Bedii CENGİZ'i Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:

 

 

Yoldaşlarının anlatımıdır:

HALKLARIMIZIN İKTİDARINA ADANMIŞ BİR YAŞAM:

BEDİİ CENGİZ

 

Halkına, vatanına, dünya halklarına sevgi ve bağlılığın, onların acılarına son vermenin her an yaşandığı bir kişiliktir Bedii. Partili kişiliktir. 25 Eylül 1994'te şehit olduğu ana kadar devrime, devrimin öncü gücü Devrimci Sol'a, DHKP-C'ye adanmış örnek bir yaşamdır O'nunki.

Partili olmanın, partili atılımı yaşamanın, halkın acılarından kurtuluş savaşında büyük bir adım atmanın büyük coşkusu ve  sevinciyle görevlerine sarılmıştır. Parti Komiteleri'nin, Cephe birliklerinin yeniden kurulması ve silahlı eylemlerin örgütlenmesi dahil, birçok işle uğraşmak, insanları eğitmek ve bizzat bazı silahlı eylemlere komuta etmek görevlerini üstlenmiştir.

Bu hazırlıkları sürdürürken bulunduğu üste silahıyla kazayla yaralandı. Kan kaybına uğramasına, öleceğini bilmesine rağmen doktora, hastaneye götürülmeyi reddedecek kadar Partinin, Halk Kurtuluş Savaşı'nın büyümesine kilitlenmiş olmanın bir örneğini veriyordu.

Bedii için doğal, sıradan bir davranıştı bu. Herşey Parti için, her şey devrim için, zafer için demek O'nun karakteriydi. Üs, savaşçılar riske sokulmayacaktı. Planlanan hedeflere yürüme hızı düşürülmeyecekti. Bunlardan dolayı çok istemesine rağmen kanlarıyla duvara DHKP-C yazamadan şehit düşecekti. Çünkü Parti-Cephe kurulmuş ama bir süre açıklanmaması için karar alınmıştı. Büyük bir içtenlikle, doğallıkla, duygulara teslim olmadan her zamanki sakinliğiyle duvara kanıyla Devrimci Sol'u işliyordu.

Sessiz, sakin biridir. Düşünmeden konuşmayan, dinleyen, anlamadan gereksiz söz etmeyendir. Bilgedir. Sessiz, sakin görünümünün altına mücadeleyi, insan kişiliğinin derinliklerini çözümlemiş, kendiyle barışık Partili kişilik vardır.

“Senin söylediğin işaretlerle geldi bize. Sessiz, sakin, sıradan bir görünümü vardı. Doğrusu şaşırmıştım. Etkili ve ileri sorumluluğu olan birini bekliyordum. Alınan önlemlerden böyle düşünüyordum. İlk karşılaştığımızda yanıldığımı düşündüm.

Çok doğal bir hali vardı. Sanki devrimci mücadele içinde ileri görevleri olan biri değil de kırk yıllık sıradan bir ahbabım gibiydi. Bakışlarından, oturmasına kadar saygıyı, sevgiyi hissediyorduk. Anlatıyor, anlatıyordum. Sabırla, dikkatle dinliyordu. Zaman zaman anlattıklarımı daha da açmama yardımcı olan sorular soruyordu. Giderek O'nu ilk gördüğümdeki düşüncemin yanlışlığını anlıyordum. Neredeyse kendi konuşmamdan kendim sıkılmaya, tutarsızlıklarını-yanlışlıklarını görmeye başlıyordum ki söz aldı ve konuşmaya başladı. Kısa konuşmuştu ama konuştukları benim laf yığınımın karışıklığını tümden basitleştirerek, sadeleştirecek kadar önemliydi. Söylediklerimizin tüm gereksizliğini bir yana bırakıp, görmediğim belki de görmek istemediğim asıl yönü anlatıyor beni aydınlatıyordu. Çok kısa süre O'nun hakkında yaptığım ilk değerlendirmeden utandım. Neşesiyle, tüm sorunlarımızla sabır ve dikkatle ilgilenmesiyle, evin yemekten bulaşığa, sobadan çocuk bakımına kadar her şeyiyle, ne zaman yatıp ne zaman kalktığının belli olmasıyla, devrimciliği, Parti-Cepheliliği henüz tam da anlayamadığımı, biçimde bir takım değerlendirmelerim olduğunu görüyordum.

