Çiğdem
YAKŞİ'yi Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:
Yoldaşları Çiğdem Yakşi’yi
Anlatıyor...
“Bugün
Yazarsın, Yarın Yaratırsın, Sonra da Kendin Şiir Olursun”
“Sen benden önce şehit düşersen seni yazacak, anlatacağım abla” demiştin bir gün
attığımız voltaların birinde. Öyle çok anı geliyor ki
aklıma seninle paylaştıklarımız... Hepsi öyle doğal, güzel, öyle yaşanılası ve
yaşatılası ki... Çok gülüyorduk. Ağız dolusu, huzurlu gülüşler eksik olmazdı
sohbetimizde, voltalarımızda... Bakırköy Hapishanesi’nde ve dışarda hayatı
birlikte örüyorduk, birbirimize bir şeyler katıyorduk, katıyoruz. Şafak’ın
şehitliğinden sonra şiir yazdın mı sorularına karşılık şiir - yazı yazmayı da
bıraktım, kalemi de bıraktım demiştim, gerçekten de bırakmıştım.
Sense bana kızardın, bakışın gözlerimin önünde şu an. Neden yazmıyorsun,
yaz diyordun. Hasan Ferit Gedik’e yazdığın Dedeme Mektup şiiri gibi yaz
diyordun. Bense “Şiir yazmak mevzu değil, şiir gibi yaşamak ve şiiri
yaratmak” dediğimde cevabın öğretici ve yol göstericiydi:
BUGUN YAZARSIN, YARIN YARATIRSIN SONRA DA KENDİN ŞİİR OLURSUN.
Çok kişi kavga yoluna girer çıkar, sonuna kadar götüren olur,
yarı yolda bırakan... Kimileri olur ki, yoldaş nedir dedin mi, akla o gelir.
İşte sen de bunlardan biriydin Çiğdem. Yoldaş sıcaklığın, samimiyetin, gözlerinin
ışıltısı, harekete ve yoldaşlarına bağlılığın, kendini aşma caban...
Yoldaşlığın
tüm güzelliğindeydi ömrün. Hızlı, canlı, heyecanlı, bazen panik, emekçi,
militan, hep halay başı...
Hep türkü güzelliğinde... 1 Mayıs komitesindeydik seninle. Çok güzel
geçecek deyip heyecanını bize de yaymıştın. Ve görselliğiyle, militanlığıyla gerçekten
çok güzel geçmişti. Kırmızı tişörtler yaptırmıştık, Berkin ve Mehmet Akif’in
resimlerinin olduğu. Sonra Berkin eldivenleri, Berkin sapanları... İnce ayrıntıları
da düşünerek, özenerek hazırlanmıştık. Emeğin çoktu o 1 Mayıs’ta. Yeni
fikirlere acıktın, “hemen yapalım çok güzel olur” derdin. Güvenirdin, güvendiğini
hissettirirdin. Seninle ortak yanlarımızdan birisi duygusallığımızdı. Şehidimiz
oldu mu, gözlerimizi birbirimizden kaçırırdık. Çünkü kesin ikimiz de ağlamış
olurduk. Ağlamaya vakit yok gülüm, demiş ya şair, ya da ağlamayı yapacak bir
şeyleri olmayanlara bırakmak... Böyle sözleri derdik demesine ama gözlerimizden
süzülenlere de engel olamazdık o zamanlar. Biz sevgimizi ağlamakla değil hesap
sormayla somutlarız. Bunu ikimiz de bildiğimiz için göz göze gelmezdik. Senin
şehitliğini öğrendiğimde gözlerim isimlerinize odaklanmıştı. Berna ve Çiğdem...
İki ateş topu duştu yüreğime o an. Ve seninle yaptığımız son sohbetlerden birisi.
Okmeydanı Anadolu Kahvesi Durağında polis bir yoldaşımızı sürükleyerek kaçırmıştı.
Sen o an yolun karşı tarafındaymışsın. Görünce Okmeydanı’na doğru koşmuşsun. “Nasıl
hızlı koştum abla, görmeliydin” diye anlatıyorsun heyecanlı heyecanlı.
Bense şaşırmış ve niye diye sormuştum. Çünkü sen yoldaşın gözaltına alınırken kaçacak
kişi değilsin. Düşmanın üstüne atılırdın. “Bu sefer beni yakalayamayacaklar, artık
tutuklanmayacağım.
Bu sefer ben onlara gideceğim” demiştin ama bu kadar hızlı
olacağını bilemezdim... Oysa iki adım yaşama, bir adım ölüme yakın olduğumuz
zamanlardayız. Yanı başımızda öyle sakin hazırlanmıştın ki eylemine. Hiçbirimiz
anlamamıştık. Sadeliğin hep üzerindeydi yine. Bazen üzerimizdeki tebessümlü ve içten
bakışlarını yakalardım. Derin derin bakardın. Umut yayan o bakışlarının aslında
sessiz bir vedalaşma olduğunu sonradan anladım. Sen bir sıra neferiydin Cido... Eylemin hiç kimseyi şaşırtmadı. Çünkü bizim Cido yapardı. Gözü kara, yüreği tertemiz, hesapsız, çıkarsız...
Şimdi emin ol ki adımladığımız kavga yolunda kalbimizin atışlarına karıştı kalp
atışların. Kavganın rüzgârı Çiğdemce kokuyor nicedir. Ve sarmalıyor senin gibi
hesapsız çıkarsız yürekleri. Büyütüyor da.
Cephelilerin ömürleri kavganın namlusuna sürülmüş bir mermidir. Ve
siz hedefini bulan hesap soran bir mermi oldunuz. Her hayat bir romandır ve her
insan kendi romanının kahramanıdır, diye düşünürüm hep. Siz okunması gereken en
güzel ve öğretici kitaplardansınız. Biz kendi satırlarımızı yazmaya, romanımızı
tamamlamaya devam ediyoruz. Emin olun ki son satırımız sizin satırınız olacak.
VE ZAFER... Yüreğiyle, beyniyle gerçekten
Cepheli olan herkes kendi zaferini yaratacak. Ve Cephelilerin kazandığı her bir
zafer devrimin tuğlası olacak.
(Bu
yazı Bağımsızlık Demokrasi Sosyalizm için Yürüyüş Dergisinin 10 Temmuz 2016
tarihli, 529. sayısında yayınlanmıştır.)
***
Dev-Genç’li
Bir Yoldaşı Anlatıyor:
"Ne Onurlu Bir Nesil Yaratmış
Dev-Genç Ne Kadar Gurur Verici İnsanlar Yetiştirmiş"
Sevgili
Berna ve Çiğdem abla nezdinde tüm Dev-Genç’lileri
kucaklıyor; şehitlerimiz önünde saygıyla eğiliyorum.
