Ayşenur
ŞİMŞEK'i Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:
Ayşenur Şimşek'e
Senin sıcaklığın yok belki
Belki umut dolu ela gözlerin yok
Ama andolsunki sana
Coşkun, inancın, sevdan, tertemiz kişiliğin
Direncin ışık oluyor bize...
Özgür vatan kavgamızda
Binlerce Ayşenur dolduruyor sokakları
Adın direncin adı
olarak anılıyor artık...
...
Seni kaybedip cesedini bir kenara atanlar da
gözlerindeki umudu yokedemediler
Sen yüzündeki o güzel gülüşünle hep yaşayacaksın
...
Sana söz veriyoruz
sevdan klavuzumuz
olacak
Ankara sokakları borcunu ödeyecek...
***
Yoldaşları anlatıyor: AYŞENUR, bir
devrim hamalı
"Yaşamak,
bir hamalın
küfesinin ağırlığını
duyumsayarak
gülümsemesidir."
Bir sağlık emekçisi olan, bir SDB savaşçısı olarak
şehit düşen Makbule Sürmeli'nin yazmış olduğu bu
şiirde anlatmak istedikleri en güzel, en yalın haliyle ne kadar da çok
Ayşenur'u ifade ediyor. Ayşenur da sırtında devrimin "ağırlığı"nı
tereddütsüzce taşıyıp, "gülümsemesi"ni hiç eksik
etmeyen bir savaşçı, bir devrim "hamal"ı.
Devrim hamalı... Devrimin yükünü omuzlayan, her
koşulda yüreği ve beyni Parti için çalışan, büyük iş, küçük iş demeden her işe
koşan yoldaşlarımızı anlatmaya çalışırken kullanırız bu kavramı. Ayşenur'u da
anlatabilecek en iyi kavramlardan biridir devrim hamalı. Atılımlarda, darbelerde,
ihanetlerde; her koşulda, her süreçte halka ve devrime bağlı bir Ayşenur
vardır.
'90'lı yıllarda hareketimiz her alanda atılıma
geçmiştir. Ankara'nın bürokrat havası, sarsılmaz denilen statüleri bir bir kırılmaya başlamıştır atılımla beraber. Ayşenur bu
süreçte Ankara Dev-Genç'te Birtan'la, Berdan'la, Besat'la, Mustafa Aktaş'la bu ruhu taşıyanlar içerisindedir. 6 Kasım boykotlarında,
emperyalist savaşa hayır kampanyasında, forumlarda, kitle gösterilerinde, Newroz kutlamalarında Ayşenur hep vardır.
Şaşkına dönmüştür düşman. Halkın hesap soran adaleti
karşısında beyninden vurulmuştur adeta. Azgınca saldırır. Operasyonlar,
gözaltılar, işkenceler, katliamlar... Ama hiçbiri engelleyememiştir umudun
büyümesini. Düşenler, yarı yolda bırakanlar, gözlerini gerçeklere kapatanlar,
devrime sırtını dönenler de olmamış mıdır, olmuştur elbette. Ama Ayşenur gibi
tek başına da olsa yükü omuzlamaktan çekinmeyenlerle, bağlılığını,
kararlılığını yitirmeyenlerle büyüdü kavga. Ayşenur'un gençlik içerisinde tek
başına kaldığı dönemler de oldu, sıkıntıya düştüğü dönemler de. Tek başına
kalmak; ama tek başınayken bile o büyük ailemizin kopmaz bir parçası olduğunu
hiç akıldan çıkarmadan, devrime dört elle sarılmak... İşte sessiz, sakin,
mütevazı yapılı, coşkusu gözlerinden okunan Ayşenur böylelerindendi. Onun
devrimci yaşantısında çokça zorluk çıktı karşısına. Evsiz kalmak, sokakta
sabahlamak ya da kaçkınlıklar, ihanetler, hiçbiri yıldırımadı
Ayşenur'u. Gençlik içerisinde bolca laf etmek, "aydın"ca düşünmek,
yaşamak revaçtadır. Ayşenur'u böylesi boş sohbetlerde, boş davranışlarda görmek
mümkün değildir. Hatta o birçoğuna göre fazla sessiz, sakindir. Ama o
devrimciliği hiçbir zaman geçici bir iş, hiçbir zaman tumturaklı laflar
söylemek olarak algılamadı. O "Tüm yüreğimle savaşçı olmak istiyorum"
diyerek zorlukları, engelleri aşmasını, etle tırnak gibi devrimle
bütünleşmesini bilenlerdendi.
Ankara, bürokrasinin, memurların kentidir. "Demokratlık"ın revaçta olduğu, düzen soluna sırtını dayayıp
sendikacılık yapıldığı günlerde Ayşenur devrimci bir sendikal hareket
yaratmanın çabası içerisindeydi. O Sağlık-Sen'in kurucusu, örgütleyicisi, yol
göstereni oldu. Bıkmadı, usanmadı neredeyse sıfırdan başlayıp Sağlık-Sen'i
yarattı. Bir gün Ankara Hastanesi'nin bahçesinde eylemde, bir gün bir
toplantıda, bir gün DSG kampanyasında, bir gün Ankara Özgür-Der'de
bir seminerde oldu. Onun için şu veya bu iş, küçük veya büyük diye bir şey
hiçbir zaman söz konusu olmadı. Aldığı her görevi yerine getirmek için canla
başla çalıştı.
