Cengiz
SOYDAŞ'ı Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:
Yoldaşları anlatıyor:
BAHAR BİZİMLE GELECEK
Gözlerini tespihinden ayırmadan sigarasından derin
bir nefes çekti Bekir. Parmakları makine gibi işliyor, habbeler birbiri ardına
akıyordu... "Günler" gibi dedi. Günler de böyle akıyor mahpusta ama
kum saati gibi, kimi doluyor, kimi boşalıyor. Yüreğini, bilincini kavgaya katan
insanı, zaman sürekli zenginleştiriyor. Aktıkça pırıl pırıl
nehir, yatağındaki taşlar gibi kusursuzlaştırıyor. Kendini kenara çeken ise susuzluktan
kavrulup, dağılıp un-ufak oluyor sonunda... Eğer zamanı tutabilirsen,
parmaklarının arasında kayan bir tanesi senden yana bu tespihin!.. Hapishanelerin kum saati de bu tespihler işte! Zamanı
bilmek! Hem de elinde parmaklarının arasında tutarak... Cengiz gibi...
Boran mavisi firuze bir tespih düştü aklıma. Bartın
Hapishanesi'nde direnişin yeni başladığı zamanlardı. Görüşten çıkıp doğru koğuşa
gidiyor. Cengiz komüncüyle masada her zamanki neşesi ve coşkusuyla sohbet
ediyorlar. Bekir'i görünce sigarayı uzatıyor;
- Gözün aydın, memleketten mi geldiler?
- Sağol Cengiz, aydınlık
içinde ol. Memleketten gelmişler, çok selamları var.
- Nasıllar, iyiler mi?
- İyiler iyiler konuşup
sohbet ettik biraz.
- Haftaya gelecekler mi?
- Geliriz dediler ya belli olmaz yine de. Neyse
biraz konuşalım mı seninle?
- Tamam konuşuyoruz ya
zaten!
- Tamam konuşuyoruz da
itiraz etmek yok ama?
- Alla alla!.. Anlat hele itiraz edilmesi gerekiyorsa, ederiz bunun böyle
peşin pazarlığı mı olurmuş hiç?
- Verdiğim bir sözü yerine getireceğim, itiraz
etmemeni istediğim nokta burası.
Cengiz komüncüye dönüp gülerek Bekir'i şikayet ediyor.
- Adama bak ya!.. Pazarlık
yapıyor resmen.
- Canım verdiği bir sözü yerine getirecekmiş onun
için itiraz etmeni istemiyor galiba. Bu da pazarlık sayılmaz. Tamam itiraz edeceğinden kötü bir şey çıkarsa kırarız
kemiklerini.
Cengiz "Tamam öyleyse" diyerek merakla
Bekir'e dönüyor.
- Hatırlıyor musun havalandırmada merdivenlerin
orada sana bir tespih sözü vermiştim. Şimdi o sözümü tutuyorum. Firuze! Boran mavisi
hem de! Bant töreninden önce gelmesi de güzel oldu.
Bekirin cebinden çıkarıp
uzattığı tespihi alırken şaşırıp duygulanır Cengiz;
- Mahçup ettin beni! O
sözü de çoktan unutmuştum. Sağol çok teşekkür
ediyorum.
- Güle güle çek Cengiz! Biraz küçük ama çekimi güzel. Alır almaz kontrol ettim.
Rengi de tam istediğin gibi.
Cengiz ışıl ışıl gözlerle tespihe
bakıyor; "Hafifmiş de."
Meselenin bu şekilde "şiddete" gerek
kalmadan halledilmesine sevinen komüncü de espiriyle
hüzün bulutlarını dağıtıyor.
Cengiz... Zoru bilmez ki Lazoğlu!
Zevkle gönülden yapılan işin zoru mu olur? Elinde boran mavisi tespihiyle ışık
saçarak gülümsüyordu. Günler ilerledikçe biraz halsizleşse de, gözlerinin ışığı
coşkusu hiç azalmadı.
Omuzladığı hiçbir yükün altında kalmaz. O tezcanlılığıyla, neşesiyle dört elle sarılır. İş varsa mutlaka
acelesi vardır. Bir an önce yapmalıdır, bitirmelidir...
Bekir, Sincan F Tipi'ne getirildikten birkaç gün
sonra görmüştü son kez Cengiz'i. 16 kişi elleri arkadan kelepçeli olarak küçük
bir ringin içinde balık istifi hastahaneye
götürülmüşlerdi. Cengiz Bekir'in hemen yanındaydı.
