Çiğdem YAKŞİ'yi Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:

 

 

 

Yoldaşları Çiğdem Yakşi’yi Anlatıyor...

 

“Bugün Yazarsın, Yarın Yaratırsın, Sonra da Kendin Şiir Olursun”

“Sen benden önce şehit düşersen seni yazacak, anlatacağım abla” demiştin bir gün attığımız voltaların birinde. Öyle çok anı geliyor ki aklıma seninle paylaştıklarımız... Hepsi öyle doğal, güzel, öyle yaşanılası ve yaşatılası ki... Çok gülüyorduk. Ağız dolusu, huzurlu gülüşler eksik olmazdı

sohbetimizde, voltalarımızda... Bakırköy Hapishanesi’nde ve dışarda hayatı birlikte örüyorduk, birbirimize bir şeyler katıyorduk, katıyoruz. Şafak’ın şehitliğinden sonra şiir yazdın mı sorularına karşılık şiir - yazı yazmayı da bıraktım, kalemi de bıraktım demiştim, gerçekten de bırakmıştım.

Sense bana kızardın, bakışın gözlerimin önünde şu an. Neden yazmıyorsun, yaz diyordun. Hasan Ferit Gedik’e yazdığın Dedeme Mektup şiiri gibi yaz diyordun. Bense “Şiir yazmak mevzu değil, şiir gibi yaşamak ve şiiri yaratmak” dediğimde cevabın öğretici ve yol göstericiydi:

BUGUN YAZARSIN, YARIN YARATIRSIN SONRA DA KENDİN ŞİİR OLURSUN.

Çok kişi kavga yoluna girer çıkar, sonuna kadar götüren olur, yarı yolda bırakan... Kimileri olur ki, yoldaş nedir dedin mi, akla o gelir. İşte sen de bunlardan biriydin Çiğdem. Yoldaş sıcaklığın, samimiyetin, gözlerinin ışıltısı, harekete ve yoldaşlarına bağlılığın, kendini aşma caban... Yoldaşlığın

tüm güzelliğindeydi ömrün. Hızlı, canlı, heyecanlı, bazen panik, emekçi, militan, hep halay başı...

Hep türkü güzelliğinde... 1 Mayıs komitesindeydik seninle. Çok güzel geçecek deyip heyecanını bize de yaymıştın. Ve görselliğiyle, militanlığıyla gerçekten çok güzel geçmişti. Kırmızı tişörtler yaptırmıştık, Berkin ve Mehmet Akif’in resimlerinin olduğu. Sonra Berkin eldivenleri, Berkin sapanları... İnce ayrıntıları da düşünerek, özenerek hazırlanmıştık. Emeğin çoktu o 1 Mayıs’ta. Yeni fikirlere acıktın, “hemen yapalım çok güzel olur” derdin. Güvenirdin, güvendiğini hissettirirdin. Seninle ortak yanlarımızdan birisi duygusallığımızdı. Şehidimiz oldu mu, gözlerimizi birbirimizden kaçırırdık. Çünkü kesin ikimiz de ağlamış olurduk. Ağlamaya vakit yok gülüm, demiş ya şair, ya da ağlamayı yapacak bir şeyleri olmayanlara bırakmak... Böyle sözleri derdik demesine ama gözlerimizden süzülenlere de engel olamazdık o zamanlar. Biz sevgimizi ağlamakla değil hesap sormayla somutlarız. Bunu ikimiz de bildiğimiz için göz göze gelmezdik. Senin şehitliğini öğrendiğimde gözlerim isimlerinize odaklanmıştı. Berna ve Çiğdem... İki ateş topu duştu yüreğime o an. Ve seninle yaptığımız son sohbetlerden birisi. Okmeydanı Anadolu Kahvesi Durağında polis bir yoldaşımızı sürükleyerek kaçırmıştı. Sen o an yolun karşı tarafındaymışsın. Görünce Okmeydanı’na doğru koşmuşsun. “Nasıl hızlı koştum abla, görmeliydin” diye anlatıyorsun heyecanlı heyecanlı. Bense şaşırmış ve niye diye sormuştum. Çünkü sen yoldaşın gözaltına alınırken kaçacak kişi değilsin. Düşmanın üstüne atılırdın. “Bu sefer beni yakalayamayacaklar, artık tutuklanmayacağım.

Bu sefer ben onlara gideceğim” demiştin ama bu kadar hızlı olacağını bilemezdim... Oysa iki adım yaşama, bir adım ölüme yakın olduğumuz zamanlardayız. Yanı başımızda öyle sakin hazırlanmıştın ki eylemine. Hiçbirimiz anlamamıştık. Sadeliğin hep üzerindeydi yine. Bazen üzerimizdeki tebessümlü ve içten bakışlarını yakalardım. Derin derin bakardın. Umut yayan o bakışlarının aslında sessiz bir vedalaşma olduğunu sonradan anladım. Sen bir sıra neferiydin Cido... Eylemin hiç kimseyi şaşırtmadı. Çünkü bizim Cido yapardı. Gözü kara, yüreği tertemiz, hesapsız, çıkarsız... Şimdi emin ol ki adımladığımız kavga yolunda kalbimizin atışlarına karıştı kalp atışların. Kavganın rüzgârı Çiğdemce kokuyor nicedir. Ve sarmalıyor senin gibi hesapsız çıkarsız yürekleri. Büyütüyor da.

Cephelilerin ömürleri kavganın namlusuna sürülmüş bir mermidir. Ve siz hedefini bulan hesap soran bir mermi oldunuz. Her hayat bir romandır ve her insan kendi romanının kahramanıdır, diye düşünürüm hep. Siz okunması gereken en güzel ve öğretici kitaplardansınız. Biz kendi satırlarımızı yazmaya, romanımızı tamamlamaya devam ediyoruz. Emin olun ki son satırımız sizin satırınız olacak. VE ZAFER...  Yüreğiyle, beyniyle gerçekten Cepheli olan herkes kendi zaferini yaratacak. Ve Cephelilerin kazandığı her bir zafer devrimin tuğlası olacak.

 

(Bu yazı Bağımsızlık Demokrasi Sosyalizm için Yürüyüş Dergisinin 10 Temmuz 2016 tarihli, 529. sayısında yayınlanmıştır.)

 

***

 

Dev-Genç’li Bir Yoldaşı Anlatıyor:

 

"Ne Onurlu Bir Nesil Yaratmış Dev-Genç Ne Kadar Gurur Verici İnsanlar Yetiştirmiş"

Sevgili Berna ve Çiğdem abla nezdinde tüm Dev-Genç’lileri kucaklıyor; şehitlerimiz önünde saygıyla eğiliyorum.