Elif
abla, Şafak ve Bahtiyar abiler şehit düştükten bir iki gün sonra ben de tutsak
düşmüştüm. Tutsaklık bu mücadelenin bir parçası. Buna ne şüphe! Uzağımızda veya
henüz değil diyebileceğimiz bir durumda hiç olmadı tutsaklık... Bunları
biliyorum.
Ama
onların şehitliği sonrası böylesi bir bedeli ödemek iki kat ağır geliyor
insana.
Hapishaneler
kocaman yürekleri sığdırmaya çalıştıkları dipsiz kuyular sanki. Avaz avaz bağırışlarım, çığlıklarımla yankılanıyordu her gün.
“Alın
beni de kızıl atlarıyla güneşe gidenler” diyen Kahraman Altun’u
şimdi daha iyi anlıyorum. “Bir mermi de benden aslanım” diyen Berdan’ın sesine
sesimi şimdi daha gür katıyorum. Ve dönüyorum gökyüzünün uçsuz bucaksız
maviliğine, Elif, Şafak Bahtiyar’ı orada arıyorum. Bana bakıyorlar, beni
izliyorlar biliyorum. Ne çok yordum seni değil mi Şafak abi?
Bana
renkli kâğıtlarla mektup yazma ısrarını hiç unutmayacağım Elif abla. Bahtiyar
abi ya sen nasıl beceriyorsun bu kadar sessiz olmayı, milyonların milyonda biri
gibi davranmayı... Öyle çok anlatacaklarım var ki size... Öyle çok, öyle çok ki.
Yazamadım
uzun süre bunları. Bu süre içinde gözlerim dolmadı da değil, ama duygusallıktan
değil yazı yazamamam. Sizinle sohbetimin, dertleşmemin sonu yok ki... Hangi
birisini yazayım şimdi... Derken açtım beyaz sayfayı önüme. Elif abla, Şafak ve
Bahtiyar abi; Berna ve Çiğdem ablaya dair düşündüklerimi size anlatacağım. Çok
yakından, hatta benden daha da yakından tanıdıklarınızdır Berna ve Çiğdem abla.
Uzun
zaman oldu Berna ablayı görmeyeli. Sizin şehitliğiniz ve benim tutsaklığım
öncesi görüştük en son. Şimdi televizyonlarda gördüm onu. Çiğdem ablayı
görüntüleri görür görmez tanımıştım zaten. Şimdi anlatsam nasıl yürüdüğünü
Çiğdem ablanın, “bak ya nasıl anlatıyor beni’ diye söylenecek bir yerlerden
biliyorum.
Dolu
doluydu ikisinin de yürüyüşleri. Yarine
hasrettir bu adımlar, halkına sevdalıdır bu kızlar. Selam olsun zulmün
kalelerini yıkmak için sokakları adımlayanlara. Berna abla, liselilerin kocaman
ablası. Gözlerimiz yollardaydı. Elif, Şafak ve Bahtiyar’ı bir yerlerde
yaşatacağını biliyordum. Onların cüretiyle, Kızıldere’nin diliyle, türkü söyler
gibi direneceğini biliyordum. Ve çıktın geldin.
İşte
Dev-Genç’liler! Yine geldiler, adalete hasret yürekleri
adaletle buluşturup güneşe gittiler dedirttin. Hoşgeldin
Berna abla, hoşgeldin ve sefa getirdin.
Fotoğraflarınıza
bakıyorum. Ne onurlu bir nesil yaratmış Dev-Genç. Ne kadar gurur verici
insanlar yetiştirmiş. Hani bazen onur ve gururdur deriz ya bazı şeyler
için, bu kelime kimileri için soyut kalır çoğu kez. Sizin fotoğraflarınız,
anılarınız somutluyor her şeyi beyinlerde. Sevgili Çiğdem abla... Bahtiyar
abinin bağlaması ve flütü bana emanet merak etme. Hemen aldım onları, güzel bir
yere sakladım. Dernekte de çiçekleri eksik etmeyeceğiz, o konuda da gözün
arkada kalmasın. Bahtiyardır şimdi bizim Çiğdem muradına erdi, diye yazıldı bir
açıklamada. Ne kadar mutlusun değil mi, ne kadar aceleci, ne kadar samimisin.
Üzgünüm aslında biraz. Vasiyetini yerine getiremedik. Bahtiyar abinin yanında
toprağa veremedik seni. Ailelerin çıkardığı bu tarz sorunlar önlenemez oluyor
bazen. Ve bizim içimizde ömür boyu burukluk bırakıyor bunlar. Eminim güneşin
sofrasında yan yanasınızdır. Kucaklaşmışsınızdır bir dolu. Bizden de selam
söyleyin, bizim için de sarılın şehitlerimize. En son çiçek getirmiştin bize.
Bana uzattığında işleri güçleri yetiştirememenin kızgınlığıyla kafamı çevirdim
sinirli sinirli sana. Ben nereden bileyim diye avutamıyorum bile kendimi! Bir
bilsem alıp bağrıma basmaz mıydım o çiçekleri?.. Yolun
açık, yolun kavga dolu olsun demez miydim sana? Seni şimdiden çok özledim abla.
İşler güçler yine çok ve ben yine altından kalkamıyorum bazı şeylerin. Bir yerde
yardım istemek de utandırıyor beni. “Şafaklar’ın Bernalar’ın Çiğdemler’in, Elifler’in, Bahtiyarlar’ın
öğrencisine bak” diyecekler diye korkuyorum. Haklılar da böyle söylemeye. Sizin
aştığınız zorluklar, sizin vardığınız hedefler, bize gücümüzün sınırsızlığını
öğretiyor. Şimdiden çok özledim sizi abla. Anlatacaklarım yarım kaldı sana. Ama
elbet bir gün görüşeceğiz. İsmimi bağırdığını duyar, bizi izlediğinizi görür
gibiyim. Öyle çok, öyle çok özledim ki sizi, imkânımız olsa mezarınızı gençliğin
çatısına yapardım. Her gün sizle konuşur, bol bol gülüşürdük.
Unutmayacağız
sizi. Her şey daha yerinde şimdi. Her
şey daha anlamlı. Ve hayatı anlamlı kılmak isteyen yüzlerce Dev-Genç’li olacak. Daha çok göz var artık üzerimizde. En yakındakilerimizin
gözleri... Bizi izlediklerini bilmek fotoğraflarını görmek bile birçok
sorunumuzu çözmeye yetecektir artık. Bir feda kuşağı yarattı Dev-Genç, dünyada
eşi benzeri olmayan gelenekleri ortaya çıkaran insanları yarattı. Selam olsun
Dev-Genç’e, Dev-Genç’lilere.