19 Aralık katliam saldırısının izleri, kurumuş kan
lekeleri, yara-bere izleriyle hala tazeydi. Cengiz'in gözleri şişmiş, morarmış,
kafasında ve yüzünde açılan yerlere dikişler atılmıştı. Bekir'i görür görmez acılarını
unutmuş, ışık gibi gülümsemişti yine. Açlığın 60'lı günlerindeydi. 19 Aralık
direnişi ve kahramanlarımızın yarattığı destan tüm yaralarına ve gün gün eriyen bedenine rağmen direncini coşkusunu daha da
harlamıştı.
Sonra çatıların duvarların üstünden aşıp gelen
notlar... Baharı bekliyordu Cengiz. "Bahar bizimle gelecek" diyordu.
Boran resimleri çiziyordu ak kağıtlara. Güneşe doğru
sabırsız, neşeli kanat vuran umut renginde boran resimleri.
...
Kendi kendine izmaritine kadar yanıp kül tablasından
düşen sigarasını alıp söndürdü. Bir sigara daha yaktı. Kaç tespih vakti kaldı?
Kaç gün? Gel ey zafer!.. Kendi kendine hızlanır tespih
çeken parmakları. Sabırsız makine gibi, koşar gibi aktarıyordu habbeleri...
Düşüncelerinin duygularının ritmine uygun adeta birbirlerine her çarpışlarında
"hadi hadi" sesleri çıkararak "Bu sefer sen benim tespihimi
hazırla Cengiz, geliyorum!"
Onu dalmış kendi kendine gülerken bulan Hüseyin,
yoldaşını yanındaki sandalyeye oturana kadar fark etmedi. Bekir Hüseyin'e takılmayı
bırakmadan;
- Ben de güleyim de bari, şimdiden kendi kendine
gülmeye başlamış gibi düşman demagoji yapmasın.
- Gül tabii yoldaş. Ekipdaşlık
kolay mı?
Ölürken de gülerken de beraber...
Hüseyin'in gülen gözlerinde Cengiz'in ışık gibi
gülüşünü buldu birden. Yüzlerindeki aydınlık birbirinin aynı andadır. Benzerlik
değil bu? Cengiz ışığını bizlere bıraktı giderken. Biz de sonrakilere devredeceğiz.
Hiç eksilmeyecek yoldaş yüzlerin aydınlığı...
- Bekir!... Bekir!... Logara gel logara... Bekir!..
Soğuk mu soğuk bir Şubat günü adının seslenildiğini
duyunca havalandırmaya fırlamıştı. 17x5 adımlık beton havalandırmanın yağmur
suları aksın diye tam ortasına yapılan delikten geliyordu ses. Logar denilen bu delikler birbirine komşu havalandırmaları
zemin altında su borularıyla bağlandığından eğilip bağırarak diğer
havalandırmadakilerle konuşalabiliyordu. Hemen
deliğin başına çöküp cevap verdi;
Evet kim sesleniyor?
- Bekir sen misin?
- Evet benim, sen kimsin?
- Helal olsun valla! Altı üstü iki ay oldu hemen
unuttun mu sesimizi?
Önce sesin sahibini tanıyamamıştı. Biraz daha
konuşunca anladı. Cengiz'in yanında kalanlardan biriydi kaldıkları hücrenin kapısında
tamirat yapılacağından birkaç saatliğine Bekir'lerin logor
hattındaki boşş hücreye getirmişlerdi üçünü de. Bekir
heyecanla Cengiz'i sordu. Diğeri daha sözünü bitirmeden Cengiz'in sesini duydu öbür
taraftan. Soğuğu, açlığı unutmuşlar, sohbete dalmışlardı.
- Bekir kusura bakma hediye ettiğin tespihe sahip
olamadım. Operasyonda kayboldu.
- olur mu öyle şey! Ne
demek kusura bakma. Bir tespih değil, bin tespih feda olsun sana. Söz zaferden
sonra daha da güzelini hediye ederim. Aynısından iki tane getirir birlikte
çekeriz. Boran mavisi firuze olur yine gümüş püsküllü hem de.
- Tamam zaferi kazanalım
birlikte çekeriz. Ben görmesem de ikimizin yerine sen çekersin artık.
