Cem
GÜLER'i Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:
Aşağıdaki anı, Cem Güler'in
gerillaya katılışını ve 25 Haziran'da Karadere'de 5
gerillanın direnişini anlatmaktadır:
LEXEN BRE LEXEN (VURUN KARDEŞLER VURUN)
Hava kararmak üzereydi. Toparlandılar,
konakladıkları arazinin kamuflajını yaptılar. Güneş
neredeyse battı batacaktı; yola koyuldular. Temmuz sıcakları her yanı
kavuruyordu. Dağ-taş yemyeşildi. Yaz mevsiminin tüm güzellikleri doğayı
sarıyordu. Köyden çıngırak sesleri, keçilerin, koyunların meleyişi, köpek havlamaları
geliyordu. Gerillanın ayak sesleri bile duyulmuyordu, bu hengamenin
içinde kaybolup gidiyordu. Dersim'in en güzel
köylerinden birine gidiyorlardı. Bu köyde onları bağrına basan, geciktiklerinde
yollarını gözleyen köylüler vardı. Komutan Cemal (Nazım Karaca), ... ağabeyin evine, en önde girenlerdendi. Ev epeyce
kalabalıktı. Ev sahiplerinin misafirleri vardı. Genç kızlar, çocuklar, analar,
hepsi etraflarını sardı. Yaşlı kadınlar kadın gerillaların saçlarının
örüklerini okşuyor, öpüyorlardı. Sohbetleri, içilen demli çayla iyice
koyulaştı.
Oniki yaşlarında bir çocuk, Nazım'ın
dizinin dibinden ayrılmıyordu. Çevresinde dolanıyor, silahına, çantasına
bakıyordu. "Dokunsam, ne der bana" tereddütündeydi.
Çocuğun meraklı davranışları, Nazım'ın dikkatini çekti. "Adın ne senin"
dedi. Dikkati çekmiş olmanın sevinciyle "Cem" dedi. Ama O'na herkes Cemo diyordu. Nazım ile Cemo
arasındaki sohbet böylece başladı.
- Kaç yaşındasın Cem?
- Oniki yaşındayım.
- Delikanlı olmuşsun, okula gidiyor musun?
- Evet, gidiyorum.
- Büyüyünce ne olacaksın?
- Gerilla.
Bütün gerillalar, Cemo'nun
bu cevabına güldüler. Çocukların hayal dünyası büyüktü. Pilot olmak, doktor,
astronot, olmak isteyene bile rastlanabilirdi. Ama çocukların "gerilla
olacağım" cevabını tereddütsüz vermesi, gerillaların dağlarda ortaya
çıkmasıyla başladı. Cemo ile Nazım'ın arasındaki
sohbet devam etti:
- Topaç çevirmeyi bilir misin?
- Yok.
- Peki bisikletin var mı?
- Var, ama binmek istemiyorum. Ben silahım olsun
istiyorum. Biz askercilik oynuyoruz. Topaç çevirmek istemiyorum. Onları
çocuklar oynar.
Cemo, büyümek için sabırsızlanıyordu.
Verdiği cevaplar bunu gösteriyordu.
Sohbet esnasında bile, Cemo'nun
gözü yine silahtaydı. Nazım, bir ara dersleriyle ilgili sorular sormaya
başladı. Ama, Cemo'nun aklı
fikri silahtaydı. Ne yapıp edip, silahı eline almak istiyordu. Komutan, Cemo'nun ısrarına dayanamadı. Silahındaki şarjörü çıkartarak
ona uzattı. Dünyalar onun olmuştu. Ateş etmek istiyordu. "Büyüyünce ateş
edersin" dediler. Cemo sabırsızlandı; "Ben
büyüyünce gerilla olacağım, o zaman zaten ateş ederim" diyordu. Silahtan
ayrılmak istememesine karşın gitme vakti geldi. Gerillalar, tüm ev halkıyla
vedalaşarak ayrıldılar.
...
