Celalettin
Ali GÜLER'i Yakınları, Yoldaşları
Anlatıyor:
“İğneyle
kuyu kazan!”
Celalettin, devrime, ömrünü sunmuş dava adamlarından
biridir. '80 öncesi devrimci hareketin genç bir militanıdır. Tutsak düştüğünde
Metris'in en gençlerindendir. Direnişlerden direnişlere koşulan günlerde en
öndedir. O yoldaşlarının Celo'sudur. Metris'ten
Bayrampaşa'ya tüm hapishanelerin, tüm direnişlerin yaman direnişçisidir.
Çok gördüğümüz bir fotoğraf vardır, tarihe belge
(Yeni Çözüm dergisine kapak olmuştu). Sinan, Mustafa Selçuk yaralıdırlar, ranzada
oturmuşlardır. Celo pansuman yapmaktadır yoldaşlarının
yaralarına. O da yaralıdır. Bir direnişin hemen sonrasıdır ve direnişçilerin
öfkesi, coşkusu yüzlerinden okunur.
Celo, çabuk öğrenir, emek verir,
yetenekli ve yaratıcıdır. Sabahlara kadar çalışır, üretir çok ama çok
sabırlıdır. Küçücük kağıtlara, küçücük harflerle yazılar
çoğaltır, gerekirse kocaman kitapları küçücük muska gibi kitapçıklarına çevirip
ulaştırır yoldaşlarına. Okur, yazar, araştırır. Haklıyız Kazanacağız'ın
yazılmasında görev alır, emek verir.
Özgürlük eylemlerinin de baş emekçilerindendir.
Teknik konularda becerikli, emektar ve sabırlıdır. Gerekirse iğneyle kuyu kazanlardandır.
Önderini, yoldaşlarını bir bir uğurlar özgürlüğe...
Günü geldiğinde Celo da tahliye olur. Atılım
yıllarıdır ve hemen daha ilk günden koşar örgütüne. Görevler üstlenir ve Atılımın
mimarlarından olur. Ege Bölgesi'nde atılımı örgütler. Kurumlaşma, örgütlenme,
düşmandan hesap sorma Celo'nun işidir. Gün gün büyür hareket Egede. Gençliği, mahalleleri sarar atılım
ruhu. Sonra Ege'de gerillayı örgütler İbrahim Yalçın Arkan komutanla...
Metris'te omuz omuza olduğu ihtiyar (Bülent Pak) da yanındadır. Gerilla Ege
dağlarında umudu büyütmeye başlamıştır. Celalettin bu dönemde tutsak düşer
yeniden.
Artık Buca Hapishanesi'nde Ali Rıza Komutanla,
Tevfik'le, Müjdat Yanat’la omuz omuzadır. Buca yine
saldırıların, direnişlerin mevzisidir. Biz 92 Ekim'inde tutsak düşüp Buca'ya girdiğimizde yine bir saldırı olmuş ve süresiz açlık
grevi başlamıştı. Direniş içinde kucaklaştık Celo'yla.
Çok geçmeden de SAG zaferle sonuçlandı. Buca Hapishanesi'nde hızla
çoğalıyorduk. Ege'nin her ilinden, ilçesinden insanlarımız tutuklanıyordu.
Celo, olgunluğu, tertipli, düzenli
titiz haliyle hemen dikkati çekiyordu. Kültürümüzün sembolüydü. Yaşı 40'a
yakındı ama o herkesin Celo'suydu. Sıcacık sohbeti,
ilgisiyle hemen sarar sarmalar, kaynaşırdı. Bir de boğazındaki rahatsızlık
nedeniyle sürekli “öhhö öhö” deyip boğazını
temizlerdi. Arada bir esprisini yapar kızdırırdık. Hem güler, hem kovalardı Celo. Onu kızdırmak zordu zaten. Her işin, her görevin
adamıydı ama komüncülüğü meşhurdu. Eğitmenliği bir yana, tecrübesi o kadar
fazlaydı ki, her an bir şeyler öğrenirdik ondan. Komüncümüzdür, herşeyimizle ilgilenir, giydirir, yedirir, içirir. Gerçek
bir ana-babadır yoldaşları için. Zor günlerde yaratıcılığı ile yoktan var eder,
emeğiyle güzellikler yaratırdı. Günü gelince birinci sigarasını ikiye böldüren
de odur, masa boyu Metris pastası yaptıran da o... Bayrampaşa'nın, Metris'in
birikimi, İbrahim Erdoğan'ın komüncülüğü Celo'dadır.
