Bahtiyar
DOĞRUYOL'u Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:
Bir
Yoldaşı Anlatıyor
2007
yılının sonlarına doğruydu... Gençlik Derneği’nde karşılaşmıştık onunla. Hemen
hemen aynı dönemler o çatının altına girmiştik. Tuzluçayır’lıydı.
Onu ilk gördüğümde saçları bonus gibiydi. Kıvırcık
kıvırcık ve uzun.
Hiç
unutmam ilk “Merhaba, ne haber?” deyişini.
DTCF’ye
girdiğini, Emek Gençliği’nde örgütlendiğini,
sonrasında bıraktığını söylemişti. Tabi ben yeni olduğum için bilmiyordum öyle
şeyler. Sonraları yine bir muhabbetimizde sorduğumda; “Olmayan bir örgüt
zannediyorlar kendilerini ama o örgütün pratiğini de mahkûm ediyorlar. Saçma
sapan şeyler, ben de çıktım geldim ya!” demişti.
Hani
ilk izlenim diye bir şey vardır ya, Bahtiyar söz konusu olduğunda ilk
izlenimler sabittir. “Güzel insan” denir ve sonraki özellikleri eklenir. “Melek
gibi” tanımı resmen onunla başlamış̧ derdiniz tanısanız. Tanıyanlar
bilir...
İyi
yapmıştı, yoksa ben Bahti’yi tanıyamayacaktım. O
gülüşünün sıcaklığını asla bilmeyecektim. Sesini duymayacaktım... Ya da
duyacaktım belki ama ondaki sırrı bilmeyecektim. Sesini bir duymalıydınız... İnce tonda bir sesi vardı ve belki de o tondu
sevimliliğine sevimlilik katan. İnsanın bağrına basası geliyordu onu duyunca.
Hele gülüşü... Öyle güzel bir gülüşü vardır ki; umut dolu bir şiir gibi. Tabii
sonraları gördük; bir de sert bakışları vardı, granit gibi. Onun o mütevazı,
anlayışlı, sakin, sıcakkanlı yönünü bilenler bilir. İnsana;
"Bu nasıl bir insan?" sorusunu sordurturdu.
Ama
bir de yanlışa, haksızlığa, zulme karşı tavrı var, onu da bilen bilir. Bir o
kadar net, bir o kadar acımasız, kinli... Onun bu yönünü de bilenler onun
devrimciliğe ne derece ciddi baktığını az çok kavrayabilirler.
İşte böylesine net, böylesine
güzel, böylesine yüce yürekli bir arkadaşımı, bir dostumu, bir yol
arkadaşımı toprağa verdim bugün. Daha önce hiç bu kadar yakın bir arkadaşımı
toprağa vermemiştim. Bugün üzeri toprakla örtülü Bahtiyar’ımı görünce
gözyaşlarımı tutamadım, kitleden koptum gittim. (Bu gözyaşlarına öfkemi de katık
ettim hemen kızma Bahti.)
Gözyaşları
demişken size bir anımı anlatmak istiyorum. Devrimci tavır demek istiyorum bu
anıya, bir diğer deyişle Bahtiyar tavrı.
Ankara’da
geniş çaplı bir operasyon yapılmıştı. DEV-Genç’liler,
TAYAD’lılar, Halk Cepheliler. Herkesi toplamışlardı
içeriye. Bu benim devrimcilik hayatımın ilk göz altısıydı. 4 günlük coşkulu,
direngen Ankara TEM Şube’nin ardından önce savcılığa sonra da tutuklanma
talebiyle mahkemeye çıkarılmıştık. Neyse, hâkim yapacağını yaptı diyeceğim ama
değişik bir şey yapmıştı hâkim. Bütün TAYAD’lı
cefakâr analarımızı, babalarımızı tutuklayıp biz gençleri serbest bırakmıştı
(ki aramızda konuşmalarımızda biz tutuklanırız diyorduk).
Bahtiyar
da öyle diyordu. Bahtiyar’ın daha önce hapishane pratiği olduğunu bildiğimden
eğer tutuklanırsak orada nasıl bir tavır almamız gerektiğini konuşuyordum
onunla. O derece inanmıştık tutuklanacağımıza. Ama karar başka olmuştu ve ben
aşırı duygusal bir tepki vermiştim. Mehmet amcamın, Ayşe
Anamın, Zeynep anamın, Bayram amcamın tutuklanacağını düşündüğümde gözlerimdeki
yaşlar sel olmuştu.
Sonra
bir anda, Bahtiyar o kararlı ciddi ve sert tavrıyla karsıma dikilip dişlerini
sıkarak söyle dedi: “Karşımızda düşman var, işkenceci köpeklerin
karşısında ağlayıp bizi rezil etme. Eğer şimdi bunu kesmezsen çıktığımızda
seninle çok fena kavga ederiz! Şimdi gözyaşlarını tut, çıktığımızda birbirimize
sarılıp ağlarız.”
Başparmak
aşağı, başparmak yukarı sohbetimiz vardı onunla. Başparmak yukarı “kır”ı, baş parmak aşağı “şehir”i
temsil ederdi. Sorardık birbirimize hep. Baş parmak aşağı yapardı ki
dediğini yaptığını da bütün dünya gördü.
O
kararlılık karşısında yapabileceğim çok da bir şey yoktu. Bütün TEM’ci polisler bizi izliyordu. Gidip tutuklanacak olanlara
sarıldık ve çıktık adliyeden. Sonra tabi Bahtiyar’la birbirimize sarılıp
ağlamadık ama Bahtiyar kararlı duruşuyla yaptırmak istediği şeyi
yaptırabilmişti.