Elif abla, Şafak ve Bahtiyar abiler şehit düştükten bir iki gün sonra ben de tutsak düşmüştüm. Tutsaklık bu mücadelenin bir parçası. Buna ne şüphe! Uzağımızda veya henüz değil diyebileceğimiz bir durumda hiç olmadı tutsaklık... Bunları biliyorum.

Ama onların şehitliği sonrası böylesi bir bedeli ödemek iki kat ağır geliyor insana.

Hapishaneler kocaman yürekleri sığdırmaya çalıştıkları dipsiz kuyular sanki. Avaz avaz bağırışlarım, çığlıklarımla yankılanıyordu her gün.

“Alın beni de kızıl atlarıyla güneşe gidenler” diyen Kahraman Altun’u şimdi daha iyi anlıyorum. “Bir mermi de benden aslanım” diyen Berdan’ın sesine sesimi şimdi daha gür katıyorum. Ve dönüyorum gökyüzünün uçsuz bucaksız maviliğine, Elif, Şafak Bahtiyar’ı orada arıyorum. Bana bakıyorlar, beni izliyorlar biliyorum. Ne çok yordum seni değil mi Şafak abi?

Bana renkli kâğıtlarla mektup yazma ısrarını hiç unutmayacağım Elif abla. Bahtiyar abi ya sen nasıl beceriyorsun bu kadar sessiz olmayı, milyonların milyonda biri gibi davranmayı... Öyle çok anlatacaklarım var ki size... Öyle çok, öyle çok ki.

Yazamadım uzun süre bunları. Bu süre içinde gözlerim dolmadı da değil, ama duygusallıktan değil yazı yazamamam. Sizinle sohbetimin, dertleşmemin sonu yok ki... Hangi birisini yazayım şimdi... Derken açtım beyaz sayfayı önüme. Elif abla, Şafak ve Bahtiyar abi; Berna ve Çiğdem ablaya dair düşündüklerimi size anlatacağım. Çok yakından, hatta benden daha da yakından tanıdıklarınızdır Berna ve Çiğdem abla.

Uzun zaman oldu Berna ablayı görmeyeli. Sizin şehitliğiniz ve benim tutsaklığım öncesi görüştük en son. Şimdi televizyonlarda gördüm onu. Çiğdem ablayı görüntüleri görür görmez tanımıştım zaten. Şimdi anlatsam nasıl yürüdüğünü Çiğdem ablanın, “bak ya nasıl anlatıyor beni’ diye söylenecek bir yerlerden biliyorum.

Dolu doluydu ikisinin de yürüyüşleri. Yarine hasrettir bu adımlar, halkına sevdalıdır bu kızlar. Selam olsun zulmün kalelerini yıkmak için sokakları adımlayanlara. Berna abla, liselilerin kocaman ablası. Gözlerimiz yollardaydı. Elif, Şafak ve Bahtiyar’ı bir yerlerde yaşatacağını biliyordum. Onların cüretiyle, Kızıldere’nin diliyle, türkü söyler gibi direneceğini biliyordum. Ve çıktın geldin.

İşte Dev-Genç’liler! Yine geldiler, adalete hasret yürekleri adaletle buluşturup güneşe gittiler dedirttin. Hoşgeldin Berna abla, hoşgeldin ve sefa getirdin.

Fotoğraflarınıza bakıyorum. Ne onurlu bir nesil yaratmış Dev-Genç. Ne kadar gurur verici insanlar yetiştirmiş. Hani bazen onur ve gururdur deriz ya bazı şeyler için, bu kelime kimileri için soyut kalır çoğu kez. Sizin fotoğraflarınız, anılarınız somutluyor her şeyi beyinlerde. Sevgili Çiğdem abla... Bahtiyar abinin bağlaması ve flütü bana emanet merak etme. Hemen aldım onları, güzel bir yere sakladım. Dernekte de çiçekleri eksik etmeyeceğiz, o konuda da gözün arkada kalmasın. Bahtiyardır şimdi bizim Çiğdem muradına erdi, diye yazıldı bir açıklamada. Ne kadar mutlusun değil mi, ne kadar aceleci, ne kadar samimisin. Üzgünüm aslında biraz. Vasiyetini yerine getiremedik. Bahtiyar abinin yanında toprağa veremedik seni. Ailelerin çıkardığı bu tarz sorunlar önlenemez oluyor bazen. Ve bizim içimizde ömür boyu burukluk bırakıyor bunlar. Eminim güneşin sofrasında yan yanasınızdır. Kucaklaşmışsınızdır bir dolu. Bizden de selam söyleyin, bizim için de sarılın şehitlerimize. En son çiçek getirmiştin bize. Bana uzattığında işleri güçleri yetiştirememenin kızgınlığıyla kafamı çevirdim sinirli sinirli sana. Ben nereden bileyim diye avutamıyorum bile kendimi! Bir bilsem alıp bağrıma basmaz mıydım o çiçekleri?.. Yolun açık, yolun kavga dolu olsun demez miydim sana? Seni şimdiden çok özledim abla. İşler güçler yine çok ve ben yine altından kalkamıyorum bazı şeylerin. Bir yerde yardım istemek de utandırıyor beni. “Şafaklar’ın Bernalar’ın Çiğdemler’in, Elifler’in, Bahtiyarlar’ın öğrencisine bak” diyecekler diye korkuyorum. Haklılar da böyle söylemeye. Sizin aştığınız zorluklar, sizin vardığınız hedefler, bize gücümüzün sınırsızlığını öğretiyor. Şimdiden çok özledim sizi abla. Anlatacaklarım yarım kaldı sana. Ama elbet bir gün görüşeceğiz. İsmimi bağırdığını duyar, bizi izlediğinizi görür gibiyim. Öyle çok, öyle çok özledim ki sizi, imkânımız olsa mezarınızı gençliğin çatısına yapardım. Her gün sizle konuşur, bol bol gülüşürdük.

Unutmayacağız sizi. Her şey daha yerinde şimdi.  Her şey daha anlamlı. Ve hayatı anlamlı kılmak isteyen yüzlerce Dev-Genç’li olacak. Daha çok göz var artık üzerimizde. En yakındakilerimizin gözleri... Bizi izlediklerini bilmek fotoğraflarını görmek bile birçok sorunumuzu çözmeye yetecektir artık. Bir feda kuşağı yarattı Dev-Genç, dünyada eşi benzeri olmayan gelenekleri ortaya çıkaran insanları yarattı. Selam olsun Dev-Genç’e, Dev-Genç’lilere.

