Ayşenur ŞİMŞEK'i Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:

 

 

Ayşenur Şimşek'e

 

Senin sıcaklığın yok belki

Belki umut dolu ela gözlerin yok

Ama andolsunki sana

Coşkun, inancın, sevdan, tertemiz kişiliğin

Direncin ışık oluyor bize...

Özgür vatan kavgamızda

Binlerce Ayşenur dolduruyor sokakları

Adın direncin adı

     olarak anılıyor artık...

...

Seni kaybedip cesedini bir kenara atanlar da

gözlerindeki umudu yokedemediler

Sen yüzündeki o güzel gülüşünle hep yaşayacaksın

...

Sana söz veriyoruz

sevdan klavuzumuz olacak

Ankara sokakları borcunu ödeyecek...

 

***

 

Yoldaşları anlatıyor: AYŞENUR, bir devrim hamalı

 

"Yaşamak,

bir hamalın

küfesinin ağırlığını

duyumsayarak

gülümsemesidir."

 

Bir sağlık emekçisi olan, bir SDB savaşçısı olarak şehit düşen Makbule Sürmeli'nin yazmış olduğu bu şiirde anlatmak istedikleri en güzel, en yalın haliyle ne kadar da çok Ayşenur'u ifade ediyor. Ayşenur da sırtında devrimin "ağırlığı"nı tereddütsüzce taşıyıp, "gülümsemesi"ni hiç eksik etmeyen bir savaşçı, bir devrim "hamal"ı.

Devrim hamalı... Devrimin yükünü omuzlayan, her koşulda yüreği ve beyni Parti için çalışan, büyük iş, küçük iş demeden her işe koşan yoldaşlarımızı anlatmaya çalışırken kullanırız bu kavramı. Ayşenur'u da anlatabilecek en iyi kavramlardan biridir devrim hamalı. Atılımlarda, darbelerde, ihanetlerde; her koşulda, her süreçte halka ve devrime bağlı bir Ayşenur vardır.

'90'lı yıllarda hareketimiz her alanda atılıma geçmiştir. Ankara'nın bürokrat havası, sarsılmaz denilen statüleri bir bir kırılmaya başlamıştır atılımla beraber. Ayşenur bu süreçte Ankara Dev-Genç'te Birtan'la, Berdan'la, Besat'la, Mustafa Aktaş'la bu ruhu taşıyanlar içerisindedir. 6 Kasım boykotlarında, emperyalist savaşa hayır kampanyasında, forumlarda, kitle gösterilerinde, Newroz kutlamalarında Ayşenur hep vardır.

Şaşkına dönmüştür düşman. Halkın hesap soran adaleti karşısında beyninden vurulmuştur adeta. Azgınca saldırır. Operasyonlar, gözaltılar, işkenceler, katliamlar... Ama hiçbiri engelleyememiştir umudun büyümesini. Düşenler, yarı yolda bırakanlar, gözlerini gerçeklere kapatanlar, devrime sırtını dönenler de olmamış mıdır, olmuştur elbette. Ama Ayşenur gibi tek başına da olsa yükü omuzlamaktan çekinmeyenlerle, bağlılığını, kararlılığını yitirmeyenlerle büyüdü kavga. Ayşenur'un gençlik içerisinde tek başına kaldığı dönemler de oldu, sıkıntıya düştüğü dönemler de. Tek başına kalmak; ama tek başınayken bile o büyük ailemizin kopmaz bir parçası olduğunu hiç akıldan çıkarmadan, devrime dört elle sarılmak... İşte sessiz, sakin, mütevazı yapılı, coşkusu gözlerinden okunan Ayşenur böylelerindendi. Onun devrimci yaşantısında çokça zorluk çıktı karşısına. Evsiz kalmak, sokakta sabahlamak ya da kaçkınlıklar, ihanetler, hiçbiri yıldırımadı Ayşenur'u. Gençlik içerisinde bolca laf etmek, "aydın"ca düşünmek, yaşamak revaçtadır. Ayşenur'u böylesi boş sohbetlerde, boş davranışlarda görmek mümkün değildir. Hatta o birçoğuna göre fazla sessiz, sakindir. Ama o devrimciliği hiçbir zaman geçici bir iş, hiçbir zaman tumturaklı laflar söylemek olarak algılamadı. O "Tüm yüreğimle savaşçı olmak istiyorum" diyerek zorlukları, engelleri aşmasını, etle tırnak gibi devrimle bütünleşmesini bilenlerdendi.

Ankara, bürokrasinin, memurların kentidir. "Demokratlık"ın revaçta olduğu, düzen soluna sırtını dayayıp sendikacılık yapıldığı günlerde Ayşenur devrimci bir sendikal hareket yaratmanın çabası içerisindeydi. O Sağlık-Sen'in kurucusu, örgütleyicisi, yol göstereni oldu. Bıkmadı, usanmadı neredeyse sıfırdan başlayıp Sağlık-Sen'i yarattı. Bir gün Ankara Hastanesi'nin bahçesinde eylemde, bir gün bir toplantıda, bir gün DSG kampanyasında, bir gün Ankara Özgür-Der'de bir seminerde oldu. Onun için şu veya bu iş, küçük veya büyük diye bir şey hiçbir zaman söz konusu olmadı. Aldığı her görevi yerine getirmek için canla başla çalıştı.

