Bülent ÜLKÜ'yü Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:

 

 

 

 

Kadir Bülent Ülkü’ye

 

Biz köy çocukları erkenden yanarız güneşte. Daha mevsim ilk bahara yeni girmişken, don atlet fırlarız sokağa, bir de karpuz kabuğu düşmüşse denize, gelenektendir dalıveririz suların maviliğine. Körpecik derilerimiz yanıp kahverengileşirdi de bana mısın demez, baharın ve denizin keyfini çıkarırdık. Yazlığa köye gelen çocukların ilk güneşlenmelerinde derileri yanıp dökülürken biz onların ağlamalarına vahlamalarına kahkahalarla güler ve onlarla dalga geçerdik. O da onlar gibi, bize göre çok beyazdı. Yazları gelirlerdi köye. Yazlığa gelenler “köyünüzün kıymetini bilin cennet gibi yer burası” derlerdi de biz çok kızardık. Kışın dağlara kar yağdığında, poyraz buz gibi yapardı her tarafı. Buzlar kiremitlerden yerlere değer, birde kar erimeye dönsün bütün sokaklar çamur deryasına dönüşürdü. Evlerin tamamına yakını ahşap olduğundan, bütün çatılar akıtır uyuyamazdık sabaha dek. Bir yandan soğuk bir yandan zeytin toplama mevsimi ellerimizin parmak uçları uyuşur bazen ahlayarak bazen de koltuk altlarımıza ellerimizi sokarak donmamızı engellemeye çalışırdık. Hasat mevsiminde zeytinliklere sığırcıklar doluşur bizde onları hasata zarar vermesin diye ürkütüp kaçırmak için teneke çalmaktan ellerimiz kabarır su toplardı. “köyünüz cennet gibi” diyenlere bundan dolayı kızar “her zaman cehennem bizim cennet sizin olmuştur” derdik. Çoğu zamanda kavga ederdik. Demir parmaklıklar ve tel örgüleri ilk defa onların gelmesiyle gördük. Oturdukları sitelerin etrafını çevirirler, bir kapı ve kapıya da “yabancılar giremez” yazar bizim yanlarında olmamızdan rahatsız olurlardı. İlk zamanlar o “yabancıları“ amerikalılar, yunanlılar, sanardık. O yabancıların biz olduğumuzu sonradan öğrenmiştik de, hep dayak yemişlerdi.

Onların da yazlıkları vardı bizim köyde. Annesi bizim buralı, sanırım babası memurdu büyük şehirde. Bir ağabeysi bir de ablası vardı. Yazlık evleri köy kadınlarının denize yüzdüğü yerdeydi. Biz de çocuk olduğumuzdan köy kadınlarıyla birlikte yüzerdik. Tanışıklığımız o zaman başlamıştı. Bir gün annem bir bana baktı bir de ona ve “maşallah resim gibi çocuk” demişti de çok ağrıma gitmişti. Benim kırıldığımı anlayan annem, kucağına alıp beni sevmek zorunda kalmıştı. İşte o resim gibi çocuk Bülent Ülkü’ydü.

Biz köy çocukları şehir çocuklarından daha iyi anlardık çiçekten böcekten. Hangi ağacın meyvesi yenir, hangi mantar zehirlidir, hangi ötüş hangi kuşa aittir, hangi bitkinin kökü yenir, hangi balığın iğnesi zehirlidir. Arılardan hiç korkmaz bir kutuya birkaç tanesini koyar evcilik oynarken radyo yerine kullanırdık. Yürümeye başlamakla denizde yüzmeyi öğrenmek aynı günlerde öğretilirdi. Biz bu yanlarımızla yazlığa gelen çocuklardan daha becerikli görürdük kendimizi. Ne zaman ki akıl çağı gelip de okula başladığımızda o öğündüğümüz yanlarımızın bir işe yaramadığını görür ezilir başarılı da olamazdık. Bülent bize ben de Karacaaliliyim dese de konuşması bile benzemezdi.