***
Bayrampaşa’da
Çiğdem ve Berna’nın eyleminden sonra onları tanıyan insanların
değerlendirmeleri:
“En
yakın insanlarımız, iki kadın ne kadar cüretli eylem yaptı, binlerce çeviğin
bulunduğu yere gitmek feda eylemidir” diye değerlendiriyorlar.
“Çok
cüretli, adaleti sağladığımız bir eylem oldu” diyorlar. “Topkapı’da özellikle
Berna’yı tanıyan birçok ailemiz var. Çok üzüldüler, Adli Tıp önüne gittiler. Sahiplendiler.
Şehitlerimizin ardından art arda gelen
hesap sorma eylemleri moral motivasyonu artırdı. Sibel
Yalçın’da da cenaze kaldırılmadan onu ihbar eden kişi cezalandırılmıştı.
Şimdi
de mahallede böyle bir hava oldu.” “Şimdi insanlarda adalet, hesap sorma beklentileri
var. Bu yüzden bizden birçok eylem bekliyorlar.” “Eylem hepimize Şafak ve Bahtiyar’da
yaşadığımız duyguları yaşattı. Çok cüretli, coşkulu, net bir eylemdi.”
***
Bayrampaşa
Halkının Tanıklığından...
Bayrampaşa
esnafının genel olarak tavrı iyi. “Kızlar çıkabilseydi keşke” vb. diye
sahiplenici bir yaklaşım var. Ayrıca şunu anlatmışlar... Kızlar ilk önce bir
tane bomba attılar ve bu çeviğin kapısını parçaladı, ama bunu hiç vermediler.
İlk bombadan sonraki görüntüleri veriyorlar” diye anlatılıyor.
(Bu
yazı Bağımsızlık Demokrasi Sosyalizm için Yürüyüş Dergisinin 13 Mart 2016
tarihli, 512. sayısında yayınlanmıştır.)
***
Yoldaşları Berna ve Çiğdem i Anlatıyor
Berna ve Çiğdem, Mücadelenin Bağrında Birbirlerinin Köklerine Tutunarak
Açmış İki Kan Kızıl Çiçektirler Bir insanın iki doğumu olur mu? Devrimcilerin
olur! Berna ve Çiğdem birlikte doğdular, Ankara Dev-Genç saflarında tanıştılar.
Dostluklarının harcını Hareketimizin değerleri ve inançlarıyla kardılar.
Yürekleri aynı kara sevdayla tutuştu. Akılları bu ateşi kılavuz bildi. Bu
ateşte kavrulalım mı diye birbirlerine danıştılar. Gözleri çakmak çakmaktı.
Artık yoldaştılar Çiğdem'in yediği Berna'nın içtiğiydi Çiğdem' in güldüğü,
Berna'nın içlendiğiydi Çiğdem'in canlılığı, Berna'nın ağırbaşlılığıydı
Çiğdem'in sevdası Berna'nın öfkesiydi Onlar Dev- Genç’liydi,
hep birlikte atan iki yürektiler. Keskindiler savaşın kendisi gibi. Eksikleri
de vardı her insan kadar Asıl kahraman kendini yenendir, demiş ya Lenin.
Kendileriyle savaşlarında da örnektir Çiğdem ve Berna birbirlerinin gerisine
düşmemek için ant içmişlerdi adeta. Kıbrıs’ın bir köyünden üniversite okumak
için kalkıp gelen Berna; Ankara'da, saçları mavi, pantolonu kırmızı çılgın bir
kızla karşılaşınca başlar macera.
Çiğdem’dir adı. İkisini buluşturan; düzenin tüm yozlaştırma politikalarına
rağmen Anadolu halklarından söküp atamadığı o temiz, çıkarsız, hesapsız insan
ilişkileridir. Onları ölümüne birleştiren ise Dev-Genç’in 46 yıldır yarattığı
devrim iddiası ve insan onurunu yücelten değerlerdir! Çiğdem ve Berna kendileri
gibi HALKTAN ve HAKLIDAN YANA OLDUKLARI için katledilen halk çocuklarının
hesabını sormak üzere birleştiler bu kez. Ve BEYNİNİ TARADILAR ÇEVİK
KUVVETİN... Düşmanın çokça delik açılmış; vurula vurula duvarları aşınmış
kalelerini bir kez daha sarstılar! Güpegündüz üstelik Hem de sanki Dev- Genç’in
açıklamasına yetişmek ister gibi aceleci, özgür tutsaklarla volta atar gibi
coşkulu, anıları anlatır gibi neşeli, geleceğe koşar gibi cüretli!.. Onlar ölümü toprağa gömdüler. Ölümsüzdürler! İçimizdeler
şimdi, hepimizin yoldaşlık sevgisinin harcına katıldılar. Neşelerini yüklediler
acılarımıza. Öfkelerini kattılar bizi devrimden alıkoyan yanlarımıza. Olmazları
olur kıldılar gözümüzde bir kez daha. Her birimize yerlerini doldurma görevi
daha fazlasını örgütleme ödevini bıraktılar O BÜYÜK SEVDALARIYLA BİRLİKTE
yüreğimizde ve bilincimizdeki Şafak, Bahtiyar, Elif ve Günay ın oturduğu zirveye erişip yüzümüzü bir kez daha ileriye,
devrime çevirdiler. Size söz Cephe nin onurlu
kadınları, Sabo' nun iftiharları daha fazla
çalışacak, daha fazla örgütlenecek, daha çok savaşacağız!
Şimdi
Çiğdem Vaktidir...
Baharı
getiren Çiğdem'in gülüşüdür
Kara
kışı yenen Berna'nın vuruşudur
Ve
bakın
Gelin
yakından bakın
O
kızların
Ki
artık yedi cihanda
Sabo'nun Kızları denir onlara
Yüreği
halkın yüreğidir
İçinde
gelecek kavgası
İçinde
tarihin mayası
İçinde
ne varsa BİZ'e dair hepsi
İçinde
emekçilerin taşan sabrı
Kılıç
keskini hıncı
Halkın
adaleti
İçinde
bir büyük sevda
Kuşanılmış
ve diridir
Kapısına
dayanılan
Amerikan
itleridir
Korku
içinde tir tir
Kaçınılmaz
sonlarını beklerken
Beklerken
halkın ve
hayatın düşmanları
Çıkageldi
iki Dev-Genç’li
İki
savaşçı
Bizim
ikimizdiler
Ve
tepeden tırnağa cürettiler
Ve
bir ordunun karşısında
Bir
halk kadar çoktular
Adaletsizliğin
karşısında
Halkın
adaleti oldular
Ve
şimdi bin selam vaktidir
Çiğdem'in
gülüşünü kuşanmanın
Berna'nın
tetiğine dokunmanın
Vaktidir
savaşmanın
Tam
vaktidir vurmanın
Vurmanın
Vurmanın
vaktidir
Selamlayarak
şehitleri
Şimdi
Çiğdem vaktidir
Taşların
Çiğdem açtığı
Tetiklerin
Berna’laştığı
Vakit
bizim vaktimizdir
Hadi
bahara karışalım
Düşmana
vuralım...