Yine yoldaşlarını sevmeyi, onlarla tüm güzellikleri paylaşmayı, ama onların eksikliklerini, olumsuzluklarını düzeltmek için çaba harcamayı Ayşenur kendine görev edindi. Bir yoldaşı mı hastalandı, ya da şubeden yeni çıkan, çeşitli fiziksel rahatsızlıkları olan biri mi var? Ayşenur çok da fazla olanakları olmasa da yoldaşlarının tedavisi için Sağlık-Sen'in tüm olanaklarını zorlardı. Değişik alanlarda yoldaşlarıyla her karşılaştığında onlarla sıcak sohbetlere girer, görmediğinde selam göndermeden hiçbir zaman geri kalmazdı. Ayşenur yoldaşlarıyla ilişkide ne sekterliğe ne de liberalliğe düşmeden ilişkilerini olması gerektiği gibi yürütürdü. Yeri geldi mücadeleyi bırakan sorumlusunu yeniden kazanmak için günlerce konuştu, yeri geldi birine tavır alınması gerektiğinde hiç tereddütsüz oldu.

Darbecilik dönemi de Ayşenur için yine birçok zorlukla karşılaştığı, tereddüte düştüğü anlar da yaşadığı bir süreç oldu. Ama yine de açıklığını, saflığını, temizliğini kaybetmedi. Darbe ihanetine de başlangıçta içine düştüğü tereddütü yenip, hareketi ve önderliği savundu. İhanete karşı koydu. Özlem Kılıç'ın darbe ihanetine karşı aldığı tavır, herkes gibi Ayşenur için de örnekti. Her şeyiyle kirlenmenin karşısında, savaşın içinde oldu.

Her yaşadığı süreçte, karşılaştığı tüm zorluklarda daha da güçlenmiş, örgütüyle daha da bütünleşmiş olarak çıktı Ayşenur. Yeni sorumluluk üstlenmekten, gösterişsiz bir şekilde görevlerini yerine getirmekten geri kalmadı. "... kendime düne göre daha fazla güveniyorum. Çünkü benim hareketim temiz ve ben de onun bir parçasıyım."

Her şey Ayşenur için bu kadar tereddütsüz ve netti. O yüzden hiçbir engel, hiçbir zorluk onu alıp götüremedi bu düzene. Hacettepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi'ni bitirmiş, bir de eczane açmıştı. İstese düzende rahat bir şekilde yaşayabilir, hiçbir sıkıntı, kaygı duymadan geçinip gidebilirdi. Ama Ayşenur tüm bunları elinin tersiyle itti. Olması gereken yerde, devrim mücadelesinin içinde oldu. Ailesi onu mücadeleden koparmak için çok yönteme başvurdu. Yeri geldi vaatlerde bulundu, yeri geldi olmadık tavırlar içerisine girdi, işi fiziksel şiddete kadar götürdü. Öyle ki Ayşenur'un yüzü gözü şiş bir şekilde sendikaya geldiği oldu. Ama o bunları hiçbir zaman sorun yapmadı. Ailesini nasıl ele alması gerektiğini bilince çıkarıp, ailesinin tüm engellerine, kimi uç yaklaşımlarına rağmen onları ikna etmeye çalıştı. Yılmadı. Çevresinde birçok kişinin anasını-babasını "keşfettiği" koşullarda o gerçek ailesiyle daha da sıkı bütünleşti. Ailesinin onu çekmek istediği düzenin nasıl bir düzen olduğunu çok iyi biliyordu. Böyle bir düzende yapamayacağını, yerinin neresi olduğuna çoktan karar vermişti. Ayşenur için her şey netti. Karanlıkta kalan, aydınlanmayan tek bir nokta yoktu.

Ankara Dev-Genç'ten, Sıvas-Tokat-Kayseri illerinin sorumluluğuna kadar uzanan 6 yıllık devrimcilik hayatına Ayşenur birçok şey sığdırdı. Yoldaşlarına öğretti, onlardan öğrendi. Ne düzen alışkanlıkları ne de düşmanın saldırıları ona boyun eğdirebildi. 24 Ocak 1995'te kontrgerillanın katilleri tarafından kaçırıldığında, geleneklerimize sarılarak yine sustu. Birtan'ın yükselttiği direniş türkülerini söyledi.

 

Oligarşi, kaybetmekle halkı, devrimi susturacağını zannediyor. Zulmün karşısında susan, düşmana teslim olmayan Ayşenurlar, oligarşinin bu politikasına en iyi cevabı verdiler. Kaybederek, katlederek cesetlerimizi yol kenarlarına atarak bizi bitiremeyeceklerini bir kez daha gördüler.

Ayşenur, sade, coşkulu, gösterişsiz, her koşulda halka ve örgüte güvenini yitirmeyen, tek başına kalıp "yalnız kalmayan" kişiliğiyle hepimize somut örnek olmuştur. Dara düştüğü, sıkıntı duyduğu, tereddüt yaşadığı anları olmuştur. Elbette her devrimcinin yaşantısında olabilecek şeylerdir bunlar. Ama Ayşenur böylesi dönemlerden daha güçlü olarak çıkmasını bildi. Ben yapamıyorum, kendime güvenmiyorum deyip bir kenara çekilmedi. Ailemize, değerlerimize daha sıkı sarılarak, bütünleşerek nasıl yürünmesi gerektiğini gösterdi.

