Cihan GÜRZ'ü Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:

 

 

Bir Yoldaşı anlatıyor:

“Söz vermiştin Mikail'e... Sözünü tuttun”

 

Merhaba Yoldaş, Merhaba Dersim'in, Munzur'un Yiğit Evladı,

Dersim'den büyük bir kinle, hesap sorma bilinciyle sıktığın kurşun seslerini duyuyorum yoldaş. Komutan Ali Haydar gibi çatışarak tüm şehitlerimizin hesabını soruyorsun. Teslim olmuyorsun düşmana. Parti-Cephe geleneklerine yeni gelenekler ekleyerek şehit düşüyorsun.

Şehit düştüğün haberini aldığımda tüm duygusallığıma rağmen ağlamıyorum. Ağlamak aklımın ucundan bile geçmiyor. Yüreğim kinle doluyor ve hemen kendi kendime söz vermeye başlıyorum: "Sen rahat uyu yoldaş, yerin boş kalmayacak. Tıpkı senin dediğin gibi, bir kurşun da ben sıkacağım düşmana" diyorum.

Seninle oturduğumuzda sohbetlerimiz, gerilla ve dağlar üzerine olurdu hep. Bize uzun uzun Dersim'i, Dersim'deki halkın umudu gerillalarımızı anlatırdın, "Dersim gerillasız olmaz!" derdin.

Evet yoldaş, Dersim gerillasız olmaz. Dersim'in bağrından nice gerillalar yetişecek. Yeri geldiğinde hem öğretmen, hem öğrenci olurdun bize. Aile üzerine yaptığımız uzun sohbetlerde, hemen Komutan Kenan'ın "Annenizi, babanızı sevin. Ama onları mücadele konusunda dinlemeyin çünkü onlar bu konuda hep duygusal davranır" sözünü hatırlatırdın. Ve ardından eklerdin, "Ben de Kenan'ın dediği gibi mücadele konusunda ailemi dinlemedim" derdin. Birgün evden ayrılırken annen, "Evden gidersen kendimi asarım" demişti. Anneni çok sevmene rağmen halkımız demiştin ve hiç dinlemeden çekip gitmiştin. Tüm şehitlerimizin yaptığı gibi hiç tanımadığın, yüzünü bile görmediğin insanlar için hiç tereddüt etmeden doğru olanı seçmiştin.

Hatırlıyor musun yoldaş, bizim köyde insanlar seni çok sevmişti, "Devrimci dediğin Cihan gibi olur" demişlerdi. Bunu sana söylediğimde "Devrimcilik benim içimde" demiştin. Tıpkı dediğin gibi, devrimcilik senin içindeydi...

Devrimciliği o kadar içselleştirmiştin ki, halkın sorununu kendi sorunun olarak görürdün. Malatya'dan ayrılırken bir arkadaşımızın sorunu vardı. Onu çözemeden gitmiştin. Giderken de bize sık sık "O sorunu çözün" diye hatırlatıyordun. Giderken bile bize öğreterek, bizi eğiterek gidiyordun.

Seni en son gördüğümde o çok sevdiğin "daye" parçasını söylemeni istemiştim. Sen de tüm ısrarlarıma rağmen hasta olduğunu belirterek, "Bir dahaki sefere söz" demiştin. Şimdi Dersim'den dinliyorum bu parçayı. Dersim'in doruklarından geliyor sesin. Her seferinde daha gür söylüyorsun ve sonunda bir başka parçaya geçerek "Dağlar başına hey, dağlar başına" diyerek o çok sevdiğin Munzur'un doruklarına bizi de çağırıyorsun.

Kurtuluş'un arka kapağına kocaman resmini koymuşlar. Üzerine de "Bir Cihan Ölür Bin Cihan Doğar" yazmışlar. Ne doğru demişler yoldaş. Toprağa bir tohum, bir Cihan düştü. Bu tohum binlerce Cihan olarak meyvasını verecek.

Geçen sene Mikail Güven şehit düştüğünde, Kurtuluş'a Mikail için bir mektup yazmıştın ve söz vermiştin Mikail'e: "Şehitlerimiz gibi yaşayacak, şehitlerimiz gibi öleceğiz" demiştin. Sözünü tuttun yoldaş. Onlar gibi yaşadın ve Mikail'in şehit düştüğü ayda şehit düştün.