Yine yoldaşlarını sevmeyi, onlarla tüm güzellikleri
paylaşmayı, ama onların eksikliklerini, olumsuzluklarını düzeltmek için çaba
harcamayı Ayşenur kendine görev edindi. Bir yoldaşı mı hastalandı, ya da
şubeden yeni çıkan, çeşitli fiziksel rahatsızlıkları olan biri mi var? Ayşenur
çok da fazla olanakları olmasa da yoldaşlarının tedavisi için Sağlık-Sen'in tüm
olanaklarını zorlardı. Değişik alanlarda yoldaşlarıyla her karşılaştığında
onlarla sıcak sohbetlere girer, görmediğinde selam göndermeden hiçbir zaman
geri kalmazdı. Ayşenur yoldaşlarıyla ilişkide ne sekterliğe ne de liberalliğe
düşmeden ilişkilerini olması gerektiği gibi yürütürdü. Yeri geldi mücadeleyi
bırakan sorumlusunu yeniden kazanmak için günlerce konuştu, yeri geldi birine
tavır alınması gerektiğinde hiç tereddütsüz oldu.
Darbecilik dönemi de Ayşenur için yine birçok
zorlukla karşılaştığı, tereddüte düştüğü anlar da yaşadığı
bir süreç oldu. Ama yine de açıklığını, saflığını, temizliğini kaybetmedi.
Darbe ihanetine de başlangıçta içine düştüğü tereddütü
yenip, hareketi ve önderliği savundu. İhanete karşı koydu. Özlem Kılıç'ın darbe
ihanetine karşı aldığı tavır, herkes gibi Ayşenur için de örnekti. Her şeyiyle
kirlenmenin karşısında, savaşın içinde oldu.
Her yaşadığı süreçte, karşılaştığı tüm zorluklarda
daha da güçlenmiş, örgütüyle daha da bütünleşmiş olarak çıktı Ayşenur. Yeni
sorumluluk üstlenmekten, gösterişsiz bir şekilde görevlerini yerine getirmekten
geri kalmadı. "... kendime düne göre daha fazla
güveniyorum. Çünkü benim hareketim temiz ve ben de onun bir parçasıyım."
Her şey Ayşenur için bu kadar tereddütsüz ve netti.
O yüzden hiçbir engel, hiçbir zorluk onu alıp götüremedi bu düzene. Hacettepe
Üniversitesi Eczacılık Fakültesi'ni bitirmiş, bir de eczane açmıştı. İstese
düzende rahat bir şekilde yaşayabilir, hiçbir sıkıntı, kaygı duymadan geçinip
gidebilirdi. Ama Ayşenur tüm bunları elinin tersiyle itti. Olması gereken
yerde, devrim mücadelesinin içinde oldu. Ailesi onu mücadeleden koparmak için
çok yönteme başvurdu. Yeri geldi vaatlerde bulundu, yeri geldi olmadık tavırlar
içerisine girdi, işi fiziksel şiddete kadar götürdü. Öyle ki Ayşenur'un yüzü
gözü şiş bir şekilde sendikaya geldiği oldu. Ama o bunları hiçbir zaman sorun
yapmadı. Ailesini nasıl ele alması gerektiğini bilince çıkarıp, ailesinin tüm
engellerine, kimi uç yaklaşımlarına rağmen onları ikna etmeye çalıştı. Yılmadı.
Çevresinde birçok kişinin anasını-babasını "keşfettiği" koşullarda o
gerçek ailesiyle daha da sıkı bütünleşti. Ailesinin onu çekmek istediği düzenin
nasıl bir düzen olduğunu çok iyi biliyordu. Böyle bir düzende yapamayacağını,
yerinin neresi olduğuna çoktan karar vermişti. Ayşenur için her şey netti.
Karanlıkta kalan, aydınlanmayan tek bir nokta yoktu.
Ankara Dev-Genç'ten, Sıvas-Tokat-Kayseri
illerinin sorumluluğuna kadar uzanan 6 yıllık devrimcilik hayatına Ayşenur
birçok şey sığdırdı. Yoldaşlarına öğretti, onlardan öğrendi. Ne düzen
alışkanlıkları ne de düşmanın saldırıları ona boyun eğdirebildi. 24 Ocak
1995'te kontrgerillanın katilleri tarafından kaçırıldığında, geleneklerimize
sarılarak yine sustu. Birtan'ın yükselttiği direniş
türkülerini söyledi.
Oligarşi, kaybetmekle halkı, devrimi susturacağını
zannediyor. Zulmün karşısında susan, düşmana teslim olmayan Ayşenurlar,
oligarşinin bu politikasına en iyi cevabı verdiler. Kaybederek, katlederek
cesetlerimizi yol kenarlarına atarak bizi bitiremeyeceklerini bir kez daha
gördüler.
Ayşenur, sade, coşkulu, gösterişsiz, her koşulda
halka ve örgüte güvenini yitirmeyen, tek başına kalıp "yalnız kalmayan"
kişiliğiyle hepimize somut örnek olmuştur. Dara düştüğü, sıkıntı duyduğu, tereddüt
yaşadığı anları olmuştur. Elbette her devrimcinin yaşantısında olabilecek
şeylerdir bunlar. Ama Ayşenur böylesi dönemlerden daha güçlü olarak çıkmasını
bildi. Ben yapamıyorum, kendime güvenmiyorum deyip bir kenara çekilmedi.