 

***

Bayrampaşa’da Çiğdem ve Berna’nın eyleminden sonra onları tanıyan insanların değerlendirmeleri:

“En yakın insanlarımız, iki kadın ne kadar cüretli eylem yaptı, binlerce çeviğin bulunduğu yere gitmek feda eylemidir” diye değerlendiriyorlar.

“Çok cüretli, adaleti sağladığımız bir eylem oldu” diyorlar. “Topkapı’da özellikle Berna’yı tanıyan birçok ailemiz var. Çok üzüldüler, Adli Tıp önüne gittiler. Sahiplendiler.  Şehitlerimizin ardından art arda gelen hesap sorma eylemleri moral motivasyonu artırdı. Sibel Yalçın’da da cenaze kaldırılmadan onu ihbar eden kişi cezalandırılmıştı.

Şimdi de mahallede böyle bir hava oldu.” “Şimdi insanlarda adalet, hesap sorma beklentileri var. Bu yüzden bizden birçok eylem bekliyorlar.” “Eylem hepimize Şafak ve Bahtiyar’da yaşadığımız duyguları yaşattı. Çok cüretli, coşkulu, net bir eylemdi.”

 

***

Bayrampaşa Halkının Tanıklığından...

Bayrampaşa esnafının genel olarak tavrı iyi. “Kızlar çıkabilseydi keşke” vb. diye sahiplenici bir yaklaşım var. Ayrıca şunu anlatmışlar... Kızlar ilk önce bir tane bomba attılar ve bu çeviğin kapısını parçaladı, ama bunu hiç vermediler. İlk bombadan sonraki görüntüleri veriyorlar” diye anlatılıyor.

 

(Bu yazı Bağımsızlık Demokrasi Sosyalizm için Yürüyüş Dergisinin 13 Mart 2016 tarihli, 512. sayısında yayınlanmıştır.)

 

 

***

 

Yoldaşları Berna ve Çiğdem i Anlatıyor

 

Berna ve Çiğdem, Mücadelenin Bağrında Birbirlerinin Köklerine Tutunarak Açmış İki Kan Kızıl Çiçektirler Bir insanın iki doğumu olur mu? Devrimcilerin olur! Berna ve Çiğdem birlikte doğdular, Ankara Dev-Genç saflarında tanıştılar. Dostluklarının harcını Hareketimizin değerleri ve inançlarıyla kardılar. Yürekleri aynı kara sevdayla tutuştu. Akılları bu ateşi kılavuz bildi. Bu ateşte kavrulalım mı diye birbirlerine danıştılar. Gözleri çakmak çakmaktı. Artık yoldaştılar Çiğdem'in yediği Berna'nın içtiğiydi Çiğdem' in güldüğü, Berna'nın içlendiğiydi Çiğdem'in canlılığı, Berna'nın ağırbaşlılığıydı Çiğdem'in sevdası Berna'nın öfkesiydi Onlar Dev- Genç’liydi, hep birlikte atan iki yürektiler. Keskindiler savaşın kendisi gibi. Eksikleri de vardı her insan kadar Asıl kahraman kendini yenendir, demiş ya Lenin. Kendileriyle savaşlarında da örnektir Çiğdem ve Berna birbirlerinin gerisine düşmemek için ant içmişlerdi adeta. Kıbrıs’ın bir köyünden üniversite okumak için kalkıp gelen Berna; Ankara'da, saçları mavi, pantolonu kırmızı çılgın bir kızla karşılaşınca başlar macera.

Çiğdem’dir adı. İkisini buluşturan; düzenin tüm yozlaştırma politikalarına rağmen Anadolu halklarından söküp atamadığı o temiz, çıkarsız, hesapsız insan ilişkileridir. Onları ölümüne birleştiren ise Dev-Genç’in 46 yıldır yarattığı devrim iddiası ve insan onurunu yücelten değerlerdir! Çiğdem ve Berna kendileri gibi HALKTAN ve HAKLIDAN YANA OLDUKLARI için katledilen halk çocuklarının hesabını sormak üzere birleştiler bu kez. Ve BEYNİNİ TARADILAR ÇEVİK KUVVETİN... Düşmanın çokça delik açılmış; vurula vurula duvarları aşınmış kalelerini bir kez daha sarstılar! Güpegündüz üstelik Hem de sanki Dev- Genç’in açıklamasına yetişmek ister gibi aceleci, özgür tutsaklarla volta atar gibi coşkulu, anıları anlatır gibi neşeli, geleceğe koşar gibi cüretli!.. Onlar ölümü toprağa gömdüler. Ölümsüzdürler! İçimizdeler şimdi, hepimizin yoldaşlık sevgisinin harcına katıldılar. Neşelerini yüklediler acılarımıza. Öfkelerini kattılar bizi devrimden alıkoyan yanlarımıza. Olmazları olur kıldılar gözümüzde bir kez daha. Her birimize yerlerini doldurma görevi daha fazlasını örgütleme ödevini bıraktılar O BÜYÜK SEVDALARIYLA BİRLİKTE yüreğimizde ve bilincimizdeki Şafak, Bahtiyar, Elif ve Günay ın oturduğu zirveye erişip yüzümüzü bir kez daha ileriye, devrime çevirdiler. Size söz Cephe nin onurlu kadınları, Sabo' nun iftiharları daha fazla çalışacak, daha fazla örgütlenecek, daha çok savaşacağız!

 

Şimdi Çiğdem Vaktidir...

Baharı getiren Çiğdem'in gülüşüdür

Kara kışı yenen Berna'nın vuruşudur

Ve bakın

Gelin yakından bakın

O kızların

Ki artık yedi cihanda

Sabo'nun Kızları denir onlara

Yüreği halkın yüreğidir

İçinde gelecek kavgası

İçinde tarihin mayası

İçinde ne varsa BİZ'e dair hepsi

İçinde emekçilerin taşan sabrı

Kılıç keskini hıncı

Halkın adaleti

İçinde bir büyük sevda

Kuşanılmış ve diridir

Kapısına dayanılan

Amerikan itleridir

Korku içinde tir tir

Kaçınılmaz sonlarını beklerken

Beklerken halkın ve

hayatın düşmanları

Çıkageldi iki Dev-Genç’li

İki savaşçı

Bizim ikimizdiler

Ve tepeden tırnağa cürettiler

Ve bir ordunun karşısında

Bir halk kadar çoktular

Adaletsizliğin karşısında

Halkın adaleti oldular

Ve şimdi bin selam vaktidir

Çiğdem'in gülüşünü kuşanmanın

Berna'nın tetiğine dokunmanın

Vaktidir savaşmanın

Tam vaktidir vurmanın

Vurmanın

Vurmanın vaktidir

Selamlayarak şehitleri

Şimdi Çiğdem vaktidir

Taşların Çiğdem açtığı

Tetiklerin Berna’laştığı

Vakit bizim vaktimizdir

Hadi bahara karışalım

Düşmana vuralım...

