Bedii
CENGİZ'i Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:
Yoldaşlarının anlatımıdır:
HALKLARIMIZIN İKTİDARINA ADANMIŞ BİR
YAŞAM:
BEDİİ CENGİZ
Halkına, vatanına, dünya halklarına sevgi ve
bağlılığın, onların acılarına son vermenin her an yaşandığı bir kişiliktir
Bedii. Partili kişiliktir. 25 Eylül 1994'te şehit olduğu ana kadar devrime,
devrimin öncü gücü Devrimci Sol'a, DHKP-C'ye adanmış örnek
bir yaşamdır O'nunki.
Partili olmanın, partili atılımı yaşamanın, halkın
acılarından kurtuluş savaşında büyük bir adım atmanın büyük coşkusu ve sevinciyle görevlerine
sarılmıştır. Parti Komiteleri'nin, Cephe birliklerinin yeniden kurulması ve
silahlı eylemlerin örgütlenmesi dahil, birçok işle
uğraşmak, insanları eğitmek ve bizzat bazı silahlı eylemlere komuta etmek
görevlerini üstlenmiştir.
Bu hazırlıkları sürdürürken bulunduğu üste silahıyla
kazayla yaralandı. Kan kaybına uğramasına, öleceğini bilmesine rağmen doktora,
hastaneye götürülmeyi reddedecek kadar Partinin, Halk Kurtuluş Savaşı'nın
büyümesine kilitlenmiş olmanın bir örneğini veriyordu.
Bedii için doğal, sıradan bir davranıştı bu. Herşey Parti için, her şey devrim için, zafer için demek
O'nun karakteriydi. Üs, savaşçılar riske sokulmayacaktı. Planlanan hedeflere yürüme
hızı düşürülmeyecekti. Bunlardan dolayı çok istemesine rağmen kanlarıyla duvara
DHKP-C yazamadan şehit düşecekti. Çünkü Parti-Cephe kurulmuş ama bir süre
açıklanmaması için karar alınmıştı. Büyük bir içtenlikle, doğallıkla, duygulara
teslim olmadan her zamanki sakinliğiyle duvara kanıyla Devrimci Sol'u işliyordu.
Sessiz, sakin biridir. Düşünmeden konuşmayan,
dinleyen, anlamadan gereksiz söz etmeyendir. Bilgedir. Sessiz, sakin
görünümünün altına mücadeleyi, insan kişiliğinin derinliklerini çözümlemiş, kendiyle
barışık Partili kişilik vardır.
“Senin söylediğin işaretlerle geldi bize. Sessiz,
sakin, sıradan bir görünümü vardı. Doğrusu şaşırmıştım. Etkili ve ileri
sorumluluğu olan birini bekliyordum. Alınan önlemlerden böyle düşünüyordum. İlk
karşılaştığımızda yanıldığımı düşündüm.
Çok doğal bir hali vardı. Sanki devrimci mücadele
içinde ileri görevleri olan biri değil de kırk yıllık sıradan bir ahbabım
gibiydi. Bakışlarından, oturmasına kadar saygıyı, sevgiyi hissediyorduk.
Anlatıyor, anlatıyordum. Sabırla, dikkatle dinliyordu. Zaman zaman anlattıklarımı daha da açmama yardımcı olan sorular
soruyordu. Giderek O'nu ilk gördüğümdeki düşüncemin yanlışlığını anlıyordum.
Neredeyse kendi konuşmamdan kendim sıkılmaya, tutarsızlıklarını-yanlışlıklarını
görmeye başlıyordum ki söz aldı ve konuşmaya başladı. Kısa konuşmuştu ama konuştukları
benim laf yığınımın karışıklığını tümden basitleştirerek, sadeleştirecek kadar önemliydi.
Söylediklerimizin tüm gereksizliğini bir yana bırakıp, görmediğim belki de
görmek istemediğim asıl yönü anlatıyor beni aydınlatıyordu. Çok kısa süre O'nun
hakkında yaptığım ilk değerlendirmeden utandım. Neşesiyle, tüm sorunlarımızla
sabır ve dikkatle ilgilenmesiyle, evin yemekten bulaşığa, sobadan çocuk
bakımına kadar her şeyiyle, ne zaman yatıp ne zaman kalktığının belli
olmasıyla, devrimciliği, Parti-Cepheliliği henüz tam da anlayamadığımı, biçimde
bir takım değerlendirmelerim olduğunu görüyordum.
Genel olarak askeri eylemler hakkında da
konuşuyorduk artık. Söylediklerinin cüreti, cesareti, atikliği beni
şaşırtıyordu. Ben nasıl böyle düşünemedim diye kızmadığım konuşmamız olmuyordu.
