Bülent
PAK'ı Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:
Cephe Açıklaması’ndan:
PARTİ-CEPHE'NİN BAYRAĞI KARADENİZ
DAĞLARINDA ALİ HAYDAR VE BÜLENTLERLE DAHA YÜKSEKLERDE DALGALANIYOR
Yoldaşlarımız kuşatma altında bile bayrağımız ükenin her yanında dalgalanacak demişlerdi. Bu mirasın
savunucuları olan Parti-Cepheliler her koşulda bu mirasa bağlı olduklarını gösterdi.
Ülkenin şehirlerini, dağlarını, ovalarını, halkımızın yaşadığı her yeri,
ülkenin her karış toprağını savaş alanı olarak seçtiler. Kürdistan’dan İç
Anadolu’ya, İç Anadolu’dan Karadeniz dağlarına ulaştılar. Karşı devrimin,
şovenizmin, çürümüşlüğünün geliştirildiği, devrimciler bir daha giremez diye
düşünülen dağlarda Parti-Cephe savaşçıları kurtuluş bayrağını dalgalandırmakta
gecikmediler. Yüzlerce, binlerce şehit pahasına girilmez denilen yerlere
girecek, dağların zirvesinde ve ormanların derinliklerine gerilla hakim olacaktır. Parti-Cephe savaşçıları düşe kalka, savaşı
öğrenerek Karadeniz’in kıyılarına kadar ulaştı. Faşizmin bütün karşı
propagandalarına rağmen gerilla halk tarafından tanınmaya başlandı. Düşmanın
karşı propagandaları yara aldı. Bu onur Bahattinlerin,
Ali Haydarların ve Bülentlerindir. Herşeyi yoktan varettiler. Gün olmuş tek bir karış tanımadıkları dağlarda
günlerce yürümek zorunda kaldılar. Düşman ateşi altında aç susuz yaşamayı
öğrenmişlerdi. Hareket ettikleri toprak parçasında yaşamak ve savaşmak için herşeyin düşmana karşı bir silah olarak kullanılabileceğini
gerilla yaşamlarında bir kez daha somutladılar. Savaşı
büyütmek ülkenin bütün dağlarını, halkını ve düşmanı tanımaktan geçiyor.
Bunları bilmek kendimizi tanımaktır. Bütün bunların ağır bedeller olduğunu,
yaşamlarını ortaya koymaları gerektiğini biliyorlardı.
Karadeniz’in en uç noktalarına ulaşmayı hedefleyen
Karadeniz Recai Dinçel Kır Silahlı Propaganda Birliği
Komutanlığına bağlı küçük bir birliğimiz, 5 Ağustos 1997 günü sabaha karşı Ordu
Fatsa Çöteli köyü yakınlarında düşman tarafından
kuşatıldı. Düşmanın yüzlerce asker ve ağır silahlarla saldırısına karşı
geleneksel teslim olmama tavrımızı sürdürürerek, son
mermilerine kadar çatıştılar. Karadeniz halkı Kızıldere’den,
Bahattinler’den sonra yeniden Parti-Cephe’nin silah
seslerini duyuyordu. Faşizmin, devrimci tarihi çarpıtmasına son veriliyordu.
Bundan böyle Karadeniz dağlarında kurtuluşun silah sesleri eksik olmayacaktır. Kızıldere’nin açtığı yolda savaş sürüyor.
Ali Haydar Çakmak ve Bülent Pak’ın şehitliği
faşizmin gerillaya vurduğu bir darbe değil, tersine bütün baskılara rağmen gerillanın
yokedilemediğini, girilmez denilen yerlere kadar
girilebildiğini göstererek düşmanın açmazlarının ve gerilla karşısındaki
çaresizliğinin göstergesidir.
(Yukarıdaki anlatım, DHKC Basın Bürosu'nun 8
Ağustos 1997 tarihli 57 No’lu Açıklamasından
alınmıştır.)
***
Bir yoldaşı Bülent Pak'ı
anlatıyor:
Bülent yoldaşla 1990-'91 döneminde
Ortadoğu'daki askeri kampta birlikteydik. Kampın oluşturulması faaliyetlerinde
yer alan ilk yoldaşlarımızdandı.
Kamp yeni oluşturuluyordu. Bir yandan
dershanelerimizi, eğitim salonlarımızı, binalarımızı yapıyor, diğer yandan askeri
eğitim alıyorduk. Ortadoğu'daki Filistinli ve Türkiyeli örgütler ancak iki-üç
yılda kamp kurabileceğimizi söylüyorlardı. Ama biz üç-dört ayda
"yapamazsınız" denilen şeyleri yapmış, kampımızı inşa etmiştik. Bülent
yoldaş emekçiliği, çalışkanlığı ve bitmek bilmez enerjisiyle taş taşıyor, harç
karıyor, planlar yapıyor, binalar örüyor, diğer yandan askeri eğitimimizle
ilgileniyordu. İnşaat işlerinin yorgunluğuna rağmen gece nöbetlerimizde bize
kurallarımızı öğretir, ellerinin parçalanmasına rağmen mazotla silahları tek tek temizler bakımıyla ilgilenirdi. O silahlarla
bütünleşmişti. Tüfeklerin, makinelilerin en küçük parçasını büyük bir
titizlikle anlatır, kavratmaya çalışırdı.
Zamanını boşa harcadığını hiç görmedik.
Bir köşede silah temizler, kalıplara patlayıcı doldurur, tatbikatlar için
bombalar hazırlar, harita çizimleriyle uğraşırdı. Gerilla eğitimi için
hazırlanan kitaba silah çizimlerini büyük bir titizlikle yapardı.