Hiç boş durmazdı. On parmağında on hüner denen insanlarımızdandı. On parmak daktilo yazar,
tamir işleri yapar, boncuklardan yoldaşlarına sallama yapar, çakmak kılıfı
örer, pankart yazar, kitap ciltler. Sürekli üretir, öğretirdi. Tabii Celo deyince özgürlük eylemleri gelirdi akla. Özgürlük tutkusuyla,
tecrübe ve yaratıcılığıyla sürekli sıcak savaşa koşmak için uğraşırdı. Biri patlar,
Celo, İhtiyarımızla, Ali Rıza Komutanla kafa kafaya
verir, yeni bir yol bulurdu. Sonunda başardılar da.
Koro faaliyetlerinin, anma ve kutlamaların
örgütleyeni, emekçisidir Celo. Ege türkülerini çok
sever, söylerdi. Ayrıca onun özel parçaları vardı. Filistinli bir şehit
babasını anlatan “ağlamıyordu ihtiyar” parçasını çok sever, coşkuyla söylerdi.
Bir de “çıkınında çökelek” parçası ona özeldi. Celo
denince bir de su savaşlarında bizi nasıl uğraştırdığı geliyor aklıma.
Ranzalara Metris usulü bir yapışırdı ki 15-20 kişi sökemezdik onu.
Gitmeden önce günlerce uğraşıp boncuklardan
bayrağımızı örmüştü Ali Rıza Komutana. Ali Rıza Komutan giderken göğsüne koyup “şehit
düşersem koynumda bulunacak” deyip göğsüne yerleştirmişti o bayrağı. Büyük bir
coşkuyla çıktılar Buca duvarlarını. Umudu büyütmeye gittiler ve birer birer hedefe vardılar... Alnında yıldızlı beresiyle, elinde
silahıyla en güzel hayalini gerçekleştirdi Celo.
(Bu anlatım Ekmek ve Adalet dergisinin 46. Sayısında
yayınlanmıştır.)
***
Bir yoldaşı anlatıyor:
«Çağlayan
misali aktı içimize»
Aslında çok uzun süreli değil tanışıklığımız. Celo Buca Hapishanesindeydi. Biz Mayıs'ta hapishaneye
girdik. Onlar Temmuz'da çıktılar. Ama daha öncesinden her fırsatta görüşlerine
giderdim. Her defasında Cela ve Tevfik'le konuşurduk.
Her seferinde birbirinden güzel sohbetlerimiz olurdu.
Celo hep titiz, düzenli ve sakindi.
Sık sık gözlüklerini düzeltir, usulca elini yumruk
yapıp ağzını kapatarak boğazını temizlerdi. Belki bir rahatsızlığı vardı, belki
de alışkanlıktandı... Celo güzel türkü söylermiş. En
çok da Ege-Efe türkülerini... Ben duymadım ama o güçlü sesiyle söylediği
türküleri dinleyen anlatırdı hep... Bizimkiler “çıkınında çökelek/gözlerinde
güneş tozu” türküsünü ondan öğrenmişler...
Görüşlerde uzun uzun
sohbet ederdik. Bir gün sordular bana; “Ne okuyorsun?” Erol Toy'un “Azap
Ortakları”nı okuyorum dedim. Azap Ortakları da 60 veya 70'lerde basılmış, bir
daha basılmamış. Yani o zamanlar pek bilinmiyor kitap. '80 öncesinden olanlar
biliyor ancak “Neden Erol Toy?” dediler bana; “başka şeyler de okuyabilirsin
öncelikli olarak..” Ben kitabı çok beğenmiştim, ama
onların söyledikleri de kafama takıldı. Ama yine de bitirdim kitabı. Bir dahaki
görüşe gittiğimde, “ne yaptın kitabı?” diye sordular. “Bitirdim” dedim. Celo da hatırlamış kitabı o arada, '80 öncesi okuduğu
kitaplardan biriymiş. “O kitabı bize getirsene dedi. Bu kez de ben, “neden istiyorsunuz? Hani
öncelikli değildi?” demeye başladım. Bir yandan da gülüyorum... Sonra kitap
üzerine konuşmaya başladık. Onlar da Halk isyanları üzerine yaptıkları
araştırmalardan söz ettiler. Uzun, güzel bir sohbet olmuştu.