Bedii de bunu görüyor, anlıyor beni rahatlatıyordu. Kendimde kapalı kalan,
kapalı tuttuğum bir çok kapının açıldığını hissediyordum.
Her zaman yaptıkları ve söyledikleriyle de tam bir doğallık, sadelik vardı. Bir
gece uyandım. O'nun kaldığı odadan sesler geliyordu. Merak ettim. Yaklaştıkça
ve kendime geldikçe, 'Bize Ölüm Yok' marşını söylediğini anlıyordum. Kapıyı
açtım. Her zamanki gibi kağıt, kalemin başındaydı.
Kulaklıkları takmış teyp kaseti dinliyordu. Sesinin farkında olmayarak,
yorgunluğunu, uykusuzluğunu umursamadan, büyük bir zevkle görevlerini
yapıyordu. Odaya girmemle durumun farkına vararak mahçup
bir ifade takındı. Çok ama çok sempatikti. Esrpili
bir kişiliği vardı. Bir özelliğiydi bu.
Sabah kalktığımda yine benden önce kalkmıştı.
Üstelik tüm toplanmış yorgunluğu ve uykusuzluğuna rağmen ve onu kaldıracak
hiçbir araç yokken.
Parti-Cepheliliği Bedii'yle daha derinlemesine
tanıyabilme şansına ulaştım. O'na çok şey borçluyuz. Bildiğimin, bildiğimi
sandığım şeylerin yüzeyselliğini hatta yanlışlığını anladığımdan gerçek
Parti-Cephe'yi Bedii ile tanıdığımı söylemek yanlış olmayacaktır.”
Evet, bir kitle ilişkisi böyle anlatıyordu Bedii'yi.
Bu anlatımın birçok yönü tüm tanıyanlar için paylaşılan ortak noktalardı. Tüm
ilişkiler, aileler ve çocuklar üzerinde çok derin etkiler bırakıyordu.
Nasıl oluyordu?
O olağanüstü bir insan mıydı?
Hayır, Bedii olağanüstü değildi. Ama kendiliğinden
varılacak kolay bir nokta da değildi.
Sessiz, sakin, halk adamı görünümü, ideolojik,
felsefi, sanat hemen her konuda araştıran, düşünen, üreten, bunları mücadeleyi
yükseltmeye katan bir kişilik vardı. Halkı için, vatanı için, onların kurtuluşu
için, Parti-Cephe için yaşayan, soluk alıp veren, gözlere-yüreğe sahip olan bir
kişiliktir bu. Bu kişilik bu mücadeleyi sürekli kıldığında varılacak noktadır.
Olumsuzlukları yok etme savaşını sürekli kılmak onun
işidir. En büyük ve en küçük görevleri büyük bir hassaslıkla, heyecanını
yaşayarak, duygularını katarak başarmak azmi O'nun karakteridir.
O, bütün bu görevleri yaparken, küçük de olsa bir
gerilla birliğinin başında savaşmak, bu birliklerle başarıdan başarıya koşarak,
gerilla ordusunun ve halkın zaferini düşünmekten geri durmadı. Bunun için de
alabildiğine emekçi, saygın, küçük sorunlar etrafında fırtına koparmayan, hep
geleceği düşünen ve birleştirici bir role sahipti.
Parti-Cephe'nin Genel Komite Üyesi Bedii Cengiz'in
devrimci yaşamı, kendini ve ideallerini geliştirerek, büyüterek mücadelenin
gelişeceğinin çok açık bir örneğidir.
Bedii Cengiz sakin ve sessizdir ama Partiye, halka
yönelen bir saldırı bir tehdit olduğunda bir kaplan kadar yırtıcı, bir panter
kadar çevik ve hızlıdır.
Darbeci kontra çetesine karşı en net tavır alan ve
ihanetin mahkum edilip hareket saflarından temizlenmesinde
en aktif olanlardandı Bedii.
“Bizim
çalışmalarımızın daha da hızlanmasını engelleyen bir unsur vardı. Sosyal
demokratlığın bir karakteri yerleşmişti bu unsura. Bize karşı olmamakla
birlikte hızımızı kesiyor, tüm konuşmalara rağmen huylu huyundan vazgeçmiyordu.
Cezalandırma uygulamaya izin istiyorduk. Bedii 'Bir de beraber konuşalım' dedi.