Genel olarak askeri eylemler hakkında da konuşuyorduk artık. Söylediklerinin cüreti, cesareti, atikliği beni şaşırtıyordu. Ben nasıl böyle düşünemedim diye kızmadığım konuşmamız olmuyordu. Bedii de bunu görüyor, anlıyor beni rahatlatıyordu. Kendimde kapalı kalan, kapalı tuttuğum bir çok kapının açıldığını hissediyordum. Her zaman yaptıkları ve söyledikleriyle de tam bir doğallık, sadelik vardı. Bir gece uyandım. O'nun kaldığı odadan sesler geliyordu. Merak ettim. Yaklaştıkça ve kendime geldikçe, 'Bize Ölüm Yok' marşını söylediğini anlıyordum. Kapıyı açtım. Her zamanki gibi kağıt, kalemin başındaydı. Kulaklıkları takmış teyp kaseti dinliyordu. Sesinin farkında olmayarak, yorgunluğunu, uykusuzluğunu umursamadan, büyük bir zevkle görevlerini yapıyordu. Odaya girmemle durumun farkına vararak mahçup bir ifade takındı. Çok ama çok sempatikti. Esrpili bir kişiliği vardı. Bir özelliğiydi bu.

Sabah kalktığımda yine benden önce kalkmıştı. Üstelik tüm toplanmış yorgunluğu ve uykusuzluğuna rağmen ve onu kaldıracak hiçbir araç yokken.

Parti-Cepheliliği Bedii'yle daha derinlemesine tanıyabilme şansına ulaştım. O'na çok şey borçluyuz. Bildiğimin, bildiğimi sandığım şeylerin yüzeyselliğini hatta yanlışlığını anladığımdan gerçek Parti-Cephe'yi Bedii ile tanıdığımı söylemek yanlış olmayacaktır.”

Evet, bir kitle ilişkisi böyle anlatıyordu Bedii'yi. Bu anlatımın birçok yönü tüm tanıyanlar için paylaşılan ortak noktalardı. Tüm ilişkiler, aileler ve çocuklar üzerinde çok derin etkiler  bırakıyordu.

Nasıl oluyordu?

O olağanüstü bir insan mıydı?

Hayır, Bedii olağanüstü değildi. Ama kendiliğinden varılacak kolay bir nokta da değildi.

Sessiz, sakin, halk adamı görünümü, ideolojik, felsefi, sanat hemen her konuda araştıran, düşünen, üreten, bunları mücadeleyi yükseltmeye katan bir kişilik vardı. Halkı için, vatanı için, onların kurtuluşu için, Parti-Cephe için yaşayan, soluk alıp veren, gözlere-yüreğe sahip olan bir kişiliktir bu. Bu kişilik bu mücadeleyi sürekli kıldığında varılacak noktadır.

Olumsuzlukları yok etme savaşını sürekli kılmak onun işidir. En büyük ve en küçük görevleri büyük bir hassaslıkla, heyecanını yaşayarak, duygularını katarak başarmak azmi O'nun karakteridir.

O, bütün bu görevleri yaparken, küçük de olsa bir gerilla birliğinin başında savaşmak, bu birliklerle başarıdan başarıya koşarak, gerilla ordusunun ve halkın zaferini düşünmekten geri durmadı. Bunun için de alabildiğine emekçi, saygın, küçük sorunlar etrafında fırtına koparmayan, hep geleceği düşünen ve birleştirici bir role sahipti.

Parti-Cephe'nin Genel Komite Üyesi Bedii Cengiz'in devrimci yaşamı, kendini ve ideallerini geliştirerek, büyüterek mücadelenin gelişeceğinin çok açık bir örneğidir.

Bedii Cengiz sakin ve sessizdir ama Partiye, halka yönelen bir saldırı bir tehdit olduğunda bir kaplan kadar yırtıcı, bir panter kadar çevik ve hızlıdır.

Darbeci kontra çetesine karşı en net tavır alan ve ihanetin mahkum edilip hareket saflarından temizlenmesinde en aktif olanlardandı Bedii.

