Bülent ÇOBAN'ı Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:

 

 

Yoldaşlarının anlatımından derleme:

HEP ÖĞRENCİ, HEP ÖĞRETMEN... BÜLENT ÇOBAN

 

Toprak yağmursuz, yağmur topraksız olmaz... Yağmurun yağmadığı yerlere bakın, çöl ya da kıraçtır. Yaşamın olmadığı uçsuz bucaksız topraklar göreceksiniz. Otlar, çiçekler, başaklar, ağaçlar... doğaya, yaşamın rengini veren hiçbir şeyden eser yoktur. Olanlar da sayılıdır. Ama bir de yağmurun bolca suladığı toprakları düşünün... Bereketli, yemyeşil topraklar canlanır gözlerimizin önünde. Ağaçlar, yemyeşil ovalar, binbir çeşit çiçeklerle bezenmiş uçsuz-bucaksız güzellikler. İşte büyük ailemizde doğanın en bereketli topaklarında kavgasını verdiği gibi, halkın da en bereketli damarlarından beslenmekte... İşçisi, köylüsü, memuru, gençliği... Kürdü, Türkü, Arabı, Lazı, Gürcüsü... Alevisi, Sunnisi, Süryanisiyle... Çok değişik kesimlerden, farklı kültürlerle yetişmiş insanlarımız, halkın davası zaferi uğruna buluşurlar büyük ailemizin koynunda.

Bugün çok şiddetli yağmur yağdı. Nisan yağmuruydu. Nisan ayındayız, nisan ayına yakışır bir yağmurdu... Yağmur eşliğinde eski mektupları karıştırdım. Eski mektupları karıştırmak geçmişi, onları da tazelemektir. Bunu bildiğimden her fırsatını bulduğumda çıkıp tüm mektupları büyük bir özenle karıştırırım. Zarfların üzerindeki gönderen kısmına bakmam, çünkü bilirim artık mektubun kimlerden geldiğini. Kendine has kokuları vardır. Daha elim zarfa değdiği an, birçok şey gözlerimin önünden geçer. Bir çoğunu ezberlemişimdir, lakin yine okumak okumak ille de okuyup anılara dalmak ister gönül. Anıların, o güzelliklerin, asıl kahramanları olan şehitlerimize varmak, iki lafın belini kırmak ister...

Gök gürlemesi ve ardından havalandırmanın beton zeminine misket büyüklüğünde çarpan dolu, daldığım, eskiye yaptığım yolculuktan uyandırdı beni... Zarfsız bir mektup siyah kalemle yazılmış. Uzun süre kaldığı için solmuş. Yazıdan tanıyorum. Bir bunu mu, tüm şehitlerimizin el yazısını tanıyorum... Bülent'in mektubu. Ne kadar özenli yazmış. İmrenilecek güzellikte bir el yazısı var. Hapiste el yazısı güzel olanın vay haline! Bülent bunu çok iyi bilirdi. Bu mektubun geldiği günü dün gibi hatırlıyorum. Başka da gelen mektubu yoktu sanırım. Bir örneğini çıkarıp tüm hapishaneyi dolaştırdık.

Bülent kara gözlü, kalın kaşlı, zayıf ince, orta boylu bir can. Feda kuşağımızın neferi olarak nisan yağmurları eşliğinde güneşe uğurladığımız şehitlerimizden. Ailesi, Dersim'in Pertek ilçesinden Erzincan'a, oradan da İstanbul'a gelir. Alevi-Kürt milliyetindendir. Ancak 12 Eylül sonrası ve özellikle de asimilasyon politikaları sonucu kendini bilmeyenlerdendir. Bülent, Dersimli olduğunu hapishanede öğrenir.

Ümraniye hapishanesinde bölgeler çalışması yapıyoruz. Bu çalışma sürecinde Anadolu halklarından çalışma başlayınca herkes kendi kökenini araştırır oldu. Bülent'te bu arada ziyaret günü babasına çalışmaları anlatıyor. Kendi kökenini soruyor. Babası, Dersimli olduğunu, Pertek ilçesinden göçettiklerini anlatıyor. Sonunda beni bulup ziyaret yerine götürdü, babasıyla sohbet ettik. Köylerini filan anlattım. Kurmaş ve Pilvenk aşiretleri kardeş aşiretler. Muharrem Karademir'de Kurmeş'an olunca Bülent ile Muharrem arasında bir de akrabalık diyalogu başladı.