Evet Yoldaş

Biz de sana ve tüm devrim şehitlerimize söz veriyoruz ki, bıraktığınız yerden bayrağı biz taşıyacağız ve uğruna şehit düştüğünüz bağımsız, demokratik Türkiye'yi kuracağız.

 

(Bu anlatım, Halk İçin Kurtuluş'un 22 Kasım 1997 tarihli, 56. sayısında yayınlanmıştır.)

 

***

 

Annesi Bese Gürz:

"Elimden Gelse Ben de Silah Alıp Dağa Çıkacağım"

 

Cihan daha 12 yaşındaydı. Devrimcilerin içinde büyüdü. Biz zaten herşeyin farkındaydık yani. Onları çok seviyordu, gerçekten çok seviyordu. Halkını da çok seviyordu. Ailesini de çok seviyordu. Zaten abisi gerillaya gitmeden önce uğraşıyordu, devrimcilerin içindeydi yani. Yardım veriyordu, elinden geleni yapıyordu. Abisinin gitmesi onu daha çok etkilemişti. Abisi vurulduğu zaman kaç kere gerillanın yanına gitmiş. Demiş ki, "Abim şehit oldu ama yerini ben dolduracağım. Ben de size katılacağım". Onlar da demiş ki, "Şimdi git. Biraz bekle, bir-iki yıl sonra gelirsin".

Zaten biz de onların yolunda canımızı veriyoruz, onlara kucak açıyoruz. Onlar evlatlarımız, onlar canciğerlerimiz. Onlarla gurur duyuyoruz. Onlara sevgilerimizi, saygılarımızı gönderiyoruz. Onlara kucak açıyorum, bütün evlatlarıma kucak açıyorum. Bütün evlatlarıma saygı duyuyorum. Elimden gelen herşeyi yapıyorum. Elimden gelse ben de dağa gideceğim. Gerçekten gideceğim, elime silah alıp gideceğim. İster birşey yapsın, ister yapmasın gideceğim.

Cihan üç-dört ay İstanbul'da kaldı. Hiçbir ana istemez ki, evladı gitsin. Yani biz farkındayız herşeyin. Çok şeyler yaşadık, gördük. Biz çatışmaların içinde kaldık yani herşeyin farkındayız. Ama ben istiyorum ki, ben gideyim evlatlarım, gençler gitmesin. Ama bir yerde zalim varsa, zulüm varsa gidecekler elbette. Cihan iki ay olmuştu gideli. Ben onun yanına gittim. Onu getirmeye değil, görmeye gittim. Hastasın dedim, gerçekten hastaydı. Dedim ki "Kurban, sen yapamazsın". Bana dedi ki, "Yapacağım. Sen niye bana herkesin yanında hastasın diyorsun? Benim de bir gururum var". Gelmedi, fazla birşey demedim. Sadece o kelimeyi söyledim. Gelmeyeceğini biliyordum, zaten gideceğini de biliyordum. Benim istediğim, bir doktora gitmesi, iyileşmesiydi. Sonra giderse gitsindi yani.

Gittikten sonra iki ay olmuştu ciğerim. İki ay sonra, artık tam ne olmuş bilmiyorum; Cihan yaralı düşmüş ellerine yani bunu biliyorum, televizyon da söyledi. Şerefsizler, köpekler teslim ol demişler, Cihan teslim olmamış. Cihan'ın bacaklarına, kollarına kurşun sıkmışlar. Kaçmasın, silah sıkamasın diye. Cihan'ı yaralı ele geçirmişler ciğerim, binbir türlü işkence yapmışlar. Cihan bu yolda canını verdi, kendini verdi, sırrını vermedi. Ben istiyorum ki, herkes böyle olsun. Çünkü bu devrim, hepimizin devrimidir. Şehitler, hepimizin şehitleridir. Ben bugün burada ağlıyorsam, çok kişiler de benim gibi ağladı. Herkes bizi anlasın, herkes bize destek versin.

Cihan canını verdi, sırrını vermedi. Kenan da aynısıydı ciğerim. Kenan da çok değerli bir insandı. O da yaralanmıştı. O da canını verdi, sırrını vermedi. Kenan'a da aynı işkenceyi yapmışlardı. Kulağını kesmişler, kulağı kesiyor şerefsiz götürecek rütbe alacak, para alacak yani şerefsizler, namussuzlar, adiler...