Gece geç saatlerde evine gittik. Bedii silahlıydı. Konuşacağımız adam yabancı
birisinin gelmesinden tedirgin olmuştu. Adam ortamı yumuşatmak için çay teklifi
yapıyordu. Bedii 'Biz buraya yemek yemeye, çay içmeye gelmedik, sen de
biliyorsun. Belki o günler de gelir, sana bağlı' dedi. O'nun anlayabileceği
şekilde karısını oda dışına çıkarmasını söyledi. Bu olunca uyarıyı yaptı. Adam
tartışma yapmak amacıyla Bedii konuşmasını bitirdikten sonra 'Benim de söz
hakkım var' dedi ve konuşmasına başlayacaktı ki buz gibi bir sesle Bedii 'hayır
yok' dedi. 'Sen şu an bizi dinleyecek ve dediklerimizi yapacaksın. Biz buraya
konuşmaya gelmedik' diye devam etti. Adam dondu kaldı. Bedii belindeki silahını
çıkartıp, mekanizmayı çekip bıraktı. Yere düşen kurşunu aldı adama uzattı. 'Al
bunu sakla, gözün gibi bak, Birgün bunu almaya
geleceğiz. Bunu dostlukla da, düşmanlıkla da alacağız. Nasıl alacağımızı sen belirleyeceksin'
dedi. Kalktık ve oradan ayrıldık. İlerleyen günlerde adam gerçekten
tavırlarından vazgeçmiş hatta etrafımızda pervane olmuştu.”
Bu Bedii ile birlikte çalışan bir işçinin
anlatımıydı. Sevecen, sakin insan gitmiş evladının büyümesi engellenen bir ana
gibi sert, yırtıcı bir kaplan gelmişti.
Halka karşı saygılı, sevecen olmak; sorunlara karşı iknayı, eleştiriyi temel almak; mücadelenin büyümesini
engelleyen tehdit ve saldırılara karşı ise amansız olmak devrimci kişiliğinin
ayrılmaz özellikleriydi.
Sabırlılığı, mütevazılığı, çalışkanlığı ile tam bir
devrim emekçisiydi Bedii. Halkımızın kurtuluş umudu Devrimci Sol'un ve
sonrasında Devrimci Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi'nin işçisi, hamalı, ustası,
komutanı ve giderek kurmayı oldu.
11 yıllık tutsaklık yaşamına rağmen, devrimci
coşkusundan ve militan özelliklerinden bir şey kaybetmeyen tersine daha büyük
bir savaş koşullarında hayatını vermeye hazır insanlardandı. Bedii'nin 11
yıllık tutsaklık süreci işkenceler, baskılar, sürgünler ve direnişlerle dolu
olmuştur. Genç yaşına rağmen kendisine yönelerek, kendisini dönüştürerek
yaşamış, direnmiş ve bir derviş sabrıyla düşmana karşı silah elde savaşacak
günü beklemiştir. Birkaç yıl cezaevinde yatıp da dönekleşenlerin çokça olduğu
ülkemizde O özgürlüğüne kavuştuğu ilk andan itibaren kendisini devrime
sunmuştur. Bedii hapishanelerde bulunan Parti-Cephe tutsaklarının da örnek
alacağı bir kişiliktir.
O'nun 12 Eylül öncesi sempatizanlık
süreci 11 yıllık tutsaklığı, tutsaklık sonrası yeniden örgütlü süreci,
Parti-Cephemizin Kuruluş Kongresi süreci hep olumluluklarıyla doludur. Nerede
olursa olsun örgütün çizgisinden sapmamıştır.
Parti-Cephemizin Genel Komite üyeliğine seçildiğinde
“yapabilir miyim, bu yükü kaldırabilir miyim” kaygısını duymadı. Çünkü O
örgütün hangi tarihi aşamalardan geçerek o günlere geldiğini, her türlü
zorluğun üstesinden nasıl gelindiğini biliyordu. Hareketin tarihi ona güven
veren örneklerle doluydu. Bedii'nin Partili olarak bu görevleri yerine
getirmemesi için hiçbir neden yoktu. Öyle de oldu.
Parti-Cephemizin Genel Komite Üyesi. Devrimci İşçi
Hareketi ve Seher Şahin Silahlı Propaganda Birliği'nin komutanlığı görevleriyle
Partili yaşamına başlamıştı. Bu görevlerini sürdürürken şehit düştü. Ardında
örnek alınacak; Parti'ye, devrime, halka adanmış bir yaşam; yükseltilecek,
zafere taşınacak bir savaş bıraktı.
Rahat uyu Bedii komutanımız; büyüyerek zafere doğru
yürüyoruz.
Rahat uyu Bedii Komutanımız; hepimiz senden dersler
çıkarıyoruz.