Arkadaş olmuştuk. Arkadaşlığımızın hatırına şehirli değilmiş gibi davranıyordu. 5-6 yıl daha her yaz geldiler. Daha sonra babasının işlerinin bozulduğunu duyduk ve evlerini sattılar. Yıllarca görüşemedik.

Ben 1982’de devletin temeline dinamit koymaktan hapishaneye düştüm ve silahlı çete üyesi olmaktan 4 yıl hapis yattım. Hapishaneden çıktığımda Bülent köyde idi. Çok değişmiş çok heyecanlı çok meraklı cıvıl cıvıl denilenlerden yani. Anamın yıllar önce dediği gibi “resim gibiydi” neredeyse yazlıktaki tüm kızların çoğu aşıktı ona.

Hapishanelerde yaşanılan direnişleri ve direnenleri anlattığımda hayran hayran dinler sohbeti kestiğimde “bak not alıyorum yarın devam ederiz derdi”. Bir de şiir okumayı çok severdi. Sesi gür ve sesini opera sanatçısı gibi kullanır kavga eder gibi şiir okurdu. Okul yıllarında devrimcilerle ilişkisi olduğunu söylerdi. Sanırım örgütlü değildi. Gemlik’te mahalli bir gazetede (Körfez) zaman zaman yazısı (Karaca Ali’den notlar) çıkardı. “Hem harçlığım çıkıyor hem de kendimi ifade etme fırsatım oluyor” diyordu. “İstedikleri gibi yazmadım yarın yazım çıkmayabilir” derdi. Gazete sahibi oto sansür uygulardı. Bülent fotoğraf çekerdi, daha çok çocukların bir de adaletsizliğin fotoğrafını çekmeye severdi.

Hapishaneden tanıdığım bir arkadaşım köye ziyaretime geldi. İsmi Osman.

- sizin köyde birisi var gazetede yazıyor beni tanıştırır mısın?

- İsmi ne?

- Bülent

 

Evlerine gittik Bülent yoktu. Ailesi İstanbul’da olduğunu bir hafta sonra geleceğini söyledi.  

- Gelince ne diyeyim?

- bir gazete çıkaracağız Gemlik’te bizimle olur mu

- nasıl bir gazete derse ne diyeyim?

- Sen sadece bir gazete de yeter

 

Az çok nasıl bir gazete olacağını tahmin ettiğimden, nasıl yumuşatarak anlatacağımı düşündüm durdum. Ve Bülent İstanbul’dan geldi beni buldu. Sıkıla bıkıla anlatmaya çalıştım. Gayet sakin “tamam” dedi. Şaşırdım. Bu kadar mı dedim? Evet dedi. Kaygılar sadece bana aitmiş meğer. Bundan sonraki yaşamı kaygısız ve telaşsız gürül gürül aktı gitti ve gazetesi köylülerin, işçilerin, öğrencilerin, esnafın velhasıl bölgemizde adaletsizliğe uğrayan tüm halkın sorunlarına eğilen, ve halk düşmanı cuntacı Kenan Evren’in hedefi olabilecek güce erişti. Cuntanın ilk yıllarında Karacaali köyünde korkunun halka dayatıldığı dönemlerde silahım yok diye imzalatılan tutanaklar, köylülere okutulmadan imzalatılan ve yıllar sonra Bülent ve gazetesi tarafından ortaya çıkarılıp teşhir edilen köy arazisinin köylülerden alınıp peşkeş çekilmesi ortaya çıkarıldı. Sahtekarlar davanın geri alınması için yalvarır hale geldiler. Bin bir özürle davanın kapanmasını istediler. Karacaali köylüleri sahtekarlıkla ellerinden alınan arsayı geri aldılar. Fakat Bülent bu dava burada bitmez demiş ve adalet talebi ve de ısrarı sürekli olmuştu.