Ayşenur bir Dev-Genç'li, bir devrimci sendikacı, bir kadın savaşçı, bir Parti-Cepheli olarak yaşamıyla, mücadelesiyle devrimciliğin içini doldurdu. Sessiz, mütevazı kişiliğinin altında yatan davaya bağlılığını, kararlılığını, devrim inancını son anına kadar sürdürdü. Bugün de bize öğretmeye, yol göstermeye devam ediyor.

 

(Bu anlatımın bir bölümü, Yürüyüş'ün 15 ocak 2006 tarihli 35. sayısında yayınlanmıştır.)

 

***

 

Bir yoldaşı anlatıyor: “Seni anlatmak görev!”

 

Seni anlatmaya nereden ve nasıl başlayacağım konusunda oldukça karışık kafam. Ortak tanıdığımız bir yoldaşım sen şehit düştüğünde seni anlatmamızın, seni Parti-Cephelilere tanıtmanın bir görev olduğunu dile getirmişti. Ben bugün görevlerin en zorundan birini yapacağım. Çünkü seni satırlara dökmek bir o kadar zorken, yaşamak, yaşamda karşıma dikilip de onunla sohbet etmek kolay olanı. Ama tüm yoldaşlarımı da dilimin döndüğü, kalemimin yazdığınca seni tanısınlar istiyorum. Senin nezdinde P-C'li kişilik ve önder insan özelliklerini görmek o kadar net ki. Ama biz ne kadar örnek aldık, ne kadar kavradık seni? İşte bunun cevabı bitmeyecek bir soru.

Seni uzaktan da olsa Ankara Dev-Genç saflarından tanırdım önceleri. Hani hastalığımız ya, herkes herkesi tanır, herkes herkesin (az-çok) işini bilir. '91 yazında hareket yeni bir alanda çalışacağımı söylediğinde yeni alanımın memurların özelliklerini bilmek, bu alanın Ankara'da yeni gelişiyor olması beni bir taraftan düşündürürken bir taraftan da yeni alanımın çalışmaları noktasında coşku ve heyecan yaşıyordum. Seninle birlikte başka bir yoldaşımla birlikte çalışacağım söylendi. İsimleriniz verilmişti. O dönem senin kavgada bocalama yaşadığın bir süreçti. Ama gene de gönlün, savaşanların, kavgayı omuzlayanların yanındaydı. Bu istekliliğinle tekrar çalışmak istediğini (okuldan mezun olmuştun) dile getirmişsin. Yeni alanında benimle çalışacağını bilmiyordun. İlk buluşmamız benim için de tam bir heyecandı. Çünkü birlikte omuzlayacaktık süreci. Beni görünce çok şaşırdın ve sevindin. Çünkü ailenle yaşadığın sorunlar konusunda yardımcı olacağım ve beraber aşacağımız konusunda rahattın. Ben de aynı süreçleri yaşamıştım ve bunu daha önceden duymuşsun. İlk görüşmede alandan konuşacakken hemen konuya girdin. Aile sorununu en ince ayrıntısına kadar açtın. Açıktın, samimiydin yoldaşım. Dürüstçe tüm duygularını gizlemeden anlatıyordun. Acaba ne düşünür diye kaygılardan uzak. Çünkü sen hareketine güveniyor ve onunla aşılmayacak hiç bir engel göremiyordun. "Sorun bencilliğim, kendimi sevmem değil mi, yoksa aile gerekçe" diyordun. Doğruydu. Görüyordun "ama" diyordun, "bunları aşmak, her boyuta neşter vurmaktan geçiyor." işte böyle, alanımızda, yeni, küçük adımlarda olsa ilerliyorduk. Ama coşku ve inançla yüklüydük. Sendika yerimizi temizlerken ki coşkumuzu, türkülerimizi, akşama kadar acıktığımızı bile hatırlamadan çalışıp da oturduğumuzda midemizin sesini anımsıyor musun? Tüm bunlar gözümün önünden geçen küçük ama hoş görüntüler.

Senin güçlü kişiliğin ve yenilmez özgüvenin kendini orada aldığın kararda gösterdi. Konuşma ortamımızdan bir kararla çıkmıştın. Yaşamında mücadeleyi daha çok hissetmekle başladık işe. Daha yoğunlaşma, daha koşturma, daha çok iş, daha çok insan. Artık hastane ve poliklinikleri tek tek dolaşıyor, sendika örgütlenmesini yaygınlaştırmaya çalışıyordun... Bunlar oldukça zorlu anlardı. Ama senin kavgaya bağlılığın, inancın ve iraden alt ediyordu, düzenin bağlarını.

İşte gerçek AYŞENUR kendini gösteriyordu. Annenle olan çelişkilerin hala bitmemişti, hastalığını karşına dikiyordu. Bunu göremiyordun zaman zaman. Tüm konuşmalarımızda bu nokta tıkıyordu bizi. Bir gün İstanbul’a gidecektik ve yine annen dikilmişti karşına ve şekeri yükselmiş hastalanmıştı. "İşte orada her şey netleşti kafamda" diyordun. "Ölümcül" boyutta bir durumdayken bırakıp çıkmıştın. Sonrasında aradığımızda hiç de ölmediğine ve sağlıklı olduğuna ve sana ağız dolusu saldırdığına tanık oldun. Kavganın kızı, DEVRİMCİ SOL'un kızı AYŞENUR'dun. Çok daha cesaretliydin, çok daha güvenli, çok daha atılgan. Bu yanlarını hele bir eylemde güzellemiştin ki işte hem senin, hem benim, hem alanımızın, hem de hareketimizin en büyük kazanımlarındandı Ankara'da.

