Cihan TAÇYILDIZ'ı Yakınları, Yoldaşları

Anlatıyor:

 

 

Annesi Zarife Taçyıldız anlatıyor: 

 “Kavga yürek ister derdi”

 

O, dünyayı fethetmek için yaratılmıştı. 6,5 yaşında babasını kaybetti. O yaşta evin erkeğiydi. Bana her zaman güven verirdi. Çevresindekilere, arkadaşlarına hep güven verirdi. Mütevazi, canayakın, sevecen, konuşkan, paylaşımcı ve çok bilinçliydi. Sürekli çevresine bilinç yayardı. Sosyalizmi anlatırdı. Ama vicdanımın kabul etmediği, onun yolun yarısında şehit olmasıdır. O bu dünyayı fethetmeliydi. Onun yoluna canım kurban. “Kavga yürek ister” derdi. Onların yüreklerine canım feda olsun.

Tüm arkadaşlarına selam söyleyin. Onların kanı yerde kalmayacak. O insanların güneşiydi. Arkadaşları Sinan Kukula benzetirdi. Onun yoluna canım kurban.

 

(Bu anlatım, Mücadele dergisinin 1 Mayıs 1993 tarihli,

44. sayısında yayınlanmıştır.)

 

***

 

Çocukluk arkadaşı ve yoldaşı Cihan'ı (Veysel)'i anlatıyor:

 

Aslında Cihan'ı çocukluğundan beri tanırım. Dersim Ovacıklı Kürt-alevi bir ailenin oğlu olarak 1973 yılında dünyaya geldi. Cihan çocukluğunda da cin gibiydi. Hep gülerdi. Tüm çocukları etrafında toplamayı, onları birleştirmeyi çok iyi becerirdi. Cihan'ın babası yoktu. Ailesinin ekonomik dururu iyi değildi. Hatta evleri filan da yoktu. O zaman devlete bağlı bir vakıfa başvurmuşlar, fakirlik fonundan yararlanmışlardı. Belediyeye ait bir evde, çok az bir kirayla kalıyorlardı. Evde, kendisinden büyük bir ablası, bir abisi ve bir de annesi vardı. İlk ve ortaokulu Tunceli Merkez'de okudu. Zaten Ovacıklı olmasına rağmen, Dersim merkezde büyümüştü. Cihan, lise çağına geldiğinde, Dersim'de onu tanımayan yoktur. Girip çıkmadığı, gezmediği yer kalmamıştır. İnsanlarla ilişki kurma, onları ikna etme, kendini sevdirme... onda doğal bir özellik gibiydi.

Cihan, ortaokulu bitirdikten sonra, liseyi okumak için ailesi tarafından Kocaeli'ndeki amcasının yanına gönderildi. Bu süreçte 3 yıl boyunca onu hiç görmedim. Ama orada da bizim arkadaşlarla tanışmış. Liseyi de Kocaeli'nde bitirdi. Bitirir bitirmez tekrar Dersim'e geldi. Cihan, Dersim'e gelirken önce Elazığ'a uğruyor. Doğruca büroya gidiyor. O zaman Çözüm Dergisi bürosu vardı. Cihan burada, Ahmet Güder ile görüşüyor. Kendini tanıtıyor. Devrimci Solcu olduğunu, Dersim'e gideceğini ve orada kalacağını vb. söylüyor. Ahmet de, Dersim'de kimi görebileceğini söylüyor. Söylediği arkadaş akrabası çıkınca da çok seviniyor. Birgün ben de Dersim'de yolda yürüyordum. Cihan'ın devrimciliğe başladığından haberim yoktu. Gelip, "sen de bizdenmişsin" dedi. "Ne diyorsun?" dedim. "Sen de Devrimci Solcuymuşsun" dedi ve "ne yapmalıyım" diye ekledi. Neyse, bu şekilde konuşmaya başladık. O zaman Dersim'de fazla örgütlü insanlarımız ve örgütlülüğümüz yoktu. Cihan ile bu konu üzerine; örgütlenmek gerektiği üzerine konuştuk. Liselilerle ilgilenme görevini aldı. O gün akşama kadar yürüyüp sohbet ettik. Ayrılırken şöyle bir olay oldu:

