Birtan ALTINBAŞ'ı Yakınları, Yoldaşları

Anlatıyor:

 

 

Bir yoldaşı anlatıyor:

ADIN DEV-GENÇ

 

İnsanlar vardır; yanındayken varlığını hissetmezsin belki, adeta doğallığında vardır onlar. Ama yoklukları, bir an göremeyişin zehir gibi yakar benliğini. Yanımızdayken kendini hissettirmeyen, yokluğunda arananlardandın sen.

Şimdi ne zaman, nasıl bir şekilde karşılaştık, tanışmamız nasıldı hatırlamıyorum. Ama biz sanki yıllardır birlikte çalışan, birbirlerini yıllardır tanıyan insanlar oluverdik. Ta ki, katiller dalından koparıncaya kadar nazlı fidanımızı; birlikte yürüdük boykotlarda, jandarmaya attığımız taş, haykırdığımız slogan, Dev-Genç coşkusu, kararlılığı... ve gözaltılar, tutuklamalar, soruşturmalar...

Sadece zor günler olmadı yaşadıklarımız. Acıların içinden sevinçleri süzmeyi, ağız dolusu gülmeyi, dünyanın en lezzetli şeyi saydığımız üzüm, karpuz, ekmek yemeyi. Eğitim çalışmalarına elinde üzüm poşeti ile gelişini beklemeyi değişmezdik hiçbir şeye.

Hatırlıyor musun ilk sınıf konuşmamızı. İlk 6 Kasım boykotu, YÖK'ü protesto edeceğiz. Seninle sınıf ve amfilere yöneliyoruz. İkimizde kitle karşısında konuşma konusunda acemi ve çekingeniz. "Sen konuşursun, ben daha sonra girerim." diyorsun. Bunu tebessümle söylüyorsun. Ardından "Nasıl konuşacağım bilmiyorum" diyorsun mırıltı halinde. Söyleyebileceğimiz şeyleri şekillendirmeye çalışıyoruz. Görevini yerine getirme bilinci ağır basıyor. Normal zamanlarda, bire bir ilişkilerimizde de zaten çok az konuşurdun. Daha çok düşünüyor ve hayata geçirirdin. Evet, sorumluluk duygun, sahiplenmen tamdı. Bundandı karşımıza çıkan ilk amfide konuşmaya başlaman. Yüreğinde fırtınalar koparken, sesin alabildiğine sakin ve rahat. Çıktığımızda derin bir soluk alıyoruz. "Oh be iş başa düşünce..." diyorsun. Yeni amfilere, sınıflara doğru gitmeye devam ediyoruz. Herkese karşı o kadar saygılı ve açıksın ki Mühendislikler Bölümünde seni tanıyıp da sevmeyen, saygı duymayan kimse yok. Şehit düştükten sonra sana olan sevgi ve saygılarından dolayı, o adım attırmakta zorlandığımız hocaların, bölümündeki Öğretim Görevlileri sana dair gazetelere ilan verdiler ve amfilerden birinin adını "Birtan Altunbaş Amfisi" koydular.

Çalışkanlığın, zekân, her anı doğru değerlendirmenle, insanlarla ilişkilerinle pek çok insana Dev-Genç'i taşıyorsun. Onlara Dev-Genç'in ulaşmasını sağlıyorsun. Henüz bu kadar kitlesel değiliz. Atılım sürecine doğru ilerliyor hareketimiz. Ve yine düşman her türlü saldırıyı esirgemiyor. Gençliğin mücadelesini boğmak için gerçekleştirdiği saldırılardan çalıştığımız birim de nasibini alıyor. Defalarca gözaltılardan geçiyor, tutuklanıyorsun. Her defasında dimdik başın. Onuru ve kavgayı savunuyorsun, öfkeni biliyorsun düşmana.

Yine birlikte gözaltındayız. DAL'ın hücreleri aydınlanıyor sesinle. "Drama köprüsü" türküsüyle ısıtıyorsun yoldaş yürekleri. Hiç duymamıştık o güne kadar türkü söylediğini. Zümrüt bir kayadan, billur bir denize düşen damlalar gibi sesin. Tıpkı yaşamın gibi. Daha sonra Drama Köprüsü türküsüyle anıldı direnişin. Ne de güzel dile getirmiştin halkının diliyle sevdamızı, direnişi. Kendine özgü şiveni bozmadığın gibi "üj bej" diye espriler yapar, bize de yansıtırdın memleketinin sıcaklığını.