Ailemize, değerlerimize daha sıkı sarılarak, bütünleşerek nasıl yürünmesi
gerektiğini gösterdi.
Ayşenur bir Dev-Genç'li, bir devrimci sendikacı, bir
kadın savaşçı, bir Parti-Cepheli olarak yaşamıyla, mücadelesiyle devrimciliğin
içini doldurdu. Sessiz, mütevazı kişiliğinin altında yatan davaya bağlılığını,
kararlılığını, devrim inancını son anına kadar sürdürdü. Bugün de bize
öğretmeye, yol göstermeye devam ediyor.
(Bu
anlatımın bir bölümü, Yürüyüş'ün 15 ocak 2006 tarihli
35. sayısında yayınlanmıştır.)
***
Bir yoldaşı anlatıyor: “Seni anlatmak görev!”
Seni anlatmaya nereden ve nasıl başlayacağım
konusunda oldukça karışık kafam. Ortak tanıdığımız bir yoldaşım sen şehit
düştüğünde seni anlatmamızın, seni Parti-Cephelilere tanıtmanın bir görev
olduğunu dile getirmişti. Ben bugün görevlerin en zorundan birini yapacağım.
Çünkü seni satırlara dökmek bir o kadar zorken, yaşamak, yaşamda karşıma
dikilip de onunla sohbet etmek kolay olanı. Ama tüm yoldaşlarımı da dilimin
döndüğü, kalemimin yazdığınca seni tanısınlar istiyorum. Senin nezdinde P-C'li kişilik ve önder insan özelliklerini görmek o kadar
net ki. Ama biz ne kadar örnek aldık, ne kadar kavradık seni? İşte bunun cevabı
bitmeyecek bir soru.
Seni uzaktan da olsa Ankara Dev-Genç saflarından
tanırdım önceleri. Hani hastalığımız ya, herkes herkesi tanır, herkes
herkesin (az-çok) işini bilir. '91 yazında hareket yeni bir alanda çalışacağımı
söylediğinde yeni alanımın memurların özelliklerini bilmek, bu alanın Ankara'da
yeni gelişiyor olması beni bir taraftan düşündürürken bir taraftan da yeni
alanımın çalışmaları noktasında coşku ve heyecan yaşıyordum. Seninle birlikte
başka bir yoldaşımla birlikte çalışacağım söylendi. İsimleriniz verilmişti. O
dönem senin kavgada bocalama yaşadığın bir süreçti. Ama gene de gönlün,
savaşanların, kavgayı omuzlayanların yanındaydı. Bu istekliliğinle tekrar
çalışmak istediğini (okuldan mezun olmuştun) dile getirmişsin. Yeni alanında
benimle çalışacağını bilmiyordun. İlk buluşmamız benim için de tam bir
heyecandı. Çünkü birlikte omuzlayacaktık süreci. Beni görünce çok şaşırdın ve
sevindin. Çünkü ailenle yaşadığın sorunlar konusunda yardımcı olacağım ve
beraber aşacağımız konusunda rahattın. Ben de aynı süreçleri yaşamıştım ve bunu
daha önceden duymuşsun. İlk görüşmede alandan konuşacakken hemen konuya girdin.
Aile sorununu en ince ayrıntısına kadar açtın. Açıktın, samimiydin yoldaşım.
Dürüstçe tüm duygularını gizlemeden anlatıyordun. Acaba ne düşünür diye
kaygılardan uzak. Çünkü sen hareketine güveniyor ve onunla aşılmayacak hiç bir
engel göremiyordun. "Sorun bencilliğim, kendimi sevmem değil mi, yoksa
aile gerekçe" diyordun. Doğruydu. Görüyordun "ama" diyordun,
"bunları aşmak, her boyuta neşter vurmaktan geçiyor." işte böyle,
alanımızda, yeni, küçük adımlarda olsa ilerliyorduk. Ama coşku ve inançla
yüklüydük. Sendika yerimizi temizlerken ki coşkumuzu, türkülerimizi, akşama
kadar acıktığımızı bile hatırlamadan çalışıp da oturduğumuzda midemizin sesini
anımsıyor musun? Tüm bunlar gözümün önünden geçen küçük ama hoş görüntüler.
Senin güçlü kişiliğin ve yenilmez özgüvenin kendini
orada aldığın kararda gösterdi. Konuşma ortamımızdan bir kararla çıkmıştın.
Yaşamında mücadeleyi daha çok hissetmekle başladık işe. Daha yoğunlaşma, daha
koşturma, daha çok iş, daha çok insan. Artık hastane ve poliklinikleri tek tek dolaşıyor, sendika örgütlenmesini yaygınlaştırmaya
çalışıyordun... Bunlar oldukça zorlu anlardı. Ama senin kavgaya bağlılığın,
inancın ve iraden alt ediyordu, düzenin bağlarını.
İşte gerçek AYŞENUR kendini gösteriyordu. Annenle
olan çelişkilerin hala bitmemişti, hastalığını karşına dikiyordu. Bunu
göremiyordun zaman zaman. Tüm konuşmalarımızda bu
nokta tıkıyordu bizi. Bir gün İstanbul’a gidecektik ve yine annen dikilmişti
karşına ve şekeri yükselmiş hastalanmıştı. "İşte orada her şey netleşti
kafamda" diyordun. "Ölümcül" boyutta bir durumdayken bırakıp
çıkmıştın. Sonrasında aradığımızda hiç de ölmediğine ve sağlıklı olduğuna ve
sana ağız dolusu saldırdığına tanık oldun. Kavganın kızı, DEVRİMCİ SOL'un kızı AYŞENUR'dun. Çok daha
cesaretliydin, çok daha güvenli, çok daha atılgan. Bu yanlarını hele bir
eylemde güzellemiştin ki işte hem senin, hem benim, hem alanımızın, hem de
hareketimizin en büyük kazanımlarındandı Ankara'da.