Bülent’in sahibi ve yazı işleri müdürü olduğu Bakış gazetesi, 1987 senesinde Grup Yorum’u Gemlik’e getirdi. Sahildeki çay bahçesi hınca hınç dolmuştu. Polis kamera çekimleri yapar izleyenleri taciz ederken Bülent polis kamerasının önüne geçerek saçlarını tarıyor polisin dinleyicileri rahatsız etmesini engelliyordu. Bu hareketi izleyen halkımız tarafından alkışlarla desteklendi. Konser sonunda Grup Yorum’un üyeleri gözaltına alınmıştı.

Gemlik’te adalet ve özgürlük adına yapılan her güzel eylem Bülent ile özdeşleştirilir. Ufak tefek yapılan yanlışlara Bülent’in zamanında deyip başlayan uzun örnekler gösterilir hala. Şehit düşmesinden bu yana 19 yıl geçse bile onu tanıyan herkes Bülent’i özlemle anar. Kapısını çaldığı her evin ona açılmasının nedeni, kısa süreli de olsa yaşadığı ve her evde emeği vardı. Hele çocuklar onu en çok özleyen ve bekleyenlerdi.

Müşküle köyünden bir amcamız vardı, Hüseyin Köse. Kalp rahatsızlığından dolayı aniden ölmüştü. Alelacele cenazesine gittik. Biz gittiğimizde Bülent oradaydı. Ev sahibi sorumluluğuyla gelen misafirlerle ilgileniyordu. O da çok üzgündü. Hüseyin amcanın defin işi başlayıp toprak atarken Bülent o gür sesiyle şiir okumaya başladı. Hepimiz şaşırdık ben de bir cenazede ilk defa şiir okunduğunu gördüm. En çok sevdiği şiirlerden birini okuyordu “koyun gibisin be kardeşim” diyordu. Düzenin biz halka biçtiği rol koyun gibi yaşamak olsa da, koyun yerine konulmak olsa da bir sessizlik oldu. Yüzüne vurulması ağrına gitti insanların. Biraz utanıldı, biraz da gülümsendi. Bülent koyun gibi olmayın diyordu aslında.

Bülent her ne kadar öğrencilik yıllarında devrimcilerle ilişkisi olmuş olsa da, esas örgütsel bağı Bakış gazetesi aracılığıyla başladı. O halkın değerlerini, kültürünü çok çabuk kavrayanlardandı. Her namuslu insan devrimci olmayabilir ama o her devrimcinin namuslu olması gerektiği bilincindeydi. Ve bundan dolayıdır ki bütün kapılar ona tereddütsüz açılırdı.

Çok kısa sürede devrimcilikle özleşip bölgesinde sorumluluklar aldı.

Doksanların başında devrimci şiddet üst boyutlara tırmanmış atılım dönemi hızla sürüyor hiçbir halk düşmanı kendini güvende görmüyor ve polis istifalarını engellemekte zorlanıyordu oligarşi. İşkenceler, kaybetmeler ve infazlar da artmıştı. Bülent birkaç kez gözaltına alınıp işkenceli sorgulamalardan geçirildi. Her seferinde işkenceden dimdik çıkabildi. İşkencehanelerde duruşu öylesine net olmuştu ki, sonraki yıllarda işkenceciler “direneceksen Bülent gibi diren” demek zorunda kalmışlardır.

Kaybetmelerin, infazların en yoğun olduğu günlerde, köye Bülent’in acı haberi geldi. Kimse onun öldüğünü birbirine söylemiyordu. İnanmak istemiyorduk. Bülent kısa mesafeden kafasına sıkılan bir kurşunla infaz edilmiş, Uludağ yol kenarına atılmış, ormanda çalışanlar tarafından bulunduğunda son anlarıymış. Hastaneye ilk getirildiğinde üstünde elbiseleri varken sonradan kaybedilmiş ve kimsesizler mezarlığına gömülmek istenmiş, daha sonra yoldaşlarının sahiplenmesi sonunda köye getirilmişti.