- Tamam çekerim de seni
burada tespihsiz koyacak değiliz elbet. Sürpriz yapacaktık ama madem buraya
kadar geldin söyleyeyim. Sana bir tespih yaptık hazır, bugün gönderecektik.
Paket yapıp yarın göndeririz artık.
- Yine mahçup ettin. Helal
olsun valla!
- Daha güzelini hediye etmek isterdik ama ne yapalım
koşullar böyle...
Biraz daha sohbet edip vedalaşmışlardı. Cengiz'le
son konuşmalarıydı. 120'li günlere ulaşmıştı... Zeytin çekirdekleri üzerinde
son rötuşlarını da yaparak özenle bitirmişti tespihi. F Tiplerinde her şey gibi
tespih de yasaktı. Bu nedenle zeytin çekirdeklerini biriktirip günlerce betona
sürterek şekle sokup binbir emekle tespih
yapıyorlardı. İlk zamanlar saklamak gerekiyordu. Cengiz'in tespihine önceden elbiselerden
falan sökerek ayarladığı kırmızı iplerden güzel bir püskül yaptı. Güneşe kanat
vuran bir borana kırmızı yakışırdı.
Ertesi gün paket yapıp tespihi göndermişti. 2-3 saat
sonra bir paket Parlament sigarasıyla bir not
gelmişti Cengiz'den. "Hayatımda aldığım en değerli ve en anlamlı hediye. Ömrümün
sonuna kadar taşıyacağım" diye yazmıştı ve yoldaş sıcaklığını hissederek
içmeleri için bir paket sigara göndermişti. Cengiz'in tespihini beğenmesine çok
sevinmişken keyifle yakmıştı sigarasını...
Hüseyin bir sigara yakarken Bekir'in dalıp giden
gözlerine takılarak sordu;
- Nerelere dalmışsın öyle?
- Tespihe
- Tespihe mi?
- Cengiz severdi tespihi. Buraya geldiğimizde bir tespih
yapıp göndermiştim. "Zafer zafer" diyerek çekmiştir son güne kadar.
- Çekmiştir.
- Çeke çeke de sonunda
yakaladı kalın karanlığın bittiği gün doğanın dirilip uyandığı gün.
- Evet... Az kaldı Newroz'a
da. Kaç gün var?
- 3,5 tespih var.
- 3,5 tespih nasıl oluyor Bekir?
- Bak şimdi bir tespihte 33 tane var. 33 ile 3,5'u
çarparsak 115,5 gün eder. Her gün bir tespih tanesi dersek 115,5 gün sonra 21
Mart yani.
Bu hesaba Bekir'in zeytin çekirdeğinden tespihine
bakarak güldü Hüseyin.
- Desene daha "zafer... zafer...
zafer" diyerek çok çekeceğiz.
- Evet ama bir kere ucundan
tuttuk, bandımızı taktık. Gerisi çeke çeke gelir
nasıl olsa. Getireceğiz!..
...
Düzenlenen katliam operasyonuyla birlikte direniş
mevzisinin hücreler olarak değiştiği günlerde söylemişti Cengiz bu sözü.
"Bahar Bizimle Gelecek" diyordu. Soğuk hücrelerde yapılan
işkencelerin, ölüm orucunun verdiği rahatsızlıkların, çektiği bütün acıların halkın
acıları olduğunu bilerek ve bu acıları dindirme mücadelesinde bedenini savaşın
en ön mevzisine sürerek bu mevzide "ilk olma hakkını" kullanmak için
yanıp tutuşarak...
"Devrimci sorun yaratan değil çözendir"
sözü onun için her dönem bir kılavuz olmuştur. Gerek hapishanede, gerekse
dışarıda ne kendi yaşadığı ne de çevresinde yaşanan olumsuzluklar karşısında
"çaresiz" kalmamış gerekçe yaratmaya çalışmamıştır. Cengiz yoldaş partinin
birikiminden olabildiğince yararlanarak olumsuzlukları aşmasını, aştırmasını
bilmiştir.
O' bir sınırsız Çobanın adıdır.