“... Devrimci yanı ağır basan, kendini devrime
adamış, küçük, büyük demeden her göreve hazır, düzenden gelen zaaf ve
eksiklikleriyle her an boğuşan, ölmeye ve öldürmeye hazır Devrimci Sol savaşçısıyım...” deyişin kulağımızda
mücadeleyi büyütüyoruz.
Rahat uyu Bedii Komutanımız...
Rahat uyu Arap halkının yiğit evladı...
Şehitlerimize, halkımıza, vatanımıza verdiğimiz
sözleri tutacak, bağımsız, demokratik, halkların özgür olduğu bir ülkeyi
sizlere armağan edeceğiz.
Her zaman yanımızda, savaşımızdasın Bedii
Komutanımız!
***
Bir yoldaşı Ortadoğu dönemini anlatıyor:
Bedii ile darbenin bize açıklanmasından yaklaşık iki
ay sonra tanıştık. Ortadoğu'daydık. Darbeye tavır alan dört kişiydik. Bedii
başka bir yoldaşla darbenin bizlere açıldığı süreçte tartışmaları yürütmek için
Ortadoğu'ya gönderilmişti. Çeşitli nedenlerle gelmeleri gecikmiş. Konu açılıp,
herkes safını belirledikten sonra gelebilmişlerdi. Geldikten sonra kendi
ilişkileri içinden etkileyebileceği bazı arkadaşlarla görüşmek istedi.
Görüştürmeyeceğiz diye açıktan tavır almadılar ama sakladılar, kaçırdılar,
görüştürmediler. Çünkü darbeciler kendine güvensizdi, arkadaşlarının tavrının
değişeceğinden kuşkuluydu.
Bedii ile diğer yoldaşların ülkeden geldiği dönemde
elimizde hiçbir olanak yoktu. Ev, silah, kitap, dergi vb. Yoldaşlarımız ülkeden
gelirken darbecilerle olabilecek farklı gelişmelere karşı silah getirmişlerdi.
Böylece onların gelmesi ile beraber silahımız oldu. Olanaklarımızın dışında tüm
ilişkiler de darbecilerde kalmıştı. Her şeye sıfırdan başlamak gerekiyordu.
Tartışma süreci için gelmesine rağmen Bedii ilişkilerin yeniden yaratıldığı,
kısaca çalışmalara sıfırdan başlandığı bir dönemde çalışmaların tüm yükünü
göğüsledi. Arapça biliyordu, hepsinden önemlisi hareketin güvendiği bir yoldaşımızdı.
Cephe gerisi olarak Ortadoğu'nun harekete
sağlayabileceği bazı olanaklar vardı. Özellikle darbe döneminde bu olanaklara
her zamankinden daha fazla ihtiyaç vardı. Bu olanakları sağlayabilecek ilişkilerin
yaratılması, Ortadoğu'da kurumlaşmamız yeniden yapılanma oluşturmamız vb. için
en ufak bir ilişkiden, olanaktan yararlanmaya çalışıyorduk. Bedii bu dönem her
türlü ilişki ile görüşüyor, kısacası her işe koşturuyordu. O dönem en çok
dikkatimi çeken yanı bu olmuştu. Ülkeden geldiği gün görev verildi, çalışmaya
başladı. Hiçbir zaman kendine sınır çizme, bana verilen farklı bir görevdi, ben
bu işlerimi yapacağım türünden davranışlara girme ya da yakınma yoktu. Memur
zihniyeti ile iş yapmak ona çok yabancıydı. Onun için önemli olan hareketin
genel çıkarlarıydı. Yapılması gereken işler vardı, sorumluluklar vardı. Bunun
için birisinin şunu yap demesi gerekmezdi. Ama örgütsel ilişkilerde, disiplinli,
ilkeli ve kurallıydı. Hepsinden önemlisi alabildiğine mütevazıydı.
Her düzeyde iş yapmasına, sorumluluk almasına, fiili olarak Ortadoğu sorumlusu
arkadaşla aynı kapsamda bilgilenmeye sahip olmasına rağmen ilişkilerde
saygılıydı. Sorumlu yoldaşla aralarında sınırsız paylaşım dayanışma olmasına
rağmen hiçbir zaman mesafeyi aştığını, bizlere karşı davranışlarında kendine misyon biçme, konum-kariyer sahibi insan havasına girmeyi
görmedim. Tartışmalarımızda, ilişkilerimizde biz ona farklı yaklaşsak,
ilişkilerini bildiğimiz için herhangi bir iş ya da gelişme için soru sorsak
dahi o hiyerarşik yapıyı hatırlatırdı.