Ümit İlter
(Bu
yazı ve şiir Bağımsızlık Demokrasi Sosyalizm için Yürüyüş Dergisinin 20 Mart 2016
tarihli, 513. sayısında yayınlanmıştır.)
***
Sevgili Çiğdem ve Berna Abla,
Bize ne çok şey öğretip
şehit düştünüz.
Şehit düşerken
bile öğretmeye devam ediyordunuz. O sakinliğiniz, cüretiniz, iradeniz... İşte bizim kadınlarımız, Cephe'nin kadınları
dedirtiyordu dosta, düşmana, herkese. Şafak Abiler şehit düştüklerinde bu kadar olgun değildim
bir türlü inanmak istemiyordum onlara bir daha sarılamayacağıma.
Kendi kendime diyorum ki bu süreç, ödediğimiz
bu bedeller seni olgunlaştırdı. Sizin şehitliğiniz, Dilek'in ve Yılmaz'ın hesabını
sormanız hiç şaşırtmamıştı
beni.
Çiğdem Abla'yla daha çok zaman geçirdim
ama Berna Abla'yı da biraz tanıma fırsatım oldu. Belki çaktımcı
dersiniz bana ama anlıyordum. Çiğdem ve Berna
Abla'nın da tıpkı Şafak Abi'nin gözlerinde hissettiğim o büyük sevgi ve bağlılık
vardı. Sizin de yoldaşlarınız için, halkımız
için kendinizi feda edebileceğinizi
biliyordum... Ve Elif'in, Şafak'ın, Bahtiyar'ın
yoldaşlarına yakışır
bir şekilde ölümsüzleştiniz.
Berna Abla ilk örgütlendiğimde gençliğe gelmiştin,
benimle yıllardır tanışıyormuş gibi ilgilenişin bir aile sıcaklığını
hissettiriyordu. Tıpkı bir anne gibi, baba gibi sıcacıktın. Belki de sayılı şekilde birkaç konuşmamız,
ayaküstü sohbetimiz seni tanıyıp sevmem için yetmişti.
Çünkü sen de o kara, kocaman gözlerinle; seni, tüm yoldaşlarımızı,
halkımızı ve vatanımı çok seviyorum hem de ölebilecek kadar seviyorum diyordun
bana. Ben de buradan söylüyorum, ben de sizi çok seviyorum, tıpkı bizi sevdiğiniz gibi.
Çiğdem Abla seninle son tahliyenden
sonra tanışma fırsatı bulduk. Birebir seni tanımasam da senin adını hep
duyuyordum. Bazen Armutlu'da bazen Çayan'da bazen de
bir sohbetin arasında. Herkes senden bahsediyordu. Ne çok sevdirmiştin
kendini... Dilek, Dilek'in akrabaları, Emrah Abiler de senden bahsediyordu.
Seninle de tam olarak Dilek vurulduğunda hastane önünde tanıştık. Yeni tahliye
olmana rağmen hemen işlerin
ucundan tutmaya başlamıştın. Gelip Metin
Amcalara destek oluyor, bana da yapmam gerekenleri söylüyordun. Hatta Şehit düşmeden bir
iki gün önce yolda yürürken bunun sohbeti geçmişti
aramızda. O sevinç naralarım hala hafızandaydı, bana anlatıp ağız dolusu gülüyordun... Armutlu'daki
çadırımızı ziyaret edip, bize tüm coşkunla
türküler söylediğini hatırlıyorum. Seni
anlatırken kulağıma çok sevdiğin
''Dumanlı Dumanlı'' türküsü geliyor. Sibel Yalçın'dan
geliyor, artık bu türkü herkesin dilinde ve yüreğinde...
Dilek hep aklındaydı, onunla yaşadıklarını
anlatıyordun. Dilek'in en çok inatçılığını sevdiğini
söylemiştin bana. Sen de en az Dilek kadar
inatçıydın, bir işin peşini sonuç almadan bırakmazdın. Dilek'in tabutunun başında
hesabını sormak için yemin etmiştin. Yeminini
tuttun Dilek'in hesabını sordun. Şimdi yemin sırası bizde, sizlerin de hesabını
biz soracağız, Dev-Genç'liler soracak...
Seni bazen gençlikte Bahtiyar Abi'nin bağlaması
ve kavalıyla sohbet ederken görüyordum. Özenle bağlama
ve kavala dokunur onları düzeltirdin. Aslında dokunduğun
Bahtiyar Abi'nin sıcaklığıydı. Onun yanına
varmak için sabırsızdın. Bir de bize aldığın
Elif, Şafak, Bahtiyar çiçeklerini her gün
sulaman geliyor aklıma. Aslında sen sınıf kinini, adalete olan açlığını sulayıp büyütüyordun. Bana çiçekleri
anlatıyordun. Bahtiyar'ın sakinliğini,
köklerini sağlam bir şekilde
toprağa bağlayışını
anlatıyordun. Şafak'ın hemen açmasını, sabırsızlığını ve Elif'in zarifliğini
anlatıyordun...
Aslında sizi anlatmak kolay değil, bazen
kelimelerin ötesinde hissettiklerim oluyor. Daha nasıl anlatabilirim diye düşünüyorum... Siz en temizinden en güzelinden
insanlardınız, dünyadaki tüm güzellikler, iyilikler sizde toplanmıştı...
Birer çiçektiniz, açtınız ve şimdi her yer Çiğdem ve Berna çiçeği
kokuyor...
***
Halkın Adalet Özleminin, Öfkesinin
Temsilcisi İki Kadını; Dev-Genç’li Yoldaşı Anlatıyor;
"Şimdi Yemin Sırası Bizde!
Sizin Hesabınızı da Biz Soracağız! Dev-Genç'liler
Soracak!"
Sevgili
Çiğdem ve Berna Abla, Bize ne çok şey öğretip şehit düştünüz. Şehit düşerken
bile öğretmeye devam ediyordunuz. O sakinliğiniz, cüretiniz, iradeniz... İşte
bizim kadınlarımız, Cephe'nin kadınları dedirtiyordu dosta, düşmana, herkese.