İşkenceciler üzerine sohbet açılmıştı. Bu ara bir ekip otosu 2-3 kez yanımızdan geçip gitti. Ben de "bak, bunlar da işkenceciler" dedim. Araba bize yakındı ve camları da acıktı. Cihan onlara küfretti, onlar da duydular. Cihan, işkececelere büyük bir kin duyuyordu. 8-9 ay boyunca özellikle liselilerle ilgilendi. Dersim'de hiç örgütlülüğümüzün olmadığı liselerde, örgütlülükler yarattı. Onlara dergi veriyor, eğitim çalışmaları yaptırıyordu.

O süreçte Dersim'e de büro açıldı. Cihan da üniversite sınavlarına girmişti. Ve Elazığ Fırat Üniversitesi Elektrik-Elektronik Mühendisliği'ni kazanmıştı. Örgütlenme konusunda tam bir yetenek olduğu gibi, çok zeki idi. Aslında Cihan Yıldız Teknik Üniversitesi'ni istiyordu. Çünkü orada Dev-Gençlilerin aktif olduklarını öğrenmişti. Cihan, hareketliliği, canlılığı çek severdi. O, normalde YTÜ'yü çok rahat kazanıyordu, ama ben O'na bir oyun yapmıştım. Tercih formunu alıp, l. tercihindeki YTÜ'yü silip, FÜ'yü yazmıştım. Yola çıkarken tercihini değiştirdiğimi söyledim. Kızdı; ama tekrar değiştirmedi. FÜ. Elektrik-Elektronik Mühendisliği bölümünü okumaya başladı. Burada da devrimci faaliyetlerini sürdürdü. 1991 yılının sonlarıydı. Bir sene kadar burada kaldı. 1992 sonlarında örgütlülüğümüz tarafından Dersim merkezde görevlendirildi. Tereddütsüz okulunu bıraktı. Köyleri, ilçeleri, merkez, mahalleleri gezmeye, örgütlülüğü geliştirmeye başladı. Köylüler de onu severdi, köylülerle iyi ilişkiler kurmuştu. Köylüler her şeylerini O'na anlatıyorlardı. Bir köyde çatışma mı var; hemen gider bilgi toplardı. Gerillalar nerede, hangi köylere giriyor; bunu bile köylülerden öğrenebilirdi.

O dönem gerillamız Hozat bölgesinde vardı. Ama O, Nazimiye, Mazgirt gibi yerleri de geziyor, ilişkiler yaratıyordu. Görevini coşkuyla yapıyordu. Bu yüzden başarısı daha çok artıyordu. Çünkü onda doğal bir yetenek vardı. Bu yeteneğini coşkuyla, inançla devrime sunuyordu. Kendisi de gittikçe daha da gelişiyordu.

O, ideolojimize bağlıydı. Sayımız ne olursa olsun, ne yaşayarsak yaşayalım, morali bozulmaz, karamsarlığa düşmez, ideolojimizin doğruluğuna inancı sarsılmazdı. Birgün karşı-devrimci Aydınlık'ın başı Doğu Perinçek, Dersim'e gelmişti. Cihan bunu duyar duymaz gelip, "şerefsiz Doğu Perinçek gelmiş, gidip kovalım" dedi. Ben de "tamam, kovalım" dedim. Gittik, D. Perinçek kitleyi başına toplamış ajite çekiyordu. Cihan, yerinde duramıyordu. Habire beni dürtüyor, "hadisene, konuşsana" diyordu, ikimizdik sadece. Ben birden "burada konuşmak kolay, git burdan" dedim. Herkes şaşırdı. Hemen Cihan da başladı: "Sen bunları değil, ihbar ettiğin devrimcilerin nasıl katledildiğini, işkecelerden geçirildiğini anlat" dedi. Neticede kovduk.

