Bülent
DURGAÇ'ı Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:
Hapishaneden ve Küçükarmutlu'dan
tanıyan
yoldaşları anlatıyor;
Partiye bağlılığın simgesi: BÜLENT
DURGAÇ
Bülent... Yani bizim zayıf, esmer, sert bakışlı,
delikanlı "Bilo"muz... Bülent DURGAÇ'ımız.. Bir kere daha
sarıldık kaleme seni anlatmak için. Ne kadar anlatsak az olacağını bile bile...
Armutlu'ya düşman saldırısı
başladığında tüm yürekler kilitlenmişti bu mevziye.
Biliyorduk ki karış karış savunmak için vatanı
dövüşülecek, ölünecekti...
O günlerde Bülent tahliye olmuştu, 2 hafta falan
önceydi. Benimse daha tahliye olduğundan haberim bile yoktu. Edirne'deki
hücresinden gelecek selamı bekliyordum. Armutlu şehitleri içinde adı geçince
yine de şaşırmadım. Onu tanıyan kimse de şaşırmamıştır eminim... Çıkmış, direnişe
koşmuş, en önde savaşmış ve şehit düşmüştü. Bu kadar doğaldı onun için böyle
düşünebilmek. Ayrıntıları daha sonra öğrenecektik.
Şimdi, belki bininci kez, yeniden gözüm
fotoğrafında. Senden bize kalan tertemiz hatıralara dalıyorum. Gülüşlerimiz,
tartışmalarımız, sayısız anlar birbirine girmiş, arka arkaya- üst üste hücum
ediyor belleğimde.
Daha geriye gitmek, en başından anlatmak gerek.
1974 yılının acaba hangi mevsiminde dünyaya açtın
gözlerini bilmiyorum, hatırlamıyorum. Hatırlamamak ince bir sızı akıyor içimde.
Çünkü sen hatırlardın, doğum günümü dahi bilirdin şaşmaz dikkatinle.
Kahramanmaraş'ın Afşin ilçesi Çomuduz
köyünde doğdu Bülent... Bülent'in anası-babası, ailesi Kürt yoksul köylülerdi.
Afşin'de ekmek bulmak zordu. Yüzlercesi-binlercesi gibi Bülent'in ailesi de göç
etti Çukurova'ya, İskenderun'a... O yüzden Bülent köyünü pek hatırlamaz. Çocukluğu
İskenderun'da geçmiştir. Akdeniz'le kucak kucağa büyümüş bu kentte. Hem okumuş,
hem çalışmış. Geçim zormuş çünkü. Bir yanda gazinoların, palmiye ağaçlı lüks
sitelerin olduğu zengin semtlerin İskenderun'u, diğer yanda ise dar yokuşları, içiçe girmiş karanlık evleri ile yoksul-emekçilerin
İskenderun'u var.
Bülent'in aynı önlüğü 5 yıl, aynı ayakkabıyı 3 yıl
giyindiği var. Yeni lastik çizmesiyle yağmur göletlerinin içinde sevinçle
koşması var, bir türlü sahip olunamayan şu güzel oyuncaklar var, Fransa'daki
dayısının mutlaka getireceğine inandığı spor ayakkabıları var. Ayrıca bu
tarafta bir de efsane gibi anlatılan devrimciler, eski güzel günler var...
İskenderun 12 Eylül öncesi devrimci, eski güzel
günler var...
İskenderun 12 Eylül öncesi devrimci mücadelenin
kitlesel olduğu bir yer, 12 Eylül terörü de o derece şiddetli. Korku büyütülmüş
ama buna rağmen kimi katledilmiş, kimi hapse düşmüş, kimi de yurtdışına çıkmış
tanıdıklardan her gün söz açılır. Bülent'in duymaması için kısık sesle konuşulanlar,
tüm çabalarına rağmen, Bülent'in dünyasında yer edinmeye başlar.