“Bizim çalışmalarımızın daha da hızlanmasını engelleyen bir unsur vardı. Sosyal demokratlığın bir karakteri yerleşmişti bu unsura. Bize karşı olmamakla birlikte hızımızı kesiyor, tüm konuşmalara rağmen huylu huyundan vazgeçmiyordu. Cezalandırma uygulamaya izin istiyorduk. Bedii 'Bir de beraber konuşalım' dedi. Gece geç saatlerde evine gittik. Bedii silahlıydı. Konuşacağımız adam yabancı birisinin gelmesinden tedirgin olmuştu. Adam ortamı yumuşatmak için çay teklifi yapıyordu. Bedii 'Biz buraya yemek yemeye, çay içmeye gelmedik, sen de biliyorsun. Belki o günler de gelir, sana bağlı' dedi. O'nun anlayabileceği şekilde karısını oda dışına çıkarmasını söyledi. Bu olunca uyarıyı yaptı. Adam tartışma yapmak amacıyla Bedii konuşmasını bitirdikten sonra 'Benim de söz hakkım var' dedi ve konuşmasına başlayacaktı ki buz gibi bir sesle Bedii 'hayır yok' dedi. 'Sen şu an bizi dinleyecek ve dediklerimizi yapacaksın. Biz buraya konuşmaya gelmedik' diye devam etti. Adam dondu kaldı. Bedii belindeki silahını çıkartıp, mekanizmayı çekip bıraktı. Yere düşen kurşunu aldı adama uzattı. 'Al bunu sakla, gözün gibi bak, Birgün bunu almaya geleceğiz. Bunu dostlukla da, düşmanlıkla da alacağız. Nasıl alacağımızı sen belirleyeceksin' dedi. Kalktık ve oradan ayrıldık. İlerleyen günlerde adam gerçekten tavırlarından vazgeçmiş hatta etrafımızda pervane olmuştu.”

Bu Bedii ile birlikte çalışan bir işçinin anlatımıydı. Sevecen, sakin insan gitmiş evladının büyümesi engellenen bir ana gibi sert, yırtıcı bir kaplan gelmişti.

Halka karşı saygılı, sevecen olmak; sorunlara karşı iknayı, eleştiriyi temel almak; mücadelenin büyümesini engelleyen tehdit ve saldırılara karşı ise amansız olmak devrimci kişiliğinin ayrılmaz özellikleriydi.

Sabırlılığı, mütevazılığı, çalışkanlığı ile tam bir devrim emekçisiydi Bedii. Halkımızın kurtuluş umudu Devrimci Sol'un ve sonrasında Devrimci Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi'nin işçisi, hamalı, ustası, komutanı ve giderek kurmayı oldu.

11 yıllık tutsaklık yaşamına rağmen, devrimci coşkusundan ve militan özelliklerinden bir şey kaybetmeyen tersine daha büyük bir savaş koşullarında hayatını vermeye hazır insanlardandı. Bedii'nin 11 yıllık tutsaklık süreci işkenceler, baskılar, sürgünler ve direnişlerle dolu olmuştur. Genç yaşına rağmen kendisine yönelerek, kendisini dönüştürerek yaşamış, direnmiş ve bir derviş sabrıyla düşmana karşı silah elde savaşacak günü beklemiştir. Birkaç yıl cezaevinde yatıp da dönekleşenlerin çokça olduğu ülkemizde O özgürlüğüne kavuştuğu ilk andan itibaren kendisini devrime sunmuştur. Bedii hapishanelerde bulunan Parti-Cephe tutsaklarının da örnek alacağı bir kişiliktir.

O'nun 12 Eylül öncesi sempatizanlık süreci 11 yıllık tutsaklığı, tutsaklık sonrası yeniden örgütlü süreci, Parti-Cephemizin Kuruluş Kongresi süreci hep olumluluklarıyla doludur. Nerede olursa olsun örgütün çizgisinden sapmamıştır.

Parti-Cephemizin Genel Komite üyeliğine seçildiğinde “yapabilir miyim, bu yükü kaldırabilir miyim” kaygısını duymadı. Çünkü O örgütün hangi tarihi aşamalardan geçerek o günlere geldiğini, her türlü zorluğun üstesinden nasıl gelindiğini biliyordu. Hareketin tarihi ona güven veren örneklerle doluydu. Bedii'nin Partili olarak bu görevleri yerine getirmemesi için hiçbir neden yoktu. Öyle de oldu.

Parti-Cephemizin Genel Komite Üyesi. Devrimci İşçi Hareketi ve Seher Şahin Silahlı Propaganda Birliği'nin komutanlığı görevleriyle Partili yaşamına başlamıştı. Bu görevlerini sürdürürken şehit düştü. Ardında örnek alınacak; Parti'ye, devrime, halka adanmış bir yaşam; yükseltilecek, zafere taşınacak bir savaş bıraktı.

Rahat uyu Bedii komutanımız; büyüyerek zafere doğru yürüyoruz.

Rahat uyu Bedii Komutanımız; hepimiz senden dersler çıkarıyoruz.