Cihan, savaş içinde kayıplarımızın olacağını; olması gerekenin, her geçen gün daha fazla örgütlenmek, örgütlenerek, doğan boşlukları hızla ve fazlasıyla doldurabilmek olduğunun bilincindeydi. 12 Temmuz'da önder kadro ve değerli savaşçılarımızın şehit düştüklerini öğrendiklerinde de bu bilince sehipti. Tek söz söyledi: "Hareketimiz daha nice kadrolar yetiştirecek güçtedir". Bugün bu söz doğal gelebilir; doğaldır da... Çünkü o günden bugüne çok kayıp verdik. Ama o zaman bu boyutta şehidi ilk defa veriyorduk ve önder yoldaşlarımızın şehit düştüğünü öğrenen birçok yoldaşımız karamsarlığa vb. kapılmıştı. Darbeciliği öğrendiğinde de aynı güçle hareket etti. Hareketi ve Önderliği sahiplendi. Bu konuya ilişkin Hareketten bir yazı gelmişti ve bunu sadece Cihan ile paylaşabileceğim söylenmişti. Bu süreçte hep gerillaya gitme talebinde bulunuyordu. Hatta sırf gerillaya olan özleminden dolayı, o zaman Nevşehir hapishanesinde bulunan Mustafa Sefer'in ziyaretine gitmiş, onunla gerilla üzerine sohbet etmiş, sorular sormuş, anlatılanları da bir bir ezberlemişti. O'na "alternatif hazırla" denmişti. O da liselerde, mahallelerde, köylerde; nereye gitmişse orada bir alternatifini hazırlamıştı. O zaman onun için şehirde istihdam edilmesi düşünülüyordu. Çünkü, çok kısa zamanda nerede olursa olsun halkın sorunlarına ortak oluyor, örgütlüyordu. En çok sevilen yanı, hep gülen, coşkulu, canlı biri oluşuydu. Onun suratının asık olduğunu hiç görmedim; gören de olmadı. Sadece darbeciliği öğrendiği anda kızdı. Ve şunu dedi: "Bu süreçte Hareketi sahiplenmenin tek yolu gerillaya gitmektir."

...

Ve 1993 Nisan ayının başıydı. Gerillaya gidecekti. Ben Elazığ'dan geldiğimde, O, özlemini çektiği dağlara, gerillaya doğru yola çıkmıştı. Kendisini götürecek arkadaşı beklememiş, kendisi gitmişti. Çünkü köyleri biliyordu, köylülerle çok iyi ilişkisi vardı. Cihan gerillada iki hafta kaldı. Köylüler onu kavga adı Veysel olarak tanıdı. Coşkusu, gülen yüzü, zekası o kısa dönemde gerillada da göze çarpmıştı. İlk sözlerinden biri de "öyle patlayıcılar yapacağım ki, düşmanı mahvedeceğim" olmuştu.

Cihan (Veysel), o coşkusu, morali ve hep gülen yüzüyle Dersim'de atılım ruhu yaratan 12'lerin içindeydi. Kahramanca şehit düşmüştü. Mermileri bitene kadar çatışmışlardı. Cihan da içlerinde 5 savaşçı kalmıştı ve mermileri bitmişti. Ama çatışma bitmemişti. Cihan da dört yoldaşıyla birlikte ayağa kalkıp, slogan ata ata yürüdü. Tutsak düştüler. Düşman sırtlarını çevirip, "ellerinizi kaldırın" dedi. Kaldırmadılar, sloganlarını atmaya devam ettiler. Ve düşman beş gerillamızı kurşuna dizdi. Cihan da içlerindeydi...

Cihan'ın cenazesini gördüğümde de gülüyordu. Cihan'ın cenazesi Haydar ile birlikte kaldırıldı. Cenazeleri, Dersim'deki ilk kitlesel cenazeydi. Beş bin kişi katılmıştı. Görkemli bir cenazeydi. Sloganlar pankartlar, marşlar... Kitle, önüne barikat kuran özel timi ezip geçmişti. Aslında cenaze daha kalabalık olurdu. Ama tüm karayolları tutulmuştu. Gelenler de patikalardan, dağlardan, akın akın Dersim Merkeze akmıştı. Çok seviliyorlardı çünkü, kepenkler de kapatılmıştı. (Cihan ile Haydar'ı defnettiğimiz yeri, daha önceden biz kendimiz almıştık. Güzel bir yerdi. Buradan su, dağlar, yollar görülüyordu. Şehitlerimizi buraya gömeriz diyerek Haydar (Aydın) ile birlikte almıştık. Haydar da burayı çok sevmişti.)