Hepinize saygım, sevgim var. Şehitlerimizle gurur duyuyorum, onları sevgiyle kucaklıyorum.

Cihan yiğit, ser verip sır vermeyen, cesur, mert bir insandır. İnsanları çok seven ve aynı derecede insanlar tarafından sevilen ve sayılan, saygı duyulan bir insandı. 16 yaşında devrimciliğe sempati duydu. Cihanla gurur duyduğum gibi, tüm devrimcilerle gurur duyuyorum. Tüm devrimci insanları seviyorum.

Ana tüm devrimcilere ve devrim şehitlerine kurban olsun.

 

(Bu anlatım, Halk İçin Kurtuluş'un 15 ve 22 Kasım 1997 tarihli, 55. Ve 56. sayılarında yayınlanmıştır.)

 

***

 

Amcası İrfan Gürz: "Cihan'la ve Tüm Devrim Şehitleriyle Gurur Duyuyorum"

 

Cihan halkını, vatanını ve Parti'sini, yoldaşlarını çok seven bin insandı. O'nunla ve tüm devrim şehitleriyle gurur duyuyorum. Cihan bir devrimci olarak, halkı için inançları uğruna şehit düştü.

Cihan kendini bildi bileli toplumu seven ve topluma yardım eden bir insandı. Köyündeki komşuları ve karşı köydeki komşuları tarafından sevilen ve sayılan bir insandı. Devrimci hareketleri Dersime geldiğinde o dönemlerde hiçbir ayırım yapmadan bütün devrimcilere kucak açtı. O dönemde hiçbir düşüncesi olmadığı halde hiçbir ayırım yapmadan can pahasına olsa dahi görevini severek ve isteyerek yapıyordu. 90lı yıllarda katıldığı örgütle tanıştı. Aktif olarak mücadele içinde olmadığı halde can pahasına bütün işleri ve görevleri yapıyordu. Bütün devrimcilere aynı gözle bakıyor ve ayırım yapmıyordu. Tek amacı vardı, halkı için mücadele vermek ve halkı için savaşmak.

1994 yılında Dersim isyanında köyler yakılıp bombalandığı sırada o can pahasına yoldaşlarına haber ve erzak ulaştırmak için çabalıyordu. Yoğun bir operasyon sırasında can pahasına bütün görevlerini yapıyordu. Yoğun operasyonlar sürerken köyden Hozata giderken asker tarafından gözaltına alınıyor. Yoğun şekilde tehditler işkence yapılıyor. Hiçbir sır vermeden ve yanında halk olmasına rağmen tekrar bırakılmış. Köyler boşaldığı sırada ailesiyle Hozata geldiler. 1995 yılına kadar Hozatta kaldılar. Orada mücadelesini hiç aksatmadan devam ettirmişti. Ağabeyi şehit düştükten sonra, iki-üç ay sonra diğer aile fertleri tarafından ailesi Malatyaya getirildi. Malatyada tekrar bütün baskılara rağmen içinde öfke ve kinle dolu mücadelesine devam etti.

Defalarca gözaltına alınmasına rağmen mücadelesini hiç aksatmadan devrim için ne gerekiyorsa yapıyordu. Bütün devrim şehitlerini saygıyla anıyorum.

 

(Bu anlatım, Halk İçin Kurtuluş'un 15 ve 22 Kasım 1997 tarihli, 55. Ve 56. sayılarında yayınlanmıştır.)

 

***

 

Kardeşi Sinan Gürz, Cihan'ı Anlatıyor:

 

Merhaba Abiciğim,

Seni anlatmak onurlu, büyük, bir o kadar da zordur. Seni uzun uzadıya anlatsam sayfalar dolusu tutacak biliyorum. Ama yine de duygularımı ortaya koyup, seni anlatmak istiyorum. Akşam haberlerinde aldım şehit olduğun haberini. Dört duvar arasında, böyle bir yerde almak istemezdim haberini. Hüzünlü ve inanılmaz duygularla bekledim iki gün. Çünkü daha net birşey yoktu ortada. İkinci gün Gündem gazetesinde parçalanmış yüzünü gördüm. Ne kadar alçakça vurdukları belliydi. Koğuşu bir sessizlik bastı bir anda, bir tek benim çığlıklarım yankılanıyordu. Bir de gözlerdeki kinli ve hüzünlü bakışlar. Dışarıda olup cenazeni taşımak isterdim, yumruğum havada haykırmak isterdim cellatların suratına. Sen sözünü tuttun, onurluca özgür vatan toprakları için şehit düştün. Çünkü Kenan abim şehit düşmeden önce sana, "Şehit düşersem kavgamızı sürdür, sürdüreceğine inanıyorum" demişti. Sen de ona, "And olsun ki sana ve şehitlerimize layık olacağım" demiştin. Layık oldun ve partimize yaraşır bir şekilde veda ettin halkına.