Sağlık personeline yönelik ve genelde memur hareketine yönelik devletin uygulamaları noktasında bir eylemlilikti. Temmuz etkinliklerinde hastanede davullu-zurnalı eylem organize ediyordun. Gerçekten çok çalıştık. Gece gündüz demeden hastanelerde tüm nöbetleri gezerek eyleme çağırdık insanları. Sen bunun mimarıydın. Çaban çok yoğundu. Başaracağın konusunda da oldukça emin ve coşkulu, 'acaba' sorusu olmadan çalıştın. Eylem saati gelmeden Ankara'nın köpek sürüleri güçlerini yığmıştı hastane çevresine. Korku salmaktı dertleri yeni filizlenene. Ben eylem yerini görecek şekilde gerilerden seyrediyordum. Senle birlikte üç-dört sendikalı bir araya geldiniz. Kimse yaklaşmıyordu, polisin tavrını bekliyordu. Ve bir taraftan da size bakıyordu insanlar. İşte o bu cesaretin, inancın, cüretin, kavgaya bağlılığının tam bir ifadesiyle davulcuya, zurnacıya işaretinle başlattın eylemi. Pankartı asmıştınız. Ve en gür sesinle haykırıyordun metnimizi, sloganlarımızı. "Sesimi hiç bu kadar gür kullanmadım" dedin daha sonraları. Halayın başına geçtin ve işte o zaman insanlar gelmeye başladı. Hastanenin pencerelerinden bakan beyaz giysili personel akmaya başladı yanına. Hastalar alkışla ritim tutmaya başladı. Köpek sürüsü şaşkın ve çaresizdi. Saldıramadı. Sahiplenmeyi, öncülüğü gördü. Halk ve oradaki personel kucaklamıştı seni ve aralarına aldılar, sizleri korudular. Bir-iki saat sonra çıkabilmiştiniz dışarı.

İşte dönüm noktamız, işte pratiğin içinde şekillenme, kavgayla, eylemle yoğrulma. Senin önünde artık hiçbir engel, ayak bağı yoktu yoldaşım. Nasıl da coşmuştuk, kutlamıştık birbirimizi. Orada çok şey öğrendik ikimiz de. Başarılamayacak hiçbir şey yoktur dedik. Yeter ki isteyelim! Yeter ki inançla, cesaretle atılalım. Sen öğretiyordun yoldaşım!..

İşte böyle, alanımızda yeni, küçük adımlarla da olsa ilerliyorduk. Ama küçük kazanımların bizi büyük zaferlere taşıyacağını hiç akıldan çıkarmadan coşku ve inançla yüklüydük.

Çok şey yaşanmıştı o sendika binasında. Bir gün bir yoldaş bana Savunma'yı okuyup okumadığımı sormuştu. Bense okumadığımı ve çalışmalarımın yarım kaldığını söylemiştim. Onun tepkisiyse küçümser ve aşağılayan bir yaklaşımla "bir yönetici asla bu yönüyle eksik olmamalı" olmuştu. Dediği doğruydu. Bazen sözcükler doğru çıksa da söylenilen üslup ve davranış karşıdakinin niyetini sana çözdürebiliyor. Sen onun küçümsemesini fark etmiş ve çok kızmıştın. Denilenin doğruluğuna sen de ben de ses çıkarmadan onaylamıştık. Daha sonraları bir gün sendikada otururken çantandan Savunma'yı çıkardın "birlikte okuyalım mı?" önerisini biraz çekingen, biraz benim tepkimi yoklar şekilde sormuştun. İşte o an yoldaşlığın, sevginin, sahiplenmenin en önemlisi de karşındaki yöneticin de olsa onun eksiğini tamamlamanın ifadesi olan davranışınla seni daha bir sevdim, sahiplendim. İşte yoldaşlık bu, işte devrimci olmak bu dedim. Mütevazılığın, çabalı davranışın ve özünde hareketini sahiplenişinle yöneticiliği kazanıyordun. Önder insan tipinin -belki küçük bir örnek ama- göstergesiydi bu benim için.

Sen kavgada ustalaşıyordun, artık önündeki engelleri bir bir aşıp hızla koşuyordun. Yaşamın her anında iç sorgulamasına hep canlı tutuyor ve zaferle çıkıyordun. Asla senin bu konuda tökezlemen, takıntın olmadı. Çözümsüzlüğünde, açıklığın, samimiyetin ve kendini en son ayrıntıya kadar açışınla "haydi çözelim" deyişin hiç aklımdan çıkmıyor. Orada güven yatıyordu. Orada küçük burjuva kişisel kaygılardan, popülistliklerden uzak yenilenen ve devrime adanmış mütevazı bir kişilik yatıyordu.