“... Devrimci yanı ağır basan, kendini devrime adamış, küçük, büyük demeden her göreve hazır, düzenden gelen zaaf ve eksiklikleriyle her an boğuşan, ölmeye ve öldürmeye hazır Devrimci Sol savaşçısıyım...” deyişin kulağımızda mücadeleyi büyütüyoruz.

Rahat uyu Bedii Komutanımız...

Rahat uyu Arap halkının yiğit evladı...

Şehitlerimize, halkımıza, vatanımıza verdiğimiz sözleri tutacak, bağımsız, demokratik, halkların özgür olduğu bir ülkeyi sizlere armağan edeceğiz.

Her zaman yanımızda, savaşımızdasın Bedii Komutanımız!

 

***

 

Bir yoldaşı Ortadoğu dönemini anlatıyor:

 

Bedii ile darbenin bize açıklanmasından yaklaşık iki ay sonra tanıştık. Ortadoğu'daydık. Darbeye tavır alan dört kişiydik. Bedii başka bir yoldaşla darbenin bizlere açıldığı süreçte tartışmaları yürütmek için Ortadoğu'ya gönderilmişti. Çeşitli nedenlerle gelmeleri gecikmiş. Konu açılıp, herkes safını belirledikten sonra gelebilmişlerdi. Geldikten sonra kendi ilişkileri içinden etkileyebileceği bazı arkadaşlarla görüşmek istedi. Görüştürmeyeceğiz diye açıktan tavır almadılar ama sakladılar, kaçırdılar, görüştürmediler. Çünkü darbeciler kendine güvensizdi, arkadaşlarının tavrının değişeceğinden kuşkuluydu.

Bedii ile diğer yoldaşların ülkeden geldiği dönemde elimizde hiçbir olanak yoktu. Ev, silah, kitap, dergi vb. Yoldaşlarımız ülkeden gelirken darbecilerle olabilecek farklı gelişmelere karşı silah getirmişlerdi. Böylece onların gelmesi ile beraber silahımız oldu. Olanaklarımızın dışında tüm ilişkiler de darbecilerde kalmıştı. Her şeye sıfırdan başlamak gerekiyordu. Tartışma süreci için gelmesine rağmen Bedii ilişkilerin yeniden yaratıldığı, kısaca çalışmalara sıfırdan başlandığı bir dönemde çalışmaların tüm yükünü göğüsledi. Arapça biliyordu, hepsinden önemlisi hareketin güvendiği bir yoldaşımızdı.

Cephe gerisi olarak Ortadoğu'nun harekete sağlayabileceği bazı olanaklar vardı. Özellikle darbe döneminde bu olanaklara her zamankinden daha fazla ihtiyaç vardı. Bu olanakları sağlayabilecek ilişkilerin yaratılması, Ortadoğu'da kurumlaşmamız yeniden yapılanma oluşturmamız vb. için en ufak bir ilişkiden, olanaktan yararlanmaya çalışıyorduk. Bedii bu dönem her türlü ilişki ile görüşüyor, kısacası her işe koşturuyordu. O dönem en çok dikkatimi çeken yanı bu olmuştu. Ülkeden geldiği gün görev verildi, çalışmaya başladı. Hiçbir zaman kendine sınır çizme, bana verilen farklı bir görevdi, ben bu işlerimi yapacağım türünden davranışlara girme ya da yakınma yoktu. Memur zihniyeti ile iş yapmak ona çok yabancıydı. Onun için önemli olan hareketin genel çıkarlarıydı. Yapılması gereken işler vardı, sorumluluklar vardı. Bunun için birisinin şunu yap demesi gerekmezdi. Ama örgütsel ilişkilerde, disiplinli, ilkeli ve kurallıydı. Hepsinden önemlisi alabildiğine mütevazıydı. Her düzeyde iş yapmasına, sorumluluk almasına, fiili olarak Ortadoğu sorumlusu arkadaşla aynı kapsamda bilgilenmeye sahip olmasına rağmen ilişkilerde saygılıydı. Sorumlu yoldaşla aralarında sınırsız paylaşım dayanışma olmasına rağmen hiçbir zaman mesafeyi aştığını, bizlere karşı davranışlarında kendine misyon biçme, konum-kariyer sahibi insan havasına girmeyi görmedim. Tartışmalarımızda, ilişkilerimizde biz ona farklı yaklaşsak, ilişkilerini bildiğimiz için herhangi bir iş ya da gelişme için soru sorsak dahi o hiyerarşik yapıyı hatırlatırdı.

Mütevazılık kişiliği ile bütünleşmişti. Bir ilişki ile görüşmek ya da farklı boyutta bir görevle çok sıradan Arapça bildiği için ona verilen bir işin (Örneğin; alış veriş ya da telefon etme vb.) onun için hiçbir farkı yoktu. Her ikisini de aynı dikkat ve titizlikle yapardı.