Asla ağır hareket etmezdi. Bir yere
gidecekse yürümez, koşardı. Tepelere koşarak tırmanır, elli metre mesafedeki çadırlarımıza
koşarak gidip gelirdi. Kıpır kıpırdı. Yavaş yürümeyi, ağır hareket etmeyi
sevmez, hepimize koşarak işlerimizi yapmamızı önerirdi.
Gerilla gibi düşünür, gerilla gibi
yaşardı. Statükolar en çok kızdığı şeylerdi. Yeterlilik duygusuna asla yer
yoktu onda. Gerillanın düzenli bir yaşamı olmayacağını, gerillanın her an
sürprizlerle, bilinmezliklerle karşılaşacağını ve buna hazırlanmamızı söylerdi.
İradiydi. İnatçıydı, yüz metre
koşacaksak, yüzbirinciyi koşturmaya çalışırdı. Bir
tepeye tırmanıp ineceğimizi düşünürken, gücümüzün bittiğini düşündüğümüz anlarda
o bir kez daha kendimizi zorlamamızı isterdi. Zorlardı. İçimizden ona çok
kızardık. Hatta "insafsız" derdik. Bülent yoldaş güler, bize
acımazdı. "Acımak" bizi geliştirmez gerillanın en güçlü silahı
iradesidir. Gücümüzün bittiğini sandığımızda dahi irademizi zorladığımızda birşeyler yapabileceğimizi, gücümüzü görmemizi söylerdi.
Bir Devrimci Sol gerillasının böyle olması gerektiğini sürekli vurgulardı.
Rehavete, rahata asla izin vermezdi.
Günlük yürüyüşümüz bitmiş, kampa
dönüyorduk. Kampa elli metre kala aniden yönümüzü değiştirip tepeye
tırmandırdı. Hepimiz yorgunduk. Biz kampa dönüp dinlenmeyi düşünürken o bizi
tekrar yürütmüştü. "Neden böyle
yaptın?" dediğimizde "Gerillacılık
budur, dinlenmeyi düşündüğünüz anda bu düşünceden sıyrılmanız için yaptım.
Yorgun, aç, susuz olduğunuz bir anda pusuya düşebilirsiniz, şimdiden bunlara
hazırlanmak lazım" demişti. İlk başlarda anlayamadığımız, hatta
kızdığımız bu yaklaşımı bizi geliştirip güçlendirmişti.
Bülent yoldaş, uzun yıllar tutsak
kalmasına rağmen yılgınların, mücadele kaçkınlarının çokça olduğu o dönemde,
militan ruhu, coşkusuyla hepimize örnekti. Espirili,
hayat doluydu. Sohbeti severdi. Sohbetlerimiz, onun kendine has üslubuyla
canlanır, renklenirdi. Yoldaşlık ilişkilerinde hesapsız, açık ve saftı.
Doğallık, neşe, coşku, militanlık Bülent yoldaşın kişilik özelliklerindendi.
Ülkeye döndüğünde de çocuklar gibi
neşeliydi.
O gerillacılıkta usta, öğretmenimiz,
komutanımız ve değerli bir yoldaşımızdı.
Bülent ve Ali Haydar yoldaşlarımızı
katleden kontrgerilla onların kininden korktu. Çünkü bizlerin kini, yoldaşlarımızın
kini düşmanlarımızın sonunu getirecek kadar büyük.
Yeni Haydarlar, yeni Bülentler
yerlerinizi boş bırakmayacaklar. Kahraman şehitlerimizin hesabını soracağız.
Zaferi kazandığımızda Kaçkar dağlarına
bir nefeste koşarak çıkacak zaferimizi haykıracağız.
Bizler sizlerden, sizin düşmana olan
kininizden öğrenmeye devam ediyoruz...
(Bu anlatım Halk İçin Kurtuluş dergisinin 9 Ağustos 1997 tarihli
42. Sayısında yayınlanmıştır.)
***
KOCA ÇINAR
Bülent Pak'a
Kızıldere gibi
direniş kokuyorsun koca çınar
Sen bir tarihsin
-tarihimizsin-
Hangi sayfandan tutsak cesaret okunur
satır satır
onur...
Sen özgürlük tutkususun koca çınar
zindanlardan dağlara firarladığımız
Duvarları un ufak edip
aydınlığı tutan ellerimizsin
Köklerin ne kadar da derinde
nasıl da sarmalamış toprağını
Mümkünü yok bırakmaz çünkü sevdalıdır
bir delikanlı gibi inatçıdır,
çetindir
Ali Rıza gibi
hırçındır
Karadeniz'de
Bahattin gibi.
Koca çınar vuruldu
Tarih vuruldu kahpece
Yürüdü... yürüdü kan
köklerine
Fatsa'da bir tarih daha yazıldı
Yiğitler girdi sıraya / hesapsız
dolaşmak için damarlarında
kavganın...
Sana bir tas ayran sunam
otlattığın ak koyunun yoğurdundan
kana kana
iç
senin emeğindir.
Celladına inat kendin geçir ipi
boynuna
gülümse yaşadığın günlere
"merhaba" de dostlarına
el salla...
Bizler güneşin doğduğu tepelerde
kucak açmış seni bekliyor olacağız.
Al, sana bir de kır çiçeği
ve bir avuç toprak;
memleket toprağı...
uğruna canlar verdiğimiz.
Kuşlar bile uyumamışken henüz
alıp götürürlerse seni
sakın ha
yalnız olduğunu sanma
O saatte başlar işkence
Kim bilir kaç yoldaşın çığlık çığlık
direniş destanları yazmakta
karanlık, kör gecelerde
Kimileriyse titrek
ürkek
ihanetiyle onurunu satmakta
Sen celladına inat
Sen hainlere inat
sehpaya tekmeyi kendin at
Sahi be yoldaş
celladın kim
Onun da adı var mı?...