Sen her zaman sevecen, mütevazı, insanları seven ve değer veren bir kişiydin. İnsanlarla anlaşmasını bilir, onlarla çok çabuk bağ kurardın. Dersim'deyken içimizde en emekçi olan sendin. Ben kaç yıl yatılıda, Kenan abim de altı yıl Malatya'da okuduğumuz için bütün yükler senin omuzundaydı.

Ne güzel saf ve temiz duygularımız vardı. İşlerimizi bitirir oyun oynar, üstümüzü başımızı yırtıp eve giderdik. Biri bize kızdığında sarılıp uyurduk hemen. Her öğlen av tüfeğini alıp giderdik. Ya sonra?

Büyüdük artık, gerçekleri görmeye başladık. Ailemizin maddi durumu kötü olduğu için ayrılıp, Malatya'ya çalışmaya geldin. Ama gördün ki, tek durumu kötü olan ve ezilen biz değiliz. Bizim gibi binlercesi var. Sonra düşman köylerimizi yaktığı için biz de Malatya'ya göçtük. Hiçbir şeyimiz yoktu, sen çalışıp evin bütün ihtiyaçlarını karşıladın. Bana da liseyi bitirmem için her zaman derslerime çalışmamı söylerdin.

Bir gün Malatya Kurtuluş operasyon yediği için büroyu açacak kimse yoktu. İkinci gün sen işi bırakıp büroya gittin. O günden sonra senin işin artık oraya bakmak oldu. Annem sana kızdığında onu ikna etmek için sürekli konuşur, oranın bizim olduğunu söylerdin. Daha önce sabahları geç kalkardın, ama büroda çalışmaya başladıktan sonra sabah hep tez kalkar, çoğu zaman kahvaltı bile yapmadan büroya giderdin. Akşamları eve geldiğinde çoğu zaman kapıyı ben açardım. Hemen şakalaşıp, güreş etmeye başlardık. Daha sonra oturup gelişmeler üzerine sohbet ederdik. Sen bana hep bir iş yaparken, duyumlara, soyut şeylerle değil, okuyup araştırarak ve pratikle içiçe olarak yapmam gerektiğini söylerdin. Başarmak için de programlı ve ısrarlı olmamızı, düşmanın sürekli bizi yok etmek için fırsat kolladığını beklediğini, buna düşmemek için de bilinçli olmamız ve düşmanın politikalarını boşa çıkarmamız gerektiğini söylerdin. Kendin de her zaman programlı, ısrarlı ve kararlı bir şekilde hareket ederdin.

Çok konuşanlara kızıp, onlara konuşmanın zamanının geçtiğini, asıl yapılacak işin bizzat pratik içinde savaşmak olduğunu söylerdin.

Yoldaşlarını ve Parti'ni çok severdin. Partine ve halkına daha faydalı olmak için vaktini boşa geçirmezdin. Annem sana, "Mücadele demokratik alanda da var. Sen kırda yapamazsın, hastasın" dediği zaman, sen de ona bunun mesele olmadığını, eli kolu sakat insanların bile savaştığını, hasta olmanın savaşmaya engel olmadığını anlatırdın. Anneme her zaman onları ve halkını çok sevdiğin için, özgür bir gelecek için savaştığını, bu onursuz düzende onurlu olabilmek için ancak onursuzluğa ve namussuzluğa karşı mücadele etmek gerektiğini söylerdin ve "Bizim için ağlama. Biliyorum ana yüreğidir dayanamazsın. Ben de sizi seviyorum ama asıl önemlisi mücadelemizden onur duymanız ve desteklemenizdir" derdin.

