Behiye CANİK'i Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:

 

 

Bir yoldaşı anlatıyor:

 

Behiyeyi hapishanede tanımıştım. 1992de ben görüşe gelirdim, o da tutsaktı. Onun cesaret veren yaklaşımları sonucu, kısa sürede pek çok aile sorunlarımı onunla paylaşmaya başlamıştım. Behiye yoldaş o sıcak ve güven veren konuşmaları ile bana bir kadının toplum içindeki yerini ve kendi ayakları üzerinde durmayı öğretti. Bir kadının kendine güvenmesi gerektiğini öğretti. 

 

***

 

Gerillaların gözünden Behiye:

 

BEHİYE CANİK (SABO-EDA), '92 yılının yaz aylarında Malatya dağlarında gerilla olarak görevlendirildi. Behiye Malatya dağlarının ilk kadın savaşçısıydı. Biz O'nu Sabo olarak tanıdık. Gerillaya katılacağı gün köyümüze geldi. Komutanımız giymek için kütüklüğünü verdi. O kadar heyecanlıydı ki, kütüklüğünü ters giydi. Çünkü bir yandan kütüklüğünü giyerken, bir yandan da komutanımızın elindeki silahtaydı gözleri. Bir an önce kleşin o sıcaklığını hissetmek için sabırsızlanıyordu. Silahını alınca arka arkaya sorular soruyordu, "nasıl yürüyeceğiz, arazide mi kalacağız, diğer yoldaşlar nerede''... Komutanımız sabırla sorduğu her soruya cevap veriyordu. O gece silahını yeni kuşanmış bir gerilla olarak yoldaşlarıyla birlikte araziye çıktı. Sabo, olgun, oturaklı bir kişiliğe sahipti. 34 yaşındaydı. Bundan olsa gerek ayrı bir olgunluk taşırdı. Saygı ile kendisi ile konuşurduk. O da öyleydi. Küçük de olsak bizimle hep büyük adammışız gibi konuşurdu.

Yine birgün bize geldiler, hava soğuktu. Daha içeri girmeden, nöbete çıktı. Daha sonra gördüm ki, Sabo fedakarlığından dolayı köylere girer girmez ilk nöbeti alıyordu. Nöbetten geldikten sonra ise, teker teker yoldaşlarının üzerini kontrol ederdi. Islak elbiseli olanları uyarır, üzerini değiştirmelerini sağlardı. Arkadaşları; "aman bir şey olmaz, biz gerillayız, yağmur-soğuk bize birşey yapmaz" derlerdi. Sabo'nun sözleri hazırdı: "Olur mu, eğer imkanımız varsa neden değiştirmeyelim? Hareketimizin sağlıklı insanlara ihtiyacı var" derdi. Sabo'nun bu duyarlılığına; "sen anamızı da geçtin. Anamız bile bize böyle bakmıyordu" diye takılırdık. Sabo bir ana şefkatiyle yoldaşlarına yaklaşıyor ve ilgileniyordu. Sabo'da ciddi bir bel rahatsızlığı vardı. Bu nedenle yürümekte zorlanırdı. Fakat o zorlandığını belli etmemek için adeta koşa koşa yürürdü. Tek kadın gerilla olduğundan ve olgunluğundan dolayı köylülerde de Sabo'ya karşı ayrı bir sevgi ve saygı vardı. Bazen "kızım, senin bu erkeklerin içinde ne işin var? Yazıksın, onlarla birlikte nasıl yazıda yabanda yürüyeceksin" derlerdi. Fakat Sabo onlara, uzun uzun şehitlerimizi ve kadının mücadeledeki yerini anlatırdı. Sürekli çantasında taşıdığı ve elinden hiç düşürmediği "Bayrağımız Ülkenin Her Tarafında Dalgalanacak" kitabını okur, kitaptaki kadın şehitlerimizin resimlerini köylülere gösterir, direnişi anlatırdı.

Birgün bize geldiler. Annem ekmek yapıyordu. Sabo hemen kütüklüğünü çıkarıp, silahını da yanına indirerek annemin yerine oturdu ve ekmek yapmaya başladı. Bir ara sigara yaktı. O sırada babam gelip yanımıza oturdu. Sabo, bir an sigarayı ne yapacağını şaşırdı. Babam, "Sabo kızım sigaranı iç, bir tane de bana ver" dedi. Sabo babamın sigarayı gördüğünü anladı. Fakat buna rağmen yine de sigara içmedi. Sabo böyleydi işte. Küçük bir şey olsa bile dikkat eder, halkımızın değer yargılarına önem verirdi. Bu tavrı babamı çok etkilemişti. Bugün bile babam Sabo'dan bahsedince hemen sigara meselesini anlatır, özlediğini söyler. Köyde oturduğumuz birgün komutan Sabo'ya "Sabo, X.... köyüne bizim için malzeme gelmiş. Birimizin tek gidip alması gerekiyor. Hemen hazırlan. Silahını da montunun altına koy. Çünkü gündüz hareket edeceksin" dedi. Geldiğinden beri ilk defa yalnız hareket edecekti.