Şafak Abiler şehit düştüklerinde bu kadar olgun değildim bir türlü inanmak
istemiyordum onlara bir daha sarılamayacağıma. Kendi kendime diyorum ki bu
süreç, ödediğimiz bu bedeller seni olgunlaştırdı. Sizin şehitliğiniz, Dilek'in
ve Yılmaz'ın hesabını sormanız hiç şaşırtmamıştı beni.
Çiğdem
Abla'yla daha çok zaman geçirdim ama Berna Abla'yı da biraz tanıma fırsatım
oldu. Belki çaktımcı dersiniz bana ama anlıyordum.
Çiğdem ve Berna Abla'nın da tıpkı Şafak Abi'nin gözlerinde hissettiğim o büyük
sevgi ve bağlılık vardı. Sizin de yoldaşlarınız için, halkımız için kendinizi
feda edebileceğinizi biliyordum... Ve Elif'in, Şafak'ın, Bahtiyar'ın
yoldaşlarına yakışır bir şekilde ölümsüzleştiniz.
Berna
Abla ilk örgütlendiğimde gençliğe gelmiştin, benimle yıllardır tanışıyormuş
gibi ilgilenişin bir aile sıcaklığını hissettiriyordu. Tıpkı bir anne gibi,
baba gibi sıcacıktın. Belki de sayılı şekilde birkaç konuşmamız, ayaküstü
sohbetimiz seni tanıyıp sevmem için yetmişti. Çünkü sen de o kara, kocaman
gözlerinle; seni, tüm yoldaşlarımızı, halkımızı ve vatanımı çok seviyorum hem
de ölebilecek kadar seviyorum diyordun bana. Ben de buradan söylüyorum, ben de size
çok seviyorum, tıpkı bizi sevdiğiniz gibi. Çiğdem Abla seninle son tahliyenden sonra
tanışma fırsatı bulduk. Birebir seni tanımasam da senin adını hep duyuyordum. Bazen
Armutlu'da bazen Çayan'da bazen de bir sohbetin
arasında. Herkes senden bahsediyordu. Ne çok sevdirmiştin kendini... Dilek,
Dilek'in akrabaları, Emrah Abiler de senden bahsediyordu. Seninle de tam olarak
Dilek vurulduğunda hastane önünde tanıştık. Yeni tahliye olmana rağmen hemen
işlerin ucundan tutmaya başlamıştın. Gelip Metin Amcalara destek oluyor, bana
da yapmam gerekenleri söylüyordun. Hatta Şehit düşmeden bir iki gün önce yolda
yürürken bunun sohbeti geçmişti aramızda. O sevinç naralarım hala hafızandaydı,
bana anlatıp ağız dolusu gülüyordun... Armutlu'daki çadırımızı ziyaret edip, bize tüm coşkunla
türküler söylediğini hatırlıyorum. Seni anlatırken kulağıma çok sevdiğin
''Dumanlı Dumanlı'' türküsü geliyor. Sibel Yalçın'dan
geliyor, artık bu türkü herkesin dilinde ve yüreğinde... Dilek hep aklındaydı,
onunla yaşadıklarını anlatıyordun. Dilek'in en çok inatçılığını sevdiğini
söylemiştin bana. Sen de en az Dilek kadar inatçıydın, bir işin peşini sonuç
almadan bırakmazdın. Dilek'in tabutunun başında hesabını sormak için yemin
etmiştin. Yeminini tuttun Dilek'in hesabını sordun. Şimdi yemin sırası bizde,
sizlerin de hesabını biz soracağız, Dev-Genç'liler soracak...
Seni
bazen gençlikte Bahtiyar Abi'nin bağlaması ve kavalıyla sohbet ederken görüyordum.
Özenle bağlama ve kavala dokunur onları düzeltirdin. Aslında dokunduğun Bahtiyar
Abi'nin sıcaklığıydı. Onun yanına varmak için sabırsızdın. Bir de bize aldığın
Elif, Şafak, Bahtiyar çiçeklerini hergün sulaman geliyor
aklıma. Aslında sen sınıf kinini, adalete olan açlığını sulayıp büyütüyordun.
Bana çiçekleri anlatıyordun. Bahtiyar'ın sakinliğini, köklerini sağlam bir
şekilde toprağa bağlayışını anlatıyordun. Şafak'ın hemen açmasını, sabırsızlığını
ve Elif'in zarifliğini anlatıyordun... Aslında sizi anlatmak kolay değil, bazen
kelimelerin ötesinde hissettiklerim oluyor. Daha nasıl anlatabilirim diye
düşünüyorum... Siz en temizinden en güzelinden insanlardınız, dünyadaki tüm
güzellikler, iyilikler sizde toplanmıştı... Birer çiçektiniz, açtınız ve şimdi
her yer Çiğdem ve Berna çiçeği kokuyor...
İki
Karanfile
Çiğdem ve Berna'ya...
hayat,
koşarken bahara
mart telaşıyla
hayat bahara...
kuşandı yangınını iki karanfil
sorulacak
hesapların
dillerinde Sabo
türküsü
yüreklerinde bir umut
vuruşkan
teslim olmayan...
yürüdü iki karanfil
düşmanın üzerine
hıncı sıktılar ve öfkeyi
aktı kanları bir kez daha
en güzel renginde devrimin
kanadı karanfiller
halkı adalete doyuracak
yarının yollarına...
düştü
düştü iki karanfil
vuruşa vuruşa...
onlarınki
bir Elif inceliği
onlarınki
Şafak aydınlığı
onlarınki
Bahtiyar bir gülüştür yarına...
(3 Mart 2016)
(Bu
yazı ve şiir Bağımsızlık Demokrasi Sosyalizm için Yürüyüş Dergisinin 3 Nisan 2016
tarihli, 515. sayısında yayınlanmıştır.)
***
Yoldaşları
Anlatıyor:
“Şafaklar’ı, Bahtiyarlar’ı, Elifler’i, Bernalar’ı, Çiğdemler’i Bitiremezler”
Merhaba
Sevgili Şafak, Bahtiyar, Elif, Berna ve Çiğdem,
Sıradakinin Ölümü
O, ne önde
ne
arkada
sırada
sıramızdaydı..
Ve yanındakinin kanlı başı onun
omzuna
eğilince
ona
sıra gelince
sayısını
saydı...
Söz istemez.
Yaşlı göz istemez.
çelenk melenk lazım değil...
SUSUN.
SIRA NEFERİ UYUSUN... (Nazım Hikmet)
“Sıra
Neferi”
şiiri, yaşım 25'e geldiğinde, ilk ezberlediğim şiirdi. Neden ezberlememi
istemiştiniz bilmiyorum. Zar zor da olsa ezberledim. İlk okuduğumda çok anlamlı
bulmuştum bu şiiri, sizler şehit düşene kadar da böyleydi. Ama sizden sonra
artık bu şiir benim için anlamlı olmaktan da öte bir gerçeklik halini aldı.