İşte böylesine pratik, yetkin
bir insandı. Yapılması gereken bir şey varsa, onu o düşünürdü. Düşman varsa
rahat olamazdık. Düşman varsa bir değil bin defa dikkat edecektik
hareketlerimize. Bunu o öğretmişti bana.
Birinin
bir derdi, bir sorunu mu var; gider Bahtiyar’ı bulurdu. Çünkü ona her şey
anlatılır, her şey onunla paylaşılırdı. Yorucu devrimci çalışmaların ardından
dernekte buluşulduğunda masada yemek az kalmışsa Bahti
çok yemiş̧ olurdu, çoktan doymuş̧ olurdu ya da bir işi olduğunu
hatırlayıp odaya giderdi. Yoldaşları yesin de o sonra yerdi. Böyle bir insanı
tanıdığım için kendimi çok şanslı hissediyorum. Fazla şanslı.
***
Bir
Yoldaşı Anlatıyor
Bahtiyar
senin adını ilk Ankara’da duymuştum. Sık sık Ankara Dil Tarih’ten bir Dev-Genç’li arkadaşımızın gözaltına alındığını duyuyordum. Bir
anlamda senin adını hep gözaltına alındığında duydum. Tanışmamız da, otobüs
durağında oldu. Tabi sen yine gözaltından çıkıp gelmişsin. Saçların kıvırcık
bir şekilde uzundu. Ne yalan söyleyeyim, sana da yakışmıştı. Tanışmamızdan kısa
bir süre sonra, Ankara’da şehit düşen Kevser Mırzak’ın
cenazesini sahiplendiğimiz için demokratik alanlara baskınlar olmuştu. Ben bu
baskında tutuklanmıştım. Tabi sen de kısa bir süre sonra 30 Mart anmalarından
tutuklanarak Sincan Hapishanesi’ne gelmiştin. Kuskusuz yan yana kalmasak da
biraz daha ayrıntılı tanımıştık birbirimizi. Hapishanede kâğıttan kaval yapmaya
çalıştığını hiç unutmuyorum. Birkaç kez denedin ama sonunda çalacak bir ürün
ortaya çıkartmıştın.
Evet
Bahtiyar... Sende gördüğüm sakinliği, ben pek kendimde görmemiştim. Hani deriz
ya, yüzümüzü şehitlerimize dönelim. Her şehidimiz bizlere birçok güzellikler
öğreterek gidiyor. Belki de bu kadar erken gitmenizin nedeni budur? diyesi geliyor insanın içinden. Şair diyor ya, “o güzel
insanlar atlara binip gittiler” sözlerini insana söyletiyor. Kara gözlü
çocuğumuz Berkin ve 12 yaşında 13 kurşunla vurulan Uğur gibi sizler de
gittiniz.
Eee Bahtiyar senin,
“kardeş̧” sözünü hiç unutmayacağım. Her insana kardeşin gibi yaklaştığın
tarzını unutmayacağım. O sessiz sakinliğin altındaki halk ve vatan sevginizi
asla unutmayacağım. Bu sevginizle onlarca insanı uykusundan uyardınız ve
kavganın içine attınız. Kim bilir mücadelede düşen yoldaşlarınızı habersiz bir
şekilde ayağa kaldırıp koşmasını sağladınız. Eminim ki; sizler de
biliyorsunuzdur, bu şehitliğinizin onlarca insanı ayağa kaldıracağını.
Yeni
yıla girerken zulmün saraylarını vurmuştuk. Evet, sen ve Şafak da kara gözlünün
hesabını sormak için zulmün kalesine dayandınız ve hesabını sordunuz. Çok
geçmeden sizin de hesabınızı sordu yoldaşımız Elif Sultan Kalsen.
Dersim’in dağlarında duyulan kleş sesleri, bu
kez İstanbul Emniyet Müdürlüğü
(Vatan) önünde duyuluyordu. Zulüm yuvasından hesap soruyordu Elif... Halkımızın
dediği gibi Elif için basılan bir mahallede, Elif’i soruyorlar. “Siz
Elif’i değil, belanızı arıyorsunuz o sizi bulacak” sözleri
bugün hala kulaklarımızdadır. Hiçbir şehidimizin kanını yerde bırakmayacağımızı
bir kez daha gösterdik. Zulmün kapılarının yalnızca Cephelilerin dövdüğünü
dosta da, düşmana da Elif tekrardan gösterdi. Barış çığırtkanlığı yapanlara
karşı, sizler savaşı her yana yaymanın çağrısını yaptınız. Ve bunda da başarılı
oldunuz. Sizleri neredeyse sahiplenmeyen kalmadı. Maillerde, mesajlarda “Biz de
sizleri seviyoruz” diyenlere düşman soruşturmalar açarak tehditler yağdırıyor.
Dün Berkin’le yatıp kalkanlar, bugün sizleri konuşuyor. Gelecekleri için umudun
fitili oldunuz Elif, Şafak ve Bahtiyar... Bu umudu bizler de büyütmek için,
daha fazla büyük ailemize sarılarak koşacağız. Sizlere söz veriyoruz,
Cephelilerin Anadolu’da ayaklarının basmadığı yer kalmayacak. Bağımsızlık
bayrağımızı bu toprakların her kösesine asacağız. Özlemle sizleri sımsıkı
kucaklıyorum.