Mütevazılık kişiliği ile bütünleşmişti. Bir ilişki
ile görüşmek ya da farklı boyutta bir görevle çok sıradan Arapça bildiği için
ona verilen bir işin (Örneğin; alış veriş ya da telefon etme vb.) onun için
hiçbir farkı yoktu. Her ikisini de aynı dikkat ve titizlikle yapardı.
Yoldaşlarına,
halkına ve ülkesine bağlılık tüm konuşmalarında hissediliyordu. Yaşamda, günlük
ilişkilerde, paylaşımlarımızda ondaki yoldaşlık sevgisini, iştenliği,
bağlılığı fark etmemek mümkün değildi. Çok kısa sürede aramızda alabildiğine
sıcak bir ilişki kurulmuştu. Alabildiğine açık ve samimiydi, ilişkilerinde
hesapsızdı.
Ortadoğu'ya
geleli çok kısa süre olmasına rağmen ülkeye sıcak mücadelenin içine dönme
isteğini sürekli dile getiriyordu. Bir dönem yeniden yapılanma belli bir yere
gelinceye kadar Ortadoğu'da kalabileceği durumunun net olmadığı söylendi. Çok
kötü olmuştu. “Ben ülkenin dışında yapamam, beni ayakta tutan sıcak mücadele
ile halk ile iç içe olmak. Emek vermeliyim, emek verdiğim insanların gelişimini
görmeliyim ve sıcak savaşın içinde olmalıyım.” diyordu. Hareketin verdiği
görevi tartışmaksızın kabul etme durumunda olduğu için bunları dayatmıyordu
elbette, ama sohbetlerimizde Ortadoğu'da kalmanın onun için ne anlama geldiğini
hissedebiliyordum.
Halk sevgisi, halk ilişkilerinde çalışmanın onu
nasıl etkilediği hissediyordu. Ülkedeki her operasyon, kaybettiğimiz her yoldaşımız
ülke dışında, cephe gerisinde olduğumuz için bizleri daha çok etkiliyordu. Bahçelievler'de
üç yoldaşımızın şehit olduğu operasyondan sonra burada kalmamız gerekiyor diyerek
duygularını, tepkilerini dile getiriyordu.
Ülkeye gitmek üzereyken Suriye'de tutuklandı. Bir
görev için Türkiye sınırına gitmişti, sınırda kaçak giren koyun hırsızlarıyla
ilgili bir operasyon yapılıyor, bu operasyonda tesadüfen alınıyor. Gözaltında
boyutlu işkence yapılıyor. Çok net tavır alıyor. Siyasi kimliği açığa çıkınca
önderliğe küfür ediyorlar, karşı tavır geliştirip AG yapıyor. (Suriye'de
tutuklanan Türkiyeli siyasilerden işkence yapılan ilk kişi Bedii'dir.)
Cezaevinde üç ay kaldı. Alabildiğine olumsuz koşullarda bir yaşam ve
ilişkilerin söz konusu olduğu burada siyasi kimliğini kabul ettirmenin dışında
herkesin saygısını kazanıp belli bir örgütlenme yapıp ilişki yaratıp çıktı.
Bedii'nin en önemli özelliklerinden birisi de
hareketin olanaklarına, parasına kıskançlıkla sahip çıkmasıydı. Harcamalarda
olanakların kullanılmasında çok titizdi. Serbest bırakıldığında Lübnan sınırında
bırakılıyor. Onu bırakan asker sınırdan içeri şehre götürmek için rüşvet istiyor,
pazarlık yapıyorlar. Rüşvetin miktarını fazla bulduğu için dağ başında arabadan
iniyor, yürüyerek şehre iniyor. Bunu duyduğumuzda çok şaşırmıştık. O çok doğal,
“o kadar para verilir mi” diyordu. Oysa Hareket onu sınırdan almak için çok
daha fazlasını vermeye hazırdı.
Yoldaşlarına
karşı sevginin dışında ilişkilerinde ilkeliydi. Çok iyi bir gözlemciydi.
Hatalarımıza, eksiklerimize karşı çok radikaldi. İlişkilerinde iyi geçinmek,
çatışmaya girmekten kaçınmak liberallik ona çok yabancıydı. Eleştiride
radikaldi ama radikallik kesinlikle tepkisellik değildi. Eleştirisini belli bir
süre gözlemledikten sonra maddi temellerini koyarak, dönüşümü hedefleyerek yapardı.