Nazım'la yaşadığı o güzel gün, Cemo'nun
aklından hiçbir zaman çıkmadı. Tatili bittiğinde Cemo'nun
çocuk yüreğinde gerillaya olan özlemide başlamıştı. Bu
özlemle, bir an önce büyüyüp, gerillaya katılmak sabırsızlığını taşıyordu. Ve
her geçen gün mücadelenin içinde yer almaya başlıyordu. Yaşı büyüdükçe sevdası
da büyüyordu.
Bütün kitle gösterilerinde hep en öndeydi. '95
yılında Fevzi Çakmak Mahallesi'nde Newroz ateşini
yakanlardandı. "Şu Dersim'in Dağları" türküsünü,
gerillaya katılma arzusuyla, ağız dolusu söylüyordu. "Gerillalar savaşıyor"
dizesini öyle bastıra bastıra söyledi ki, "kitlenin
etrafındaki sivil polisler ona yaklaştılar. "Hangi gerillalarmış bunlar?"
dediklerinde; Cemo; "Cephe gerillaları tabiİ ki" cevabını tereddütsüzce verdi. Yapılacak birşey yoktu, polisler çekip gittiler.
Cemo yatağına sığmayan bahar selleri
gibiydi. İlla Munzur'a akacaktı. Kendi başına Dersim'in
köylerine gitti, gerillaları bulamayınca geri döndü. Haziran başlarında şansını
birkez daha denedi. Köy yollarına düştü, bu kez
görmeden dönmek yoktu. Neredeyse onbeş gün
gerillaları aradı. Cemo, bir haziran akşamı "yatağına"
kavuştu, gerillaları buldu. Henüz onbeş yaşını yeni bitirdiği
günlerdi.
...
Komutan Murat'ın (Kenan GÜRZ) müfrezesi birkaç
gündür ...... Köyü'nün arka tarafından konaklıyordu.
Kısa bir süre önce yaptıkları eylemi konuşuyorlardı. Komutan Murat iki yıl önce
gerillaya katılmıştı. Çok genç bir gerillaydı. İhanetin yaralarını sarmak için
büyük sorumluluklar yüklenmişti. Bölge komutan yardımcısıydı. Ve misyonunun farkındaydı. Mutlaka önlerindeki süreç aşılmalıydı.
Murat ihanetin yaşamdaki zaaflardan ortaya çıktığını çok iyi biliyordu. Bütün
gerillalara yaşantılarını sorgulaması için yol gösteriyordu. Tek tek hepsiyle konuşuyor, yapılması gerekenleri anlatıyordu.
Karanlık çökmek üzereydi. Komutan Murat, birkaç
kişinin adını sayarak ...... köyüne
gitmeleri gerektiğini söyledi. Kendileri de yakın bir köye gidip onları
bekleyeceklerdi. İsmi sayılan ekip, önden çıkarak yola koyuldu. Her zamanki
gibi onları, köyün girişinde köpekler karşıladı. Girişteki ilk eve uğradılar.
Daha kapıdayken, "Hozat'tan gençler gelmiş, size katılacaklarmış" haberini
aldılar. Bu arada Cemo köpek havlamasıyla dışarı çıktı.
Gerillalar ve Cem köyün orta yerindeki çeşmenin yanında karşılaştılar. Birbirlerine
sarıldılar. Gerillalar Cemo'ya köyde ne aradığını
sordular.
- Size katılmaya geldim.
- Parti'nin haberi var mı?
Duraksadı, kem küm ederek;
- Siz de partisiniz, savaşmak isteyeni
reddetmezsiniz herhalde dedi.
Kararı verecek olan Komutan Murat'tı. Bu nedenle
işlerini çarçabuk hallederek, Cemo'yu da yanlarına
alıp köyden çıktılar. Cemo, çocukluğundan beri büyüttüğü
özlemini gerçekleştiriyordu. Durulmuş bir su gibiydi ve rahattı. Çünkü
gerillaya kabul edileceğini biliyordu.
Murat ve diğer gerillaların bulunduğu evin önünde
nöbetçi onları durdurdu. "Çoğalmışsınız" dedi. Gerillalar
ayrıldıkları sayıdan iki fazlaydı. Biri milis, diğeri Cemo'ydu.