Sende üniversiteli gençliğin tipik küçük burjuva özelliklerinden eser yoktu. Olgunluğun sorumluluk bilincinle pekişiyordu.

'90 sonu ABD emperyalizmi Ortadoğu halklarına saldırıyor alçakça. Sen cezaevinden henüz kısa süre önce çıkmışsın. Yaz tatillerinde memleketine gitme vb. gerekçelerin, taleplerin olmadı hiç. Kalman gerektiğinin bilincindesin ve kalıyorsun Ankara'da. Ama daha da geniş düşünüp bir iş buluyorsun. O günlerde inşaat işçisi olarak çalışıyorsun. Bilgisayar bölümünden inşaat işçiliğine. Bunu yadırgayanlardan değilsin, biz de yadırgamıyoruz. Kavgamız için her çalışma senin için o kadar doğal ki ve elin öyle yatkın ki. İnşaat işçiliğinle birlikte "Emperyalist Savaşa Hayır" kampanyasının ayrılmaz bir parçasısın. Mütevazılığın, halktan biri oluşun her zaman örnek alınası bir yan.

Devrimciliği gönüllü yapmak, yakınmamak, bağlılık... senin kişiliğindi. Senin gibi sessiz, sakin Mustafa yoldaşınla paylaştığın gecekondunda günlerce sadece yağ ve ekmek dışında bir şey yemediğini çok tesadüfî öğreniyoruz. Bunu hiç belli etmiyorsun. Kendin için para istemek hiç aklının ucundan geçmiyor. Dedim ya sen küçük burjuva özelliklerinden çok uzaktın. Kopup geldiğin yoksul köyünün özlem ve mutluluğunu büyütüyordun, iş ayrımı yapmaksızın. Yine bir gün düdüklü tencere kullanmayı bilmediğin için yemeğin buharını almadan kapağını açıyorsun ve buharı yüzünü tümüyle yakıyor. Yatman gerekiyor, kimseye yük olmak istemiyorsun. Memleketine gidiyorsun. Buna ilişkin yapılan şakalara yine olgunlukla gülüyor, sessiz duruyorsun.

Hatırdan çıkmamıştır; o küçük gecekondunu düşman karşısında sahiplenişin. Evet, '90 Ekim ayı katiller, seni katletmeden sadece bir-iki ay önce. Ankara DSG'den birçok insan gözaltında. Sen de varsın. Daha önceki gözaltılarında olduğu gibi zulmün önünde dimdik tutuyorsun onurunu Drama Köprüsü türküsüyle. İşkenceci köpekler yalvarır duruma gelmişler adeta. "Sadece adresini" istiyorlar, nerede oturduğunu soruyorlar. Hiç bir adres vermiyorsun. Bildiğin öfkeni haykırıyorsun sadece işkencecilerin yüzüne. Çaresizler... Coşkumuza coşku katıyorsun.

Öğrenmek, araştırmak, öğrendiğini yaşama geçirmek özelliklerinden biri. Ne kadar kafa yorardın bilgisayara ilişkin bilgilerini hareket için nasıl kullanacağına dair.

Katiller fiziki olarak ayırdılar aramızdan ama hep bizimlesin. Direnişin bir kez daha ölümsüzleşti ve yendi katilleri. Seni katlederek korkutup sindireceğini düşünen düşmana yeni direnişler, zaferler cevap oldu.

Şehit oluşundan sonra okula gidiyorum. Kullandığımız kantinin bir bölümünde karanfillerle süslü resmin duruyor, "UNUTMADIK, UNUTTURMAYACAĞIZ" yazısıyla. Ve sözümüzde duruyoruz. Sözünde duruyor Beytepe, her taşında, her sınıfında, dolaştığın, dokunduğun her şeyiyle Birtan, Birtan...

Beytepe'de DEV-GENÇ adı senin adınla bütünleşmiş. Ayrı anılmıyor. Sen zaten yaşamınla, onunla bütündün. Yani DEV-GENÇ'lilerin yolunu aydınlatmaya devam ediyorsun.

Bölümümüzün çıkardığı yıllık geçti elime. Ölümsüzleştiğin yıl mezun olacaktın. Yıllık için seçtiğin şiiri okuyorum. Sevdiğin, seçtiğin şiir seni anlatsın istemişsin sanki.

 

"Diyelim ki hastayız,

Kalkmamakta var ameliyat masasından

Diyelim ki...

.......

.......

.......

Yeter ki solmasın sol memenin altındaki cevahir"

Sen yüreğin, bilincinle cevahir. Onur duyuyoruz böyle yoldaşlarımız olduğundan. Sana layık olmak, öğrettiklerini yaşatmaktır seni anmak.