Getirdiği eleştirinin takipçisi olur, denetler, aynı hataları tekrar etme
durumunda çok daha radikal tavır alırdı. İlişkide bulunduğu kişileri sürekli
denetler, gözlemler, yoldaşlarının gelişimi için üzerine düşen sorumluluğu yerine
getirirdi. Yoldaşlık ilişkilerinin yaşam içinde nasıl şekilleneceği konusunda
Bedii'nin ilişkilerini örnek alabiliriz. Bir yoldaşında gördüğü hata, zaaf, bir
eksiklik... Bunu görüp bir şey yapmamak yapamamak bile olsa onu rahatsız
ederdi. O bu zaafın, hatanın aşılması için mutlaka çaba sarfeder,
yerine getiremeyince rahatsız olurdu. İnsanlara emek vermek, dönüşümüne katkıda
bulunmak, bunu sadece bir görev olarak yapmıyordu. Emek vermek, dönüştürmek,
kısaca üretmek ona sonsuz bir mutluluk veriyordu. Var olan birikimini ufak
büyük, teorik kir konu ya da teknik bir bilgi ya da örgütlenmedeki deneyimini
çerçevesine aktarırdı. Bu aktarma ne soyut düzeydeydi ne de nostalji
yapma türündeydi. Eğitimi hedefleyerek karşısındaki kişiye bir şeyler
kavratacak biçimdeydi. Bunun yanında yoldaşlarıyla ilişkilerinde alabildiğine
duyarlı ve hassastı.
Bedii
mücadele içinde eski bir yoldaşımızdı. Ama ilişkilerimize katılan genç bir
yoldaşımızın coşkusuna, dinamizmine ve enerjisine sahipti. Coşkuluydu, cüretkardı, atılgandı. O dönem Ortadoğu'da darbecilere karşı
cezalandırma düşünülüyordu. Bunun için istihbarat çıkarıyorduk, girdiği riskli
ilişkilerde yaptığı çalışmalarda, bu özellikleri yansıyordu.
Bedii yoldaş öylesine mütevaziydi
ki, belli bir birikime, bilgiye sahip olmasına rağmen gerekmedikçe ortaya
koymazdı. Teknik konularda bilgisi olduğunu Hareket bir grup arkadaşa ders
vermesi için onu görevlendirinceye kadar çevresine hissettirmemişti dahi.
Bedii için tüm bu özellikleriyle yeni insanın,
Partili insanın tüm özelliklerini kişiliğinde taşıyan bir yoldaşımızdı
diyebilirim. O geçmişin deney-birikimiyle gençliğin atılımcı coşkulu ruhunu bütünleştirmeyi
başarabilmişti.
Bedii yoldaş yaşamında olduğu gibi şehit olurken
gösterdiği kararlılıkla da bizlere örnek oldu. Onunla ayrılırken beni ülkeye
gönderirken söylediği bir söz vardı: “Hızlı koş, daha hızlı koş, bizim için de
koş.”
Rahat ol Bedii, hızlı koşacağız, senin ve tüm
şehitlerimiz için de koşacağız, söz veriyoruz.
***
Bir yoldaşı anlatıyor:
«Kiminle
tanışmışım haberim yok»
Birgün bir evde çalışmalarımızı
yapıyorduk. Evdeki arkadaşlardan birinin yanında başka biri daha girdi içeri. Giyimi işçiyi andırıyordu. Sadeliği ve
emekçiliği gözlerinden okunuyor, her işe yansıyordu. Sohbetlerimizde Arap olduğunu
öğrenmem de beni çok sevindirmişti. Bölgemizde hep yaşıtım, genç arkadaşlarla
tanışmıştım. Ama o gün yaşça büyük, hem de kendi milliyetimden bir abiyle tanışmak bana gurur verdi. Çünkü bulunduğum çevrede
"Acilcilerin" çoğu devrimciliği bırakmış geçim derdine düşmüşlerdi. Bırakanlar
arasında Bedii Cengiz'le hapishanede yatan insanlar da vardı. Ama Bedii Cengiz
hapishaneden çıkar çıkmaz savaşa koşmuştu.
Mücadele içerisinde hep isimsiz kahramanlardan
bahsedilirdi, tam kavrayamazdım. Refik (yoldaş) Bedii'yi Hasan ismiyle
tanıyordum ve konumunu bilmiyordum. Şehit düştüğünde öğrendim isimsiz kahraman
olduğunu ve konumunu. Bana "ben kiminle tanışmışım
haberim yok" dedirtti. Bunları dedirten şey Refik Bedii'nin
mütevazılığıydı, sadeliğiydi. Yöneticiydi, Komutandı ama bir işçi gibi
çalışıyordu. Herkesin dilinden anlıyordu. Kahve içmeyi severdi ve gittiği her evde kendi elleriyle kahve yapar
ve sohbet ederdi. Birgün sohbet ederken "Refik
bey diye 'O polis noktasından nasıl geçtin?' diye sordum. Arapça konuşarak
anlatmaya başladı, ama önce evdeki diğer arkadaşlara “kusura bakmayın biz ana
dilimizle konuşacağız yanlış anlamayın” dedi. Ve anlatmaya başladı.