Camiye konuldu. Vücudu çırıl çıplaktı. Otopsi adına vücudu boydan boya kesilmiş ve daha sonra dikilmiş; vücudunda sigara yanığı izleri, elleri mürekkepli, kollarında kelepçenin izleri hala duruyordu.

Halkın ekmek adalet ve özgürlük talebini karşılama adına harcadığı emek onu zayıflatmıştı. Her zaman o tertemiz gülümsemesine alıştığımız Bülent’in kaşları çatıktı. Son anına kadar cellatlarıyla çatışmış belliydi. Her daim katillerin, cellatların işkenceli sorgulamalarından zaferle çıkmayı başaran Bülent, bu defa ölümü de yenmişti.

Karacaalililer, komsu köylüler, Müşküleliler, esnaflar, Bülent’e evini açanlar, çocuklar ve yoldaşları. İki yüz kişiyi aşan yumrukları ve adalet isteyen her kez en gür sesiyle bağırıyorduk “Bülent’in hesabını soracağız” diye. Tabuttan çıkartıp toprağa indirirken sıcak suyla yıkandığından dolayı herhalde Bülent’in yarası kanamaya başladı. O an sessizliğin çığlığı herkesi bir kez daha yaraladı. Kimse kimseye bakamaz hale geldi.

Kanayan kan değil güneşti. Güneş toprağa damlıyordu bir kez daha. Çıkıp onun gibi sesimin en gür haliyle bir şiir okumak istedim sonra sonunu getiremeyeceğimi düşünerek vazgeçtim.

Daha çıktım mezarlığın yamacına, körfezin maviliğine bakarak ağıt yaktım, yumruğum sıkılı!

 

Bu kaçıncı erken ölüşümüz

Kaçıncı kara topraklara gömülüşümüz

Kaçıncı dövüşü dizlerini

Kaçıncı yerden yere vuruşu bedenini

Kaçıncı saçlarını yoluşu anaların

Yetmedi mi?

Yetsin ki yetsin artık!

 

Yoksa uzayacak çocukların açlığı

Uzayacak sevinç çığlıklarını atışları

Uzayacak insanın insana kulluğu

Esmeyecek poyraz uçmayacak uçurtmaları

Kirlenecek toprak adaletsizliğin zehriyle

Çiçekler açmayacak

Ve hayat solacak

 

Solmasın diye pembe yanaklar

Umutlar sürsün diyedir ödenen bunca bedel

Ve çekilen acılar

Acılarımız

 

***

 

 

Bir yoldaşı anlatıyor:

 

"Cenazeyi almaya gittiğimizde, Bülent'in halk için ne ifade ettiğini çok somut olarak gördük. Çevre köylerden köylüler, cenazenin kendi köylerine gömülmesini istiyorlardı. Bülent, köylülerle adeta bütünleşmişti. En ufak çocuktan en yaşlısına kadar herkes onu tanıyor ve sonsuz bir sevgi duyuyordu. Bu arada ilginç bir olaya da tanık olduk. 12 yaşında bir kız çocuğu, daha önce Bülent'in kendisinden odasına astığı bazı resimleri değiştirmesini istediğini, ama ona rağmen değiştirmediğini hatırlattı. Bülent'in öldürüldüğünü öğrenince, o resimleri duvardan tırnaklarını kanatırcasına parçaladığını gördük. Bunu yaparken 'O ölemez!' diyordu."

 

***

 

Yoldaşlarının başucunda yaptığı konuşmadan:

“Bugün buradayız.

Yanı başında, senin yolundayız”

 

15 yıl önce işkenceciler seni kaçırıp katlettiklerinde, senden, senin düşüncelerinden, savunduklarından korktukları için bu yola başvurdular. Halka korku vermenin yolu; işkence, baskı, kaybetme ve katliamdır. Çünkü, oligarşi başka türlü yönetemiyor, yönetemez.