Sendikaya vardığında, bulunduğun ortamlarda hep mütevazı kişiliği bulurduk. Sendikada otururken oranın yöneticisi misin, çalışanı mısın, yeni gelmiş bizi tanımaya çalışan emekçilerden biri misin ayırt edilmez. Sade, coşkulu, yapaylıktan uzak. Kendini öne çıkarmayan bir neferdin sen. Ama o kadar kavganın neferiyken bir o kadar da öncüsü, önderiydin de. Ta ki oturduğun yerden kalkıp üretilen işin önderliğinde, yönetim odasında insanlarımızla konuşmalarında, yaşamda müdahalelerinde yakıcı hissedilirdi. Alabildiğine sade ve yalın, coşkulu gözlerini hissetmemek mümkün değil. Bir yoldaşımla şimdi seni paylaştım. Akla gelen coşkulu, pırıl pırıl, berrakça yaşama bakan gözlerin öyle temiz, öyle saf, öyle çocukça. O bakışın hiddetlenirdi de, acımasız ve sertçe de bakabilirdi; hareketin doğrularının karşısına çıkanlara yapacağını da çok net, kesin ve kararlı koyardın.

Alandan ayrılmıştım. Farklı alanda çalışırken de, seninle, Ankara'da olmaktan kaynaklı bağımız kopmamıştı. Bir yoldaşa ifade ettiğin kaplumbağa adımları değildi seninki, devrimci yaşamında hızla koşan, beyaz yelelerini savuran yabani atlar kadar hızlı koşuyordun, durmamacasına. Bu ilerleyişin hepimize örnekti, çok yol katetmiştin, o seninle ilk paylaşımımızın yaşandığı günden bu yana.

Ankara’dan ayrılmıştım. Farklı bir ilde, farklı koşullarda çalışıyordum. Uzun süre bağlantı kuramamıştık hareketle... Bu süreçte hareket bağımı sağladı ve bana tanıdığım bir arkadaşın bağ olacağını dile getirdi. Buluşma yerine, tanıdığım insanı bilmemenin ve bağ kurmanın heyecanıyla gittim ve karşımda seni gördüm. İşte senin bana ilk buluşmadaki hissettiklerini ben o an yaşıyordum. Seninle tekrar karşılaşmak çok üstün bir şeydi o an. Ve işte, ilerlemenin, devrimcileşmenin adını koymuştun. Bu gün sen benim sorumlumdun. Ve tüm yoldaşlığını, benim sarsıntılı, boğulduğum o süreçte sundun bana. Beni kendime getirmek için elinden geleni yaptın yoldaşım. Çok gelişmiştin. Çok ilerlemiştin. Tıkadığım tartışmaları çözdün, önüme koydun. Seni üzdüğümü ve yorduğumu dile getirmeye çalışıyordum. Senin "bizi bağlayan hareketin, senin ve benim birbirimize emeğimiz çok fazla. Emek harcadın bana, sıra bende, yoldaşlığımın gereği bu" deyişin bana yoldaşlık ilişkilerinin özünü kavrattı diyebilirim ve sahiplenişini esirgememen asla aklımdan çıkmayanlar.

En son görüşmemizde, geceleyin saat 23.30 civarlarında ayrılmaya yakın (benim çok hasta olduğum bir süreçte) havanın soğuk olmasıyla hızlı hızlı konuşuyor, bir an evvel beni göndermeye çalışıyordun. Hastayım diye kıyamıyordun. Hava soğuktu ve giydiklerin ince olmasına karşın boynundaki atkıyı çıkartıp verdin. Almak istemedim. Çünkü senin nereye gideceğin, nerelerde, ne koşulda kalacağın belli değildi ve ben eve dönecektim. Bunu ifade ettim sana ama geçerli olmadı. Zorla, evet zorla taktın atkıyı boynuma. Bu son görüşmemiz oldu. O, bize senden yadigâr. Sahiplenmenin, vefanın simgesi oldu senin nezdinde...

Bir yoldaşım yazdığı mektupta, senin için "O'na ölümü yakıştıramıyorum" diyor. Hayır yoldaşım. Sana, bize, diğer yoldaşlarımıza ölüm yakışıyor. Hem de ölümlerin en güzeli; onurlu, namuslu, şerefli, vatan toprakları uğruna döktüğümüz kanla ölümü güzelliyorsunuz. Ölmek değil, onur bu. Siz de bizim onurumuz oldunuz. Onur kervanımıza katıldınız.

 

***

 

Bir Yoldaşı Anlatıyor:

 

AYŞE'ye,

Kavgamızın direnç gülü; lekesiz, pürüzsüz yaşamın berrak suyu hatırlatıyor bize. Pırıl pırıl, tertemizdin. Canımızı, fidanımızı en güzel çağında kopardı alçaklar!

Bir yoldaşımla seni anlatıyoruz Ayşe; heyecanlı ve de kaygılıyız seni anlatamayacağız diye... Yaşadıklarımızı, senden aldıklarımızın-alamadıklarımızın hesabını yaptık. Almasını bildiğimiz noktada ne kadar değerli bir yönetici-eğitmendin.

Canımız, yiğit yoldaşımız! Onca güzelliklerinden hangi birini anlatalım. Hangi birini yazalım. Hiç kolay değil... Hepimizde olması gereken, politik düşünme-öngörüyü talimatlarında hisseder, çalışmalarımızda bize aşıladığın bakış açısıyla, uygulamaya çabalardık. Sürekli düşünür, kafa yorar, hareketimizin, alanlarımızın sorunlarına çözüm üretir, bizi de bu yönde eğitmeye çabalardın.