Yeni gelenleri dışarıda bekleterek Komutan Murat'ı çağırdılar. Murat durumu
öğrendiğinde çok sevindi. Cemo artık Cephe gerillasıydı.
"İsmini ne takalım" dedi, hazırmış gibi "Nazım olsun" dedi.
19 Mart '94'te şehit düşen Nazım KARACA'nın ismini
almak istiyordu. "Onun gibi bir gerilla olacağım" sözleri bir yemin gibiydi.
Komutan Murat yeni savaşçıyı alarak eve girdi. Müfrezeye Cemo'yu
Nazım olarak tanıttı.
Bütün gerillalar yıllardır onu tanıyormuş gibi
kucakladılar. Hatice (Figen YALÇINOĞLU) yerinden kalkarak, "Komutan yoldaş
bir halay çekeriz artık değil mi?" dedi.
Büyük bir coşkuyla söylediği ve sevincini kattığı
"Heyo, hoy hemo gelin oy" türküsünü söylemeye başladı. Bütün
gerillalar Cemo'yu da aralarına alarak evin tabanını
titreten bir halaya başladılar. Hepsi sevinçliydi, ama hiçbiri Cemo'nun hedefe ulaşmasının sevincine yetişemiyordu. Kolay
mı? On iki yaşından beri bugünü bekliyordu. O, Nazım gibi olacaktı. Köylüler
ise, küçücük yaşına ve kocaman yüreğine bakarak, hayranlık duyuyorlardı.
Haziran'ın 10'unda gecenin karanlığı gerillaların coşkusuyla aydınlanıyordu.
Araziye gittiler. Yere serdikleri telis torbaların
üzerinde kıvrılarak silahları yanlarında uykuya daldılar. Cemo
uyuyamıyordu. Üşümesin diye yoldaşları onu aralarında yatırıyorlardı. Sırt üstü
uzanmış gözlerini yıldızlara dikmişti. İçinden "Gerillayım işte, silahımı
da bir elime alırsam" diye geçiriyordu. Bir an önce sabahın olmasını
istiyordu. Fazla sabretmesine gerek kalmadı. Güneşin ilk ışıklarıyla bütün
gerillalar içtima düzeni aldılar. Cemo çekingen
değildi. Hemen Selvi'nin (Zehra ÖNCÜ) yanına sıraya
girdi. Selvi'yi daha yeni tanıyordu, ama çabucak
ısınmıştı. İçtimadan sonra Selvi, Hatice ve Cemo ızgara kurmaya başladılar. Izgara, gerillaların, ateşin
duman çıkartmasını engellemek için piramit şeklinde dizdikleri odunlara verdileri
addı. Selvi bütün yoldaşlarına olduğu gibi Cemo'ya da öğretiyordu; "odunlar ıslak olursa
kabuklarını soyacaksın. Ayrıca odunların boyu hemen hemen
aynı olmalı, yoksa ateşimiz duman eder." Cemo
hiçbir şeyi kaçırmamak için dikkatle dinliyordu. Cihan (Doğan GENÇ) eline
aldığı kara çaydanlığı dereden doldurmuş geliyordu. Bütün gerillalar bir
şeylerle uğraşıyorlardı. Komutan Murat ise, bir yoldaşıyla birlikte Cemo'nun silahı için depoya gitmişti. Onlar geldiğinde çay
demlenmeye başladı. Cemo, yeni gelen silahın kendisinin
olduğunu biliyordu. Ateşi, çayı herşeyi unutmuş bir
an önce silahını almak istiyordu Murat: "Acele etme Nazım, önce
kahvaltımızı yapalım, sonra silahı da veririz, öğretiriz de" dedi. Cemo önce silahının öğretilmesi için ısrar ediyordu. "Ya
biz kahvaltı yaparken düşman gelirse" deyince bütün gerillalar güldüler.