Sizler romanlarda yazılan, şiirlerde anlatılan, Anadolu halklarının dilinde
kulaktan kulağa yayılan kahramanlarsınız.
Ve
kitaplardan okumadım sizleri, gördüm, konuştum. İlk eğitim çalışmamda Berna
vardı yanımda. Ne kadar da sıkılmıştım değil mi Berna? Sen hiç ara vermeden
çalışıyordun, bense iki de bir ara veriyordum... Kim demiş ki Ernesto Che Guevara'nın Bolivya'da
öldüğünü? Kim demiş ki İspanya iç savaşında, faşist Franco'ya
karşı savaşan Dimitrov Taburu'ndaki
sosyalistlerin öldüğünü? Kim demiş ki Spartaküs'ün Vezuv yanardağında başlattığı isyanın bittiğini? Kim demiş ki Bedreddin'in, Börklüce'nin,
Torlak Kemal'in, Demirci Kawa'nın, Rosenberg'lerin, Tanya'nın, Ho Amca'nın ve 13 milyon Vietnamlının, 23 milyon Sovyetler
Birliği insanının, “Biz buraya dönmeye değil ölmeye geldik” diyen Mahir'in,
"Biz kazanacağız, çünkü biz halkız ve haklıyız" diyen
Dayı'nın, on binlerce Kürt gencinin, Hasan Tahsin'in, Karayılan'ın, Sütçü
İmam'ın, Çakırcalı'nın, Köroğlu'nun, Pir Sultan'ın
öldüğünü. Onlar yaşıyor. Ve ben her gece yattığımda ertesi gün güneşin doğacağına
nasıl inanıyorsam onların yaşadığına da öyle inanıyorum, çünkü siz varsınız. Eğer
dünyanın Türkiye'sinde 2016 yılında birileri hala bunu söyleyebiliyorsa bu
sizin sayenizdedir. Merak ediyorum; bu ülkenin aydınları neredeler? Bugün bu
topraklarda gerçek sevgiyi, gerçek öfkeyi, gerçek kini, gerçek cesareti ve
gerçek olan her şeyi temsil eden Çiğdem’i, Berna’yı anlatmaktan daha
anlatılmaya değer ne olabilir?
Hayır!
Kabul etmeyeceğim, üç kuruşluk çıkarlarının peşinde köle olan akranlarınca Çiğdemler’i, Bernalar’ı gazetelerin
bilmem kaçıncı sayfasında iki sütun bir haberle geçilip unutulmasını kabul
etmeyeceğim. Şairler, neyi yazıyor yanı başındaki destanı görmüyorsa? Ressamlar
neyi çiziyor Elif'in çapraz koşusunda dalgalanan saçlarını ve düşmanın yerlerde
sürünen halini çizmiyorsa? Yazarlar kimin hikâyesini anlatıyor? Çiğdem olsaydı
derdi ki hızlı hızlı "Biz anlatacağız, kim anlatacak, koskoca örgütümüz
var bizim, boş ver sen onları..." sonra hemen koştura koştura bir
yerlere yetişirdi yine... Eylemden önceki görüntülerinizi yayınladılar Çiğdem.
Seni nasıl tanıdım biliyor musun? Aceleciliğinden... Sanki birazdan başlamak
üzere olan bir sinema filmine yetişmeye çalışıyorsun, ya da karşıya geçecek son
vapuru yakalamaya çalışıyorsun... O kadar hızlı girip çıkıyorsunuz ki kameranın
görüntü alanından. Televizyonlar o kısacık görüntüyü tekrar tekrar göstermek
zorunda kaldılar. Söyle bana sevgili Berna? Nasıl anlatmalıyım yüreğinde koca
bir halk sevgisiyle yanıp tutuşanların ölüme giderkenki
aceleciliğini? Yaşamım sizi tanımış olmamla büyük bir anlam kazandı sevgili
yoldaşlarım. Ne kadar yaşarım bilemiyorum (Bunu ölümü sizin kadar
sıradanlaştırabildiğim için söylemiyorum, ölümden korkuyorum. Ama sizi, bu
halkı, bu vatanı çok seviyorum. Ve bu üçünü sevmek bu ülkede kendine uzun bir
ömür biçmemek için yeterli bir neden.) ama yaşadığım zaman boyunca sizi anlatmak
gibi büyük bir sorumluluğum var artık. Ve çok iyi biliyorum, nasıl ki "Dilek'in
hesabını biz soracağız, kanı yerde kalmayacak" derken Çiğdem'in gözlerinde
Şafak'ı görüyorsam, bugün de başkalarının gözlerinde Çiğdem'i görüyorum. Ve
eğer kendi savaşımı kazanıp birilerinin gözlerime bakarken onları görmesini
sağlayabilirsem benim hikâyemi de anlatacak birileri olacağından hiçbir şüphem
olmayacak. Sevgili Şafak, Bahtiyar, Elif, Berna ve Çiğdem yeni bir kuşağın
habercilerisiniz. Beynimizin en temiz köşesinde barınan Che, bundan 50 yıl önce
Tricontinental'e gönderdiği mesajda "Tüm eylemimiz
emperyalizme karşı bir savaş narasıdır... Ölüm nereden ve nasıl gelirse
gelsin... Savaş sloganlarımız kulaktan kulağa yayılacaksa ve silahlarımız elden
ele geçecekse: Ve başkaları mitralyöz sesleriyle ve de savaş naralarıyla
cenazemize ağıt yakacaksa...
ÖLÜM
HOŞ GELDİ, SEFA GELDİ" diyordu.
Che'nin bu mesajından sonra binlerce devrimci dünyanın birçok yerinde defalarca
kez bu sözün altına, son nefeslerine kadar halkın savaşını vererek imzalarını
attılar. Ve komutan Ernesto Che Guevera
bu sözünü dünyanın Türkiye'sinde, 2016 yılında tekrar en güçlü şekilde haykıran
sizlere Havana'daki anıtından selam çakıyor. Tanya,
25 Kasım 1941'de yakalandıktan sonra sabaha kadar süren işkencelerin ardından
yağlı urganı incecik boynuna geçirdiklerinde "Yoldaşlar! Neden bukadar kasvetlisiniz? Ölmek için korkmuyorum! Halkım adına
öleceğim için mutluyum!" derken 1 Nisan 2015'te, dünyanın
Türkiye'sinde Şafak ve Bahtiyar'ın halkı için ölüme giderken ki coşkusunu
görüyordu. Elif'in hesapsızlığını, Çiğdem ve Berna'nın aceleciliğini... Çünkü Tanya hemen sonrasında aynen şöyle demişti cellatlara "Siz
beni şimdi asıyorsunuz ama yalnız değilim. Biz iki yüz milyon insanız. Hepimizi
asamazsınız. O gün bugündür cellatlar hala anlamadılar bu cümlenin anlamını.