Yoldaşlarını çok severdin. İstanbul'da iki defa polis arkadaşlarını gözaltına aldığı sırada, "Bunu tanıyan yok mu gelsin alsın" demiş, sen de hemen onları tanıdığını söyleyip, polisin elinden almaya giderken seni gözaltına alıp arkadaşlarını serbest bırakmışlardı. Sorguda, işkencede ayağın burkulmuş, belin kıpkırmızı olup incinmişti. Anneme söylemedin, ona düştüğün için ayağının ağrıdığını söylüyordun. Gözaltılarda onurluca direnip, başı dik çıkmıştın.

Doyasıya yaşayamadık ömrümüzün baharında. Halbuki ne büyük ve güzel düşler kurmuştuk. Doyamadım o sımsıkı sarılışına ve kucaklayışına. Evet abi, sen her zaman onurunla, namusunla yaşadın. Sömürüye, zulme, baskı ve katliamlara karşı bir başkaldırı, bir umutsun şimdi yüreğimde. Bir kırmızı gül olup açmışsın şimdi Dersim dağlarında. Yüreğim sesinle haykırıyor zulme karşı. Sen özgür vatan için, bağımsız, demokratik bir ülke için şehit düştün. Doyasıya gezemedin belki Dersim dağlarında ama sen ölmedin. Fiziksel olarak aramızdan ayrıldın ama düşüncen her zaman kalbimde, kalbimizde yaşayacak. O dağları adım adım daraltacağız düşmana, kanınla suladığın toprakları mezar edeceğiz düşmana. Uğrunda şehit düştüğün bayrağı oligarşinin burçlarına dikeceğiz!

And Olsun ki Hesabını Soracağız!

And Olsun ki Dökülen Kanın Yerde Kalmayacak!

O Büyük Güne Dek Seninle Büyüyecek Kavgamız

Devrim Şehitleri Ölümsüzdür!

Cihan Gürz Yoldaş Ölümsüzdür!

Kahrolsun Faşizm Yaşasın Mücadelemiz!

 

 (Doğanşehir Hapishanesi'nde bulunan DHKP-C Tutsağı Sinan Gürz'ün abisi Cihan için yazdığı bu mektup, Halk İçin Kurtuluşun 22 Kasım 1997 tarihli, 56. sayısında yayınlanmıştır.)

 

***

 

Bir Yoldaşı anlatıyor:

“En zor koşullarda bile umudunu kaybetmezdi”

 

Hayat dolu, neşeli, sevecen bir insandı. En zor koşullarda bile umudunu kaybetmez, hepimize cesaret verirdi. Bir dönem bulunduğu birimde aranıyordu. Akşam bir eve gittiğimde onunla karşılaştım. Çok rahatsızdı, ağrılar çekiyordu. Bizim o akşam işimiz vardı. Kendisine hasta olduğu için yatmasını önerdik. O ise bırakın yatmayı sabaha kadar bizimle oturdu ve bizlere eğitici konuşmalar yaptı. Sabah kalktığımızda ise yatağında olmadığını farkettik. Biz hastaneye gittiğini düşünürken, o riskli olmasına rağmen insanları 1 Mayıs'a gitme konusunda örgütlüyordu.

Anısı Mücadelemizde Yaşayacak!

 

(Bu anlatım, Halk İçin Kurtuluş'un 22 Kasım 1997 tarihli, 56. sayısında yayınlanmıştır.)

 

***

 

Bir Yoldaşı anlatıyor:

Hepimizin Özlemiydi Dağlar

 

Gazeteden ilk okuduğumda inanamadım. Ne çabuk kavuşmuştun özlemine. Hepimizin özlemiydi dağlar. Sohbetlerimizde de hep bu geçerdi. Sen Kürdistan'a Dersim'e, bense Karadeniz'e sevdalıydım. Esprilerimiz kim önce kavuşacak sevdalısına, kim önce gidecek üzerineydi. Sen kavuştun sevdalına yiğit arkadaşım. Özlemin özgür vatan için şehit düşmekti. İlk sen kavuştun özlemine.

Tek tek sohbetlerimiz geliyor aklıma...