Duyar, düşünür ve her zamanki pratik zekasıyla basit sorular çıkarır... Devrimciler vardır,
yoksulluğa karşıdırlar, polisi sevmez ve gizlice yaşarlar, iyi ve namuslu
insanlardır...
Kişiliğinin ve devrimciliğe ilişkin ilk fikirlerin
oluştuğu yıllarda böyle bir ortamda büyür Bülent.
İlk gençliğine adım atmadan bu kez de Mersin'e
taşınırlar.
Burada durup birkaç yıl öteye gidince Mersin şehiriçi dolmuşlarında muavinlik yapan, kazandığını kuruşu
kuruşuna eve harcayan Bülent'i görüyoruz.
Muavinlik ve zaman zaman
da şoförlük yaptığı gençlik yılları da onun biçimlenmesinde önemli bir yere
sahip. Daha önce dolaylı olarak gördüğü, çokta anlamadığı sömürüyü, şimdi onun
bizzat nesnesi olarak yaşıyor. Bir adam, dolmuşu olduğu için, oturduğu yerde
para kazanıyor, çalışansa Bülent...
Yine de her akşam yorucu günün sonunda araba sahibiyle
hesabını görürken hilesi yoktur. Başkaları gibi çalmayı, bir kenara para atmayı
kendine yediremez. Bunun yerine fazladan işe çıkar.
Bir emekçi olarak insanları tanımış, dolmuşçu
esnafının kendine özgü kültürü içinde yıllar geçirmiştir. Uyanık olmak, hızlı
düşünmek ve her an kavgaya hazır olmak işinin gereğidir. Aynı zamanda polisi,
bütün olarak düzenin çürümüşlüğünü de tanımıştır. Bu yiyici asalaklarla hergün karşılaşa karşılaşa kim-kimin
tarafında daha iyi anlamıştır.
Muavinlik yaparken bir yandan da okul harçlığını
çıkarır. Babası "Oğlum iyi okusun, büyük adam olsun" diyerek biraz
daha kısıp genelde zengin çocuklarının gittiği bir okula yollar. Okulda ise,
zengin fakir ayrımıyla, Bülent hemen kendisi gibi olanları bulur. Artık onlar
kendisine solcu diyen, solcu müzikler dinleyen bir grup arkadaştır. Ve giderek düşüncelerinin
doğal evrimi sonucu bir arayış içine girerler. Kitaplar-dergiler okurlar. Adını
duydukları İHD'ye giderler.
Bu sırada Bülent hareketimize uzaktır. Çünkü
çevresinde Devrimci Sol'cu yoktur. Ama aynı zamanda Atılım'ın başladığı,
hareketimizin bölgede kök saldığı ve mücadeleyi yükselttiği bir dönemdir. Tüm
ülkeyi sarsan eylemler Bülent'in dünyasında da geniş yankı bulur, "İşte
bu!" der...
Kürt kökenli olması ve PKK sempatizanı,
TİKKO sempatizanı arkadaş çevresi oluşmasına rağmen, Bülent artık gözünü hareketimize
çevirmiştir. Kendi kendine Mücadele dergisinin okuru olur,
ve çok geçmeden de örgütlü ilişkilerimizle ilk tanışmaları gerçekleşir.
Bir işi ucundan-kıyısından yapmak onun mizacında
yok. Ya yaparsın ya da yapmazsın, bu kadar basittir! Aslında bu "basit"lik,
yalınlık tüm devrimci yaşamı boyunca onda olan en temel özelliktir. Bazen
mekaniklik, bazen sekreterlik gibi görünen (bu da gelişimde geçilen yollardır)
bu özellik, mantık yürütmeyi sonuna kadar devam ettirmek ve ortaya çıkan sonucu
da pratiğe geçirmek ve talep etmekten başka bir şey değildi.