Komutan Murat çaresiz, "Bu silahın tetiği, bu da emniyeti, emniyeti aşağı
indireceksin, tetiğe basacaksın. Gez, göz arpacık. Şimdilik bu kadar yeter"
dedi. Cemo, Murat komutanın peşini bırakmıyordu. Zar
zor kahvaltı sofrasına oturttular.
Selvi, Cemo'nun
yanında oturuyordu; "Merak etme birazdan anlatacağız" dedi.
Kahvaltıdan sonra; Murat, Selvi, Hatice, Cihan ve bütün
gerillalar hem bilgilerini tazelemek için, hem de Cemo'ya
silahı öğretmek için toplandılar. Cemo usanmıyordu, kleşten sonra müfrezedeki bütün silahları öğrenmek için
çaba harcıyordu. Murat sabırlıydı. G-3, mavzer, 14'lü... tüm
silahları bıkmadan anlattı. O, yoldaşlarını eğitmeyi bir görev olarak biliyordu.
Cemo'nun öğrenme hevesi Murat'ın eğiticiliğiyle birleşince
öğlene kadar askeri eğitim yaptılar. Öğlen saatleri dinlenme saatiydi. Hatice
ve Selvi uyumadılar, birkaç gerilla daha onlara eşlik
ediyordu. Selvi, onlara Parti-Cephe'nin
ideolojik-politik hattını anlatıyordu.
(...) Hatice de birkaç aylık savaşçıydı. Cem'in
ısrarını görünce kendisinin ilk katıldığı günler aklına geldi. 23 Nisan'da katılmış,
l Mayıs'ta da ilk çatışmasına girmişti. Herşey bir
günde olmuştu. Düşmanı görmesi, ilk ateş edişi... Soğukkanlıydı. Komutanı
çatışma anında onu mevzilendirdiğinde, silahını çapraz tutmuş, düşman hedefini
kollamıştı. Büyük bir coşkuyla o günkü duygularını Cemo'ya
anlatıyordu. Sanki çatışma anını yaşıyordu. Cemo hayranlıkla,
"ben de sizin gibi iyi bir gerilla olacağım" diyerek Hatice'nin
anlattıklarından ne derece etkilendiğini gösteriyordu. Cihan da bu konuşmalara
ortak oldu; "Bir de ateş ederken lexen bra lexen (vurun kardeşler vurun)
diyeceksin ki Ooo değmeyin keyfime. Ama, kendini düşman ateşinden de koruyacaksın.... Müfrezenin en deneyimli
savaşçısı Selvi de Cemo'ya
hiç sabırsızlanmamasını, ateş etmek için daha çok fırsatı olacağını söylüyordu.
Hepsi onlarca çatışmadan geçmişti, deneyimliydiler. Parti-Cephe'ye sonsuz güven
ve bağlılıkları vardı. Bütün bu duygularla Cemo'yu da
eğitmeye çalışıyorlardı.
Cemo'yu aldıkları neredeyse bir
hafta oluyordu. Milisler aracılığıyla komutana .... adlı arkadaşın yaralı olduğu haberi ulaştı.
Onu bulup getirmek için Özel müfreze oluşturuldu.
Herkes bu ekipte yer almak için gönüllüydü. Seçmek ne kadar zordu. Ama müfrezeye
bir tane sağlıkçı şart olduğu belliydi. Çünkü bir yaralının yanına gidiliyordu.
Oysa bu haberin gerçek olmadığı çok sonra açığa çıkacaktı. Selvi
müfrezenin sağlıkçısı olarak ekipte yer aldı. Ardından Cihan, Hatice ve bir
savaşçı daha seçildi. Komutan olarak ise Murat gidecekti. Tam gidecekler
belirlemişti ki, Cemo atıldı; "ben de gitmek
istiyorum..." dedi. Komutan Murat ona kalmasını söyledi. Üstelik, annesinin köye geldiğini, annesiyle görüşüp kendi
isteğiyle dağlara çıktığını anlatması gerekiyordu. Cemo
öfkelendi; "Çocukmuşum gibi niye peşimden geziyor, kimseyle görüşmek
istemiyorum. Hem, ailem neden dağlara çıktığımı çok iyi biliyor" dedi.