Sağlık personeline yönelik ve genelde memur
hareketine yönelik devletin uygulamaları noktasında bir eylemlilikti. Temmuz
etkinliklerinde hastanede davullu-zurnalı eylem organize ediyordun. Gerçekten
çok çalıştık. Gece gündüz demeden hastanelerde tüm nöbetleri gezerek eyleme
çağırdık insanları. Sen bunun mimarıydın. Çaban çok yoğundu. Başaracağın
konusunda da oldukça emin ve coşkulu, 'acaba' sorusu olmadan çalıştın. Eylem
saati gelmeden Ankara'nın köpek sürüleri güçlerini yığmıştı hastane çevresine.
Korku salmaktı dertleri yeni filizlenene. Ben eylem yerini görecek şekilde
gerilerden seyrediyordum. Senle birlikte üç-dört sendikalı bir araya geldiniz.
Kimse yaklaşmıyordu, polisin tavrını bekliyordu. Ve bir taraftan da size
bakıyordu insanlar. İşte o bu cesaretin, inancın, cüretin, kavgaya bağlılığının
tam bir ifadesiyle davulcuya, zurnacıya işaretinle başlattın eylemi. Pankartı
asmıştınız. Ve en gür sesinle haykırıyordun metnimizi, sloganlarımızı.
"Sesimi hiç bu kadar gür kullanmadım" dedin daha sonraları. Halayın
başına geçtin ve işte o zaman insanlar gelmeye başladı. Hastanenin pencerelerinden
bakan beyaz giysili personel akmaya başladı yanına. Hastalar alkışla ritim
tutmaya başladı. Köpek sürüsü şaşkın ve çaresizdi. Saldıramadı. Sahiplenmeyi,
öncülüğü gördü. Halk ve oradaki personel kucaklamıştı seni ve aralarına
aldılar, sizleri korudular. Bir-iki saat sonra çıkabilmiştiniz dışarı.
İşte dönüm noktamız, işte pratiğin içinde
şekillenme, kavgayla, eylemle yoğrulma. Senin önünde artık hiçbir engel, ayak
bağı yoktu yoldaşım. Nasıl da coşmuştuk, kutlamıştık birbirimizi. Orada çok şey
öğrendik ikimiz de. Başarılamayacak hiçbir şey yoktur dedik. Yeter ki
isteyelim! Yeter ki inançla, cesaretle atılalım. Sen öğretiyordun yoldaşım!..
İşte böyle, alanımızda yeni, küçük adımlarla da olsa
ilerliyorduk. Ama küçük kazanımların bizi büyük zaferlere taşıyacağını hiç
akıldan çıkarmadan coşku ve inançla yüklüydük.
Çok şey yaşanmıştı o sendika binasında. Bir gün bir
yoldaş bana Savunma'yı okuyup okumadığımı sormuştu.
Bense okumadığımı ve çalışmalarımın yarım kaldığını söylemiştim. Onun
tepkisiyse küçümser ve aşağılayan bir yaklaşımla "bir yönetici asla bu
yönüyle eksik olmamalı" olmuştu. Dediği doğruydu. Bazen sözcükler doğru
çıksa da söylenilen üslup ve davranış karşıdakinin niyetini sana
çözdürebiliyor. Sen onun küçümsemesini fark etmiş ve çok kızmıştın. Denilenin
doğruluğuna sen de ben de ses çıkarmadan onaylamıştık. Daha sonraları bir gün
sendikada otururken çantandan Savunma'yı çıkardın
"birlikte okuyalım mı?" önerisini biraz çekingen, biraz benim tepkimi
yoklar şekilde sormuştun. İşte o an yoldaşlığın, sevginin, sahiplenmenin en önemlisi
de karşındaki yöneticin de olsa onun eksiğini tamamlamanın ifadesi olan
davranışınla seni daha bir sevdim, sahiplendim. İşte yoldaşlık bu, işte devrimci
olmak bu dedim. Mütevazılığın, çabalı davranışın ve özünde hareketini sahiplenişinle
yöneticiliği kazanıyordun. Önder insan tipinin -belki küçük bir örnek ama-
göstergesiydi bu benim için.
Sen kavgada ustalaşıyordun, artık önündeki engelleri
bir bir aşıp hızla koşuyordun. Yaşamın her anında iç
sorgulamasına hep canlı tutuyor ve zaferle çıkıyordun. Asla senin bu konuda
tökezlemen, takıntın olmadı. Çözümsüzlüğünde, açıklığın, samimiyetin ve kendini
en son ayrıntıya kadar açışınla "haydi çözelim" deyişin hiç aklımdan
çıkmıyor. Orada güven yatıyordu. Orada küçük burjuva kişisel kaygılardan, popülistliklerden uzak yenilenen ve devrime adanmış mütevazı
bir kişilik yatıyordu.