Silahı montunun altına koyarak köye doğru hareket etti. Biz de oraya yakın başka bir köye gittik. Gelirken Sabo'nun geçeceği bir patikada beklemeye başladık. Aradan fazla zaman geçmeden onun hızlı hızlı geldiğini gördük, şaşırdık. Çünkü getireceği yükle böyle hızlı yürüyeceğini pek düşünmüyorduk. Yaklaşınca eşyaları iki torbaya koyarak hebe haline getirip sırtına attığını farkettik. Nefes nefese kalmıştı. Yanımıza geldiğinde gözlerinde görevini başarıyla yerine getirmenin parıltısı vardı. Beraber komutanın yanına gitmek için hareket ettik. Komutanın yanına ulaştığımızda, coşkuyla nasıl gidip geldiğini anlatmaya başladı. Küçüklüğünden beri şehirde kalmış, köyün zorluklarını yaşamamıştı ama iradesiyle yol yürümekte ve yük taşımakta pek zorlanmıyordu.

Gün geçtikçe gerillacılığı daha iyi öğreniyor ve arazinin yaşamına ayak uydurmakta zorlanmıyordu. Sabo eksiklerini aşmak için büyük bir çaba harcardı. Yoldaşlarının eleştirilerini ciddiyetle ele alır ve nasıl aşacağı üzerine kafa yorardı. Ayrıca kendisi de bir eksik gördügünde, nasıl olması gerektiğini de göstererek eleştirirdi. Birgün yine bize geldiler. Acele acele hemen içeriye girdiler. Her hallerinden heyecanlı oldukları anlaşılıyordu. İlk kez onları bu kadar heyecanlı görüyorduk. Ne olduğunu anlamaya çalışıyorduk. İçeri girince Sabo'nun yüzünün kan içinde olduğunu gördük. "Ne oldu yoksa çatışmaya mı girdiniz" diye sorduk. İlk anda "önce biraz su ve oksijen suyu getirin, daha sonra neler olduğunu anlatırım" diyerek ilk müdahaleyi yaptılar. Ama kan hala akıyordu. Hepimiz Sabo'ya birşey olacak diye üzülüyorduk. Sabo ise soğukkanlı bir şekilde "korkmayın korkmayın birşeyim yok birazdan geçer ufaktan bir sıyrık oldu" diyerek bizi rahatlatmaya çalışıyordu. Fakat üzerindeki kanlar hiç de ufak bir sıyrık olduğunu göstermiyordu. Bir süre sonra ortalık sakinleşince bir arkadaş kazayla silah patlattığını ve Sabo'nun bu kazadan kılpayı kurtulduğunu anlattı. Arkadaş Sabo'ya birşey olacak diye o kadar çok korkmuştu ki sık sık elini Sabo'nun omuzuna koyarak "sana birşey olsaydı ben ne yapardım, herhelde ömür boyu vicdan azabı çekerdim" diyerek yaptığı kaza sonucu üzüntüsünü dile getiriyordu. Sabo ise "neyse atlattık, bundan sonra daha çok dikkat ederiz, bu BİZE DERS OLSUN, hem gördüğün gibi endişelenecek bir şey yok, ben çok iyiyim" diyerek onu teselli ediyordu. Kaza yapan arkadaş o gece sabaha kadar uyumadı. Sürekli Sabo'nun başında oturuyor ve bir yolunu bulup onu tedavi ettirmenin yollarını arıyordu. Bu kaza onlar için bir nevi iyi bir ders olmuştu.

Kış aylarıydı. Komutanımız ve komutan yardımcımızın tutsak düşmesinden sonra komutan olan bir darbeci hain bütün savaşçıları başka yerlere gönderdi. Sabo Malatya dağlarında yalnız kaldı. Tek başına faaliyete devam etti. Yalnız olmasına rağmen moralini hiç bozmadı. Aynı moral ve coşkuyu taşıyordu. Bu süreçte bir süre bize uğramadı. Kendi kendimize "acaba farkında olmadan Sabo'ya yanlış bir şey mi yaptık" diye düşünmeye başladık. Sabo gelince sorduk. Bize "bu kadar etkileneceğinizi düşünmedim. Biraz işlerim fazlaydı. Size bu yüzden gelemedim" dedi. Arkasından da "kusura bakmayın, bundan sonra sık sık gelmeye çalışırım" dedi.. Sabo bundan bile kendisine pay çıkarmasını bilmişti. Darbecilik açıklandığında tavrını önderlikten yana koydu. Fakat darbeden sonra Malatya bölgesini boşaltmaları gerekiyordu. Sabo silahının ilk sıcaklığını, gerillacılığın en güzel günlerini Malatya dağlarında tatmıştı. Bundan dolayı ayrılmak ona zor geldi. Ayrılırken, "birgün bu dağlarda yine buluşacağız" dedi. '93 Şubat ayında Nihat Kaya ve Özgür Kılıç'la birlikte Malatya'dan ayrıldılar.