Adın andımız.

Görüşürüz can yoldaş.

 

***

 

Bir Yoldaşı Anlatıyor:

Geleceğin yeni insanını sanki o zaman yaratmıştı hareketimiz Birtan özgülünde.

 

Oysa,

bilmezler ki,

yüzlerce ırmağımız

özgürlüğün kızıl kılıçları ellerinde

onbinlerce küçük karabalığımız var bizim

Ucsuz bucaksız mavili aydınlıklar aşkıyla yanan

 

Gençlik olarak bir eğitim çalışmamız ve grubumuz vardı. Hafta sonları sabahın erken saatlerinde geliyor, genel olarak perspektif çalışması sürdürüyorduk. Mücadele içerisinde bir-kaç yıldır olmasına rağmen benim ilk defa gördüğüm bir arkadaş vardı bu çalışmalarda, sessiz, sakin, pek fazla konuşmayan, düşünceli görünümüyle, Birtan'dı bu. İşte böyle başlamıştı tanışmamız ve ölünceye kadar sürmüştü bu tanışma. Birlikte bir yıl kadar süreci sahiplenmemize rağmen, aramızda neler geçti birlikte neler yaşadık. Bunları dahi bilemiyorum. Çünkü o adeta kendisinin varlığını hissettirmeyecek kadar bir sessizliğe sahipti.

Bugün onu düşmana karşı SER VERİP SIR VERMEYEN biri olarak tanımlamanın eksik kalacağını düşünüyorum. Asıl önemlisi onun örgütsel ilişkilerimiz içerisinde çok güçlü bir SIR sahibi olduğu olgusuydu. Hareketimize bu derece bağlıydı. Siyasi şubeden her defasında zaferle çıkmasının altında yatan olgu sanırım bu olsa gerek.

Gençliğin tanımış olduğu dinamizmin yanında onda bizden farklı olan bir yan vardı. Bu yanı hiçbir zaman unutmayacağım. Kuşkusuz onun proleter yanıydı. Bilgisayar mühendisliğinde okuyor, yazları inşaatlarda işçilik yapıyordu. Günlerce aç parasız kalmasına rağmen hareketin maddi anlamdaki sorunlarına vakıf olarak işçilikten kazandığı paraları harekete yolluyordu.

AYÖ-DER'in açılması sürecinde bir yığın faaliyetlerinin yanında maddi anlamdaki katkılarının yanında da sahiplenmişti derneğimizi. Ankara'da akşam gazeteleri satarak göstermişti bu özveriyi.

Gençlik olarak 60 kişilik bir yaz kampındayız. Ve kampta yine sakinliği, sessizliği ile kampta erimiş, sanki yok. Ama her işte o değişmez olarak var. Yaklaşık 1 km uzaklıktan günde üç-dört defa kampın ihtiyaçlarını karşılamak için su getiriyoruz. Yoruluyoruz. Bir takım arkadaşlar bir-kaç defa gitmekten mırın-kırın ediyorlar. O ise yine sabit, yine değişmeyen işçi.

Geleceğin yeni insanını sanki o zaman yaratmıştı hareketimiz Birtan özgülünde. Çünkü Birtan'ın kişiliği gerçekten bunu ifade ediyordu. Devrimin çıraklığını, işçiliğini yapan bir kişilikti bu. Konum, kariyer ona yabancı, tanımadığı, bilmedi şeylerdi. Gönüllülüğün somuttaki ifadesini, duruluğunu, saflığını, doğallığını taşıyordu kişiliğinde.

Ölümünden hemen sonra öğretim üyelerinin sıradan arkadaşlarının onu sahiplenmesi sıradan olmasa gerek. Bu sahiplenme de onun kişiliğinin önemli bir yanı olduğu ortada. Bu onun halka bağlılığının bir sonucu diye düşünüyorum.

Aynı sahiplenmeyi köylüleri de bir başka biçimi ile göstermiştir. Polis Birtan'ı katlettiğini açıklamaz. Cenazeyi kaçırarak jandarma ile birlikte ailesi tarafından toprağa verilmesini ister.