Tanyalar’ı, Şafaklar’ı, Bahtiyarlar’ı, Elifler’i, Bernalar’ı, Çiğdemler’i
bitiremezler. Son olarak da bilin ki "Biz de sizi çok seviyoruz" ve
bilin ki düşmeyecek o bayrak yere...
(Bu yazı Bağımsızlık Demokrasi
Sosyalizm için Yürüyüş Dergisinin 10 Nisan 2016 tarihli, 516. sayısında
yayınlanmıştır.)
***
Berna
ve Çiğdem’i Yoldaşları Anlatıyor:
‘Berna; Kararlı, Mücadeleye Çok
Bağlı, Aldığı Görevi Kararlılıkla Yapan ve Disiplinli Bir Yoldaşımızdı’
‘Çiğdem; Hep Güleryüzlü,
Mütevazi, Büyüğüne Saygıyla, Küçüğüne Sevgiyle
Yaklaşıyordu’
Berna’mız,
bölgeye gelir gelmez, öncelikle bölgenin insanlarıyla tanışmak, kimin ne
yaptığını anlamak ve öğrenmek, daha sonra da mahallenin sorunlarını çözmek, eksiklerini gidermek için caba harcamaya başladı. Benim
yanıma geldiğinde dükkânda börek yapıyordum. Yanında, yine Esenler’den
bir arkadaş vardı. İçeri girer girmez benim yaptığım böreklere dikkatlice
bakmaya başladı. Ne malzeme katılıyor, nasıl bu hale geliyor, tuzu suyu ne
kadar koyuyorsun diye sürekli sorular soruyordu. Öğrenmek istiyordu. Her şeyi öğrenmek,
her şeyi bilmek istiyordu Berna’mız.
Daha
sonra, benim işim bittiğinde, derneğe geçip, cay koyup sohbet etmeye başladık.
Mahalledeki sorunları öğrenmek istiyordu. İşleri kimler yapıyor diye soruyordu.
Ben de o sıralar hem çalışıp hem akşamları dergi dağıtımı, kapı çalışması yapıyordum.
Geri kalan işler aksıyordu. Mahalledeki arkadaşlar da çalıştığı için kimse
yardıma gelemiyordu. Ben biraz sitem ettim, kimse yardım etmiyor diye. O çok normal
karşıladı, “olabilir” dedi, “kimse yardım etmeyebilir, kimse de
olmayabilir. Ne yapalım, yardım etmiyorlar diye biz de mi yapmayalım? Hayır,
biz yapacağız!” diyordu. Kararlıydı. Mütevazı ve sadeydi. İnsanlarla
ilişkilerinde çok sıcakkanlıydı. Tam bir Cepheliydi ve bütün şehit Cepheliler
gibi şehit duştu. Şehitliğini hapishanede duydum. Şehit düştüğünü öğrenince hem
hüzün hem öfke... İkisini bir arada yaşadım. Ama öfkem daha büyüktü. Bütün
şehitlerimizin önünde saygıyla eğiliyorum.
Borekci Yoldaşı
***
Öncelikle,
şehit yoldaşlarımız, Berna ve Çiğdem’in anıları önünde saygıyla eğiliyorum.
Berna’yla
ilk tanışmamız Gençlik Federasyonu’nda oldu. O zaman da çok kararlı, mücadeleye
çok
bağlı, aldığı görevi
kararlılıkla yapan ve disiplinli bir yoldaşımızdı. 2010’da ben tutuklanıp
Kandıra
2
No’lu F Tipi’nde kaldığım dönemde
2 sefer bana mektup yazmıştı. Parasız eğitim talebiyle açtıkları pankart
dolayısıyla tutuklanmıştı. Biz ona geçmiş olsun gideceğimize o bize gelmişti. Böyle
düşünceli bir arkadaşımızdı. Son dönemlerde yine birkaç kampanyada birlikte çalışıyor
ve görüşüyorduk. Mahallelere sürekli geliyordu. Titizlikle, başarıyla mücadele eden
militan bir yoldaşımızdı. Çiğdem’imizi de tanıyorum. O da hep güler yüzlü, mütevazı
biriydi. Büyüğüne saygı, küçüğüne sevgi gösteriyordu. Mahallemize geldiği zaman
mutlaka Halk Meclisine gelir, “yapılacak bir şey var mı?” diye sorardı.
Hatta kısa bir dönem de olsa Gazi’ye gelip gitti, çalışmalara katıldı.
İkisi
de çok değerli yoldaşımızdı. Tekrardan anıları önünde saygıyla eğiliyorum.
Efo Dayı
(Bu yazı Bağımsızlık Demokrasi
Sosyalizm için Yürüyüş Dergisinin 1 Mayıs 2016 tarihli, 519. sayısında
yayınlanmıştır.)
***
Yoldaşlarının
anlatımından Berna ve Çiğdem...
“BİZİM
BERNA, TANYA’YA BENZİYOR DAHA ÇOK,
ÇİĞDEM DE…”
Sabahın
erken saatlerinde bir haber geliyor: “Televizyonu acın” diye... O saatlerde çok
sessiz olur hapishane. Kitap okuma saatidir zira. Koşup acıyoruz televizyonu.
Farkında değiliz o an. Yaşayan kahramanlık kitabımızın en güzel sayfalarından birini
acıyormuşuz meğer. Aydınlanıyor ekran ve sabahın sessizliği, Cephelilerin zafer
naralarıyla bozuluyor. Elbette televizyon ekranını aşıp bize ulaşmıyor sesler.
Ama biz duyuyoruz; can kulağımızla…
Hızla
geçiyor haber başlıkları; “Bayrampaşa’da polise saldırı”, “İki kadın
saldırgan…” Sabo’nun kızları onlar!..
Henüz hiç bir şey belli değil, kim oldukları, neden yaptıkları... Hatta o ilk görüntüler
de düşmemiş ekrana. İki kadın diyor yalnızca TV’deki muhabir. Duyduğumuz zaman
hissediyoruz bizimkilerdir onlar... Ki bekliyoruz ne zamandır, kulağımız
onlardaydı, bekletmediler bizi. Çok geçmeden ilk görüntüler düşüyor ekrana. Soluğumuzu
tutarak izliyoruz. İçimiz gururla doluyor bir yandan imreniyoruz, yumruklar
sıkılıyor kendiliğinden. Sakinlikleri, cüretleri, gozukaralıklarıyla
ne kadar yakışıyorlardı bize. Aynı görüntüleri sürekli tekrarlıyorlar.