 Yoldaşlarına, halkına ve ülkesine bağlılık tüm konuşmalarında hissediliyordu. Yaşamda, günlük ilişkilerde, paylaşımlarımızda ondaki yoldaşlık sevgisini, iştenliği, bağlılığı fark etmemek mümkün değildi. Çok kısa sürede aramızda alabildiğine sıcak bir ilişki kurulmuştu. Alabildiğine açık ve samimiydi, ilişkilerinde hesapsızdı.

 Ortadoğu'ya geleli çok kısa süre olmasına rağmen ülkeye sıcak mücadelenin içine dönme isteğini sürekli dile getiriyordu. Bir dönem yeniden yapılanma belli bir yere gelinceye kadar Ortadoğu'da kalabileceği durumunun net olmadığı söylendi. Çok kötü olmuştu. “Ben ülkenin dışında yapamam, beni ayakta tutan sıcak mücadele ile halk ile iç içe olmak. Emek vermeliyim, emek verdiğim insanların gelişimini görmeliyim ve sıcak savaşın içinde olmalıyım.” diyordu. Hareketin verdiği görevi tartışmaksızın kabul etme durumunda olduğu için bunları dayatmıyordu elbette, ama sohbetlerimizde Ortadoğu'da kalmanın onun için ne anlama geldiğini hissedebiliyordum.

Halk sevgisi, halk ilişkilerinde çalışmanın onu nasıl etkilediği hissediyordu. Ülkedeki her operasyon, kaybettiğimiz her yoldaşımız ülke dışında, cephe gerisinde olduğumuz için bizleri daha çok etkiliyordu. Bahçelievler'de üç yoldaşımızın şehit olduğu operasyondan sonra burada kalmamız gerekiyor diyerek duygularını, tepkilerini dile getiriyordu.

Ülkeye gitmek üzereyken Suriye'de tutuklandı. Bir görev için Türkiye sınırına gitmişti, sınırda kaçak giren koyun hırsızlarıyla ilgili bir operasyon yapılıyor, bu operasyonda tesadüfen alınıyor. Gözaltında boyutlu işkence yapılıyor. Çok net tavır alıyor. Siyasi kimliği açığa çıkınca önderliğe küfür ediyorlar, karşı tavır geliştirip AG yapıyor. (Suriye'de tutuklanan Türkiyeli siyasilerden işkence yapılan ilk kişi Bedii'dir.) Cezaevinde üç ay kaldı. Alabildiğine olumsuz koşullarda bir yaşam ve ilişkilerin söz konusu olduğu burada siyasi kimliğini kabul ettirmenin dışında herkesin saygısını kazanıp belli bir örgütlenme yapıp ilişki yaratıp çıktı.

Bedii'nin en önemli özelliklerinden birisi de hareketin olanaklarına, parasına kıskançlıkla sahip çıkmasıydı. Harcamalarda olanakların kullanılmasında çok titizdi. Serbest bırakıldığında Lübnan sınırında bırakılıyor. Onu bırakan asker sınırdan içeri şehre götürmek için rüşvet istiyor, pazarlık yapıyorlar. Rüşvetin miktarını fazla bulduğu için dağ başında arabadan iniyor, yürüyerek şehre iniyor. Bunu duyduğumuzda çok şaşırmıştık. O çok doğal, “o kadar para verilir mi” diyordu. Oysa Hareket onu sınırdan almak için çok daha fazlasını vermeye hazırdı.