Ümit İlter

 

(Bu yazı ve şiir Bağımsızlık Demokrasi Sosyalizm için Yürüyüş Dergisinin 20 Mart 2016 tarihli, 513. sayısında yayınlanmıştır.)

 

***

Sevgili Çiğdem ve Berna Abla, 

Bize ne çok şey öğretip şehit düştünüz. Şehit düşerken bile öğretmeye devam ediyordunuz. O sakinliğiniz, cüretiniz, iradeniz... İşte bizim kadınlarımız, Cephe'nin kadınları dedirtiyordu dosta, düşmana, herkese. Şafak Abiler şehit düştüklerinde bu kadar olgun değildim bir türlü inanmak istemiyordum onlara bir daha sarılamayacağıma. Kendi kendime diyorum ki bu süreç, ödediğimiz bu bedeller seni olgunlaştırdı. Sizin şehitliğiniz, Dilek'in ve Yılmaz'ın hesabını sormanız hiç şaşırtmamıştı beni. 

Çiğdem Abla'yla daha çok zaman geçirdim ama Berna Abla'yı da biraz tanıma fırsatım oldu. Belki çaktımcı dersiniz bana ama anlıyordum. Çiğdem ve Berna Abla'nın da tıpkı Şafak Abi'nin gözlerinde hissettiğim o büyük sevgi ve bağlılık vardı. Sizin de yoldaşlarınız için, halkımız için kendinizi feda edebileceğinizi biliyordum... Ve Elif'in, Şafak'ın, Bahtiyar'ın yoldaşlarına yakışır bir şekilde ölümsüzleştiniz

Berna Abla ilk örgütlendiğimde gençliğe gelmiştin, benimle yıllardır tanışıyormuş gibi ilgilenişin bir aile sıcaklığını hissettiriyordu. Tıpkı bir anne gibi, baba gibi sıcacıktın. Belki de sayılı şekilde birkaç konuşmamız, ayaküstü sohbetimiz seni tanıyıp sevmem için yetmişti. Çünkü sen de o kara, kocaman gözlerinle; seni, tüm yoldaşlarımızı, halkımızı ve vatanımı çok seviyorum hem de ölebilecek kadar seviyorum diyordun bana. Ben de buradan söylüyorum, ben de sizi çok seviyorum, tıpkı bizi sevdiğiniz gibi. 

Çiğdem Abla seninle son tahliyenden sonra tanışma fırsatı bulduk. Birebir seni tanımasam da senin adını hep duyuyordum. Bazen Armutlu'da bazen Çayan'da bazen de bir sohbetin arasında. Herkes senden bahsediyordu. Ne çok sevdirmiştin kendini... Dilek, Dilek'in akrabaları, Emrah Abiler de senden bahsediyordu. Seninle de tam olarak Dilek vurulduğunda hastane önünde tanıştık. Yeni tahliye olmana rağmen hemen işlerin ucundan tutmaya başlamıştın. Gelip Metin Amcalara destek oluyor, bana da yapmam gerekenleri söylüyordun. Hatta Şehit düşmeden bir iki gün önce yolda yürürken bunun sohbeti geçmişti aramızda. O sevinç naralarım hala hafızandaydı, bana anlatıp ağız dolusu gülüyordun... Armutlu'daki çadırımızı ziyaret edip, bize tüm coşkunla türküler söylediğini hatırlıyorum. Seni anlatırken kulağıma çok sevdiğin ''Dumanlı Dumanlı'' türküsü geliyor. Sibel Yalçın'dan geliyor, artık bu türkü herkesin dilinde ve yüreğinde... 

Dilek hep aklındaydı, onunla yaşadıklarını anlatıyordun. Dilek'in en çok inatçılığını sevdiğini söylemiştin bana. Sen de en az Dilek kadar inatçıydın, bir işin peşini sonuç almadan bırakmazdın. Dilek'in tabutunun başında hesabını sormak için yemin etmiştin. Yeminini tuttun Dilek'in hesabını sordun. Şimdi yemin sırası bizde, sizlerin de hesabını biz soracağız, Dev-Genç'liler soracak... 

Seni bazen gençlikte Bahtiyar Abi'nin bağlaması ve kavalıyla sohbet ederken görüyordum. Özenle bağlama ve kavala dokunur onları düzeltirdin. Aslında dokunduğun Bahtiyar Abi'nin sıcaklığıydı. Onun yanına varmak için sabırsızdın. Bir de bize aldığın Elif, Şafak, Bahtiyar çiçeklerini her gün sulaman geliyor aklıma. Aslında sen sınıf kinini, adalete olan açlığını sulayıp büyütüyordun. Bana çiçekleri anlatıyordun. Bahtiyar'ın sakinliğini, köklerini sağlam bir şekilde toprağa bağlayışını anlatıyordun. Şafak'ın hemen açmasını, sabırsızlığını ve Elif'in zarifliğini anlatıyordun... 

Aslında sizi anlatmak kolay değil, bazen kelimelerin ötesinde hissettiklerim oluyor. Daha nasıl anlatabilirim diye  düşünüyorum... Siz en temizinden en güzelinden insanlardınız, dünyadaki tüm güzellikler, iyilikler sizde toplanmıştı... Birer çiçektiniz, açtınız ve şimdi her yer Çiğdem ve Berna çiçeği kokuyor... 

***

 

Halkın Adalet Özleminin, Öfkesinin Temsilcisi İki Kadını; Dev-Genç’li Yoldaşı Anlatıyor;

"Şimdi Yemin Sırası Bizde! Sizin Hesabınızı da Biz Soracağız! Dev-Genç'liler Soracak!"

Sevgili Çiğdem ve Berna Abla, Bize ne çok şey öğretip şehit düştünüz. Şehit düşerken bile öğretmeye devam ediyordunuz. O sakinliğiniz, cüretiniz, iradeniz... İşte bizim kadınlarımız, Cephe'nin kadınları dedirtiyordu dosta, düşmana, herkese. Şafak Abiler şehit düştüklerinde bu kadar olgun değildim bir türlü inanmak istemiyordum onlara bir daha sarılamayacağıma. Kendi kendime diyorum ki bu süreç, ödediğimiz bu bedeller seni olgunlaştırdı. Sizin şehitliğiniz, Dilek'in ve Yılmaz'ın hesabını sormanız hiç şaşırtmamıştı beni.