Herkes Cihan için şunu diyordu: "O orada altı ay kalsaydı, kır gerilla komutanı olurdu." Bu, Cihan'ın insanlara verdiği güvenin ifadesiydi. Hala O'ndan övgüyle, sevgiyle bahsedilir.

 

***

 

Bir yoldaşı anlatıyor:

“Kısa süreliğine de olsa, özlemine kavuşarak şehit düştü”

 

Cihanla tanışmamız darbeci çetenin hareketimizi yönettiği o dört aylık sürece tekabul etti. Bana adresler verilmişti, bunlardan birisi de onun adresiydi, evlerine gittiğimde karşıma oldukça genç bir insan çıkmıştı. Yaşı küçük ama yüreği büyüktü. Yoldaşımız üniversitede bizimkilerle tanışmış, saflarımıza katılmıştı. Daha çok yeniyken operasyon olmuş, ilişkileri durdurulmuş, bu süreçte tanıdığı pek çok insan teker teker çıkıyormuş kıra. Kendisi her fırsatta sevdalısı olduğu dağlardaki şahanlarımıza haber yolluyor beni de alın diyormuş. Olumlu haber geldiğinden beri de yerinde duramaz olmuş, okulunu bırakıp eve dönmüş ve gelecek haberi beklemeye başlamış.

İşte tam bu sıralarda tanıştığımızda ilişkileri üzerine konuşuyoruz, toparlanmaktan söz ediyoruz ama o mutlaka her konuşmanın sonuna ya da arasına, “beni hesaba katma ben gideceğim” derdi. Öyle bir kır aşkı ki bir keresinde ona “hareketten karar var, kesin gerillaya gitmeyeceksin şehirde kalacaksın” demiştim, o zamanki yüz ifadesi çok kötü olmuştu. Sesini çıkaramamış, neredeyse ağlayacak gibi olmuştu, ilerleyen dakikalarda şaka yaptığımı söylediğimde ise beni öldürmek mi istiyorsun diyordu. Elbette örgütümüz nerede istihdam ederse orada çalışırım ama ben gerilla olmak, dağlarımıza çıkmak istiyorum diyordu. İhtiyaçlarını ise çoktan hazırlamış bir kenara koymuştu, darbecilik sürecinde benim kısa bir ara ilişki kanallarım konusunda yanılmamdan dolayı benim yüzümden o da yanılmış, ama uzun sürmemiş, yalanlar ortaya çıkmıştı. Gerçeği öğrendikten ve kendisine ilettikten sonra hiç sorun yaşamamıştı, darbeci güruha kızıyor, küfrediyor, önderimize yapılanları asla affetmiyordu. Eline geçirse bir kaşık suda boğardı, büyük bir kin öfke duyuyordu. Hareketimizi sahiplenmesi gelişmişti, tüm olanaklarına kavgaya sunmaya çalışıyordu. Bulunduğu bölgede oldukça sevilirdi, her yaşta insanla çok rahat diyalog kurar ve kendini sevdirirdi, onunla çalışan insanlar ondan çok memnundu.

Sürekli beklediği haberi gelmişti, sonunda dağları mesken tutmak için koyulmuştu yola. Yanında da çikolata götürmüş, uğradığı köylerde çocuklara dağıtmıştı. Onbeş günlük gerilla iken şehit düştü, onbeş günlük sürede gerek yoldaşları gerekse köylülerin sevgisini kazanmış, şehit olmasaydı iyi bir komutan olurdu diyorlarmış. Oldukça yetenekli idi, gelişmeye açık, pırıl pırıl saf temiz yeni bir insandı. Kısa sürede güzel ilişkimiz olmuştu, sevgi saygı ve güzel duygu ve düşünceleri bırakıp ayrılmıştı aramızdan.

 

 

 

Geri