 Yoldaşlarına karşı sevginin dışında ilişkilerinde ilkeliydi. Çok iyi bir gözlemciydi. Hatalarımıza, eksiklerimize karşı çok radikaldi. İlişkilerinde iyi geçinmek, çatışmaya girmekten kaçınmak liberallik ona çok yabancıydı. Eleştiride radikaldi ama radikallik kesinlikle tepkisellik değildi. Eleştirisini belli bir süre gözlemledikten sonra maddi temellerini koyarak, dönüşümü hedefleyerek yapardı. Getirdiği eleştirinin takipçisi olur, denetler, aynı hataları tekrar etme durumunda çok daha radikal tavır alırdı. İlişkide bulunduğu kişileri sürekli denetler, gözlemler, yoldaşlarının gelişimi için üzerine düşen sorumluluğu yerine getirirdi. Yoldaşlık ilişkilerinin yaşam içinde nasıl şekilleneceği konusunda Bedii'nin ilişkilerini örnek alabiliriz. Bir yoldaşında gördüğü hata, zaaf, bir eksiklik... Bunu görüp bir şey yapmamak yapamamak bile olsa onu rahatsız ederdi. O bu zaafın, hatanın aşılması için mutlaka çaba sarfeder, yerine getiremeyince rahatsız olurdu. İnsanlara emek vermek, dönüşümüne katkıda bulunmak, bunu sadece bir görev olarak yapmıyordu. Emek vermek, dönüştürmek, kısaca üretmek ona sonsuz bir mutluluk veriyordu. Var olan birikimini ufak büyük, teorik kir konu ya da teknik bir bilgi ya da örgütlenmedeki deneyimini çerçevesine aktarırdı. Bu aktarma ne soyut düzeydeydi ne de nostalji yapma türündeydi. Eğitimi hedefleyerek karşısındaki kişiye bir şeyler kavratacak biçimdeydi. Bunun yanında yoldaşlarıyla ilişkilerinde alabildiğine duyarlı ve hassastı.

 Bedii mücadele içinde eski bir yoldaşımızdı. Ama ilişkilerimize katılan genç bir yoldaşımızın coşkusuna, dinamizmine ve enerjisine sahipti. Coşkuluydu, cüretkardı, atılgandı. O dönem Ortadoğu'da darbecilere karşı cezalandırma düşünülüyordu. Bunun için istihbarat çıkarıyorduk, girdiği riskli ilişkilerde yaptığı çalışmalarda, bu özellikleri yansıyordu.

Bedii yoldaş öylesine mütevaziydi ki, belli bir birikime, bilgiye sahip olmasına rağmen gerekmedikçe ortaya koymazdı. Teknik konularda bilgisi olduğunu Hareket bir grup arkadaşa ders vermesi için onu görevlendirinceye kadar çevresine hissettirmemişti dahi.

Bedii için tüm bu özellikleriyle yeni insanın, Partili insanın tüm özelliklerini kişiliğinde taşıyan bir yoldaşımızdı diyebilirim. O geçmişin deney-birikimiyle gençliğin atılımcı coşkulu ruhunu bütünleştirmeyi başarabilmişti.

Bedii yoldaş yaşamında olduğu gibi şehit olurken gösterdiği kararlılıkla da bizlere örnek oldu. Onunla ayrılırken beni ülkeye gönderirken söylediği bir söz vardı: “Hızlı koş, daha hızlı koş, bizim için de koş.”

Rahat ol Bedii, hızlı koşacağız, senin ve tüm şehitlerimiz için de koşacağız, söz veriyoruz.

 

***

 

Bir yoldaşı anlatıyor:

«Kiminle tanışmışım haberim yok»  

 

Birgün bir evde çalışmalarımızı yapıyorduk. Evdeki arkadaşlardan birinin yanında başka biri daha girdi içeri.  Giyimi işçiyi andırıyordu. Sadeliği ve emekçiliği gözlerinden okunuyor, her işe  yansıyordu. Sohbetlerimizde Arap olduğunu öğrenmem de beni çok sevindirmişti. Bölgemizde hep yaşıtım, genç arkadaşlarla tanışmıştım. Ama o gün yaşça büyük, hem de kendi milliyetimden bir abiyle tanışmak bana gurur verdi. Çünkü bulunduğum çevrede "Acilcilerin" çoğu devrimciliği bırakmış geçim derdine düşmüşlerdi. Bırakanlar arasında Bedii Cengiz'le hapishanede yatan insanlar da vardı. Ama Bedii Cengiz hapishaneden çıkar çıkmaz savaşa koşmuştu.

Mücadele içerisinde hep isimsiz kahramanlardan bahsedilirdi, tam kavrayamazdım. Refik (yoldaş) Bedii'yi Hasan ismiyle tanıyordum ve konumunu bilmiyordum. Şehit düştüğünde öğrendim isimsiz kahraman olduğunu ve konumunu. Bana "ben kiminle tanışmışım haberim yok" dedirtti. Bunları dedirten şey Refik Bedii'nin mütevazılığıydı, sadeliğiydi. Yöneticiydi, Komutandı ama bir işçi gibi çalışıyordu. Herkesin dilinden anlıyordu. Kahve  içmeyi severdi ve  gittiği her evde kendi elleriyle kahve yapar ve sohbet ederdi. Birgün sohbet ederken "Refik bey diye 'O polis noktasından nasıl geçtin?' diye sordum. Arapça konuşarak anlatmaya başladı, ama önce evdeki diğer arkadaşlara “kusura bakmayın biz ana dilimizle konuşacağız yanlış anlamayın” dedi. Ve anlatmaya başladı. "Bölgeyi tam olarak bilmiyordum ama görevimi yerine getirmek zorundaydım, karşıma polis noktası çıkacağını ve riskli olduğunu biliyordum. Biz meşruyuz, bunu bilince çıkardın mı her şeyin üstesinden gelirsin dedi. Ve polis noktası karşısına çıktığında soğukkanlılıkla selam vererek geçip gitmiş ve görevini tamamlamış.