Bir yerde memleketini ve milliyetini hapishanede öğrenen Bülent, 94 yılı sonları kavgamızın başşehri İstanbul'un Şişli bölgesinde örgütlenmiştir. Liselidir, Liseli Dev-Genç faaliyetleri içerisindedir artık. Daha o yaşında olgun, ağırbaşlı ve oldukça sakin özelliğiyle dikkat çeker. Öğrendikçe adımlarını emin bir şekilde hep ileriye atıyordu. Kendisi gibi bir çok kişi vardı. Lakin onu, onlardan ayıran en büyük özelliği samimi ve devrimciliği gerçekten severek hissederek yapmasıydı. Dökülenlere inat yoluna devam etti... Korsanlar, pankartlar, yazılama ve faşistlere yönelik eylemlerde yer alıyor, verilen görevleri severek yapıyordu... Sadece gençlik içerisinde değildi. Kimi zaman mahallelere de giderdi. Kısa zamanda kendini sevdirmişti; "Oğlumuz nerede kaldı" diye sorar oldu insanlar. Sessiz, sakin oluşu aileleri etkiliyordu...

Dönem Gazi ayaklanmasının olduğu dönemdir. Sessiz, sakin Bülent'in içi öfkeyle doluydu. O da koşanların içindeydi. Ama aynı zamanda okumaktan, kendini eğitip geliştirmekten geri durmadı... Düşman boş durmuyor, Bülent'in evini durmadan basıyordu... Düşman her türlü ahlaksızlığı yapar, biliriz. İnsanları sindirmek, korkutmak, yıldırmak için her yola başvurur. Bülent'i yakalayamayınca kardeşini rehin alıyorlar. "Bülent gelmeden bırakmayacağız" diyorlar. Hatta kardeşini tutuklarlar ve bir süre cezaevinde yatar. Ama Bülent yola devam eder. Fakat zorlu günlerdir. Mahalle örgütlülükleri ard ardına operasyonlar yemiş, Bülent'in olduğu Kartal-Maltepe bölgesindeki yapılar dağılmış durumdadır. Bülent uzun bir dönem ilişkisiz kalır. Daha sonra da sınırlı olanaklar ve ilişkiler içinde bekler. Zorlu günlerdir. Hep yeniden kaldığı yerden devam etmenin sabırsızlığı içindedir.

Devrimcilikte kararlı olan bir devrimcinin önünde iki yol vardır. Tutsaklık ve şehitlik. Bırakıp kaçmadığı sürece bir gün mutlaka bu iki olguyla karşılaşır. 97 yılı içinde Bülent ilişki beklemekteyken tutsaklıkla tanışır. Mecitlerin özgürleştirdiği özgür vatan toprağına, Ümraniye hapishanesine adımını atar. Artık yeni bir sayfa açılır önünde Bülent'in.

Bir arkadaş, "Arkadaşlar Şubeden iki yeni tutuklu geldi, mutfağa aldık deyince işimi bırakıp mutfağa doğru yol aldım. Esmer, kalın kaşlı, orta boylu oldukça ağır konuşan biriyle, bunun tam tersi bir doksan boylarında, oldukça yapılı, çok konuşan biriyle karşılaşıyorum. Biri Bülent, biriyse daha sonra hain olacak biri. Masalarına oturuyor, yemek eşliğinde kısa-kısa sohbet ediyorum. Bülent suskun, neredeyse ağzından kelimeler çıkmamak için vargücüyle direniyor. Az birşey yiyip öylecene oturuyor. Diğeri ise tam tersi konuşmayı şehvetle seven, yemeği yedikçe çenesi açılan, açıldıkça rahatlayan bir havada.

İşte o günlere ve Bülent'e dair bir sohbet olunca, o ilk andaki görüntüsü hiç aklımdan çıkmaz. Çünkü Bülent aynı o masada ilk tanıştığımızda olduğu gibiydi. Sessiz, az konuşan, dinlemeyi seven... Ama sonra gördük ki Bülent, bir de yaşam içinde örnek disiplinli yaşamıyla, emekçiliğiyle, saygısıyla bambaşka güzellikler taşıyor. İşte büyük ailemizin gücüydü bu. Düzenin istediği gibi pasif, edilgen, söyleneni yapan ve kabuğunda yaşayan Bülent; Devrimimizin sıra neferi, emekçisi haline gelmiş, kendine özgü kişilik yapısı devrimci değerlerle harmanlanarak saflarımızda yer almıştır. Özellikle büyük şehirlerin, küçük burjuvazi kültürünün en etkili yerler olduğu düşünüldüğünde ve insanlarımızın bundan önemli derecede etkilenmesi göz önüne alındığında, Bülent Çoban tam farklı bir örnek olarak özellikle üzerinde tartışılarak dersler alınacak devrimci bir kişiliktir.