Bir gün dışarıda yanında kaldığım yaşlı bir anamızla
görüşe gidecektik. Onun da oğlu başka bir davadan yeni tutuklanmış. Ben de iyi
gözlemciyimdir güya, ama anlamamışım durumu, yani oğlunun başka bir siyasetten
olduğunu... Neyse anamızın evinin bahçesinde zeytin ağacı var. Ana dedi ki, “seninle zeytin kuralım, görüşe giderken
götürelim” çok sevindim tabii. Zeytinler de iyi zeytin... Bir de tek tek çizdik zeytinleri, iki büyük bidona doldurduk. Epeyce
de zamanımızı aldı ama ben çok mutluyum, abilerime
götüreceğim... Gittik... Ben hemen Celo'ya zeytinleri
anlatmaya başladım. Nasıl güzel olduklarını, nasıl
hazırladığımızı, bidonlara kurup getirdiğimizi. Celo
da komüncü orada, bana demez mi; “o zeytinler bizim değil, falanca siyasetin.
Onlarla bizim komünümüz ayrı.”
Nasıl olur, onları ben kurdum. Tek tek uğraştım, ellerimle çizdim. Üstelik kapkara oldu
ellerim, bakın... Çok üzülmüştüm. “Gidip zeytinleri geri alacağım dedim. Sonra uzun uzun komünü anlattı bana Celo, bu
konudaki anlayışımızı, kültürümüzü... Anlıyordum ama aklımda hep, “ama onları
ben yaptım, sizin için yaptım” düşüncesi vardı. Hemen o an bu düşünceden
kurtulamayacağımı anlayınca konuyu değiştirdiler. Başka şeylerden sohbet etmeye
başladık. Sonra kendim de gördüm, yaşadım komünün ne olduğunu... Hapishane
yaşamında komün önemliydi.
Buca'daydım artık. Celo'lar çıkmışlardı... Bir gece karşı camdan PKK tutsakları
bağırarak sesleniyorlardı bize “şu kanalı açın!” Açtık... Ama bu Celo!... İhtiyar!..
Tokat'ta daha önce bizimkilerin çektikleri
görüntüler veriliyor televizyonda. Kasetleri ele geçirmişler tehditler
eşliğinde yayınlıyorlar. Ama bizimkileri izliyoruz işte... Bizimkiler bunlar...
Derede çamaşır yıkıyorlar, iş yapıyorlar... İhtiyar kirpi ya da kaplumbağa
kesiyor. Bir şeyler soruyorlar ihtiyara; “diri diri adam keserim, insanı o hale
getiriyorlar yaptıklarıyla...” diyor, öfkemizi anlatıyor. Celo
silahı anlatıyor, nasıl nişan alınacağını gösteriyor ama etraftan “nasıl firar
ettin onu anlatsana” diyorlar... Gülüşüyorlar hep birlikte. Celo
sessiz yine, başını yana yatırıp gülüyor, yüzünü çeviriyor... Hepsi birbirinden
güzel... Havalara uçuyoruz görüntüleri, bizimkileri gördükçe... Hepsi pür
neşe... Bu onları son görüşüm oldu.
Ardından 10 gün sonra Ali Rıza, daha sonra Tevfik,
ihtiyar... bir bir güneşe
uğurladık. Onları hep birlikte anıyoruz. Ayırmak ne mümkün.
Sessiz, sakindi Celo.
Taşıdığı onur ise o denli güçlü, çağlayan misali aktı içimize... Ve hep bizimle
olacak...