 Bülent Ülkü Körfeze Bakış gazetesinin sahibi ve yazı işleri müdürüydü. 1964 yılında doğdu. Mücadeleyle 1986 yılında, kamuoyunda "Nisan direnişi" diye bilinen, öğrenci gençliğin kitlesel eylemleriyle tanıştı. Daha sonra okul yaşantısına son verip memleketine dönünce, kendisinin "usta" diye hitap ettiği, yaşamını balıkçılıkla kazanmakta olan "bir emekçi" sayesinde devrimci hareketle tanıştı. Her zaman büyük düşünen, önüne büyük hedefler koyan Bülent'in amacı, Gemlikte yerel nitelikli ama devrimci demokrat kitleye hitap eden bir gazete çıkarmaktı. Kısa bir sürede de bu hedefine ulaştı. Körfeze Bakış Gemlikte, Bursa da, civar ilçelerde ve özelliklede fabrikalarda geniş bir okur kitlesi oluşturdu.

Dönemin Cumhurbaşkanı cunta şefi Evren bir demecinde; "bazı yerel gazeteler 12 Eylül konusunda zehir kusuyorlar" açıklamasında bulunmuştu. Nitekim kısa bir süre sonra Körfeze Bakış aleyhinde Cumhurbaşkanına hakaretten dava açıldı.

Bülent Ülkü Bursa Uludağ yolunun 12'nci kilometresinde işkenceciler tarafından kaçırıldıktan bir süre sonra gözleri bağlı, parmak izleri alınmış ve ellerinde kelepçe izleri olduğu halde 40 cm'den kafasına kurşun sıkılarak öldürülmüş olarak bulundu.

Avukatları; Bülent'in vücudunda işkence izlerinin olduğunu, ellerinde, ayaklarında ve başında sigara yanıkları, ip ve kelepçe izlerinin bulunduğunu açıklamışlardı. Bülent'in kimliğinin teşhis edilmesini istemeyen emniyet yetkilileri, uzun süre olayı adli bir vaka olarak göstermeye çalışmış ve kimsesizler mezarlığına gömülmesi için çabalamışlardır.

 Bülent Ülkü sadece bir gazeteci değildi. O bir devrimciydi.

Halkını sevmek, faşizme öfke duymak, emperyalizme karşı vatanı için savaşmak, bu ülkenin devrimci ve vatanseverleri için bedeli de göze almaktır aynı zamanda. Bunu bilen devrimciler, katliamlara, kaybetmelere, işkencelere ve baskılara karşı, Bağımsızlık, Demokrasi ve Sosyalizm mücadelesini savunmaktan geri durmadılar. 37 yıllık mücadele tarihi bunun yüzlerce örneğiyle doludur.

Bülent Ülkü'yü tanıyanlar, devrimci kişiliğini, mütevazılığını iyi bilirler. O, bir sohbet sırasında uzatılan sigarayı almayıp "halkıma ait bir bedene zarar vermeye hakkım yok" deyişiyle, işkenceciler karşısındaki net tavrı ve kendine güveniyle 17 yıldır hafızlardan silinmemiştir.

Onu katledenler başaramamıştır. Haklar ve özgürlükler mücadelesi bugün daha da büyüyor. Kızılderede Mahir'lerden,17 Nisanda Sabo'lara, 19 Aralıktan, Ölüm Orucu zaferine, devrim mücadelesi devam ediyor.

BÜLENT ÜLKÜ ÖLÜMSÜZDÜR!

ANISI MÜCADELEMİZE IŞIK TUTUYOR.

 

(Yukarıdaki metin, Bülent Ülkü'nün Gemlik Karacaali Köyünde bulunan mezarı başında 2007 yılında yapılan anma törenindeki konuşmadan alınmıştır.)

 

Geri