Ta o bitmek tükenmek bilmeyen enerjin; en sancılı dönemlerimizdeki azmin, kararlılığın, işlere dört elle sarılman, sevdanın çok açık ifadesiydi. Senin kişiliğine karamsarlık, yılgınlık, çözümsüzlük çok uzaktı. Seni hiçbir zaman yakınırken, yılgın ruh haliyle görmedik. Hep coşku ve güven saçtı gülen gözlerin...

En ufak bir sorunumuzda bile oturur, saatlerce konuşurdun bizimle... Büyük, küçük sorun demeden, sıkıldım demeden... Hem de onca yoğunluğun içinde, hem de her şeyi tek başına omuzlarken...

Halkını, yoldaşlarını sınırsız sevmeyi, paylaşmayı sende gördük. Sen bizim sorumlumuzdun ama hiçbir zaman, uzağımızda, dışımızda, ayrıcalıklı değil, her zaman yanıbaşımızda, bizimleydin. Tepeden emirlerle komuta etmek, senin yöneticilik anlayışınla bağdaşmazdı. Olumsuzluklar karşısında tepkiselliğe düşmeden, yerinde ve zamanında müdahalelerinle, yakaladığın üslupla geliştirmeye çalışırdın. Evet, yoldaş, seni çok kızdırdık, sinirlendirdik. Buna rağmen eleştirilerin, parçalayıcı, kırıcı değil, yapıcı ve güven vericiydi. Eleştirilerinde kişisel didişme, ayrıntılarda boğulma yönüne rastlamadık.

Hareketimizi sahiplenme bilincinle zaaf ve eksikliklerimizde nasıl acımasızsan, dönüştürme noktasında da bir o kadar ikna edici ve sabırlıydın. Her şey kafanda net ve berraktı, bunun olgunluğuyla davranırdın bize.

Sen düzen kadın kişiliğine öyle uzaktın ki, şuna da eminiz ki bu tür özellikleri kendinde gördüğünde, acımasızca üstüne gider, yok ederdin. Bilirdik sende iç denetimin ne kadar işlevli olduğunu. Mütevazıce verdiğin özeleştirilerinden anlardık, çıkardığın o derslerden ve yaşamına bunu yansıtmandan. Devrimci kadın kişiliğini yaşamında her boyutuyla hissettirirdin. Sen en zor koşullarda, tüm zorluklara rağmen görevinin başındaydın. Özveri ve fedakarlık senin yaşamında anlamını buldu. Gerçek sevgi ve dostluk sende somutlandı...

Her gittiğimiz kitle ilişkisinde onları gözlemler, örnek alınacak yönlerini bizlere de gösterirdin. Her insandan öğrenilecek bir şeyler olduğunu kavrattın. İnsanların olumsuzluklarına tavizsizken, olumlu yönlerini ön plana çıkarıp geliştirirdin. Hiç kimseyi küçümsemez, tepeden bakmaz, pek çok olumsuzluğu olan insanların bir yerlerinde kalmış olan olumluluğunu bulup çıkarır, elinden bu şekilde tutardın. Çünkü sen insanlara, halka değer vermesini bilirdin.

Hatırlarsan bir gün gözaltından çıkıp gelen sorumlu düzeyde olmasına rağmen düşman karşısında başı eğik çıkan bir yoldaşımızla ilk karşılaştığında tepkin ellerindekileri bir kenara fırlatıp, ona coşkuyla, sıkıca sarılmıştın. Onu tanıyordun, çok öncesinden sorumlun, örgütleyicindi. Sevgi ve saygı duymuştun ama bu olumsuzluğu karşısında senin tavrın beni şaşırtmıştı. Bunun farkına vardığında tepkiselliğin hiçbir şeyi çözemeyeceğini, suçunun hesabını Hareket'e vereceğini, onu düzen kollarına atmayıp sonsuz sevgimizle bağrımıza basıp, dönüştürmek için emek harcamamız gerektiğini anlatmıştın. Onun bu durumunu olgunlukla değerlendirip "mutlaka sevgi ve saygımda bir farklılık oldu. Çünkü o konumuna yakışmayan bir suç işledi, ama yoldaşımıza duyduğumuz güvenle, kendini ispat için her yolu açmalı, coşkumuzu aşılamalıyız" demiştin.

Hatırlar mısın sana hep fazla titiz ve temiz olduğun için takılır, ama örnek almaktan, imrenmekten geri durmazdık. Birgün benden ev ayarlamamı istemiştin kalmak için. Ayarladığım evi öğrendiğinde kendin özelinde evin bulunduğu bölgenin denetimde olduğunu, ilkesizlik yapmaktansa en pis koşullarda, inşaatta yatmayı tercih etmiştin. Son anda gittiğimiz bir kitle ilişkisinde kalacak yer bulduğumuza sevinmiş, inşaatta yatıp riske atılmaktan kurtulmuştuk.

Canımız Ayşe’miz;

Seni ne kadar anlatsak ta ifade edemediğimizi düşünüyoruz. Bıraktığın değerleri yaşamda somutlamaya kararlıyız, bunu bil.