Ankara'dan daha sonra arkadaşlarımız ailesini ve mezarını ziyaret etmek için Tekirdağ'a köyüne giderler. Malkara'ya vardıklarında bir taksi tutarlar ve Sarı Polat köyüne gitmek istediklerini söylerler. Taksici arkadaşlarımızın öğrenci olduklarını anlar ve Birtanın arkadaşları mısınız diye sorarlar. Evet, yanıtını alınca bir daha da konuşmaz. Arkadaşlarımızı doğru köyün kahvesine götürür. Köylülere Birtan'ın arkadaşları gelmiş der. Köylüler, muhtar arkadaşları hüzün ve sevinçle karşılarlar. Yalnız köylüler üzerinde olayın etkisi büyüktür. Köyde yas ilan edilmiştir. Hiç kimse tek kelime konuşmaz. Birtan'a saygı-sevgileri o kadar fazladır ki, anlatmak, paylaşmak istedikleri çok şey olduğu halde o hüzün konuşturmaz onları. Sonra topluca Birtan'ın ailesinin evine, oradan mezarlığa giderler. Birlikte anma yapılır. Yalnız Birtan'ın annesi köylülerden farklı bir tavır koyar. O hüznü bir ölçüde atmıştır. Evde duvarda Mehmet Akif Dalcı'nın resmi asılıdır. Onu gösterir arkadaşlara. "Nasıl ki Devrimci Sol Mehmet Akif Dalcının hesabını sorduysa Birtan'ın da hesabını sorar" der.

Ölümünden 3-4 ay sonra idi. Beytepe kampüsünde yoğun bir gözaltı yaşıyoruz. Hemen hemen tüm AYÖ-DER'li arkadaşlarımız gözaltına alınıyor. Tekrar bu birimi toparlamak istiyoruz. Beytepe'ye gidiyorum. Gözaltına alınmayan yeni AYÖ-DER'li arkadaşlarımıza ulaşma çabasındayız. Doğru kantinlere gittim. Kantinin bir köşesinde bir grup öğrenci var. Ve oldukça anlamlı hazırlanmış bir Birtan Altunbaş köşesi oluşturulmuş. Doğruca köşeye yaklaşıyorum. Resimlere bakıyorum. Birkaç kişi hemen yanıma yaklaşıyor. Yeni insan olduğumu sanıyorlar. Bana Birtan'ı anlatmaya başlıyorlar. Sonra sohbetimiz derinleşiyor. Birkaç gün önce kantinde forum olduğunu, form sırasında jandarmanın bu köşeye saldırdığını, köşeyi parçaladığını, bu sırada direnen arkadaşları da gözaltına aldığını söylüyorlardı. Sonraki günlerde kendilerinin yeniden köşe oluşturduğunu ve her gün sabahın erken saatlerinde astıklarını, akşam tekrar okul kapanırken indirdiklerini anlattılar.

İşte Birtan'ın halkına, hareketine, demokratik üniversite mücadelesine bağlılığı buydu.

 

***

 

Bir Yoldaşı Birtan Altunbaş'ı Anlatıyor:

«Rahattık çünkü onun gibi bir yoldaşımız vardı.»

 

Birtan yoldaş, '88 yılında Hacettepe Beytepe Kampüsünde örgütlü mücadeleye katıldı. Emekçi bir ailenin çocuğu olman, ezilmişliğin, sömürülmüşlüğün seni mücadeleye iten sebeplerdendi. Küçük yaşta çalışmaya başladın. Emekçi özelliklerin böylece ortaya çıkmıştı. Disiplinin, zorluklardan yılmayan özelliklerindendi. Karakterin, paylaşımcılığın, başladığın işi mutlaka bitirme isteğin, çalışmayı bir yaşam biçimi haline getirmen... Kararlı bir kişiliğe sahiptin. Sınıfının özelliklerini tanıyordun. Sevincini, üzüntünü, abartmayan mütevazı bir yoldaşımızdın.

Çok okur az konuşurdun. Çok okumandan dolayı tutsak düştüğün '89 yılında yoldaşların sana "profesör" diyorlardı. Çok zeki bir yoldaşımızdın. En büyük zaafın kitleler içinde konuşmaya duyduğun korkuydu. Kısa sürede bunu da aştın. Mücadele gözaltı demekti, işkence demekti, şehitlik demekti. Bunlarla tanışman uzun sürmedi. İlk gözaltından sonra direnişçi özelliğin artık herkes tarafından biliniyordu. Düşman sana boyun eğdirememenin acizliğini ve çaresizliğini yaşıyordu. Ankara'da "DAL Fobisi"ni ilk kıranlardandın. Her gözaltından sonra başı dik, onuru yücelmiş, mücadeleye biraz daha bağlanmış çıkıyordun. Direnişçi ve emekçi özelliklerinle hızla DEV-GENÇ önderlerinden biri haline geldin. '89 sürecinde Hacettepe-Beytepe DEV-GENÇ Komitesinde yer aldın. '90 Eylülünde Komite sorumluluğunu üstlendin.