Hareketimizde darbe ihaneti, Bülent'in örgütlü
ilişkilere adım attığı zamana denk gelir. Bu yüzden bir süre bağları kopar, ama
yapacaklarını bilmektedir. Asıl olarak da darbe ihanetini aşıp yeniden ayağa
kalktığımız sürecin militanı olur. Darbecilere kinlidir. Önderimize büyük bir
sevgisi vardır. Ve her fırsatta bunu gösterir. Darbecilik sonrası Silahlı Halk
Milisi olarak istihdam edilir. Artık örgütleyen ve adalet uygulayan bir
savaşçıdır Bülent.
Tutsak düştüğü Haziran 1993'e kadar görevini
sürdürür.
Burada tutsak düşmesini de ayrıca anmak gerekiyor...
Akdeniz bölgesinde hareketin başlattığı bir yardım kampanyası vardır. Bu
kampanya örgütlü ilişkilerimizden başlayarak taraftarlarımıza, bulunduğumuz
mahallelerdeki emekçilere, kimi dernek ve düzen partilerinin il teşkilatlarına
kadar uzanıyor, yeni ilişkilerin de temelleri atılıyordu.
Aynı çerçevede geçmiş yıllarda veya 12 Eylül öncesi
dönemde devrimci diye kendini tanıtan kimi isimlere gidiliyor ve harekete belli
bir miktar yardımda bulunulması isteniyordu.
Bunlardan birisi eski DY'li
ve epey zenginleşmiş biriydi. Önce arkadaşlara gün vermiş ve daha sonra giden
(Mersin-Arpaçbahşiş'de şehit düşen Zeynep) yoldaşa ahlaksızca
sözler söyleyince durum Bülent'lere havale edilmişti.
Bülent'ler bu adamın karşısına çıkınca işin
ciddiyetini anlamış, ancak arkadaşlar onun aynı zamanda polis işbirlikçisi
olduğunu bilmediği için söylediği saatte dükkanına gidiyor
ve parayı aldıktan sonra polis tarafından yakalanıyorlar. Bu şekilde bir
kalleşlik sonucu yakalanmış olmak ona hep koyardı. Ve bu kişiye kini -özellikle
Zeynep yoldaşımıza hakaretinden dolayı- hep canlıydı.
Mersin hapishanesinde kaldığı kısa bir süreden sonra
Malatya hapishanesine getirilir. Malatya hapishanesinde Muharrem Çetinkaya, Ali Haydar Bulmak, Ahmet İbili
gibi yoldaşlarının arasında kısa zamanda yaşama katılır... Sürekli arşivlerle uğraşıyor,
kitapları düzeltiyor, herkesin okuduğunu takip ediyor ve okuduğu birşeyi biriyle mutlaka tartışıyordu. Çok hızlı ve azimle
öğreniyordu. Bu konuda, ilerde de onu tanıyanların hemen göreceği bir özellik,
bizim yayınlarımızı sürekli olarak okuması, tekrar tekrar
çalışmasıdır... Zaten hapishane yılları boyunca canlı bir arşivdir hepimiz
için. "Bülent, şu konuda yazı lazım, nerede var?" Bülent hemen, hangi
dergimizin hangi sayısında olduğunu sıralar. Hatta bazen sayfa numarası verdiği
de olmuştur.
Tutsaklık yıllarının ilk döneminde iyi bir
öğrencidir Bülent. 1 yıl sonra, 18 yıl "ceza" alarak Çankırı
hapishanesine götürülür. Bu arada bir de tüberküloz tedavisi görüyordu. Yargıtayda davası bozulunca 1 yıl sonra tekrar Malatya'ya
geldi ve aynı cezayı alarak bu kez Bursa Hapishanesine sevk oldu. 1995'in
Ağustos veya Temmuz ayıydı...
Artık daha olgun ve yaşamda özel bir ağırlığı vardı.
Her zaman örgütlü düşünen, ihtiyaçlara cevap veren
ve herşeyi ile kendini buna veren bir Bülent'le karşı
karşıyaydık.