En zor koşullarda senin enerjin, sabrın, güçlü halk sevgin, yoldaşlarına, Parti'ne bağlılığın ışık olacak bize. Sana söz veriyoruz direnç gülü, adını andımız, sevdan kılavuzumuz olacak... Ankara sokakları borcunu ödeyecek sana, açtığın patika yollardan on binler geçecek ve gün gelip özgür vatan topraklarına kazınacak bu ayak izleri. Seni benliğimizde yaşatacak, her yeni süreci bıraktığın değerlerle göğüsleyip, asla yılmayacağız.

 

***

 

Bir Yoldaşı Anlatıyor: AYŞENUR OLMAK

 

Tek başınaydı ama o bir cepheliydi.

Kimi zaman çalıştığımız yerde tek olmak, bir şey yapmamanın gerekçesi olur. Oysa bir cepheli tek başına da olsa orada çok kişi olmayı becerebilmeli, örgütçülüğün cepheli olmanın önemli bir özelliği olduğunu görmelidir. Ayşenur da tek başına olanlarımızdandır. Hareket ona bulunduğu alanda sendika çalışması yapmasını söylemiştir. Onunla birlikte koşturacak, iş yapacak kimse yoktur. Ama gelen emirleri, verilen görevleri harfiyen yerine getirme sorumluluğu hiçbir zaman " bu iş olmaz, kimse yok" dedirtmemiştir Ayşenur'a. Sessiz, sakin kurulmuştur Sağlık-Sen. Ayşenur'un emeğiyle, sabrıyla kurulmuştur. Tek tek ilgilenir insanlarla. Konuşur anlatır, eğitir insanları, her gece bir başka ilişkisinin evinde kalır Ayşenur ve hayatı paylaşır insanlarla. Çalışmaları sonuç verir. Çevresindeki insanlar netleşir ve Sağlık-Sen'in kurucuları haline gelir.

Parçacı değil, Cepheyi düşünendir Ayşenur. Devrimci Memur Hareketi sağlık iş kolunda yeni örgütleniyordur, ama o insanlarıyla, tüm gücüyle hareketin genel kampanyalarına katılır. Kampanya içinde en aktif birimlerden biridir. Yine Ayşenur'un hareketi sahiplenişi ve bağlılığı onun günlük yaşamda verdiği tüm kararlarda kendini hissettirir. Örneğin darbecilik sürecinde yaşanan tartışmalarda doğru tavrı alıp gelişmeleri değerlendirerek, diğer insanların da kavramasını sağlamıştır. Ve zor süreçlerin insanı olduğunu kanıtlamıştır.

İnsanları tüm yönleri ile değerlendirme ve sonuç çıkarma yeteneğine sahiptir Ayşenur. İlgilendiği insanların olumsuzlukları vardır, bilir. Ancak olumlulukları onun için asıl öne çıkarılan yandır. Olumlu yönlerini değerlendirip geliştirmesini bilendir. Hareketi geliştirmenin insanları geliştirmekten geçtiğinin bilincindedir.

Hırslıydı, yani Cepheliydi Ayşenur. Biliyordu ki yeni bir dünya kurmak, dünyayı fethetme coşkusu ve hırsıyla dolu olmak demektir. Dolu dolu yaşıyordu bunu. Bu hırsla sarılıyordu işlerine. Planlı programlı olması, her insanda bir olumlu yan görüp oradan yaklaşması, işlerini sonuç almadan bırakmaması bundandı.

Cephe kültürünü kavrayandır Ayşenur. Mütevazidir örneğin. Demokratik alanda yeraltı çalışmasını ustaca yapıyor olmasının bir nedeni de budur. Tavır ve davranışlarında, konuşmalarında kimse hissetmemiştir onun sorumlu olduğunu. Sıradan bir insan gibi girip çıkmıştır kurumlara.

Ve işkencede ser verip sır vermeyendir Ayşenur. Onun direngenliği, hareketi sahiplenişi çileden çıkarmıştır işkencecileri. Ölüm korkusunu, çoktan yenmiştir Ayşenur. Ailesine olan duygusallığını halka duyduğu sevgiyle Cephenin bir savaşçısı olmanın bilinciyle yenmiştir.

Ve zaferi kazanan olmuştur Ayşenur. Zafer milyonlarca emekçinin yaşaması için ölmeyi bilmektir. Zafer, düzenin yozluğundan, bencilliğinden, çürümüşlüğünden çekip almaktır insanları. Zafer, umudun adını nakış nakış işlemektir hastane duvarlarına. Dalgalandırmaktır orak çekiçli bayrağı alanlarda.

Zafer özgürlük için, gelecek için, milyonların kurtuluşu için düşebilmektir yollara emin adımlarla. Ve zafer haykırabilmektir inancını kurşuna dizilirken bile. Tanya ve Ayşenur gibi.

 

***

 

Bir Yoldaşı Anlatıyor:

 

Ayşenur’la ilk defa  "93 1 Mayıs’ına katılmak için İstanbul’a giderken otobüste tanıştım. Bir yoldaşım tanıştırmıştı. Ayşenur yoldaşla tanışırken "Aaa, demek bizim işçilerden" diyerek merhabalaşmıştık. O an Ayşenur yoldaşımın, yoldaşlarına karşı nasıl sıcak davrandığını farkettim. Otobüste önümüzdeki sırada oturmuştu, ara sıra sohbet ederek, türküler, marşlar söyleyerek İstanbul'a varmıştık. Hepimizde 1 Mayıs coşkusu vardı. Bu coşkuyla alanlara çıktık. Sloganlarımızı birlikte haykırdık.