Çiğdem Abla'yla daha çok zaman geçirdim ama Berna Abla'yı da biraz tanıma fırsatım oldu. Belki çaktımcı dersiniz bana ama anlıyordum. Çiğdem ve Berna Abla'nın da tıpkı Şafak Abi'nin gözlerinde hissettiğim o büyük sevgi ve bağlılık vardı. Sizin de yoldaşlarınız için, halkımız için kendinizi feda edebileceğinizi biliyordum... Ve Elif'in, Şafak'ın, Bahtiyar'ın yoldaşlarına yakışır bir şekilde ölümsüzleştiniz.

Berna Abla ilk örgütlendiğimde gençliğe gelmiştin, benimle yıllardır tanışıyormuş gibi ilgilenişin bir aile sıcaklığını hissettiriyordu. Tıpkı bir anne gibi, baba gibi sıcacıktın. Belki de sayılı şekilde birkaç konuşmamız, ayaküstü sohbetimiz seni tanıyıp sevmem için yetmişti. Çünkü sen de o kara, kocaman gözlerinle; seni, tüm yoldaşlarımızı, halkımızı ve vatanımı çok seviyorum hem de ölebilecek kadar seviyorum diyordun bana. Ben de buradan söylüyorum, ben de size çok seviyorum, tıpkı bizi sevdiğiniz gibi. Çiğdem Abla seninle son tahliyenden sonra tanışma fırsatı bulduk. Birebir seni tanımasam da senin adını hep duyuyordum. Bazen Armutlu'da bazen Çayan'da bazen de bir sohbetin arasında. Herkes senden bahsediyordu. Ne çok sevdirmiştin kendini... Dilek, Dilek'in akrabaları, Emrah Abiler de senden bahsediyordu. Seninle de tam olarak Dilek vurulduğunda hastane önünde tanıştık. Yeni tahliye olmana rağmen hemen işlerin ucundan tutmaya başlamıştın. Gelip Metin Amcalara destek oluyor, bana da yapmam gerekenleri söylüyordun. Hatta Şehit düşmeden bir iki gün önce yolda yürürken bunun sohbeti geçmişti aramızda. O sevinç naralarım hala hafızandaydı, bana anlatıp ağız dolusu gülüyordun...  Armutlu'daki çadırımızı ziyaret edip, bize tüm coşkunla türküler söylediğini hatırlıyorum. Seni anlatırken kulağıma çok sevdiğin ''Dumanlı Dumanlı'' türküsü geliyor. Sibel Yalçın'dan geliyor, artık bu türkü herkesin dilinde ve yüreğinde... Dilek hep aklındaydı, onunla yaşadıklarını anlatıyordun. Dilek'in en çok inatçılığını sevdiğini söylemiştin bana. Sen de en az Dilek kadar inatçıydın, bir işin peşini sonuç almadan bırakmazdın. Dilek'in tabutunun başında hesabını sormak için yemin etmiştin. Yeminini tuttun Dilek'in hesabını sordun. Şimdi yemin sırası bizde, sizlerin de hesabını biz soracağız, Dev-Genç'liler soracak...

Seni bazen gençlikte Bahtiyar Abi'nin bağlaması ve kavalıyla sohbet ederken görüyordum. Özenle bağlama ve kavala dokunur onları düzeltirdin. Aslında dokunduğun Bahtiyar Abi'nin sıcaklığıydı. Onun yanına varmak için sabırsızdın. Bir de bize aldığın Elif, Şafak, Bahtiyar çiçeklerini hergün sulaman geliyor aklıma. Aslında sen sınıf kinini, adalete olan açlığını sulayıp büyütüyordun. Bana çiçekleri anlatıyordun. Bahtiyar'ın sakinliğini, köklerini sağlam bir şekilde toprağa bağlayışını anlatıyordun. Şafak'ın hemen açmasını, sabırsızlığını ve Elif'in zarifliğini anlatıyordun... Aslında sizi anlatmak kolay değil, bazen kelimelerin ötesinde hissettiklerim oluyor. Daha nasıl anlatabilirim diye düşünüyorum... Siz en temizinden en güzelinden insanlardınız, dünyadaki tüm güzellikler, iyilikler sizde toplanmıştı... Birer çiçektiniz, açtınız ve şimdi her yer Çiğdem ve Berna çiçeği kokuyor...

 

İki Karanfile

Çiğdem ve Berna'ya...

hayat,

koşarken bahara mart telaşıyla

hayat bahara...

kuşandı yangınını iki karanfil

sorulacak hesapların

dillerinde Sabo türküsü

yüreklerinde bir umut

vuruşkan

teslim olmayan...

yürüdü iki karanfil

düşmanın üzerine

hıncı sıktılar ve öfkeyi

aktı kanları bir kez daha

en güzel renginde devrimin

kanadı karanfiller

halkı adalete doyuracak

yarının yollarına...

düştü

düştü iki karanfil

vuruşa vuruşa...

onlarınki

bir Elif inceliği

onlarınki

Şafak aydınlığı

onlarınki

Bahtiyar bir gülüştür yarına...

(3 Mart 2016)

 

(Bu yazı ve şiir Bağımsızlık Demokrasi Sosyalizm için Yürüyüş Dergisinin 3 Nisan 2016 tarihli, 515. sayısında yayınlanmıştır.)

 

 

***

 

Yoldaşları Anlatıyor:

 

Şafaklar’ı, Bahtiyarlar’ı, Elifler’i, Bernalar’ı, Çiğdemler’i Bitiremezler”

Merhaba Sevgili Şafak, Bahtiyar, Elif, Berna ve Çiğdem,

Sıradakinin Ölümü

O, ne önde

ne arkada

sırada

sıramızdaydı..

Ve yanındakinin kanlı başı onun

omzuna eğilince

ona sıra gelince

sayısını saydı...

Söz istemez.

Yaşlı göz istemez.

çelenk melenk lazım değil...

SUSUN.