Sendikaya vardığında, bulunduğun ortamlarda hep
mütevazı kişiliği bulurduk. Sendikada otururken oranın yöneticisi misin,
çalışanı mısın, yeni gelmiş bizi tanımaya çalışan emekçilerden biri misin ayırt
edilmez. Sade, coşkulu, yapaylıktan uzak. Kendini öne
çıkarmayan bir neferdin sen. Ama o kadar kavganın neferiyken bir o kadar da
öncüsü, önderiydin de. Ta ki oturduğun yerden kalkıp üretilen işin
önderliğinde, yönetim odasında insanlarımızla konuşmalarında, yaşamda
müdahalelerinde yakıcı hissedilirdi. Alabildiğine sade ve yalın, coşkulu
gözlerini hissetmemek mümkün değil. Bir yoldaşımla şimdi seni paylaştım. Akla
gelen coşkulu, pırıl pırıl, berrakça yaşama bakan
gözlerin öyle temiz, öyle saf, öyle çocukça. O bakışın hiddetlenirdi de,
acımasız ve sertçe de bakabilirdi; hareketin doğrularının karşısına çıkanlara
yapacağını da çok net, kesin ve kararlı koyardın.
Alandan ayrılmıştım. Farklı alanda çalışırken de,
seninle, Ankara'da olmaktan kaynaklı bağımız kopmamıştı. Bir yoldaşa ifade
ettiğin kaplumbağa adımları değildi seninki, devrimci yaşamında hızla koşan,
beyaz yelelerini savuran yabani atlar kadar hızlı koşuyordun, durmamacasına. Bu
ilerleyişin hepimize örnekti, çok yol katetmiştin, o
seninle ilk paylaşımımızın yaşandığı günden bu yana.
Ankara’dan ayrılmıştım. Farklı
bir ilde, farklı koşullarda çalışıyordum. Uzun süre bağlantı kuramamıştık
hareketle... Bu süreçte hareket bağımı sağladı ve bana tanıdığım bir arkadaşın
bağ olacağını dile getirdi. Buluşma yerine, tanıdığım insanı bilmemenin ve bağ
kurmanın heyecanıyla gittim ve karşımda seni gördüm. İşte senin bana ilk
buluşmadaki hissettiklerini ben o an yaşıyordum. Seninle tekrar karşılaşmak çok
üstün bir şeydi o an. Ve işte, ilerlemenin, devrimcileşmenin adını koymuştun.
Bu gün sen benim sorumlumdun. Ve tüm yoldaşlığını, benim sarsıntılı, boğulduğum
o süreçte sundun bana. Beni kendime getirmek için elinden geleni yaptın
yoldaşım. Çok gelişmiştin. Çok ilerlemiştin. Tıkadığım tartışmaları çözdün,
önüme koydun. Seni üzdüğümü ve yorduğumu dile getirmeye çalışıyordum. Senin
"bizi bağlayan hareketin, senin ve benim birbirimize emeğimiz çok fazla.
Emek harcadın bana, sıra bende, yoldaşlığımın gereği bu" deyişin bana
yoldaşlık ilişkilerinin özünü kavrattı diyebilirim ve sahiplenişini esirgememen
asla aklımdan çıkmayanlar.
En son görüşmemizde, geceleyin saat 23.30
civarlarında ayrılmaya yakın (benim çok hasta olduğum bir süreçte) havanın
soğuk olmasıyla hızlı hızlı konuşuyor, bir an evvel
beni göndermeye çalışıyordun. Hastayım diye kıyamıyordun. Hava soğuktu ve
giydiklerin ince olmasına karşın boynundaki atkıyı çıkartıp verdin. Almak
istemedim. Çünkü senin nereye gideceğin, nerelerde, ne koşulda kalacağın belli
değildi ve ben eve dönecektim. Bunu ifade ettim sana ama geçerli olmadı. Zorla,
evet zorla taktın atkıyı boynuma. Bu son görüşmemiz oldu. O, bize senden
yadigâr. Sahiplenmenin, vefanın simgesi oldu senin nezdinde...
Bir yoldaşım yazdığı mektupta, senin için "O'na
ölümü yakıştıramıyorum" diyor. Hayır yoldaşım. Sana, bize, diğer
yoldaşlarımıza ölüm yakışıyor. Hem de ölümlerin en güzeli; onurlu, namuslu,
şerefli, vatan toprakları uğruna döktüğümüz kanla ölümü güzelliyorsunuz. Ölmek
değil, onur bu. Siz de bizim onurumuz oldunuz. Onur kervanımıza katıldınız.
***
Bir Yoldaşı Anlatıyor:
AYŞE'ye,
Kavgamızın direnç gülü; lekesiz, pürüzsüz yaşamın
berrak suyu hatırlatıyor bize. Pırıl pırıl, tertemizdin.
Canımızı, fidanımızı en güzel çağında kopardı alçaklar!
Bir yoldaşımla seni anlatıyoruz Ayşe; heyecanlı ve
de kaygılıyız seni anlatamayacağız diye... Yaşadıklarımızı, senden aldıklarımızın-alamadıklarımızın
hesabını yaptık. Almasını bildiğimiz noktada ne kadar değerli bir
yönetici-eğitmendin.
Canımız, yiğit yoldaşımız! Onca güzelliklerinden
hangi birini anlatalım. Hangi birini yazalım. Hiç kolay değil... Hepimizde
olması gereken, politik düşünme-öngörüyü talimatlarında hisseder, çalışmalarımızda
bize aşıladığın bakış açısıyla, uygulamaya çabalardık. Sürekli düşünür, kafa
yorar, hareketimizin, alanlarımızın sorunlarına çözüm üretir, bizi de bu yönde eğitmeye
çabalardın.