1996 Ölüm Orucu'nda 1. Ekip'te kızıl bandını
kuşandı. "Her anı Eylem Olan 69 Gün" sonrasında bir Gazi idi. Ama
büyük bir iradeyle yeniden çalışarak kendini toparladı ve yine yaşamın
içindeydi hep..
Zor zamanların adamıdır Bülent. Zor zamanlarda
Parti'sinin, yoldaşlarının gönül rahatlığıyla sırtını verebileceği bir savaşçı
olmak, en büyük değer değil midir zaten bir Parti-Cepheli için...
Dedik ya, mantığın gereğini sonuna kadar yerine
getiren ve kendini odağına koyan, devrim için bedel ödeyeceksek önce ben
diyendir. Çok güçlü bir adalet duygusu vardır. Bağlılık ve adalet duygusu onu
her zaman güvenilen bir savaşçı yaptı.
96'da, 2000'de, 19 Aralık'ta ve Armutlu saldırısında
bölgeden çıkarılmayı kabul etmeyişinde hep aynı yalınlık vardır; "Burada
savaşılacaksa bir savaşçı olarak buradayım..."
Elbette bu özellikler günlük yaşantısına da hakimdir.
Onun kafasında Parti-Cephe'nin dışında da başka bir
şey yoktur. Bu o kadar doğaldı ki onun için, onu dışarıdan değerlendiren-
yeterince tanımayanlar- için "düz" bir kişiliktir o.
Vefa... Sözünü tutmak... Bunlar Bülent için onur
sorunudur ve insanları da böyle değerlendirir. Günlük yaşamın ayrıntılarında
tüm bu yanları vardır.
Örneğin; onun yanında örgütlülüğe, ideolojimize,
politikalarımıza ters şeyleri insanlar rahatça söyleyemez, tepki göreceğini
bilir. Bulunduğu birimde kimi sorunlar yaşandığı ve bir yanıyla örgütlü
düşünmenin de sınandığı bir dönemde tüm olumsuzluklardan etkilenmeden ayakta
durabilmesi de yine bu bağlılığı sayesindedir.
Özellikle ilişkilerine yansır.
Saf, afrası-tafrası
olmayan insanları sever, onlarla daha rahat anlaşır. Kibirli, gürültülü
insanları sevmez. Özellikle hesaplı-kitaplı, ve bunu
sürekli ilişkilerine yansıtan insanlara doğallığında bir mesafesi vardır ve
çatışma halindedir. Onlar Bülent'i, Bülent de onları iyi bilir. Tabii
görev-sorumluluk konusunda -kim olursa olsun- ayrımı yoktur, verileni-söyleneni
yapar. Ama zaten bu tip kişiler de Bülent'in dobra dobralığından,
sonuna kadar götürülen yanından uzak durur.
Yaşam içinde emekçidir. Bulaşıkta, temizlikte ve her
işte mutlaka olur. Bunu özel olarak düşünür, zaman ayırır ve iradi olarak
yapardı. Bu çok önemli, onun adalet anlayışının bir parçasıydı. Aynı titizlik
eğitime de yansır. O yanıyla "sınıfın en çalışkanlarından"dı
desek yanlış olmaz. Yani işini mutlaka yapar. Kimsenin de tersi bir şüphesi
olmaz. Tekrar tekrar uyarmaya gerek görülmez.
Bülent'in olumsuzlukları yok muydu?..
Tabii ki vardı. Bülent biraz da hırçındır. Çünkü,
zaafla-eksiklerle bütünleşen değil, kavga edendi. Sekterlik belki de devrimci
yaşamında başına en çok "bela" açan yanıdır... Bunun adım adım nasıl yıkıldığını da yine onda gördük diyebiliriz.
İçten pazarlığı yoktur ve gördüğünü söyler. Bu da bazen ortalığı karıştırır,
kimilerine feryad ettirir. Bütün bunlar olurken en
ilginci de; kimse onun davranışında art niyet aramaz, hatta buna cesaret bile
edilmez. Çünkü herkes bilir, onda, madolyonun öte
yüzünde, farklı hesap olmadığını. Kızıp ters birşey söyleyeceği
veya müdahale edeceği zaman meşhur bir de hareketi vardı; elini trafik polisi
gibi "dur" anlamında sertçe kaldırır. Bu da skeçlerimize
konu olurdu sıkça. Bir defasında kendine böyle bir el maketi hediye edilmişti,
kahkahalardan kırılarak aldı tabii.