Tanıma
umuduyla iyice yaklaşıyoruz televizyona. Ekrandaki görüntüyü donduruyor, büyütüyor,
tekrar tekrar bakıyoruz. İhtimaller geçiyor akıllardan hızla... Tanıyoruz da… Simalarından
değil ama yüreklerinden gozukaralıklarından… Tarihten
tanıyoruz onları. Ciftehavuzlar’dan, Bağcılar’dan, Gultepe’den, Okmeydanı’ndan… içimizden
hanilerimiz oldukları; adları, simaları çok da önemli değil bu yüzden. Sabo’nun kızları, işte Elifler’imiz…
Neden sonra yeni bir haber düşüyor ekrana; “kaçmaya çalışan biri yaralı iki
kadın saldırgan bir evde sıkıştırıldı” diye yetiştiriyor soluk soluğa haber
muhabiri. Sıkışıyor yüreklerimiz, orada bir evde. Yaralıyız üstelik,
kaçıyoruz, neremizin kanadığını bile bilmeden. “Şu an saldırganların etrafı
sarılmış durumda, operasyon için özel harekat
timlerinin gelmesi bekleniyor” diye devam ediyor muhabir. Aynı anda uzaktan bir
sokağın görüntüsü; karanlığın cüceleri doluşmuş sokağın dört bir tarafına. Avcı
kopekleri gibi sabırsız bekliyorlar. Az ötede bizimkiler var. Bir anda
birbirlerine yaslanarak; güç alarak son kez sımsıkı sarılarak belki
birbirlerine bakıyorlar. Onlar orada, biz burada bekliyoruz. O an ne kadar
isterdik oysa ki bunun tam tersinin olmasını; orada onların
yerinde olmayı, ya da koşup gitmeyi yanlarına orada onlarla birlikte vuruşmayı.
Zafer sloganlarına tilililerine ortak olmayı... Ne çare
mümkün değil, dört duvar etrafımız, bırakmıyor. En çok böyle zamanlarda koyuyor,
tutsaklık; yumrukları sıkmak da fayda etmiyor. Bizimkiler oradalar… Git gide kalabalıklaşıyor
sokağın çevresi. Çelik yelekli özel harekâtçılar da geliyor; “Son hazırlıklar
yapılıyor” diyor muhabir. Yoldaşlarımızın katiline hazırlananlara donuyor
kamera, kinle doluyoruz. “Yaşamak ve ölmek”, bir adım ötemizde ikisi de... Kaç
kez yaşadık aynısını, kuşatmalarda, Olum Oruçlarında. Şimdi bir de canlı
yayınlarda, uzaktan seyretmek duştu payımıza. Kaç kez karşımıza çıktı
teslimiyet çağrısı. Elimizin tersiyle ittik her seferinde; yüzüne tukurduk
ihanetin… “Bir yaşayıp her gün ölmektense, bir olur her gün yaşarız” dedik. Ve
işte bir kez daha kuşatmanın ortasındayız. Bir zebani seslenecek birazdan içeriye;
teslimiyete çağıracak bizimkileri. Adına “yaşamak” diyerek… “Yaşamak” kavramı
bile kirlenir onların dilinde. Onların yaşamaktan anladığı kirlenmek; çürümek;
soyunmak insanlığından… Karşılarında ezim ezim
ezilmek çünkü… Bizim için de direnmek, onurlu, namuslu olmaktır yaşamak.
“Teslim ol” diyecek birazdan cellat: “Yaşamı secin”. “Hadi oradan alçak herif
senin olsun, öylesi yaşamın. Biz yoldaşlarımızın yüreğinde, sıkılı yumruklarda
kavgada sonsuza kadar yaşamayı yeğleriz. Öyle yaşamak. Bu yüzdendir ki,
birazdan Sibel’in dilinden verilecektir cevapları… Ki veriliyor da; “Polisin
‘Teslim ol’ çağrılarına içeridekiler ateşle karşılık verdiler.” diyor muhabir.
Operasyonun başladığını haber veriyor. Silah sesleri duyuluyor uzaktan. Atılan
her kurşun canımıza değiyor sanki: “İki terörist etkisiz hale getirildi” yazısı
geçiyor az sonra ekrandan. “Emniyet kaynakları” açıklamış. Bu kadar basit
sanıyorlar. Oysa bir kurşun sonsuz olanı yok edemez. Tarihimiz sayısız kez
kanıtladı bunu, yine kanıtlayacak. Bitti dedikleri yerde yürekten yüreğe çoğalacak
sevda. Hüzünlü değiliz. Hüzün sırası değil. Öfkeliyiz; öfkeyi bilemenin zamanı.
Coşkuluyuz da… Böyle yiğit, böyle cüretli, gözü kara yoldaşlarımız var.
Meydan
okuyorlar faşizme. İnlerinde vuruyorlar zulmü. Adaletsizliğe meydan okuyorlar.
Berna-Çiğdem...
Adlarınız belli oldu. Belli artık. Hatta fotoğraflarınız beliriyor bu kez
ekranda. Çiğdem’in yüzü buğulu biraz, çok uzaktan bakıyor sanki. Oysa hiç
olmadığı kadar yakınımızda o an. Berna’nın eski görüntülerini bulup
yayınlıyorlar hemen. Gülen yüzü, sıkılı yumruğu, coşkulu, umutlu bakışıyla
Bizim Bernamız… Berna ile ilgili eski haber
başlıkları çıktı gazetelerde. O zaman yapılan haberlerin birinde; “Berna’nın Camila’dan ne farkı var” diye sormuş bir gazete. Berna’nın
“Parasız Eğitim İstiyoruz” eylemi nedeniyle tutuklandığında, aynı günlerde
Şili’deki öğrenci eylemlerinde öne çıkan Camila ile
benzerlik kurulmuştu. Şimdi yeniden bakıyoruz fotoğraflara. Bizim Berna, Tanya’ya benziyor daha çok, Ciğdem
de… Bizim Tanyalarımız, onlar. Ellerinde çeskaları kocaman yürekleri ve gözükaralıklarıyla.
Düşmanın karşısında dimdik duran, hesap soran, teslim olmayan… Dun gene yoldaşlarımızdılar.
Bugün öğretmenlerimiz, komutanlarımız oldular.
(Bu yazı Bağımsızlık Demokrasi
Sosyalizm için Yürüyüş Dergisinin 7 Ağustos 2016 tarihli, 533. sayısında
yayınlanmıştır.)