Komutan Murat, onu ikna edemedi. İlla ki bu göreve o da gidecekti. Sonunda Cemo'yu da özel ekibe dahil
ettiler.
Haziran'ın 22'siydi. Murat'ın ekibi ayrılacaktı. Cemo bu özel göreve gidecek olmanın heyecanı ile yerinde
duramıyordu. Gerillalar, kucaklaşarak ayrıldılar.
Beş kişilik grup yola çıktı. Artık herkesin aklı
fikri onlardaydı. Yollarının üzerindeki köylerden biri de Kemal ASKERİ ve sekiz
yoldaşının kahramanlaştıkları köydü. Komutan Murat kerpiç bir evin önünde
durarak arkasında yürüyen Cemo'ya sessiz bir şekilde
"Burası bizim yoldaşlarımızın çatıştığı ev" dedi. Cemo
biraz hüzünle, biraz gururla yıkık eve baktı. Gecenin karanlığında yıldızlar ve
ayın ışığında yola devam ettiler. Geceyi Koru Köyü'nün arazisinde geçirdiler.
Bu köy Cemo'nun köyüydü. Üç yıl önce bu köyde Nazım
KARACA ile yaşadıkları aklına geldi. Nazım'ın silahını elinden alışını, aralarında
geçen konuşmaları tek tek hatırladı. Kendisi bu köye
gerilla olarak gelmişti. Düşman köyünü zorla boşaltmıştı. Cemo
bu duruma çok içerleniyordu. Köylülerin evlerinde olmalarını ne kadar çok
isterdi. Gecenin sessizliğinde bu düşüncelerle uyudu.
Ertesi gün saat on civarında ayrıldıkları müfreze
ile telsiz bağlantısı kurdular. Diğer müfrezenin komutanı "önünüz temiz
olmayabilir, geri dönseniz iyi olur" demesine rağmen, Murat Komutan
"bu görevi yerine getirmeliyiz. O yüzden gidiyoruz" diyerek yoldaşlarıyla
son görüşmesini yaptı. Çevreyi kontrol ederek gündüzden, ormanın
derinliklerinde yürümeye başladılar. Hava oldukça soğuktu. Neredeyse 13-14
saatlik bir yolu, köylerin tamamen boşaltıldığı bir güzergahta
yürüyeceklerdi. Bir yıl önce bu vakitler köylerin hepsi cıvıl cıvıl insanlarla kaynıyordu. Şimdi ise, evler yakılmış-yıkılmış,
köylerin hepsi birer harabeydi. Mıxor Köyü'nün karşısındaki
bir kaynağın başında mola verdiler, su buz gibiydi, hepsi avuç avuç içtiler. Yarım saat dinlenip yola koyulacaklardı.
Murat komutan bir sigara yaktı. Emirgan, Çaytaşı şehitlerini onlarla yaşadıklarını anımsadı. Burada
her taşta onların ayak izleri vardı. Savaşçılarıyla duygularını paylaştı. Cemo ile Hatice, bu bölgeye ilk kez geliyorlardı. Cemo, "buralar eskiden nasıldı?" dedi. Murat, Selvi ve Cihan birlikte "keşke" dediler. "Keşke
doluyken buraları görseydiniz.
Mıxor, Murat'ın köyüydü. Ne kadar
güzel bir yer olduğunu bilmez miydi? Burada doğmuştu, ilkokula kadar burada
okumuştu. Meralarında keçilerini gütmüş, ormanlarında odun kırmıştı. (...)
Malatya'ya okumaya gittiğinde, köyünü çok özlerdi. Hatta üniversite sınavını
kazanmış köyünün hasretine dayanamamış, köyüne geri dönmüştü. İşte o zaman
Cephe gerillalarını görmüş, onları tanımış ve en sonunda Cephe gerillası olmaya
karar vermişti. O zamanlar 19 yaşındaydı. Geçmişi hatırladığı için hüzünlendi.