Bir gün İstanbul'un yoksul gecekondu mahallelerinden birinde gazete dağıtımına çıkmıştık. Çamurlu yolların yokuşlarını çıkarken yine sohbetimiz dağlardı. Tek tek kapıları çalıyor, insanlarla sohbet ediyor gazete veriyorduk. Emekçi insanlarla sohbet ederken gözlerinin içi gülüyor, umut veriyordun... Ekmek pişiren bir ana bizi çağırdığında "memleketimin, Dersim'in ekmeği kokuyor hadi gidelim." demiştin. Girdiğimiz iddia sonucu ana Sıvaslı çıkmış, sen "olsun biraz sonra da Dersimli ekmek pişiren bir anayı görebiliriz." demiştin. Sen yiğit mert olduğun kadar fedakardın da. Yine bir gün iki arkadaş yiyecek birşey olmadığı için gece dışarıya birşeyler almak için çıkmışlardı. Dönüşte kapının önünde gözaltına alınmak istenmeleri üzerine sen, "Onları belki kurtarabilirim öyle bırakmamalıyız" diyerek koşmuş ve sürüklenerek, slogan atarak gözaltına alınmıştın.

Yine gitmeden önce espri yaparak "Kine (pasaklı veya güzel kız anlamında birşey) ne olur ne olmaz, kim önce gider kim sonra hadi gitmeden önce son bir fotoğraf çektirelim" demiştin. Elimize ölüm orucu şehitlerinin resimlerini alarak bir fotoğraf çektirmiştik.

Sen de elimizdeki fotoğraflarını tuttuğumuz direnişçiler gibi düşmana yenilmedin. Teslim olmadın, şehitlerimize layık oldun. Şimdi sıra bizde. Sohbetlerimiz yine dağlar üzerine ama bu kez senin gibi olacağız diyoruz. Feda kuşağının mert, yiğit evladı. Biz de sana ve tüm şehitlerimize layık olacağız. Hesabını soracağız Cihan yoldaş.

 

***

 

Bir yoldaşı anlatıyor: "Mücadele Hiç Bitmeyecek Sonuna Kadar, Ölene Kadar"

 

Dersim Dağları, bir kez daha bağrında büyüttüğü bir fidanın, bir Parti-Cephe savaşçısının, Cihan Yoldaşın başeğmezliğiyle sarsıldı. Destan destan yazılan tarihe bir kez daha tanıklık etti Dersim Dağları. Bir kahraman daha "Özgür Vatan" uğruna kanlarıyla suladı sevdalısı olduğu Dersim Dağlarını...

Evet yoldaşım, şimdi de sen yeni bir halka ekledin destan destan yazılan tarihimize. Nasıl da coşkuyla, özlemle anlatırdın onları. Aydınları, Zeynelleri, Komutan Kemal Askerileri, Nihat Kayaları. Nasılda zor geliyordu onlardan ayrı kalmak. Hatırlar mısın seninle olan ilk sohbetimizi. İstemeyerekte olsa Dersimden Malatyaya gelmiştin. Hemen bir lokantada iş bulmuş, hiç alışık olmadığın halde gece gündüz demeden, o dönem henüz Dersimde bulunan ailenin geçimine katkıda bulunmak için çalışmıştın. Seninle olan ilk sohbetimiz de bu lokantada olmuştu. Konu hemen Dersime, gerillaya, şehitlerimize gelmişti. Nasılda özenle konuşuyordun onlardan bahsederken. Her an bir hata yapacakmışsın gibi sözcükleri düşüne düşüne seçiyordun. Ağlamamak için kendini zor tutuyordun. Ağabeyin Kenan da o dönem bir Devrimci Sol gerillası olarak Dersim dağlarında savaşıyordu. Kenandan bahsettiğimizde nasılda gururla ve yüzünde sıcak bir tebessümle "Kenan doğru olanı çok çabuk gördü ve tereddüt etmeden saflarda yerini aldı" demiştin.

Sohbetimizin sonunda söylediğin "Bu mücadele hiç bitmeyecek, sonuna kadar, ölene kadar sürdüreceğiz değil mi?" deyişin yok mu? Ne kadar da kararlı konuşmuştun. Başımı sallayarak "Tabii hiç bitmeyecek Cihan, sonuna kadar, ölene kadar..." diyerek onaylamıştım seni. Adeta bir söz veriyordun, bu uğurda şehit düşeceğim diyordun. O denli kararlı, o denli inançla ve o denli samimiyetle söylemiştin ki, bunları söylediğin sesin bugün hala kulaklarımda çınlıyor. Ve bunları söylerken henüz onaltı yaşındaydın.