"Bölgeyi tam olarak bilmiyordum ama görevimi yerine getirmek zorundaydım,
karşıma polis noktası çıkacağını ve riskli olduğunu biliyordum. Biz meşruyuz, bunu bilince çıkardın mı her şeyin üstesinden
gelirsin dedi. Ve polis noktası karşısına çıktığında soğukkanlılıkla selam
vererek geçip gitmiş ve görevini tamamlamış.
Refik Bedii herşeyi, her
işi eğitime çevirirdi. O şehit düştükten sonra onunla ilgili şu anlatımlar da
Refik Bedii'nin önderliğe, Parti-Cephe'ye bağlılığını ve inancını defalarca
kanıtlıyordu. Birgün bir yoldaşımızla birlikte bir
görevi yerine getirirken yoldaşımız Bedii'ye "ben çok yoruldum artık
yürüyemiyorum" demiş. Bedii de ona “ben de çok yoruldum, fiziken gücüm kalmadı ama İNANCIMLA" yürüyorum” demiş.
Küçük iş, büyük iş demeden her işe o inançla koşardı. Yine buradan şunu çok
somut gördüm, devrimin hamalı idi. O gerçekten her şeyiyle adsız bir devrim
hamalıydı.
***
Bir Yoldaşı Bedii Cengiz'i Anlatıyor:
«Her koşulda doğruyu bulur ve uygulardı»
Arap halkının yiğit evladı Bedii Cengiz (Hasan) 24
Eylül'de İstanbul'da komutanı olduğu Seher Şahin Silahlı Propaganda
Birlikleri'nin Karakol baskınına hazırlığı sırasında bir kaza sonucu şehitler
kervanına katıldı. Son anına kadar kurallarımızı çiğnemeyip, savaşçılarına
kendisini hastaneye götürmelerini engellemiş. “Ne olanağımız varsa burda tedavi olurum”
diyerek, hastaneye gitmeyi reddetmiş. Hiçbir zaman nesnel koşullara yenilmeyen
bir iradeye sahipti, her koşulda doğruyu bulur ve
uygulardı. İşte bu yüzden böyle bir ölümü haketmedin
sen.
Hasan'la ilk görüştüğümüz günü her zaman hatırlarım.
Bir parkta buluşacaktık ve birbirimizi daha önceden tanımıyorduk. Buna rağmen
hemencecik belirtilen saatte birbirimizi bulduk. Sanki yıllardan beri tanışıyor
gibi ısındım ona. Üssümüze geldiğimizde, üste ki yaşamı anlattı ve kuralları söyledi.
Üste ki diğer yoldaşlarla görüşmeyecektik, nasıl dav-ranacağımızı
tekrar hatırlatıp çıkıyordu kendisi. 1-2 gün böyle geçti. Ancak bundan sonra Hasan'ın
Arap olduğunu öğrendim. Halbuki kendisi benim Arap olduğumu biliyordu ve pekala
benimle hemen Arapça konuşabilir diye düşündüm bir an ama,
daha sonra anladım ki “her şeyin bir zamanı var”. İlk dersim bu olmuştu. Ama bu
dersi genişletirsem ne kadar büyük bir ders olur. Çok mütevazi
bir şekilde anlatmıştı ilk dersi. İşte bizim insanımız dedim. Ne yalan
söyleyeyim Arap olmasından dolayı da gururlanıyordum. Hareketimizde Arap
halkını temsil eden böyle bir insan bana coşku veriyordu. Daha sonra Hasan'la 2
ay görüşemedim. Onu çok özlüyordum 40 yıllık dostum gibiydi. Tekrar
görüştüğümüzde onunla uzun bir sohbete dalmıştık, hep ben konuşuyordum. Hiç
sıkılmadan gereksiz sorularımın uygun bir dilde sorulmaması gerektiğini
anlatıyordu. Ama ben de öyle sorular sormuştum ki, onun herşeyini
öğrenmek istiyordum, bu tabii ki işleyişe aykırı. Savaş böyle gerektiriyordu,
bir yoldaşını ne kadar seversen sev, bir yerde seni durduruyordu, daha fazlasını
sormamam gerekiyordu. Bu görüşmeden sonra uzun bir süre ayrılmadık onunla, ama
görüşemediğimiz günler oluyordu, Fakat artık çalışma içerisindeydik. Bunun için
çok sevinmiştik. Bize öyle bir şekilde anlatıyordu ki, hemen anlıyordum. Bana
sen çok zekisin hemen anlıyorsun derdi. Halbuki kendisinin o mütevazi,
dikkatli, titiz eğitimi olmasaydı, bu kadar rahat anlayamazdık. Bir keresinde
bir arkadaşa patlayıcıları kavratmak için ona bir tuzak hazırladı, sigara
paketinin içinde. Paketi açar açmaz lamba yandı, arkadaş çok şaşırdı. Bu
olaydan sonra arkadaş, derslere daha bir şevkle girmeye başladı. Çalışmalarda
özellikle titizliği işlerdi, herkesle tek tek ilgilenirdi.