Ta o bitmek tükenmek bilmeyen enerjin; en sancılı
dönemlerimizdeki azmin, kararlılığın, işlere dört elle sarılman, sevdanın çok
açık ifadesiydi. Senin kişiliğine karamsarlık, yılgınlık, çözümsüzlük çok
uzaktı. Seni hiçbir zaman yakınırken, yılgın ruh haliyle görmedik. Hep coşku ve
güven saçtı gülen gözlerin...
En ufak bir sorunumuzda bile oturur, saatlerce
konuşurdun bizimle... Büyük, küçük sorun demeden, sıkıldım demeden... Hem de
onca yoğunluğun içinde, hem de her şeyi tek başına omuzlarken...
Halkını, yoldaşlarını sınırsız sevmeyi, paylaşmayı
sende gördük. Sen bizim sorumlumuzdun ama hiçbir zaman, uzağımızda, dışımızda,
ayrıcalıklı değil, her zaman yanıbaşımızda,
bizimleydin. Tepeden emirlerle komuta etmek, senin yöneticilik anlayışınla
bağdaşmazdı. Olumsuzluklar karşısında tepkiselliğe düşmeden, yerinde ve
zamanında müdahalelerinle, yakaladığın üslupla geliştirmeye çalışırdın. Evet,
yoldaş, seni çok kızdırdık, sinirlendirdik. Buna rağmen eleştirilerin,
parçalayıcı, kırıcı değil, yapıcı ve güven vericiydi. Eleştirilerinde kişisel
didişme, ayrıntılarda boğulma yönüne rastlamadık.
Hareketimizi sahiplenme bilincinle zaaf ve
eksikliklerimizde nasıl acımasızsan, dönüştürme noktasında da bir o kadar ikna
edici ve sabırlıydın. Her şey kafanda net ve berraktı, bunun olgunluğuyla
davranırdın bize.
Sen düzen kadın kişiliğine öyle uzaktın ki, şuna da
eminiz ki bu tür özellikleri kendinde gördüğünde, acımasızca üstüne gider, yok
ederdin. Bilirdik sende iç denetimin ne kadar işlevli olduğunu. Mütevazıce verdiğin özeleştirilerinden anlardık, çıkardığın
o derslerden ve yaşamına bunu yansıtmandan. Devrimci kadın kişiliğini yaşamında
her boyutuyla hissettirirdin. Sen en zor koşullarda, tüm zorluklara rağmen
görevinin başındaydın. Özveri ve fedakarlık senin
yaşamında anlamını buldu. Gerçek sevgi ve dostluk sende somutlandı...
Her gittiğimiz kitle ilişkisinde onları gözlemler,
örnek alınacak yönlerini bizlere de gösterirdin. Her insandan öğrenilecek bir
şeyler olduğunu kavrattın. İnsanların olumsuzluklarına tavizsizken, olumlu
yönlerini ön plana çıkarıp geliştirirdin. Hiç kimseyi küçümsemez, tepeden
bakmaz, pek çok olumsuzluğu olan insanların bir yerlerinde kalmış olan
olumluluğunu bulup çıkarır, elinden bu şekilde tutardın. Çünkü sen insanlara,
halka değer vermesini bilirdin.
Hatırlarsan bir gün gözaltından çıkıp gelen sorumlu
düzeyde olmasına rağmen düşman karşısında başı eğik çıkan bir yoldaşımızla ilk
karşılaştığında tepkin ellerindekileri bir kenara fırlatıp, ona coşkuyla,
sıkıca sarılmıştın. Onu tanıyordun, çok öncesinden sorumlun, örgütleyicindi.
Sevgi ve saygı duymuştun ama bu olumsuzluğu karşısında senin tavrın beni
şaşırtmıştı. Bunun farkına vardığında tepkiselliğin hiçbir şeyi çözemeyeceğini,
suçunun hesabını Hareket'e vereceğini, onu düzen kollarına atmayıp sonsuz
sevgimizle bağrımıza basıp, dönüştürmek için emek harcamamız gerektiğini
anlatmıştın. Onun bu durumunu olgunlukla değerlendirip "mutlaka sevgi ve
saygımda bir farklılık oldu. Çünkü o konumuna yakışmayan bir suç işledi, ama
yoldaşımıza duyduğumuz güvenle, kendini ispat için her yolu açmalı, coşkumuzu
aşılamalıyız" demiştin.
Hatırlar mısın sana hep fazla titiz ve temiz olduğun
için takılır, ama örnek almaktan, imrenmekten geri durmazdık. Birgün benden ev ayarlamamı istemiştin kalmak için.
Ayarladığım evi öğrendiğinde kendin özelinde evin bulunduğu bölgenin denetimde
olduğunu, ilkesizlik yapmaktansa en pis koşullarda, inşaatta yatmayı tercih
etmiştin. Son anda gittiğimiz bir kitle ilişkisinde kalacak yer bulduğumuza
sevinmiş, inşaatta yatıp riske atılmaktan kurtulmuştuk.
Canımız Ayşe’miz;
Seni ne kadar anlatsak ta ifade edemediğimizi
düşünüyoruz. Bıraktığın değerleri yaşamda somutlamaya
kararlıyız, bunu bil.