Hatırlar mısın sık sık "Burası nasıl bir şehir dayanıyorum artık, Dersimi, dağları özlüyorum" der içini çekip dururdun. "Kavganın, yoldaşlarımızın bulunduğu her yer güzeldir" sözü üzerine yaptığımız sohbetlerden sonra "Doğru ama yine de gerilla başka, gerilla sıcaklığı başka" diyerek gerillaya olan bağlılığını ve sevgini dile getirmeden duramazdın. O kadar fedakar ve özveriliydin ki, maddi sıkıntılarına rağmen çıkan bütün yayınlarımızı satın alır, her fırsatta gazeteye bağışta bulunurdun. Israrlarımıza rağmen gazetemizin hiçbir sayısına beş kuruş eksik vermezdin. Hemen her akşam iş çıkışı tüm yorgunluğuna rağmen büroya koşar "Yapabileceğim birşey var mı?" ya da "Yeni bir haber var mı?" diye sorardın. Herşeyi tüm detaylarıyla öğrenmek, bilmek isterdin.

Ve tarih 25 Haziranı gösterdiğinde Dersimde beş gerillanın şehit düştüğü haberini almıştık. Hemen seferber olmuş şehitlerimizin isimlerini araştırıyorduk. Ve sen büyük bir soğukkanlılıkla "içlerinde ağabeyim Kenan da olabilir" diyerek, tüm kanalları zorlayarak kim olduklarını öğrenmeye alışıyordun. Ve çok kısa bir süre içinde herşey netleşmişti. İçlerinde Komutan Kenanın da bulunduğu beş kişilik bir gerilla birliği, Skorsky helikopterler, panzer, tank ve ağır silahlarla donatılmış binlerce düşman gücüyle kuşatılmış ve on beş saat boyunca düşmana kan kusturarak, teslim olmama geleneğimize yeni bir halka eklemişti. Kenanın şehit düştüğünü öğrendiğinde büyük bir soğukkanlılıkla ve düşmana olan kininle "Hesabı sorulacak, kanı yerde kalmayacak" demiştin. Bunu söylerken sesinde en ufak bir titreme dahi yoktu. Daha çocuk denecek bir yaştaydın ve bize ders veriyordun. Savaşın acımasızlığı içerisinde, şehitlerimizin bizi daha çok öfkelendirmesini ve düşmana karşı daha bir kinle, daha bir kararlılıkla savaştırmasını, her koşul altında dimdik ayakta kalmasını öğretiyordun. Tüm duygusallığına, sessizliğine ve çocukluğuna rağmen.

Hani ne demiştin Komutan Kenanı şehit verdiğimizde "Hesabı sorulacak. Kanı yerde kalmayacak!"

Rahat uyu Cihan Yoldaş!

Kanınız yerde kalmayacak, dökülen her damla kanın hesabını bugüne kadar düşmana ödettik, bundan sonrada ödeteceğiz.

Bugün binlerce Cihan olup, kanlarınızla suladığınız vatan topraklarını özgürleştirene kadar, senin deyiminle hiç bitmeyecek olan bu mücadeleyi sonuna kadar sürdüreceğiz.

İnancın inancımızdır!

Sözün onurumuzdur!

And olsun ki, bu onuru koruyacağız!

Sizlere özgür vatanı armağan edeceğiz...

 

(Bu anlatım, Halk İçin Kurtuluş'un 15 Kasım 1997 tarihli, 55. sayısında yayınlanmıştır.)

 

***

 

Bir yoldaşı anlatıyor:

"Şehit Düşerken Bile Öğrettin Bize, Eğittin Bizi"

 

Hani bekleyecektin beni yiğit yoldaşım, hani o ilk gitme haberini verdiğin zaman sevinçten havaya sıçrarken, birbirimize sarıldığımızda, biz gerillaya gidiyoruz dediğinde, söz vermiştin be yiğidim. Hani beraber sıkacaktık düşmana ilk kurşunu. Hani beraber ölecektik. Dersimin yiğit evladı, özlemini duyduğun Dersimde bıraktık seni.

Seninle ilk tanışmamızı hatırlıyorum. Bir Cafede oturup konuşmaya başlamıştık. Beni tanımak için ağır ağır sorgulayıcı sorularını hatırlıyorum. Dersimli olduğunu söylememiştin ama ben anlamıştım. Çünkü Munzurun soyundan geldiğin her hareketinden belli oluyordu. Sorduğun sorularda Dersimin yiğitlerinden olduğunu belirtiyordun. Partiye olan inançla Partiye bir zarar getirmemek için soruyordun bu soruları.