SIRA NEFERİ UYUSUN... (Nazım Hikmet)

“Sıra Neferi” şiiri, yaşım 25'e geldiğinde, ilk ezberlediğim şiirdi. Neden ezberlememi istemiştiniz bilmiyorum. Zar zor da olsa ezberledim. İlk okuduğumda çok anlamlı bulmuştum bu şiiri, sizler şehit düşene kadar da böyleydi. Ama sizden sonra artık bu şiir benim için anlamlı olmaktan da öte bir gerçeklik halini aldı. Sizler romanlarda yazılan, şiirlerde anlatılan, Anadolu halklarının dilinde kulaktan kulağa yayılan kahramanlarsınız.

Ve kitaplardan okumadım sizleri, gördüm, konuştum. İlk eğitim çalışmamda Berna vardı yanımda. Ne kadar da sıkılmıştım değil mi Berna? Sen hiç ara vermeden çalışıyordun, bense iki de bir ara veriyordum... Kim demiş ki Ernesto Che Guevara'nın Bolivya'da öldüğünü? Kim demiş ki İspanya iç savaşında, faşist Franco'ya karşı savaşan Dimitrov Taburu'ndaki sosyalistlerin öldüğünü? Kim demiş ki Spartaküs'ün Vezuv yanardağında başlattığı isyanın bittiğini? Kim demiş ki Bedreddin'in, Börklüce'nin, Torlak Kemal'in, Demirci Kawa'nın, Rosenberg'lerin, Tanya'nın, Ho Amca'nın ve 13 milyon Vietnamlının, 23 milyon Sovyetler Birliği insanının, “Biz buraya dönmeye değil ölmeye geldik” diyen Mahir'in, "Biz kazanacağız, çünkü biz halkız ve haklıyız" diyen Dayı'nın, on binlerce Kürt gencinin, Hasan Tahsin'in, Karayılan'ın, Sütçü İmam'ın, Çakırcalı'nın, Köroğlu'nun, Pir Sultan'ın öldüğünü. Onlar yaşıyor. Ve ben her gece yattığımda ertesi gün güneşin doğacağına nasıl inanıyorsam onların yaşadığına da öyle inanıyorum, çünkü siz varsınız. Eğer dünyanın Türkiye'sinde 2016 yılında birileri hala bunu söyleyebiliyorsa bu sizin sayenizdedir. Merak ediyorum; bu ülkenin aydınları neredeler? Bugün bu topraklarda gerçek sevgiyi, gerçek öfkeyi, gerçek kini, gerçek cesareti ve gerçek olan her şeyi temsil eden Çiğdem’i, Berna’yı anlatmaktan daha anlatılmaya değer ne olabilir?

Hayır! Kabul etmeyeceğim, üç kuruşluk çıkarlarının peşinde köle olan akranlarınca Çiğdemler’i, Bernalar’ı gazetelerin bilmem kaçıncı sayfasında iki sütun bir haberle geçilip unutulmasını kabul etmeyeceğim. Şairler, neyi yazıyor yanı başındaki destanı görmüyorsa? Ressamlar neyi çiziyor Elif'in çapraz koşusunda dalgalanan saçlarını ve düşmanın yerlerde sürünen halini çizmiyorsa? Yazarlar kimin hikâyesini anlatıyor? Çiğdem olsaydı derdi ki hızlı hızlı "Biz anlatacağız, kim anlatacak, koskoca örgütümüz var bizim, boş ver sen onları..." sonra hemen koştura koştura bir yerlere yetişirdi yine... Eylemden önceki görüntülerinizi yayınladılar Çiğdem. Seni nasıl tanıdım biliyor musun? Aceleciliğinden... Sanki birazdan başlamak üzere olan bir sinema filmine yetişmeye çalışıyorsun, ya da karşıya geçecek son vapuru yakalamaya çalışıyorsun... O kadar hızlı girip çıkıyorsunuz ki kameranın görüntü alanından. Televizyonlar o kısacık görüntüyü tekrar tekrar göstermek zorunda kaldılar. Söyle bana sevgili Berna? Nasıl anlatmalıyım yüreğinde koca bir halk sevgisiyle yanıp tutuşanların ölüme giderkenki aceleciliğini? Yaşamım sizi tanımış olmamla büyük bir anlam kazandı sevgili yoldaşlarım. Ne kadar yaşarım bilemiyorum (Bunu ölümü sizin kadar sıradanlaştırabildiğim için söylemiyorum, ölümden korkuyorum. Ama sizi, bu halkı, bu vatanı çok seviyorum. Ve bu üçünü sevmek bu ülkede kendine uzun bir ömür biçmemek için yeterli bir neden.) ama yaşadığım zaman boyunca sizi anlatmak gibi büyük bir sorumluluğum var artık. Ve çok iyi biliyorum, nasıl ki "Dilek'in hesabını biz soracağız, kanı yerde kalmayacak" derken Çiğdem'in gözlerinde Şafak'ı görüyorsam, bugün de başkalarının gözlerinde Çiğdem'i görüyorum. Ve eğer kendi savaşımı kazanıp birilerinin gözlerime bakarken onları görmesini sağlayabilirsem benim hikâyemi de anlatacak birileri olacağından hiçbir şüphem olmayacak. Sevgili Şafak, Bahtiyar, Elif, Berna ve Çiğdem yeni bir kuşağın habercilerisiniz. Beynimizin en temiz köşesinde barınan Che, bundan 50 yıl önce Tricontinental'e gönderdiği mesajda "Tüm eylemimiz emperyalizme karşı bir savaş narasıdır... Ölüm nereden ve nasıl gelirse gelsin... Savaş sloganlarımız kulaktan kulağa yayılacaksa ve silahlarımız elden ele geçecekse: Ve başkaları mitralyöz sesleriyle ve de savaş naralarıyla cenazemize ağıt yakacaksa...

ÖLÜM HOŞ GELDİ, SEFA GELDİ" diyordu. Che'nin bu mesajından sonra binlerce devrimci dünyanın birçok yerinde defalarca kez bu sözün altına, son nefeslerine kadar halkın savaşını vererek imzalarını attılar. Ve komutan Ernesto Che Guevera bu sözünü dünyanın Türkiye'sinde, 2016 yılında tekrar en güçlü şekilde haykıran sizlere Havana'daki anıtından selam çakıyor. Tanya, 25 Kasım 1941'de yakalandıktan sonra sabaha kadar süren işkencelerin ardından yağlı urganı incecik boynuna geçirdiklerinde "Yoldaşlar! Neden bukadar kasvetlisiniz? Ölmek için korkmuyorum! Halkım adına öleceğim için mutluyum!" derken 1 Nisan 2015'te, dünyanın Türkiye'sinde Şafak ve Bahtiyar'ın halkı için ölüme giderken ki coşkusunu görüyordu. Elif'in hesapsızlığını, Çiğdem ve Berna'nın aceleciliğini... Çünkü Tanya hemen sonrasında aynen şöyle demişti cellatlara "Siz beni şimdi asıyorsunuz ama yalnız değilim. Biz iki yüz milyon insanız. Hepimizi asamazsınız. O gün bugündür cellatlar hala anlamadılar bu cümlenin anlamını. Tanyalar’ı, Şafaklar’ı, Bahtiyarlar’ı, Elifler’i, Bernalar’ı, Çiğdemler’i bitiremezler. Son olarak da bilin ki "Biz de sizi çok seviyoruz" ve bilin ki düşmeyecek o bayrak yere...