En zor koşullarda senin enerjin, sabrın, güçlü halk
sevgin, yoldaşlarına, Parti'ne bağlılığın ışık olacak bize. Sana söz veriyoruz
direnç gülü, adını andımız, sevdan kılavuzumuz olacak... Ankara sokakları
borcunu ödeyecek sana, açtığın patika yollardan on binler geçecek ve gün gelip
özgür vatan topraklarına kazınacak bu ayak izleri. Seni benliğimizde yaşatacak,
her yeni süreci bıraktığın değerlerle göğüsleyip, asla yılmayacağız.
***
Bir Yoldaşı Anlatıyor: AYŞENUR OLMAK
Tek başınaydı ama o bir cepheliydi.
Kimi zaman çalıştığımız yerde tek olmak, bir şey
yapmamanın gerekçesi olur. Oysa bir cepheli tek başına da olsa orada çok kişi
olmayı becerebilmeli, örgütçülüğün cepheli olmanın önemli bir özelliği olduğunu
görmelidir. Ayşenur da tek başına olanlarımızdandır. Hareket ona bulunduğu
alanda sendika çalışması yapmasını söylemiştir. Onunla birlikte koşturacak, iş
yapacak kimse yoktur. Ama gelen emirleri, verilen görevleri harfiyen yerine
getirme sorumluluğu hiçbir zaman " bu iş olmaz, kimse yok" dedirtmemiştir
Ayşenur'a. Sessiz, sakin kurulmuştur Sağlık-Sen. Ayşenur'un emeğiyle, sabrıyla
kurulmuştur. Tek tek ilgilenir insanlarla. Konuşur
anlatır, eğitir insanları, her gece bir başka ilişkisinin evinde kalır Ayşenur
ve hayatı paylaşır insanlarla. Çalışmaları sonuç verir. Çevresindeki insanlar
netleşir ve Sağlık-Sen'in kurucuları haline gelir.
Parçacı değil, Cepheyi düşünendir Ayşenur. Devrimci
Memur Hareketi sağlık iş kolunda yeni örgütleniyordur, ama o insanlarıyla, tüm
gücüyle hareketin genel kampanyalarına katılır. Kampanya içinde en aktif
birimlerden biridir. Yine Ayşenur'un hareketi sahiplenişi ve bağlılığı onun
günlük yaşamda verdiği tüm kararlarda kendini hissettirir. Örneğin darbecilik
sürecinde yaşanan tartışmalarda doğru tavrı alıp gelişmeleri değerlendirerek,
diğer insanların da kavramasını sağlamıştır. Ve zor süreçlerin insanı olduğunu
kanıtlamıştır.
İnsanları tüm yönleri ile değerlendirme ve sonuç çıkarma
yeteneğine sahiptir Ayşenur. İlgilendiği insanların olumsuzlukları vardır,
bilir. Ancak olumlulukları onun için asıl öne çıkarılan yandır. Olumlu
yönlerini değerlendirip geliştirmesini bilendir. Hareketi geliştirmenin
insanları geliştirmekten geçtiğinin bilincindedir.
Hırslıydı, yani Cepheliydi Ayşenur. Biliyordu ki
yeni bir dünya kurmak, dünyayı fethetme coşkusu ve hırsıyla dolu olmak
demektir. Dolu dolu yaşıyordu bunu. Bu hırsla
sarılıyordu işlerine. Planlı programlı olması, her insanda bir olumlu yan görüp
oradan yaklaşması, işlerini sonuç almadan bırakmaması bundandı.
Cephe kültürünü kavrayandır Ayşenur. Mütevazidir örneğin. Demokratik alanda yeraltı çalışmasını ustaca
yapıyor olmasının bir nedeni de budur. Tavır ve davranışlarında, konuşmalarında
kimse hissetmemiştir onun sorumlu olduğunu. Sıradan bir insan gibi girip
çıkmıştır kurumlara.
Ve işkencede ser verip sır vermeyendir Ayşenur. Onun
direngenliği, hareketi sahiplenişi çileden çıkarmıştır işkencecileri. Ölüm
korkusunu, çoktan yenmiştir Ayşenur. Ailesine olan duygusallığını halka duyduğu
sevgiyle Cephenin bir savaşçısı olmanın bilinciyle yenmiştir.
Ve zaferi kazanan olmuştur Ayşenur. Zafer
milyonlarca emekçinin yaşaması için ölmeyi bilmektir. Zafer, düzenin
yozluğundan, bencilliğinden, çürümüşlüğünden çekip almaktır insanları. Zafer,
umudun adını nakış nakış işlemektir hastane
duvarlarına. Dalgalandırmaktır orak çekiçli bayrağı alanlarda.
Zafer özgürlük için, gelecek için, milyonların
kurtuluşu için düşebilmektir yollara emin adımlarla. Ve zafer haykırabilmektir
inancını kurşuna dizilirken bile. Tanya ve Ayşenur
gibi.
***
Bir Yoldaşı Anlatıyor:
Ayşenur’la ilk defa "93 1 Mayıs’ına katılmak için İstanbul’a
giderken otobüste tanıştım. Bir yoldaşım tanıştırmıştı. Ayşenur yoldaşla
tanışırken "Aaa, demek bizim işçilerden" diyerek
merhabalaşmıştık. O an Ayşenur yoldaşımın, yoldaşlarına karşı nasıl sıcak
davrandığını farkettim. Otobüste önümüzdeki sırada
oturmuştu, ara sıra sohbet ederek, türküler, marşlar söyleyerek İstanbul'a
varmıştık. Hepimizde 1 Mayıs coşkusu vardı. Bu coşkuyla alanlara çıktık.
