamamız için defalarca aynı hareketleri tekrarlatırdın. Birliğinde savaşçı kişiliği, ruh halini hakim kılmak için nöbet yerimize uzaktan taş atıp dikkatimizi ölçerdin. Tatbikatta hareketleri vücudumuzu koruyarak yapmaya çalışmamız gözünden kaçmaz, yanımıza gelip "düşmanla tepede vb. yerde karşılaştığını düşün. Saldırının nereden geldiğini bilmiyorsun" der çeşitli örnekler verirdi. Savaşı kazanmak istiyorsak, ilke ve kurallara uymak gerektiğini anlatarak gösterirdin. Aynı şeyleri tekrarladığımız zaman bizi taşlı, dikenli yere götürüp çalışmamızı o alanda yaptırırdın. Gerillada ilk öğretilen, silahın senin bir organın olduğudur. Sen bunu bize pratiğinle somutlamıştın. Sarp bir yerden geçerken ayağım kaymış ve kolumdan yaralanmıştın. Kolundan akan kan silahına bulaşmış, biz telaşla yanına geldiğimizde, yaranı sarmaya yönelirken mendilini çıkararak, silahındaki kanı temizlediğini gördüm. Evet, silahın kolundan da önemli bir organdı. Yürüyüş esnasında düşen bir yoldaşın elindeki poşeti dereye yuvarlamasına gösterdiğin tepkiyi anlıyorduk artık. "Poşete sahip çıkamadın, elindeki silahında olsa aynı şey olacaktı" demiştin. Moralimizin bozuk olduğunu anlar, bizi bir araya toplar, konuşarak kafamızı açmaya çalışırken, şakacı kişiliğini, olumsuz havayı dağıtmayı başarırdın.

Bölgede düşmanın hedefi olmuştun. Gözaltına alınan her köylüye seni öldürdükleri zaman, bölgede işimin biteceğinin haberini alıyorduk. Evet, yoldaş, düşmanda biliyordu ki, seni sen yapan, mayasını taşıdığın Parti-Cephemizin ideolojisi ve kültürü olduğunu. Ağacı budayarak ömürlerini uzatmaya çalışıyorlar. Ama biz çoktan şehitlerimizin yarattığı, değerlerle kök saldık halkın içinde. Son görevinde sana yakışır bir şekilde yerine getirip, birliğinin fazla kayıp vermeden bölgeden ayrılmasını sağladın. Yetiştirdiğin savaşçılarla, daha güçlüyüz şimdi Tokat-Sivas dağlarında...

 

 

Geri