Refik Bedii herşeyi, her işi eğitime çevirirdi. O şehit düştükten sonra onunla ilgili şu anlatımlar da Refik Bedii'nin önderliğe, Parti-Cephe'ye bağlılığını ve inancını defalarca kanıtlıyordu. Birgün bir yoldaşımızla birlikte bir görevi yerine getirirken yoldaşımız Bedii'ye "ben çok yoruldum artık yürüyemiyorum" demiş. Bedii de ona “ben de çok yoruldum, fiziken gücüm kalmadı ama İNANCIMLA" yürüyorum” demiş. Küçük iş, büyük iş demeden her işe o inançla koşardı. Yine buradan şunu çok somut gördüm, devrimin hamalı idi. O gerçekten her şeyiyle adsız bir devrim hamalıydı.

 

***

 

Bir Yoldaşı Bedii Cengiz'i Anlatıyor:

«Her koşulda doğruyu bulur ve uygulardı»

 

Arap halkının yiğit evladı Bedii Cengiz (Hasan) 24 Eylül'de İstanbul'da komutanı olduğu Seher Şahin Silahlı Propaganda Birlikleri'nin Karakol baskınına hazırlığı sırasında bir kaza sonucu şehitler kervanına katıldı. Son anına kadar kurallarımızı çiğnemeyip, savaşçılarına kendisini hastaneye götürmelerini engellemiş. “Ne olanağımız varsa burda tedavi olurum” diyerek, hastaneye gitmeyi reddetmiş. Hiçbir zaman nesnel koşullara yenilmeyen bir iradeye sahipti, her koşulda doğruyu bulur ve uygulardı. İşte bu yüzden böyle bir ölümü haketmedin sen.

Hasan'la ilk görüştüğümüz günü her zaman hatırlarım. Bir parkta buluşacaktık ve birbirimizi daha önceden tanımıyorduk. Buna rağmen hemencecik belirtilen saatte birbirimizi bulduk. Sanki yıllardan beri tanışıyor gibi ısındım ona. Üssümüze geldiğimizde, üste ki yaşamı anlattı ve kuralları söyledi. Üste ki diğer yoldaşlarla görüşmeyecektik, nasıl dav-ranacağımızı tekrar hatırlatıp çıkıyordu kendisi. 1-2 gün böyle geçti. Ancak bundan sonra Hasan'ın Arap olduğunu öğrendim. Halbuki kendisi benim Arap olduğumu biliyordu ve pekala benimle hemen Arapça konuşabilir diye düşündüm bir an ama, daha sonra anladım ki “her şeyin bir zamanı var”. İlk dersim bu olmuştu. Ama bu dersi genişletirsem ne kadar büyük bir ders olur. Çok mütevazi bir şekilde anlatmıştı ilk dersi. İşte bizim insanımız dedim. Ne yalan söyleyeyim Arap olmasından dolayı da gururlanıyordum. Hareketimizde Arap halkını temsil eden böyle bir insan bana coşku veriyordu. Daha sonra Hasan'la 2 ay görüşemedim. Onu çok özlüyordum 40 yıllık dostum gibiydi. Tekrar görüştüğümüzde onunla uzun bir sohbete dalmıştık, hep ben konuşuyordum. Hiç sıkılmadan gereksiz sorularımın uygun bir dilde sorulmaması gerektiğini anlatıyordu. Ama ben de öyle sorular sormuştum ki, onun herşeyini öğrenmek istiyordum, bu tabii ki işleyişe aykırı. Savaş böyle gerektiriyordu, bir yoldaşını ne kadar seversen sev, bir yerde seni durduruyordu, daha fazlasını sormamam gerekiyordu. Bu görüşmeden sonra uzun bir süre ayrılmadık onunla, ama görüşemediğimiz günler oluyordu, Fakat artık çalışma içerisindeydik. Bunun için çok sevinmiştik. Bize öyle bir şekilde anlatıyordu ki, hemen anlıyordum. Bana sen çok zekisin hemen anlıyorsun derdi. Halbuki kendisinin o mütevazi, dikkatli, titiz eğitimi olmasaydı, bu kadar rahat anlayamazdık. Bir keresinde bir arkadaşa patlayıcıları kavratmak için ona bir tuzak hazırladı, sigara paketinin içinde. Paketi açar açmaz lamba yandı, arkadaş çok şaşırdı. Bu olaydan sonra arkadaş, derslere daha bir şevkle girmeye başladı. Çalışmalarda özellikle titizliği işlerdi, herkesle tek tek ilgilenirdi. Bizim öğretmenimizdi. Bir sorun olduğunda hemen düşünürdü, daha sonra sesli ifade eder olayı tekrarlardı. Çözümü bizimle birlikte bulmaya çalışırdı, önerilerimizi saygıyla değerlendirir, ona göre hareket ederdi.