Sloganlarımızı birlikte haykırdık.
1 Mayıs dönüşünde yine Ayşenur yoldaşla aynı otobüse
binmiştik. Otobüste birkaç alandan yoldaşlarımız vardı. Hemen hemen herkes yorgundu. Ayşenur bir ara ayağa fırladı ve
otobüsün mikrofonunu eline aldı. Otobüste bulunan herkese her alandan bir arkadaşımız türkü söyleyecek dedi. O andan sonra tekrar hepimiz
yorgunluğu unuttuk. Sanki tekrar 1 Mayıs alanındaydık.
Ayşenur'la daha sonraları da karşılaştık.
Sessizliğiyle dikkat çekerdi. Konuşmalarında mütevazi
bir anlatımı vardı. Ayşenur yoldaşın her hareketinde coşkusu, kararlığı,
harekete olan bağlılığını görürdük.
***
Bir Yoldaşı Ayşenur Şimşek'i Anlatıyor:
Devrimimizin
mütevazi utangaç kahramanı.
Ayşenur yoldaş, seni '89'un başlarında tanıdık.
Sessiz, mütevazi, utangaç bir kişiliğe sahiptin. En
büyük problemin ailendi. Tüm çabalarına rağmen aileni dönüştürmekte başarı
sağlayamadın. Emek harcamaktan da vazgeçmedin. Ailenin gerici olması sürekli
seni mücadeleden koparma istekleri, hatta onun için seni eve hapsetmeleri,
dövmeleri, her defasında sonuç vermemişti. Sen devrime sevdalıydın. Sevdiğine
koşan vefalı bir yar gibi her defasında kavgaya koştun. Ailen sana engel
olamadı. Bir yandan ailenle savaşırken, bir yandan da sıra neferi olarak
düşmana karşı savaştın. Tereddüde düşmedin. Aileni bahane ederek saflarımızı terketmedin. Oysa birçok geçici yol arkadaşın aynı
gerekçeyle safları terketti. Sense hızla kendini
eleştirerek Hacettepe Merkez Kampüsü DEV-GENÇ
Komitesi içerisinde yer aldın. Hacettepe Merkez Kampüsünde
kavganın en önünde yer aldın. Her bloğunda, her amfisinde senin emeğin var. Bir
zamanlar senin önünde yürüyenler teker teker
düşerken, sen bu düşkünlerin canlı cesetlerine basarak kavgaya devam ettin.
Ayşenur, devrimimizin mütevazi utangaç kahramanı.
Disiplinin, özverin, yoldaşlarına ve hareketine olan sevgin bize örnek oldu.
Seni gözaltına alıp katledenler sana boyun eğdirememenin çaresizliğiyle,
acizliğiyle seni katletmişlerdir. Seni unutmadık Ayşenur yoldaş. Seni
unutmayacağız. Devrimimizin mütevazi utangaç
kahramanı. Seni katleden işkenceci katiller mutlaka devrimci adaletimize hesap
vereceklerdir. Sen rahat uyu. Sizlere söz verdiğimiz devrimi size armağan
edeceğiz.
***
Bir Yoldaşı Ayşenur Şimşek'i Anlatıyor:
Onu ilk memur alanında çalışmaya başladığımda
tanıdım. Doğallığı, saf ve dürüsüt yanları samimiyeti
en çok dikkat çeken yanlarıydı. Ailesine çok bağlıydı. Ancak zamanla mücadele
içinde yer almada daha ısrarlı olunca ailesinden ayrıldı ve mücadeleyi seçti.
Ailesi ona mücadeleyi bırakması için eczane bile
açmıştı, istese bu düzen içinde kendine iyi bir yer edinebilirdi. Hatta bir
seferinde ailesi Ayşe'yi eve kapatmış, o çıkmak istediğinde ise çok kötü
dövmüşlerdi. Yüzünde morluklar vardı. Birgün
çıkageldi. O eve bir daha gitmeyeceğini söylüyordu, uzun bir süre ailesiyle
görüşmedi. İşini, evini ve ailesini bırakarak, her şeye rağmen, darbecilik
sürecinin yaşandığı bir dönemde harekete sahip çıktı.
Onun kaybedildiğini ilk duyduğumda inanmak
istememiştim. O yeşil gülen gözleri, tüm neşesi, coşkusu, bağlılığıyla, mütevaziliği ve insanlarla kurduğu sıcak ilişkileriyle, gece
gündüz hastanelerde dolaşması, Ankara Sağlık-Sen'i kurmadaki ısrarıyla gözümde
canlandı.
Darbeciliği ve önderimizin darbeciler tarafından
gözaltına alındığını öğrenince ağlamıştı. Ancak bu duygusallığını, her şeyiyle
hareket saflarında yer alarak bilince dönüştürmesini de bildi.
O Ankara'da memur mücadelesinin, Sağlık-Sen
çalışmalarının ilk yaratıcılarından oldu, ancak daha büyük sorumluluklar
almasını da bilerek, bir savaşçı da olabildi.
İşkenceciler onu kaybedip, cesedini bir kenara
atsalar da onun inancını, kararlılığını, coşkusunu, harekete, önderliğe,
kavgaya bağlılığını, gözlerindeki umudu, sevgiyi yok edemediler. Sen yüzündeki
o güzel gülüşünle hep yaşayacaksın.