'96 yılında ölüm orucu günlerinde gönüllüler
arasındadır. Cengiz '96 Ölüm Orucu töreninden sonra yoldaşlarına sarılırken
gözlerinin dolduğunu söyler, "ilk kez bu kadar duygulandım, gözlerim
doldu" der. Ölüme uğurladığı yoldaşlarına duyduğu sevgi ve önde olmamanın
sıkıntısıdır yaşadığı. İkinci ekipte kızıl bandını kuşanmasına karşın ilk olmak,
önde olmak ister. Günler ilerledikçe 1. ekipteki yoldaşlarına daha çok sokulur,
direnişin her anını onlarla yaşamak için yanlarından hiç ayrılmaz. Masada duran
karanfillerin en güzelini en canlılarını götürür. 1. ekiplerin olduğu yere
yerleştirir. "O sizin masada dursun" denildiğinde "Biz sizden
sonra geliyoruz nasıl olsa" diye cevaplar, yoldaşlarını içinde her geçen
gün biraz daha büyüyen sevgisini sunabilmek için çabalar. Kartları, mesajları
yazar, 1. ekipteki savaşçıların olurunu almadan rahat etmez. Onlara sorar.
Onlar beğenince mutlu olur.
...
1996 Ölüm orucu direnişinin zaferle sonuçlanmasından
sonra Ulucanlar'da "mitralyöz" isimli bir
dergi çıkarılmaya başlanır. İşte bu süreç Cengiz'in ne zaman yatıp ne zaman
kalktığının belli olmadığı bir süreçtir. Yazar yazdırır. Hayatında mektup bile
yazmamış insanlarımız yazı yazmaya başlar.
Cengiz sürekli araştıran okuyan, tartışan ve üreten
bir yoldaşımızdır. Haftada 2-3 yazı yazdığı dönemlerde bile, verilen diğer
görevleri de yerine getirmeye çalışır.
Neşeli, sıcak kanlı, hoş
sohbet bir arkadaşımızdı. Kahkahalarını koğuşun her tarafından duymak mümkündü.
Esprileri, konuşmaları, bu neşeli yanının ayrılmaz bir parçasıydı.
Cengiz'in tek uğraşı dergi faaliyeti de değildir.
Hapishanede gerçekleştirilen hemen her faaliyette Cengiz'i görmek mümkündür.
Cengiz her yerdedir. Bartın'da bu temposu daha da artar Cengiz'in, verilen her
görevi başarıyla tamamlamak için sürekli bir koşturmaca içinde olmasına rağmen
hiç şikayet etmez. Yaptığı işten zevk alır. Küçük
büyük demeden her görevi titizlikle yerine getirmek için canını dişine takar.
Barikat mı kurulmuş, rehin eylemi mi var, Cengiz ekibin başındadır. Basın için
açıklama vb. mi yapılacak Cengiz oturur yazar. Kültür gecelerinde skeç mi yapılacak. Cengiz oyuncuların arasındadır. Anma ve
kutlamada mesaj mı okunacak, Cengiz elinde metin en iyi nasıl okurum kaygısıyla
çalışmaktadır. Temizlik, çamaşır, bulaşık mı, bir biçimde dahil
olur. Programda asılacak pankartın düzeltilecek bir yeri mi var, gözünden
kaçmaz Cengiz'in, gelir düzeltmek için yardım eder. Hukuk işlerinde müvekkilleri
için sevinen, üzülen avukatlar gibidir. Tahliye varsa sevincine diyecek yoktur.
Günler geceler boyu bir makalenin hazırlıklarıyla uğraşır.
Cengiz ağırbaşlı, ideolojik gücü olan, düşünce
yapısı geniş, üretken, tartışmayı seven politik bir insanımızdır.
İlişkilerinde sıcak ve yapıcıdır. Tavırları,
davranışları oturma-kalkmasını bilmesi ve içtenliğiyle karşısındakini
sarıp-sarmalar, yoldaşları tarafından sevilir-sayılır. Çünkü o, ben bilirimci değil, iyi bir dinleyici, mütevazi
bir öğrencidir de. Kimiyle şakalarla, kimiyle öğrencilik yıllarında edindiği deneylerle,
kimiyle DEV-GENÇ'li olmanın verdiği coşkuyla, kimiyle
okuduğu kitabı tartışarak güzel bir ilişki kurar. Yoldaşlarla tartışmak
didişmek Cengiz'e terstir. Tartışmaları o seviyeye getirmediği gibi, getirilmesine
de izin vermez. Eleştirilerinde yapıcıdır. Karşısındakini anlamaya çalışır. Eleştirirken
niyetinin yıkmak-ezmek kırıp-dökmek olmadığını, aksine bir zaafı-eksikliği
gidermeye düzeltmeye çalıştığını her davranış ve sözüyle hissettirir. O
yıkmanın kolay, yapmanın ise zor olduğunu bilendir. O'nun için her zaman özenli
ve titizdir.