Hapishane Bülent için mücadelede yeni bir alandı. Kopukluklar yaşamış, beklemiştir ama mücadeleden, inancından hiçbir şey kaybetmeden, yine dışarıda olduğu gibi içeride de bütün gücüyle kendini örgütlülüğe sunar. Çok konuşup, çok laf edenlerden öte, az konuşup çok çalışanlardan biri olur. Onun sessizliği ve emekçiliği bütün insanlarımız üzerinde haklı bir saygı uyandırır.

...

Bülent'i nasıl anlatacağıma, nasıl başlayacağımı ben de bilmiyor, zorluk çekiyorum. Kişiler toplu yaşam içinde davranış ve pratikleriyle şekillenir. Şöyle düşünüldüğünde üç yılı aşan süre içinde Bülent'in yanlış bir yanına rastlamadım desem abartmış olmam. Ağır ve sakin hareketleri, tane tane konuşmasıyla, yıldız gibi parlayan gözleriyle gülümseyen yüzü gelir hep aklıma. Bülent Parti-Cephe ideolojisini benimsemiş, süreç içerisinde kendisini geliştirmiş ve öğrenmeyi seven biriydi. Okumayı, araştırmayı sever, takıldığı yerleri sorar öğrenirdi. Çalışmalara, araştırır ve hazırlıklı gelirdi. Okula giden bir öğrenci gibiydi... Komün işlerinde, yemek yapımında, pankart yapımı ve çiziminde, kısaca hapishanede olabilecek birçok pratiğin içerisinde yer alırdı.

Evet, hapishane okul, Bülent öğrenciydi. Her sınıfı başarıyla geçiyordu. Yaşamıyla örnek oluyordu. Yeni gelen arkadaşlarla ilgileniyor, onların hapishane yaşamına adapte olmalarını sağlıyordu. Böyle bir üç yıl geçirdi Bülent... Her anı emek ve sabırla örülmüş, hep daha iyi bir devrimci olmanın ısrarıyla yürünmüş üç yıl. Görev adamlığıyla, bağlılığı ve içtenliğiyle, kalıcılaşmanın, iyi bir devrimci olmanın kavgasının verildiği üç yıl... Böyle dou dolu yaşanmış üç yılın ardından direniş günlerine geldi Bülent.

Ölüm orucu direnişi öncesi; Kimler seçilecek tahminlerinin her sohbetin değişmez konusu olduğu günler... Coşkunun, heyecanın doruğa çıktığı günler... Bülent yine sakin gözükse de kendini şanslı görüyor ve bunun coşkusunu, heyecanını yaşıyordu... Beklediği de oldu, 2. Ölüm orucu ekibi savaşçısı olarak bandını kuşandı... Sonrası şehitliğe kadar giden bir yol. Direnişlerle, kararlılıkla, bağlılık ve vefayla dolu bir yol.

...

Yazılar solsa da, anlamlarının hiç solmadığı mektuba bakıyorum. Kandıra'ya girişini, kendine has söylemi ve mütevaziliğiyle anlatmış yine:

"Beni soracak olursan iyiyim. Ümraniye'de ölmediğimiz için ancak yaralandık. Tavanı deldiklerinde (tam üstümden) çevremdekilere bakıp, geçmişi şöyle bir düşündüm. Yaşadığım herşey çok güzeldi. Artık buraya kadar desem de hala sağım. Yalnız biraz yanığım var. Belimde ve baldırdaki geçti sayılır. Ayak bileğimdeki biraz daha derin olduğu için biraz uzun sürebilir düzelmesi. Fazla ayakta durunca ağrı yapıyor. Buraya ilk geldiğimde, tedaviyi, revire çıkmayı keyfi uygulamalardan dolayı kabul etmedim. Ara vermeyi hiç düşünmedim... Neyse ölüm orucu gibi bir eylemin içinde bunların lafı olmaz."

Boranımız Ümit Günger’e böyle diyordu. Ve bir isteği vardı. Artık Ümit abiyle karanfil halayındalar, orada yerine getireceklerdir. "Bu arada senin yaktığın kına tırnağımın ucunda az da olsa kaldı hala duruyor. Parmakta iyi tutmamıştı ama tırnaktaki şimdiye kadar iyi direniyor. Neyse zaferden sonra yenisini yakarsın. Ama bu kez bayat kına kullanmak yok. Üstelik bu iki olacağı için tecrübelisin. Vallahi kınasız gidersem gözüm açık giderim."

Ne Bülent'in gözü açık gitti, ne de ikinci kınası bayat kaldı. Kaçkar'ın doruklarına varan Ümit abi taze kınayı da yanında götürdü.

Ve ikinci ekiplerin sloganında olduğu gibi "omuz omuza yürek yüreğe beraberiz”.

 

 

Geri