Sert-sekter dedik, ama öyle asık suratlı biri
canlanmamalı kafalarda. En çok günlerdenden- espri
yapanlardan biridir.
Bir de şefkati... Delikanlılık, gerektiğinde en sert
sözü söyleme... ama sevgi yanı da dopdoludur. Herkesin
içinde bu pek görülmez. Bunu görenler ise ondaki enginliğe şaşar... Canın
sıkkın oturuyorsun, veya birşeye
moralin bozuldu; mutlaka gelir Bülent bu halini görmüşse. En yumuşak sesiyle
konuşarak, bazen susarak, neşelendirerek derdine ortak olur. Sigaran bitmiş ise
hiç beklemediği anda çıkar gelir, bir sigara yakar kendi paketini ortaya kor ve
unutmuş gibi paketi orda bırakır giderdi. O sigaraları bu iş için özel olarak ayırdığından
da kuşku yok. Böyle bir de yüreği vardır.
Neleri sever... hatırlamaya
çalışıyorum. Türkü söyleyemezdi, çok çok zorlanınca
kızara-bozara söylerdi.
"Vurulmuştu, nefes nefes
uyandı
Ölenlerden arda kalan tek candı..."
hep severek söylediği bir türküydü
bu.
Yoldaşlarıyla sohbet etmeyi severdi. Çünkü, ayrı-başka bir dünyası yoktu. Kavgası da, neşesi de
yoldaşıyladır...
Böyle dolu dolu yaşanmış
günlerin içinden geçerek 2000 ölüm orucu hazırlık günlerine geldik. Her
zamankinden neşeli, her zamankinden coşkulu ve herşeyiyle
direnişin zaferine kilitlendiği günlerdi. Yine tereddütsüz gönüllüydü, '96'da olduğu
gibi...
...
O günleri, birlikte olduğu bir yoldaşı şöyle
anlatıyor;
"20 Ekim öncesi günlerdeyiz. Ölüm orucu
ekipleri belirlenmiş, buna yönelik hazırlıklar yapıyoruz. Ancak öncesinde 2000
Ölüm Orucu'nda gönüllü olan 96 Ölüm Orucu savaşçıları o dönem için yapılan
program gereği 2000 Ölüm Orucu'nda yer almayacaklardı, hatta açlık grevi dahi
yapmayacaklardı. Bu parti kararıydı. Ve özellikle kendilerine böyle iletmemiz
söylenmişti... İlk konuştuklarımızdan biri Bülent oldu.
Kendisiyle oturup Parti kararını konuşmaya
başlayınca, söylenenler hiç beklemediği bir şey olduğu için önce suskunlaştı,
yüzünün rengi de değişir gibi oldu. Zorla bir kaç kelime etti. Ancak o an ona
bakan birisinin içinden ne fırtınalar geçtiğini anlaması zor değildi.
Özellikle, Ölüm Orucu'ndan açlık grevi dahi yapamayacak olması onu şaşırtmış,
hatta rahatsız bile etmişti. Çünkü doğallığında taşıdığı duygusallık vardı.
Yanındaki yoldaşları ölüme giderken "siz açlık grevi yapmayacaksınız"
denmesi ona ağır gelmişti...
Beklentilerimizi ve sorumluluklarımızı anlatmıştık.
Ve Bülent o dönem her zaman ki titizliğinden belki de kat kat
daha fazlasını gerçekten taşıdı..."
...
Evet taşıdı. Direnişçilerin çevresinde veya "nerde-ne
iş varsa" oradaydı...