1 Mayıs dönüşünde yine Ayşenur yoldaşla aynı otobüse binmiştik. Otobüste birkaç alandan yoldaşlarımız vardı. Hemen hemen herkes yorgundu. Ayşenur bir ara ayağa fırladı ve otobüsün mikrofonunu eline aldı. Otobüste bulunan herkese her alandan bir arkadaşımız türkü söyleyecek dedi. O andan sonra tekrar hepimiz yorgunluğu unuttuk. Sanki tekrar 1 Mayıs alanındaydık.

Ayşenur'la daha sonraları da karşılaştık. Sessizliğiyle dikkat çekerdi. Konuşmalarında mütevazi bir anlatımı vardı. Ayşenur yoldaşın her hareketinde coşkusu, kararlığı, harekete olan bağlılığını görürdük.

 

***

 

Bir Yoldaşı Ayşenur Şimşek'i Anlatıyor:

Devrimimizin mütevazi utangaç kahramanı.

 

Ayşenur yoldaş, seni '89'un başlarında tanıdık. Sessiz, mütevazi, utangaç bir kişiliğe sahiptin. En büyük problemin ailendi. Tüm çabalarına rağmen aileni dönüştürmekte başarı sağlayamadın. Emek harcamaktan da vazgeçmedin. Ailenin gerici olması sürekli seni mücadeleden koparma istekleri, hatta onun için seni eve hapsetmeleri, dövmeleri, her defasında sonuç vermemişti. Sen devrime sevdalıydın. Sevdiğine koşan vefalı bir yar gibi her defasında kavgaya koştun. Ailen sana engel olamadı. Bir yandan ailenle savaşırken, bir yandan da sıra neferi olarak düşmana karşı savaştın. Tereddüde düşmedin. Aileni bahane ederek saflarımızı terketmedin. Oysa birçok geçici yol arkadaşın aynı gerekçeyle safları terketti. Sense hızla kendini eleştirerek Hacettepe Merkez Kampüsü DEV-GENÇ Komitesi içerisinde yer aldın. Hacettepe Merkez Kampüsünde kavganın en önünde yer aldın. Her bloğunda, her amfisinde senin emeğin var. Bir zamanlar senin önünde yürüyenler teker teker düşerken, sen bu düşkünlerin canlı cesetlerine basarak kavgaya devam ettin. Ayşenur, devrimimizin mütevazi utangaç kahramanı. Disiplinin, özverin, yoldaşlarına ve hareketine olan sevgin bize örnek oldu. Seni gözaltına alıp katledenler sana boyun eğdirememenin çaresizliğiyle, acizliğiyle seni katletmişlerdir. Seni unutmadık Ayşenur yoldaş. Seni unutmayacağız. Devrimimizin mütevazi utangaç kahramanı. Seni katleden işkenceci katiller mutlaka devrimci adaletimize hesap vereceklerdir. Sen rahat uyu. Sizlere söz verdiğimiz devrimi size armağan edeceğiz.

 

***

 

Bir Yoldaşı Ayşenur Şimşek'i Anlatıyor:

 

Onu ilk memur alanında çalışmaya başladığımda tanıdım. Doğallığı, saf ve dürüsüt yanları samimiyeti en çok dikkat çeken yanlarıydı. Ailesine çok bağlıydı. Ancak zamanla mücadele içinde yer almada daha ısrarlı olunca ailesinden ayrıldı ve mücadeleyi seçti.

Ailesi ona mücadeleyi bırakması için eczane bile açmıştı, istese bu düzen içinde kendine iyi bir yer edinebilirdi. Hatta bir seferinde ailesi Ayşe'yi eve kapatmış, o çıkmak istediğinde ise çok kötü dövmüşlerdi. Yüzünde morluklar vardı. Birgün çıkageldi. O eve bir daha gitmeyeceğini söylüyordu, uzun bir süre ailesiyle görüşmedi. İşini, evini ve ailesini bırakarak, her şeye rağmen, darbecilik sürecinin yaşandığı bir dönemde harekete sahip çıktı.

Onun kaybedildiğini ilk duyduğumda inanmak istememiştim. O yeşil gülen gözleri, tüm neşesi, coşkusu, bağlılığıyla, mütevaziliği ve insanlarla kurduğu sıcak ilişkileriyle, gece gündüz hastanelerde dolaşması, Ankara Sağlık-Sen'i kurmadaki ısrarıyla gözümde canlandı.

Darbeciliği ve önderimizin darbeciler tarafından gözaltına alındığını öğrenince ağlamıştı. Ancak bu duygusallığını, her şeyiyle hareket saflarında yer alarak bilince dönüştürmesini de bildi.

O Ankara'da memur mücadelesinin, Sağlık-Sen çalışmalarının ilk yaratıcılarından oldu, ancak daha büyük sorumluluklar almasını da bilerek, bir savaşçı da olabildi.

İşkenceciler onu kaybedip, cesedini bir kenara atsalar da onun inancını, kararlılığını, coşkusunu, harekete, önderliğe, kavgaya bağlılığını, gözlerindeki umudu, sevgiyi yok edemediler. Sen yüzündeki o güzel gülüşünle hep yaşayacaksın.

 

Geri