 

(Bu yazı Bağımsızlık Demokrasi Sosyalizm için Yürüyüş Dergisinin 10 Nisan 2016 tarihli, 516. sayısında yayınlanmıştır.)

 

***

 

Berna ve Çiğdem’i Yoldaşları Anlatıyor:

 

‘Berna; Kararlı, Mücadeleye Çok Bağlı, Aldığı Görevi Kararlılıkla Yapan ve Disiplinli Bir Yoldaşımızdı’

‘Çiğdem; Hep Güleryüzlü, Mütevazi, Büyüğüne Saygıyla, Küçüğüne Sevgiyle Yaklaşıyordu’

Berna’mız, bölgeye gelir gelmez, öncelikle bölgenin insanlarıyla tanışmak, kimin ne yaptığını anlamak ve öğrenmek, daha sonra da mahallenin sorunlarını çözmek, eksiklerini gidermek için caba harcamaya başladı. Benim yanıma geldiğinde dükkânda börek yapıyordum. Yanında, yine Esenler’den bir arkadaş vardı. İçeri girer girmez benim yaptığım böreklere dikkatlice bakmaya başladı. Ne malzeme katılıyor, nasıl bu hale geliyor, tuzu suyu ne kadar koyuyorsun diye sürekli sorular soruyordu. Öğrenmek istiyordu. Her şeyi öğrenmek, her şeyi bilmek istiyordu Berna’mız.

Daha sonra, benim işim bittiğinde, derneğe geçip, cay koyup sohbet etmeye başladık. Mahalledeki sorunları öğrenmek istiyordu. İşleri kimler yapıyor diye soruyordu. Ben de o sıralar hem çalışıp hem akşamları dergi dağıtımı, kapı çalışması yapıyordum. Geri kalan işler aksıyordu. Mahalledeki arkadaşlar da çalıştığı için kimse yardıma gelemiyordu. Ben biraz sitem ettim, kimse yardım etmiyor diye. O çok normal karşıladı, “olabilir” dedi, “kimse yardım etmeyebilir, kimse de olmayabilir. Ne yapalım, yardım etmiyorlar diye biz de mi yapmayalım? Hayır, biz yapacağız!” diyordu. Kararlıydı. Mütevazı ve sadeydi. İnsanlarla ilişkilerinde çok sıcakkanlıydı. Tam bir Cepheliydi ve bütün şehit Cepheliler gibi şehit duştu. Şehitliğini hapishanede duydum. Şehit düştüğünü öğrenince hem hüzün hem öfke... İkisini bir arada yaşadım. Ama öfkem daha büyüktü. Bütün şehitlerimizin önünde  saygıyla eğiliyorum.

Borekci Yoldaşı

***

Öncelikle, şehit yoldaşlarımız, Berna ve Çiğdem’in anıları önünde saygıyla eğiliyorum.

Berna’yla ilk tanışmamız Gençlik Federasyonu’nda oldu. O zaman da çok kararlı, mücadeleye çok

bağlı, aldığı görevi kararlılıkla yapan ve disiplinli bir yoldaşımızdı. 2010’da ben tutuklanıp Kandıra

2 No’lu F Tipi’nde kaldığım dönemde 2 sefer bana mektup yazmıştı. Parasız eğitim talebiyle açtıkları pankart dolayısıyla tutuklanmıştı. Biz ona geçmiş olsun gideceğimize o bize gelmişti. Böyle düşünceli bir arkadaşımızdı. Son dönemlerde yine birkaç kampanyada birlikte çalışıyor ve görüşüyorduk. Mahallelere sürekli geliyordu. Titizlikle, başarıyla mücadele eden militan bir yoldaşımızdı. Çiğdem’imizi de tanıyorum. O da hep güler yüzlü, mütevazı biriydi. Büyüğüne saygı, küçüğüne sevgi gösteriyordu. Mahallemize geldiği zaman mutlaka Halk Meclisine gelir, “yapılacak bir şey var mı?” diye sorardı. Hatta kısa bir dönem de olsa Gazi’ye gelip gitti, çalışmalara katıldı.

İkisi de çok değerli yoldaşımızdı. Tekrardan anıları önünde saygıyla eğiliyorum.

Efo Dayı

 

(Bu yazı Bağımsızlık Demokrasi Sosyalizm için Yürüyüş Dergisinin 1 Mayıs 2016 tarihli, 519. sayısında yayınlanmıştır.)

 

***

 

Yoldaşlarının anlatımından Berna ve Çiğdem...

 

“BİZİM BERNA,  TANYA’YA BENZİYOR DAHA ÇOK, ÇİĞDEM DE…”

 

Sabahın erken saatlerinde bir haber geliyor: “Televizyonu acın” diye... O saatlerde çok sessiz olur hapishane. Kitap okuma saatidir zira. Koşup acıyoruz televizyonu. Farkında değiliz o an. Yaşayan kahramanlık kitabımızın en güzel sayfalarından birini acıyormuşuz meğer. Aydınlanıyor ekran ve sabahın sessizliği, Cephelilerin zafer naralarıyla bozuluyor. Elbette televizyon ekranını aşıp bize ulaşmıyor sesler. Ama biz duyuyoruz; can kulağımızla…

Hızla geçiyor haber başlıkları; “Bayrampaşa’da polise saldırı”, “İki kadın saldırgan…” Sabo’nun kızları onlar!.. Henüz hiç bir şey belli değil, kim oldukları, neden yaptıkları... Hatta o ilk görüntüler de düşmemiş ekrana. İki kadın diyor yalnızca TV’deki muhabir. Duyduğumuz zaman hissediyoruz bizimkilerdir onlar... Ki bekliyoruz ne zamandır, kulağımız onlardaydı, bekletmediler bizi. Çok geçmeden ilk görüntüler düşüyor ekrana. Soluğumuzu tutarak izliyoruz. İçimiz gururla doluyor bir yandan imreniyoruz, yumruklar sıkılıyor kendiliğinden. Sakinlikleri, cüretleri, gozukaralıklarıyla ne kadar yakışıyorlardı bize. Aynı görüntüleri sürekli tekrarlıyorlar.