'90 Temmuzunda, illegalde iken bağı kopan bir yoldaş Ankara'ya gelmiş ve ilişkinin tekrar sağlanmasını istiyordu. Bu arada barınma sorunumuz olmuştu. Sürekli gözaltılar olmasından kaynaklı birçok evimiz polis tarafından biliniyordu. Sense gözaltına alınmış olmana rağmen ifade vermemiş ve evini polise açık etmemiştin. Gelen yoldaşı senin evine yerleştirdik. Süreç uzadı. İllegalde bulunan yoldaşlar gelen yoldaşın beklemesini istiyordu. Bu arada tekrar gözaltına alındın. Senin direnişçi özelliğini bilmemize rağmen evinde kalan yoldaşı diğer bir eve yerleştirdik. Sen işkencede yine boyun eğmedin, düşmana ifade vermemiştin. Eve gittiğimizde yoldaşın evde olmadığını gördün. Bize yoldaş nerede diye sordun. Biz de tedbir olarak başka bir eve yerleştirdik dedik. Götürmenize gerek yoktu dedin. "Eve polis getirip yoldaşın yakalanmasına neden olacağıma orada ölürüm" dedin. Seninle birlikte kalan yoldaş çok iyi saz çalıyordu. Sense yeni yeni saz çalmaya başlıyordun. Yoldaşının evinde kalıp kalmamasında sakınca olup olmadığını sordun. Biz de yoldaşı tekrar senin evine yerleştirdik. Gerçi biliyorduk direnişçiliğini, düşmana boyun eğmeyeceğini. Ama sen de bilirsin ki, bu rutin alınması gereken bir tedbirdi. Bir örgüt göreviydi.

Bu arada "Ortadoğu Ortadoğu Halklarınındır" kampanyası bütün hızıyla sürüyordu. Bir süre sonra yoldaşa son durumunu aktarmak için sizi görmeye geldik. Oturup biraz sohbetten sonra hadi bir şeyler hazırlayalım da yiyelim dedik. Sense evde bir şey kalmadığını, bir haftadır kalan bir paket sanayağı ve her gün bir ekmekle idare ettiğini söyledin. Parayı kampanyaya harcamışsın. Sana "her gün seninle görüşüyoruz, niçin paranızın kalmadığını söylemedin? Kendini düşünmüyorsan yanındaki yoldaşını düşün dedik." Sen de "biz yoldaşla anlaştık. Bir hafta böyle idare etsek bize bir şey olmaz. Kampanyanın başarısı daha önemli" dedin, "Bu nedenle para istemedik" dedin. Bu seninle kısa tartışmamız senin özveri ruhunu kavgaya adanmışlığını bir kez daha görmemize neden oldu. Bunun sevincini, mutluluğunu sessizce yaşadık. Hemen kalkıp bir şeyler getirip birlikte güzel bir yemek hazırladık ve yedik. Bir yemek hazırlamak dahi olsa seninle aynı havayı solumak, birlikte emek harcamak, birlikte kavgayı yaşamak bize onur verdi. Kampanyaya ilişkin bazı ayrıntıları tartıştıktan sonra ayrıldık. Rahattık çünkü senin gibi bir yoldaşımız vardı.

İşkenceci katiller seni 9 Ocak'ta okula giderken otobüsten indirerek gözaltına aldı. Bir hafta boyunca tüm işkencelere rağmen sana bir kez daha boyun eğdiremediler. Katiller çözümü seni katletmekte buldular. Sen hareketine, önderliğine, yoldaşlarına ve halkına bağlılık, sadakat, fedakarlık sınavını onurunla, şehitler mertebesine erişerek tamamladın. Bugüne kadar devrimci yaşamına leke sürmemiştin ve sürmedin de. Ölümüne sevdiğin, bağlandığın önderliğine, halkına, hareketine ve yoldaşlarına ihanet etmedin. Ser verdin sır vermedin. Daha önceki gözaltından çıktığında "eve polis getirip yoldaşımı yakalatacağıma ölürüm daha iyi" demiştin. Dediğin sözü tuttun. THKP-C'den Devrimci Sol'a, Devrimci Sol'dan DHKP-C'ye uzanan direniş geleneğimizi sürdürerek şehit düştün. Direnişin bizi onurlandırdı. Yolumuzu aydınlattı. Sana bin kez söz veriyoruz ki, öcünü alacağız. Seni Parti-Cephe'li savaşımızda yaşatacağız.

 

Geri