Daha sonraları ilişkilerimiz daha da ilerlemişti. Oturup sohbet ediyor her konuşmamızda bize bir öğretmen oluyordun.

Abin şehit düşmüştü. Birçoğumuzun ailesinde tutsak yoktu. Biz ölürsek annemiz babamız ne yapar diye sancılanırken, sen her aileden iki, üç belki de daha fazla şehit olması gerektiğini kafalarımıza kazımıştın. Kardeşin tutsak düştüğünde ailenizde bir şehit bir de tutsak vardı. Ama sen hiç tereddüt etmeden Partiye gerillaya olan özlemini her fırsatta dile getiriyordun. Bir gün gerillaya gitmek için evde yoldaşlarla elbise götürüp götürmeme konusunda konuşurken, kapıdan içeriye elinde bir paketle girmiştin. Pakette ne olduğunu sorduğumuzda ise Dersimdeki yoldaşlara yayın ulaşmıyor demiştin. Aynı gün halkımıza diye bir mektup yazmıştın. Biz gittikten sonra diğer insanlarımıza, halkımıza yol göstersin diye niye gerillaya katıldığımızı yazmıştın. Giderken bile diğer eski çalıştığın alandaki insanlara yardım etmek istiyordun. O gün gidememiş, gidişimiz birkaç hafta ertelenmişti. Gidemedik diye üzülüyordun ama bunu bize belli etmemeye çalışıyor, Dersim bu her zaman girilmez girildi mi de çıkılmaz diyerek bize moral vermeye çalışıyordun. Hazırlıklarımızı yapıp Partiden haber gelmişti. Dersime gidilecekti. Gerillayla kucaklaşmak için bir bölgeye gitmek üzere yola çıkmıştık. Giderken dağlara bakıp beraber bu dağlar kardeş dağlar diye bir türkü tutturmuştuk. Sevinçten ayaklarımız yerden kesilmişti sanki. Arama noktasına yaklaştığımızda asker kaçağı olduğun için kulağıma eğilerek arama olursa beni tanımıyorsun demiştin. Senin içine işlemişti yoldaşlarını korumak. Bu işi yapmak, kendini feda etmek, senin zafere olan inancının göstergesiydi. Arama olmamıştı.

Beraber bölgeye girmiştik. Buluşacağımız arkadaşla buluşmamıza vakit vardı. Bir lokantaya oturup yemek yemiştik. Yemek yerken sen bana yoldaşın, abin Kenanın ismiyle hitap ediyordun. Ben sana kendine örnek seçtiğin Nihat Kayanın ismiyle Nihat diye hitap ediyordum. İsimlerimiz belki de birkaç saat sonra Nihatla Kenan olacaktı. Buluşma yerine gittiğimizde görüşeceğimiz arkadaşın gelmesiyle heyecanlanmıştık. Ama arkadaşla konuşmaya başladığımızda bize "geçiş yapmamız imkansız" dediğinde yüzünü hatırlıyorum. Dudakların morarmıştı. Konuşurken sesin titriyor gidişin bir yolunu bulmaya çalışıyordun. Bu senin gerillaya olan özleminin en açık göstergelerinden biriydi. Getirdiğimiz eşyaları arkadaşa verip, bu sefer olmadı yoldaş bir dahaki sefere demiştin.

Bölgeden ayrılıp arabaya bindiğimizde dudağındaki morluk hala geçmemiş, gözündeki yaşların akmaması için kendini zor tutuyordun ama gözlerini bir dakika bile dağlardan ayırmıyor, dağlara tanışmamızda olduğu gibi ağır ağır sorular soruyordun, daha sonraları ayrıldık. Mahirlerin başlattığı, Sibellerin, Adaletlerin, Süleymanların yarattığı geleneğe sahip çıktın. Senki Nihat Kayaların Kemal Askerilerin yarattığı geleneklere sahip çıktın. Şehit düşerken bile öğrettin bize, eğittin bizi. Seni unutmayacağız.

 

(Bu anlatım, Halk İçin Kurtuluş'un 15 Kasım 1997 tarihli, 55. sayısında yayınlanmıştır.)

 

 

Geri