Birgün yine gelen Mücadele gazetelerinde Dersim dağlarındaki şahanlarımızın resmi vardı. Hepsini adeta tanımak istercesine dikkatlice gözlerimle taramaya başladım. Gözüm halay çekenlerden birine takıldı. Puşiliydi. Fakat duruşundan, puşinin içinden bakan bir çift çekik gözden anladım ki, O, Sabo idi. Heyecanlandım. Sabo yine dağlardaydı. Üstelik ben de Dersim dağlarına gidecektim. Birkaç gün sonra dağlara doğru yola koyuldum. Bir de "ya Sabo'yu göremezsem" korkusu içime düştü. O'nunla hep gerilla olarak omuz omuza savaşmak istemiştim. Bu duygularla köye ulaştık. Her taraf kar kaplıydı. Köpeklerin havlamasıyla "Kamo" diye bir ses geldi. Yanımdaki arkadaşın cevap vermesiyle içeri girdik. Tek tek yoldaşlarla kucaklaştık. Sabo'yu göremedim. Çok zaman geçmemişti ki yanımıza başka bir grup geldi. İçlerinde Sabo da vardı. Bana yaklaşarak "merhaba, adım Eda" dedi. Malatya dağlarında Sabo'ydu. Dersim dağlarında Eda olmuştu. Sevindim. Komutanla konuşarak beni mutfağa götürdü. İlk sorduğu soru "Malatya dağları nasıl oldu" oldu. Arkasından şu nasıl bu nasıl diye devam etti. Özlemişti, fakat Dersim'e de alışmıştı. Kürecik halkının sevgisini nasıl kazandıysa, Dersim halkının sevgisini de öyle kazanmıştı. Bunu, evdeki ananın, genç kızların Eda ile saygıyla sohbet etmelerinden çıkardım. Dersim'de de yaşı en büyük olan yoldaşlarımızdandı. Yine ana şefkatiyle yoldaşlarına yaklaşıyordu. Başı ağrıyanın başını ovuyor, yemek saatlerinde kimseye bırakmadan hemen yemek yapıyordu. Birinin çoraplarını ıslanmış görse, çıkarıp değiştirmeden rahat etmiyordu. Ayrıca çok becerikli bir insandı. Eski ve yırtık montlardan bir sürü bere yaptı ve bu bereleri çok uzun süre kullandık.

Bir köy evinde oturuyorduk. Bir an ortam sessizleşti. Eda ve Ekrem kendi aralarında konuşuyorlardı. Sonra ikisi ayağa kalkarak yumrukları havada Devrimci Sol Marşını söylemeye başladılar. Bir çoğumuz bu marşı ilk kez onlardan duyduk. Fakat daha sonraları en çok söyleyeceğimiz marşlar arasında olacaktı.

Onlarla birlikte kısa bir süre kaldım. Sonra ayrı müfrezelere verildik. Üzülmüştüm. Eda'nın yanına giderek "ben de seninle birlikte gelmek istiyorum" dedim. Kısa da olsa bu konuyla ilgili benimle sohbet etti. "Böyle düşünmemelisin. Buradaki tüm arkadaşlarımız da benim gibi. Yoldaşlanmız arasında ayırım yapmamalıyız" diyerek teselli etti. Onlar Ali Özbakır komutasında Pertek bölgesine gittiler. Biz de başka bir bölgeye gittik. Bu süreçte Vaskovan karakoluna bir baskın düzenledik. Başarılı bir eylemdi ve kayıp vermemiştik. Bunun heyecanını ve coşkusunu yaşıyorduk. 24 Nisan'da komutanımız "Pertek bölgesine giden yoldaşlarımızın tümü şehit düşmüş diye bir açıklama yaptı. Kahvaltımızı yapıyorduk. Lokma boğazımızda düğümlendi. Silahı ilk tutuşu, evimizin içinde dolaşması gözlerimin önünden geçti. Behiye'nin mücadele yaşantısı uzun yıllara dayanıyordu. Bir süre hapishanede yatmıştı. İlk Malatya-Kürecik dağlarında gerillacılığa başladı. Yaklaşık altı ay kaldı. Şubat'ın ortalarında Dersim dağlarına gitti. 23 Nisan 1993'de Dersim-Pertek ilçesi Çalaxane köyünde şehit düştü. Çatışa çatışa çekiliyorlardı. Ama açık bir derenin içine gelmişlerdi. İşte Behiye (Eda) burada çatışırken dört yoldaşıyla birlikte arka arkaya vurularak şehit düştü.

 

Geri