Köyünün harabe haline üzülüyordu. Anılarından sıyrılarak, savaşçılarını
topladı. Yürüyüşe başladılar.
Saatlerce yol yürüdükten sonra, gece geç saatlerde
dolu olan ilk köye girdiler. Uzun bir aradan sonra gerillaları görmek, taraftarlarını
sevindirdi. Komutan Murat, yaralı arkadaşları hakkındaki duyumların doğru olup
olmadığını anlamak için, köylülerle epeyce sohbet etti. Köylüler, böyle bir
haber duymadıklarını söylediler. Bundan sonra ihtiyaçlarını temin ederek
araziye gittiler. Konakladıkları arazi Karadere
mevkii idi. Ovacık'a gelen müfrezeler birçok kez bu arazide konaklıyorlardı. En
uygun noktaya nöbetçi çıkararak dinlenmeye başladılar. Yorgun oldukları için
öylece uyudular.
...
Havanın aydınlanmasıyla düşman telsizlerinden
konuşmalar geçmeye başladı:
- 53.31... dinlemedeyim.
- Tamam... Merkezden dümenler (araçlar) geldi mi...
Ekrem-Rasimlerin (baş harfleri biraraya gelince ER
oluyordu) ... Çok ivedi... bir şekilde... yakındaki köyün... çıkışında... beklemekteyiz...
- 53.31 kanatlarla (helikopter) ... Tevfik İshak
Mehmetleri (TİM'leri-)... sıfır
tepesine anlaşıldı mı… bırakıyoruz...
Operasyondaki asker telaşlıydı. Gerillalarla
karşılaşma düşüncesi onu korkutuyordu. Telsizde küfretmeye başladı.
- Ulan... O... çocuğu... sana
ivedi... gönder dedim... Kokarcalar her an çıkabilir...
- Endişelenmeyin... hemen galipliyoruz (gönderiyoruz). (*)
Telsiz konuşmaları çok hızlı bir şekilde devam
ediyordu. Düşman kendince gerillaya kokarca ismini veriyordu. Her taraf
aydınlığa kavuştuğunda, düşman kuşatmasını tamamlamıştı. Gerillaların konakladıkları
yer ise bütün araziyi denetleyemiyordu. Her taraf sık ağaçlarla kaplıydı. Bu
nedenle tepelerde konumlanan düşman askerini farketmediler.
Saat 07.30-08.00 civarıydı. Derenin içinden tepeye doğru giden patikadan düşman
askerleri geçiyordu. Komutan Murat'ın ekibi geçen ilk iki kolu fark
etmemişlerdi. Üçüncü kol geçmeye başlayınca nöbetçi düşmanı gördü. Komutan
Murat yoldaşlarını mevzilendirdi. Özellikle Cemo'nun
ve Hatice'nin meziine büyük önem verdi. Çünkü onlar
daha çok yeniydiler. Kendisi de mevzilenerek düşmana fırsat vermeden ateş
etmeye başladı. Cobra, Skorsky
helikopterleri çatışma alanını bombalıyordu. Gerillalar sürekli ateş ediyordu. Cemo ateş etmenin mutluluğunu yaşıyordu. Sağına-soluna bombalar
düşüyordu, ama Cemo tereddütsüzdü. Göğsünden aldığı
bir kurşunla yere düştü. Yoldaşları, Cemo'nun yere
düştüğünü görünce, daha bir öfkeyle ateş etmeye başladılar. Hatice de, Cemo'nun ardından vuruldu. Cihan slogan atarak yoldaşlarının
şehit düştüğü yere kadar gitti. Dişe diş bir çatışmaydı. "Lexın bra lexın"
diyerek sürekli ateş ediyordu. Kurşunlar yağmur gibi yağıyordu. Komutan
Murat'ın yanına gitmeye çalıştı. Tam mevziden çıkmıştı ki, aldığı kurşunla yere
yıkıldı.
...
- 53.3l dinlemedeyim..
- Tamam... Kokarcalar çok güçlü... Oldukça
kalabalıklar...
- vurun
- Tamam... darbeleyin...
Takviye gönderiyoruz.