19 Aralık'a kadar... ve 19
Aralık'ta düşmanı ilk karşılayan, çatışmayı başlatanlardandı... Çatışmada ilk
gaz bombası etkilidir. Bir odaya girdiğimizde ben koşarken o da havayı
temizlemesi için kalorifer borusunu patlatmaya çalışıyordu....
2 gün sonra Bülent'imizle Edirne'ye sevk edildiğimiz
ringde yanyanaydık. Sarıldık birbirimize. Yarı
çıplaktık. Gözleri alev alevdi. Savaşılmış, şehitler verilmişti. Cebimizde
kalan paraları paylaşmış ve yol boyunca sohbet etmiştik.
Bu son sohbetlerimizdi.
F tipinde örgütlülükle bağ kurduğu andan itibaren herşeye hazır olduğunu belirtiyor. Notlarıyla-
mektuplarıyla neşe ve moral taşıyordu hücrelere...
...
Bir de Armutlu barikatçılarının kısacık zamanda
bağlandıkları Bülent abilerine dair anlattıkları var;
"Armutlu'da
gazilerimizin olduğu evdeydik, mutfakta bulaşık yıkayacaktım. Bülent abi hemen yemek sonrası mutfağa gelir ve hiçbir şey yapmasa
bile birşeylerin ucundan tutmaya çalışırdı. Bizim
gazimizdir; çalıştırmayalım diyoruz ama bizden çok çalışırdı.
Tam bulaşık yıkayacağım "bırak ben yıkayacağım"
dedi. O bir yandan ben bir yandan ısrar ederken en sonunda Bülent abi "bulaşıkların ihalesini ben aldım" demez
mi... Tabii ben şaşkın şaşkın "Ne ihalesi?"
diyorum."
Bursa'da ünlü esprisiydi Bülent'in bu
"ihale" işi... Bazen şehidimiz Murat abi
ondan önce davranınca "gene ihaleye fesat karıştırmışlar" derdi....
"... Ama Bülent abi,
nasıl desem, tam da bizim yörenin insanlarına benziyordu.
Konuşması-tavır-davranışları ile, her yönüyle. Ve öyle
bir tatlı sesi-konuşması-gülüşü vardı ki... Tanıyanlar, gülüşünü bilir. Duru bir su gibi. Mütevazılık konusunda Bülent abi kadar mütevazi bir insan
görmedim."
...
"Bülent abiyi tahliye
olduktan sonra Armutlu'ya gelmesiyle tanıdım. Geldiğinde
zayıftı. O dönemin Ölüm orucu gazisi sandıydım. Sonradan 96 gazisi olduğunu öğrendim.
Canan'ın şehit düştüğü eve gittiğimde, kapıyı hep o açar, bizi karşılardı...
Çatışmanın başlamasıyla gaz bombaları ve kurşunların ortasında kaldığımızda
gazilerimizi yanlarına bir arkadaş vererek çıkartmıştık. Bülent abinin kolundan tutup çıkartmak istediğimizde kararlı bir
şekilde gitmeyeceğini-çatışacağını söylemişti. Evin önünde son kalan bizlerdik.
6-7 kişi çıkıp taş atıyorduk. Gazın etkisi artmıştı.
Bülent abinin en son
öksürdüğünü duyunca onu oradan çıkartmakta direndik, ama yok, çıkmaya
yanaşmıyor... Son ana kadar bizimle beraber kapıda çatıştı. Son nefesinde de
çatışıyordu."
...
Evet, şimdi sıra sözü bağlamaya geldi...
Hiç anlatılmamış gibidir. Hayallerini, zafer
özlemini, o büyük güne hasretini, inançlarını devraldın şehitlerimizden... Tüm
bunları eğilmeden taşıdın ve kahramanca devrettin bize
Senin bize hatıran budur... Büyüteceğiz, layık
olacağız. Bir kez daha hoşcakal, bir kez daha hep
bizimlesin. Daima yanyanayız.
Anısı önünde bağlılıkla-sevgiyle eğiliyoruz...