Bizim öğretmenimizdi. Bir sorun olduğunda hemen düşünürdü, daha sonra sesli
ifade eder olayı tekrarlardı. Çözümü bizimle birlikte bulmaya çalışırdı,
önerilerimizi saygıyla değerlendirir, ona göre hareket ederdi.
Aradan bir süre geçtikten sonra, onunla bir köyde
zorunlu olarak yaşamaya başladık. Köydekiler ilginç insanlardı. Kimse kimsenin umrunda değil, her gün kavga olan bir köy. Aslında bu
duruma müdahale etmesekte olurdu. Zaten işimiz bittikten
sonra ordan ayrılacaktık. Ama Hasan bu duruma sessiz
kalamazdı. Ve onların arasına girdi onlar gibi yaşamaya başladı. Kısa sürede
herkes onu konuşmaya başladı köyde. Sorunlarına çözümler aramaya başladılar artık.
Hasan onlara çözümler sunuyordu, onlarda kabul ediyor, ara-larındaki
ilişkileri düzeltiyorlardı. Zamanımız dolupta
gideceğimizde de herkes ağlamaya başladı. İlk günlerde bize yemek vermeyenler
pişmanlık duyuyorlardı. Kendilerini afettirmek istiyorlardı.
Hareketimizi hepsi biliyordu artık. Bunu Hasan başarmıştı.
Oradan ayrıldıktan sonra bize bir görev düşmüştü. Bu
görevde 2 gün yürümeliydik gece gündüz. Yürümeye başladığımız gecede yağmur
yağmaya başladı. Görevimizi zamanında tamamlamalıydık ama artık elbiseler bize
çok ağır gelmeye başladı. Sabaha doğru her ikimizde de takat kalmamıştı. Hasan
hiç durmuyordu bana “biliyorum benim de fiziki gücüm kalmadı, inancımla
yürüyorum, inancım beni yürütüyor” dedi. Bu sözü bana da güç vermişti ve görevimizi
zamanında başardık. Çok yorgun düşmüştük ama görevimizi başarmamız, yorgunluğu
unutmamıza sebeb oldu. Fakat asla rehavete düşmedik,
Hasan “önce önlemlerimizi alalım ondan sonra dinleniriz” demişti ve öyle
yaptık. Görevden sonra kısa bir süre onunla görüşemedik. Tekrar görüşmemize
gelirken, başka bir arkadaşla geldi. Beraber geldiği arkadaş beni tanıyordu,
ama benimle karşılaşacağını bilmiyordu. Benimle karşılaştığında Hasan'a “niye
arkadaşla görüşeceğimi söylemedin” diye hayıflandı. Hasan cevap olarak “Zaten
görüşecektin bunu söylesem de söylemesem de birşey
değişmeyecekti. Şimdi de birşey değişmedi” diye
söyledi. Gerçekten de Hasan'da herşey yerinde ve zamanındaydı.
Bize hep 3 fotoğraf gösterirdi. 3 Maymun, biri kulağını kapatmış; gerektiğinde duymayacaksın
diyordu bize, biri gözünü görmeyeceksinde, diğeri de
ağzını kapatmış, zamanında ve yerinde konuşacaksın, derdi hep. Çok somut
anlatırdı. Tek tek olaylar üzerinde. Dikkatli, özenli
ve mütevazi bir şekilde.
İşte şimdi anladın mı niye sen böyle bir ölümü haketmedin.
Devrimciliği, mütevaziliği,
halktan insan olmayı, disiplini, titizliği senden öğrendik. Ve seni anlatarak,
Arap halkının yiğit evladının türküsünü söyleyerek öğreteceğiz bizde yeni
insanlara ve halkımıza.
Sen hiçbir zaman ölmeyeceksin, yüreğimizde,
mücadelemizde sloganlarımızda yaşamaya devam edeceksin.
Yaşasın Halk Kurtuluş Savaşımız.
Yaşasın DHKP-C.
Yaşasın Önderimiz Dursun Karataş...
(Bu anlatım
İLERİ dergisinde yayınlanmıştır.)