Partisine ve kavgasına sımsıkı bağlarla bağlıdır.
Bağlılığın temelinde ise devrime duyulan anlık geçici duygular vb. değil Marksizm-Leninizm'in
bilimsel doğruları bu doğrularla yoğrulmuş bir ömür boyu sürecek bilinçli bir
tercih vardır; Devrim ve devrimcilik... Düzen içinde elde edebileceği pek çok
olanak olmasına rağmen idealleri için hepsini elinin tersiyle itmesini bilmiştir.
Sevdiği insan düzene koşunca hiç tereddüt etmeden bütün ilişkilerini koparmış,
sevgisinin kirletilmesine izin vermemiştir. O'nun için Parti-Cephe'nin
ideolojisinden, halkımıza sunacağı özgür ve onurlu bir yaşamdan daha büyük bir
sevgi söz konusu değildir. Çünkü o kavgaya sevdalıdır. Bu sevda için
yapamayacağı fedakarlık yoktur. Bilmediklerini
öğrenmek için çabalayan Cengiz, bildiklerinin gereğini yapmak için engel
tanımayan, misyonunun bilincinde bir kavga adamıdır.
...
"...19 Aralık'taki operasyonda göğüs göğse
çarpışıp çekildiğimiz bir bölümde yaralı yoldaşlara pansuman yapıp tepeden
tırnağa ıslanmış vaziyette üzerindeki ıslak elbiseleri değiştiriyorduk. Cengiz
de sırılsıklam olmuş ve ölüm orucunun 57. günündeydi. Hemen kuru eşyalar bulup
üzerini değiştirmesine yardımcı oldum. En son bir yünlü gömleği de zorla
giydirdim. "Üzerimdekiler iyi bunu sen giy, sen de sırılsıklam olmuşsun"
dedi. Ben de bunu giymesini bir sağlıkçı olarak söyledim, kendi eşyalarımı da
değiştireceğimi ama bunu mutlaka giymesini söyledim. Operasyon koşullarında,
ölüm orucunun 57. gününde bile bunları düşünebilecek kadar yoldaş sevgisiyle
doluydu... Cengiz yoldaşlarını düşünüyordu..."
...
Yanında kalan yoldaşlarımızın anlatımıyla Cengiz
Soydaş'ın son saatleri;
"Yatakta bile hareket etmekte zorlanıyor,
konuşmada oldukça güçlük çekiyor. Akşam sayımından önce uyumak için uzandı.
Bilinci yerindeydi. Sayım için uyandırdığımızda kendinde değildi. Sayıma 2.
müdür geldi. 2. müdürün kaçıncı gün? sorusuna
"150. gün" dedi. "Nasılsın" diye sorunca "canavar
gibiyim" dedi... Sayımdan sonrada kötüleşmeye başladı. Masaj yaptık ama
düzelmedi.
21.00- Nabız 60. Şekerli su verdik. Sorularımıza
cevap vermiyor. Sigarasını kendi yakamadı. Sigarasını ağzına götürmekte zorlanıyor.
Bakışları donuk, bir noktaya odaklanıp kalıyor. Okulu nerede okuduğu, ölüm
orucu töreninde bandını kimin taktığını vb. sorularıma bile cevap vermiyor.
Sorumu anladığını söyleyip dalıp gidiyor.
21.30- Bir bardak su içirip yatırdık. Dinlensin
belki toparlanır diye düşünüyorduk. Bu arada gün boyu devam eden terlemesi daha
da arttı. Vücuttan ziyade boyun ve göz kısmı terliyor.
23.30- Uyandı. Tuvaletini yapıp su içti ve yatakta
oturdu. Kendine geldi. Neler olduğunu, sorduğumuz soruları hatırlıyor, Nabız 60
ama güçsüz. Sürekli uyku hali var.
03.30- Tuvalete kalktı. Dengesi tam yerinde değil.
07.30- Gözleri açık. Bilinci kapalı. Ara ara inliyor. 10-15 saniyede bir sanki nefes almakta zorlanıyor
gibi ağzını açıp derin derin nefes almaya
çalışıyor... Nabız 52. Vücudu soğuk.