Telsiz konuşmaları, cızırtılar, kesintiler ve
düşmanın telaşıyla devam ediyordu. Şifreli konuşmayı bırakmış, öfkelerinden
birbirlerine küfrediyorlardı.
Komutan Murat ve Selvi
çatışmayı sürdürüyordu. Düşman telsizlerinde gerillaların kalabalık olduğuna
dair konuşmalar geçiyordu. İki kişiydiler, kıyasıya çatışmaları onların kalabalık
zannedilmesine neden oluyordu. Düşman yanlarına yaklaşamıyordu. Murat komutanın
mermileri yavaş yavaş tükeniyordu. Kleşinin mermileri bittiğinde tabancayla ateş etmeye devam
etti. Tepeyi aşmak üzereydi ki, tabancanın mermileri de tükendi. Telsizi düşmanın
eline geçmesin diye iyice sakladı. Düşman ise özel timleri ormana soktu. Murat
yaralıydı, çekilemiyordu artık, tutsak düştü. Operasyonun komutanı merkezle
muhabereye başladı.
- Merkez, merkez yaralı... birini
ele geçirdik. Komutanları herhalde... Kahverengi pantolon giyinmiş... Sürekli
slogan atıyor...
- 53.31. Ne yaparsınız yapın... Konuşturun, sorun
bakalım... Diğerleri nerede...
- Anlaşıldı... Dinlemede kalın...
Murat Komutana işkence yapıyorlardı. Önce
kulaklarını kestiler. Vücudunda sigara söndürdüler. Ama,
komutanın ağzından slogandan başka birşey çıkmıyordu.
Tekrar merkeze bağlandılar. Merkez, "vurun" dedi. Murat komutana işkence
yapa yapa katlettiler. Selvi
ise komutanın yerini boş bırakmamıştı. Murat'ın intikamını alırcasına son
mermisini tüketene kadar mevzi mevzi çatıştı. Hava
neredeyse kararacaktı. Timler giderek yaklaşıyorlardı. Artık mermisi kalmadı.
Düşman sürekli "teslim ol" çekiyordu. Kala kala
elinde bir bomba kalmıştı. Kafasında "teslim olmak yok" diye geçirdi.
Parti-Cephe geleneklerine yenisini eklemeliydi. Bir an düşündü. Bağırarak
"teslim oluyorum" dedi. Bombanın pimini çekerek, mandalını avuçlarının
arasına sıkıştırdı. Ellerini başının üzerine koydu. Düşman sevinçten dört köşe
olmuştu. Parti-Cephe'lileri teslim alacaktı. "Ayağa kalk bize doğru yürü"
dediler. Bir yüzbaşı, iki er onun kendilerine doğru yürüyüşüne bakıyordu.
Yaklaştı... Yaklaştı... Yanyanaydılar artık.
Gözlerinde öfke, yüreğinde geleneklere sahip çıkmanın rahatlığıyla, elindeki
bombayı bıraktı. Selvi, kadınlık onurunu Dersim
dağlarında taçlandırırken, ölüme o kadar yakınken, düşmana kayıp verdirerek
şehit düştü.
25 Haziran 1995'te Ovacık'ın Karadere
Mevkii'nde Cem GÜLER, Kenan GÜRZ, Zehra ÖNCÜ, Doğan GENÇ ve Figen YALÇINOĞLU
15-16 saatlik çatışmayla kahramanlık destanını büyütmüşlerdi. Şimdi gelenek tüm
Cephe savaşçılarının mirasıydı. Direniş bayrağı asla yere düşmeyecekti.
(*) Düşman telsiz kanalında geçen konuşmaları Ovacık
bölgesinde bulunan bir başka DHKC müfrezesi tarafından telsiz kanalıyla dinlenmişti.
Öyküdeki telsiz konuşmaları buradan öğrenildi.
(Yukarıdaki öykü/anı, Malatya Hapishanesindeki DHKP-C Davası tutsaklarının çıkardığı Kültür-Sanat Dergisi Başakın 17. sayısından alınmıştır.)