Tanıma umuduyla iyice yaklaşıyoruz televizyona. Ekrandaki görüntüyü donduruyor, büyütüyor, tekrar tekrar bakıyoruz. İhtimaller geçiyor akıllardan hızla... Tanıyoruz da… Simalarından değil ama yüreklerinden gozukaralıklarından… Tarihten tanıyoruz onları. Ciftehavuzlar’dan, Bağcılar’dan, Gultepe’den, Okmeydanı’ndan… içimizden hanilerimiz oldukları; adları, simaları çok da önemli değil bu yüzden. Sabo’nun kızları, işte Elifler’imiz… Neden sonra yeni bir haber düşüyor ekrana; “kaçmaya çalışan biri yaralı iki kadın saldırgan bir evde sıkıştırıldı” diye yetiştiriyor soluk soluğa haber muhabiri. Sıkışıyor yüreklerimiz, orada bir evde. Yaralıyız üstelik, kaçıyoruz, neremizin kanadığını bile bilmeden. “Şu an saldırganların etrafı sarılmış durumda, operasyon için özel harekat timlerinin gelmesi bekleniyor” diye devam ediyor muhabir. Aynı anda uzaktan bir sokağın görüntüsü; karanlığın cüceleri doluşmuş sokağın dört bir tarafına. Avcı kopekleri gibi sabırsız bekliyorlar. Az ötede bizimkiler var. Bir anda birbirlerine yaslanarak; güç alarak son kez sımsıkı sarılarak belki birbirlerine bakıyorlar. Onlar orada, biz burada bekliyoruz. O an ne kadar isterdik oysa ki bunun tam tersinin olmasını; orada onların yerinde olmayı, ya da koşup gitmeyi yanlarına orada onlarla birlikte vuruşmayı. Zafer sloganlarına tilililerine ortak olmayı... Ne çare mümkün değil, dört duvar etrafımız, bırakmıyor. En çok böyle zamanlarda koyuyor, tutsaklık; yumrukları sıkmak da fayda etmiyor. Bizimkiler oradalar… Git gide kalabalıklaşıyor sokağın çevresi. Çelik yelekli özel harekâtçılar da geliyor; “Son hazırlıklar yapılıyor” diyor muhabir. Yoldaşlarımızın katiline hazırlananlara donuyor kamera, kinle doluyoruz. “Yaşamak ve ölmek”, bir adım ötemizde ikisi de... Kaç kez yaşadık aynısını, kuşatmalarda, Olum Oruçlarında. Şimdi bir de canlı yayınlarda, uzaktan seyretmek duştu payımıza. Kaç kez karşımıza çıktı teslimiyet çağrısı. Elimizin tersiyle ittik her seferinde; yüzüne tukurduk ihanetin… “Bir yaşayıp her gün ölmektense, bir olur her gün yaşarız” dedik. Ve işte bir kez daha kuşatmanın ortasındayız. Bir zebani seslenecek birazdan içeriye; teslimiyete çağıracak bizimkileri. Adına “yaşamak” diyerek… “Yaşamak” kavramı bile kirlenir onların dilinde. Onların yaşamaktan anladığı kirlenmek; çürümek; soyunmak insanlığından… Karşılarında ezim ezim ezilmek çünkü… Bizim için de direnmek, onurlu, namuslu olmaktır yaşamak. “Teslim ol” diyecek birazdan cellat: “Yaşamı secin”. “Hadi oradan alçak herif senin olsun, öylesi yaşamın. Biz yoldaşlarımızın yüreğinde, sıkılı yumruklarda kavgada sonsuza kadar yaşamayı yeğleriz. Öyle yaşamak. Bu yüzdendir ki, birazdan Sibel’in dilinden verilecektir cevapları… Ki veriliyor da; “Polisin ‘Teslim ol’ çağrılarına içeridekiler ateşle karşılık verdiler.” diyor muhabir. Operasyonun başladığını haber veriyor. Silah sesleri duyuluyor uzaktan. Atılan her kurşun canımıza değiyor sanki: “İki terörist etkisiz hale getirildi” yazısı geçiyor az sonra ekrandan. “Emniyet kaynakları” açıklamış. Bu kadar basit sanıyorlar. Oysa bir kurşun sonsuz olanı yok edemez. Tarihimiz sayısız kez kanıtladı bunu, yine kanıtlayacak. Bitti dedikleri yerde yürekten yüreğe çoğalacak sevda. Hüzünlü değiliz. Hüzün sırası değil. Öfkeliyiz; öfkeyi bilemenin zamanı. Coşkuluyuz da… Böyle yiğit, böyle cüretli, gözü kara yoldaşlarımız var.

Meydan okuyorlar faşizme. İnlerinde vuruyorlar zulmü. Adaletsizliğe meydan okuyorlar.

Berna-Çiğdem... Adlarınız belli oldu. Belli artık. Hatta fotoğraflarınız beliriyor bu kez ekranda. Çiğdem’in yüzü buğulu biraz, çok uzaktan bakıyor sanki. Oysa hiç olmadığı kadar yakınımızda o an. Berna’nın eski görüntülerini bulup yayınlıyorlar hemen. Gülen yüzü, sıkılı yumruğu, coşkulu, umutlu bakışıyla Bizim Bernamız… Berna ile ilgili eski haber başlıkları çıktı gazetelerde. O zaman yapılan haberlerin birinde; “Berna’nın Camila’dan ne farkı var” diye sormuş bir gazete. Berna’nın “Parasız Eğitim İstiyoruz” eylemi nedeniyle tutuklandığında, aynı günlerde Şili’deki öğrenci eylemlerinde öne çıkan Camila ile benzerlik kurulmuştu. Şimdi yeniden bakıyoruz fotoğraflara. Bizim Berna, Tanya’ya benziyor daha çok, Ciğdem de… Bizim Tanyalarımız, onlar. Ellerinde çeskaları kocaman yürekleri ve gözükaralıklarıyla. Düşmanın karşısında dimdik duran, hesap soran, teslim olmayan… Dun gene yoldaşlarımızdılar. Bugün öğretmenlerimiz, komutanlarımız oldular.

 

(Bu yazı Bağımsızlık Demokrasi Sosyalizm için Yürüyüş Dergisinin 7 Ağustos 2016 tarihli, 533. sayısında yayınlanmıştır.)

 

 

 

Geri