08.00- Durumunda değişiklik yok. Yatakta yan
çevirdik. Sayımı atlatmaya çalışacağız.
Sayımda geldiler. Uyuyor dedik. Bakmak istediler.
Durumu anladılar. Müdürü çağırdılar. Sedye getirip Cengiz'i hastaneye götürdüler.
Götürülürken durumunda bir değişiklik yoktu. Bilinci
kapalıydı.
(...)
Son gece kollarını halter kaldırır gibi yapıp
"bomba gibiyim" demişti. Bomba gibi patladı düşmanın beyninde. Newroz ateşini harladı.
...
Bir süre ateşi yüksek olduğu için yataktan
çıkamamıştı. Az da olsa kendini toparlar toparlamaz üzerini giyinip iradesini
de zorlayarak ayağa kalktı, zamanının büyük kısmını ayakta, oturma yerinde geçirmeye
başladı. Rahatsızlığının devam ettiğini dikkatli bir gözlem sonucu
anlayabiliyorduk. Ama Cengiz bu durumu çok iyi gizleyebiliyordu. İradeyle
kendini dinç bir görünüme büründürebiliyordu. Bu durum şehit düşmesiyle daha
iyi anlaşıldı. Ölüm orucu odasında gelen-giden yoldaşlarla ilgilenmek için
kullanılan irade, an be an gelen ölümün hazırlığında durumu düşmandan
saklayabilen iradeyle aynı iradeydi. Bu irade kaynağını göreve kilitlenmekten,
ideolojik güçten davaya bağlılıktan ve bizi biz yapan değerlerimizden alıyordu.
Cengiz'imiz bu değerlerin taşıyanı olduğunu, düşmanın beyninde patlayarak
gösterdi. Anısı önünde saygı ile eğiliyorum. Dolu dolu
paylaşımda artık çok geç olsa da vasiyetlerini, andlarını,
miraslarını, sahiplenmek ve yüklenmek için gecikme sorunu olmaz..."
***
Hüseyin Çukurluöz'ün
Cengiz için yazdığı şiir:
bu bayrak
yeni zaferlere
dalgalanacak...
İşte;
o an geldi
yoldaşlar!
Kaynayan volkan
patladı.
Mart'ın 21'inde
Newroz'un şenliğinde
CENGİZ SOYDAŞ'ımızdı
patlayan volkanımız.
Mart'ın ayazını
sıcağa dönüştüren
yoldaşımız, Cengizimiz
Kahraman Yoldaşımız...
Umut seninle yeşerdi
bu çembere
ilk darbe
seninle vuruldu...
Kan ağlar yüreğimiz...
Çelişki görüp
anlamayanlar olacak, lakin
coşkumuz
daha büyük
can yoldaşımız...
Sen bize
zaferlerin en yücesini
verdin de
güneşe çekildin.
Söz sana
söz sana
mert delikanlımız;
bu bayrak
yeni zaferlere
dalgalanacak...
Söz sana
alnımızı göğsüne
yasladığımız İLK'imiz...
Kar Makina'mız... söz sana.
Yerde kalmayacak
ahın
Kırılan çember
paramparça edilecek.
...
Biz olmadan Umut
Biz ölmeden zafer olmaz!!!
inanç ve kararlılığıyla
alnımıza geçti
kızıl bantlarımız.
Başka yolu yok:
"Ya Zafer Ya Ölüm!.."
"İnat" mı?
Evet,
amaçsız değil
"Tutku" mu?
Evet,
körü-körüne değil...
"Gurur" mu?
Evet,
bu Anadolu Halklarının
onurlu yaşama gururu...
Süreç bize hırçın bir inatçılığı
sevdamız vazgeçilmez bir tutkuyu,
misyonumuz direnme gururunu
yüklüyor...
...
Savaş alanı
bedeller alanıdır.
Coşku, sevinç, hüzün, acı alanıdır
İnanç, cüret, cesaret alanıdır.
Hele de politik amacı
büyük olan savaşlar
büyük fedakarlıkları
bükülmez bir iradeyi
olmazsa olmazlaştırır.
...
Ey Halk!..
Bu şanlı destan
ve ödenen bedeller
senin için...
Ey bu ülkenin aydınları
onurlu, namuslu insanları;
bu bedeller
senin için...
Aç gözlerini zulme baş eğmeden bak;
ölülerimizden oluşan bu dağ
senin için...
Hüseyin Çukurluöz