Aradan bir süre geçtikten sonra, onunla bir köyde zorunlu olarak yaşamaya başladık. Köydekiler ilginç insanlardı. Kimse kimsenin umrunda değil, her gün kavga olan bir köy. Aslında bu duruma müdahale etmesekte olurdu. Zaten işimiz bittikten sonra ordan ayrılacaktık. Ama Hasan bu duruma sessiz kalamazdı. Ve onların arasına girdi onlar gibi yaşamaya başladı. Kısa sürede herkes onu konuşmaya başladı köyde. Sorunlarına çözümler aramaya başladılar artık. Hasan onlara çözümler sunuyordu, onlarda kabul ediyor, ara-larındaki ilişkileri düzeltiyorlardı. Zamanımız dolupta gideceğimizde de herkes ağlamaya başladı. İlk günlerde bize yemek vermeyenler pişmanlık duyuyorlardı. Kendilerini afettirmek istiyorlardı. Hareketimizi hepsi biliyordu artık. Bunu Hasan başarmıştı.

Oradan ayrıldıktan sonra bize bir görev düşmüştü. Bu görevde 2 gün yürümeliydik gece gündüz. Yürümeye başladığımız gecede yağmur yağmaya başladı. Görevimizi zamanında tamamlamalıydık ama artık elbiseler bize çok ağır gelmeye başladı. Sabaha doğru her ikimizde de takat kalmamıştı. Hasan hiç durmuyordu bana “biliyorum benim de fiziki gücüm kalmadı, inancımla yürüyorum, inancım beni yürütüyor” dedi. Bu sözü bana da güç vermişti ve görevimizi zamanında başardık. Çok yorgun düşmüştük ama görevimizi başarmamız, yorgunluğu unutmamıza sebeb oldu. Fakat asla rehavete düşmedik, Hasan “önce önlemlerimizi alalım ondan sonra dinleniriz” demişti ve öyle yaptık. Görevden sonra kısa bir süre onunla görüşemedik. Tekrar görüşmemize gelirken, başka bir arkadaşla geldi. Beraber geldiği arkadaş beni tanıyordu, ama benimle karşılaşacağını bilmiyordu. Benimle karşılaştığında Hasan'a “niye arkadaşla görüşeceğimi söylemedin” diye hayıflandı. Hasan cevap olarak “Zaten görüşecektin bunu söylesem de söylemesem de birşey değişmeyecekti. Şimdi de birşey değişmedi” diye söyledi. Gerçekten de Hasan'da herşey  yerinde ve zamanındaydı. Bize hep 3 fotoğraf gösterirdi. 3 Maymun, biri kulağını kapatmış; gerektiğinde duymayacaksın diyordu bize, biri gözünü görmeyeceksinde, diğeri de ağzını kapatmış, zamanında ve yerinde konuşacaksın, derdi hep. Çok somut anlatırdı. Tek tek olaylar üzerinde. Dikkatli, özenli ve mütevazi bir şekilde.

İşte şimdi anladın mı niye sen böyle bir ölümü haketmedin.

Devrimciliği, mütevaziliği, halktan insan olmayı, disiplini, titizliği senden öğrendik. Ve seni anlatarak, Arap halkının yiğit evladının türküsünü söyleyerek öğreteceğiz bizde yeni insanlara ve halkımıza.

Sen hiçbir zaman ölmeyeceksin, yüreğimizde, mücadelemizde sloganlarımızda yaşamaya devam edeceksin.

Yaşasın Halk Kurtuluş Savaşımız.

Yaşasın DHKP-C.

Yaşasın Önderimiz Dursun Karataş...

 

(Bu anlatım İLERİ dergisinde yayınlanmıştır.)

 

Geri