Ayhan
Pektaş'ı Yoldaşları Anlatıyor:
Şehitliğine tanık olan bir yoldaşı
anlatıyor:
"VAKTİMİZ
YOK ONLARIN MATEMİNİ TUTMAYA"
Yoldaşları birkaç adım ötelerinde duruyordu işte.
Ayağı, elleri ve yüzü parçalanmıştı.
Biraz önce konuşmuşlardı oysa.
O gece konulan bombalardan biri patlamamıştı,
kontrole gidiyordu, uygunsa geri alacaktı. O gece emperyalist kuruluşlara ve
polise ait 10'dan fazla yer bombalanmıştı.
Yoldaşının şimdi böyle kanlar içinde yattığı yer de
Mercedes bayiinin önüydü.
Aslında patlamamış da olsa geri almaya gerek
yoktu... Ama işte ikisinde de sabah bir başka yoldaşın yine patlamayan iki
bombayı yerlerinden almış olmasının rahatlığı vardı.
İbrahim Yalçın Arkan, yanındaki yoldaşıyla
ilerlerken o karşıdan gelmiş, ayaküstü konuşup geçmişlerdi. Bölge durmalarına
uygun değildi. İzmir'in ortası, merkezi bir yeriydi ve üstelik Nato'sundan diğer emperyalist şirketlerine kadar pek çok
kurum olduğu için de çok denetimli bir yerdi.
Ondan ayrılmalarının üzerinden birkaç dakika
geçmişti ki bir patlama sesiyle irkildiler.
İkisinin de içine doğmuştu sanki. Hemen geri
döndüler, patlamanın olduğu yere yaklaştılar.
Biri yerde yatıyordu. Elleri, ayaklan parçalanmıştı.
Bir an içlerinden "o değildir" diye
geçirdiler.
O olmamalıydı. Olmasını istemiyorlardı. O değil de
yoldan geçen biriyse yine üzüleceklerdi belki. Ama şirket yöneticilerinden
biriyse pek de üzülmeyeceklerdi.
Yoldaşları olmasın istiyorlardı.
Yerde yatanın yüzü bombadan parçalanmıştı...
Dikkatle bakıyorlardı... Onun olmadığını kanıtlayacak bir işaret, iz
arıyorlardı.
Sonra pantolonunun altından
görülen pijamaya takıldı
gözleri.
Beklentileri, umutlan söndü birden. İkisi de
tanıyordu o pijamayı.
Evet, artık şüphe yoktu, oydu.
Can çekişiyordu Ayhan.
Birazdan cuntaya karşı savaşın şehitleri kervanına
katılacaktı.
Cuntaya karşı savaşmakta tereddüdü olmamıştı hiç.
Çevresine cesaret ve kararlılık taşımıştı bu süre boyunca.
Çaresizdiler. Yoldaşlarını alıp hastaneye
götüremezlerdi.
Anlaşılan bomba tam aldığı anda patlamıştı. O an
artık yapılacak birşey yoktu.
Orada daha uzun süre de kalamazlardı. İkisi de
aranıyordu çünkü.
Çevredeki inzibatlar yaralı yoldaşlarının etrafını
adeta kuşatmışlardı zaten. Onu orada bırakıp uzaklaşmak zorundaydılar. Ne başka
birşey yapma imkanları vardı,
ne de yapamayacakları birşeyi deneme duygusallığına
kapılmak hakkına sahiptiler.
Kavga acımasızdı. Ölüm ve yaşam bu kadar içiçeydi işte. Dönem cunta dönemiydi. Gözyaşlarını, öfkelerini
içlerinde tutup ayrıldılar oradan. Akşam gazetesi çıkıncaya kadar da kimseye birşey hissettirmemek gerektiğini konuştular.
Biraz sonra başka yoldaşlarıyla randevuları vardı,
alabildiğine normal davranmak zorundaydılar.
Üzülmek lükstü, öfke kalmıştı bir tek geriye.
İbo hızla gereken yerleri haberdar
etti. Hemen önlem alınması gereken evler, uyarılması gereken arkadaşlar vardı.
Yoldaşının acısını yaşayacak zamanı bile yoktu işte.
Gerilla savaşını düşündü. Yoldaşlarının şehit
bedenlerini çatışma alanında bırakıp geri çekilmek durumundaki savaşçının
duygularını düşündü bir an. Aynı duyguları yaşadığına kuşku yoktu.
Gerillanın gözleri gözyaşlarıyla bulanmamalıydı o
an. Şehitler verirken bile düşmanın üzerinden dikkati eksik olmamalıydı.
Yoldaşlarını korumak için Sibel gibi, Adalet gibi
kendini feda etmekte, şehit düşen yoldaşını savaş alanında bırakıp çekilmekte
bu savaşın doğasında vardı.
Duygusallığa ise yer yoktu.
Hızla ve öfkeyle düşündü İbo.
Kinle düşündü. Savaş sürüyordu. Sürecekti. Yarın, yoldaşlarının anısına
emperyalistlere bir darbe daha vuracaklardı. Şehit yoldaşına karşı görevlerini
ancak böyle yerine getirebilirlerdi.
"Vaktimiz yoktu onların matemini tutmaya",
gerçek buydu.
Savaşın kuralı buydu.
(Bu yazı, Halk İçin Kurtuluş dergisinin 11 Ekim 1997 tarihli 50.
Sayısının Yoldaşlar Bizi Aşın köşesinde yayınlanmıştır.)
***
Malatyalı karayağız
delikanlı
Çınarlı Meslek Lisesi’nden Ayhan.
Malatyalı
karayağız delikanlı. Alabildiğine
zayıf bedeninde kuvvetli bir irade taşıyan militan.
O ilk dönemlerde Çınarlı’da
fazla taraftarımız yoktu. Ama Ayhan tek kişilik ordu gibiydi. Çınarlı Meslek’te
arka arkaya gerçekleştirilen direnişlerin önderi, örgütleyicisi,
ateşleyicisiydi. Gerçekten de kelimenin gerçek anlamında ateşli bir arkadaştı. Her zaman coşkulu. İzmir liselerindeki ilk birkaç Devrimci
Sol’cudan biriydi. Pratikte içinde olduğu örgütlenmenin yaptıkları, onun
yapılması gerektiğini düşündüklerinin gerisindeydi. Bu Devrimci Sol’dan yana
tavır almasına yetmişti. Ama onunla kalmamış, kısa sürede kendini teorik olarak
da yetkinleştirmişti. Okulundaki DY’nin
sorumlularından birini, ayrılığın üzerinden epey bir süre geçtikten sonra
örgütleyip Devrimci Sol’cu yapması, onun okuldaki hem pratik, hem teorik
etkisinin bir sonucu olmuştu.
Bir süre hareketten uzak kaldı, onun gibi coşkulu,
heyecanlı biri için bu ağır bir ceza gibiydi. Uzaklaştırma cezasının süresi
bittiğinde aynı coşkuyla görevlerinin başındaydı. Ayağından kurşunla yaralandı,
birkaç ay yatağa mahkum oldu, ayağa dikildiği an, yine
aynı coşku, yine aynı kararlılık. Güçlü iradesi, her zorlukta onun yeni bir
atılım yapmasını sağladı. O kısa süreçte, bu kesintilere rağmen, Liseli
Dev-Genç’in yöneticilerinden biri oldu.
Genç yaşta ülkesine, halkına karşı büyük
sorumluluklar üstlenen, rüyaları, hülyaları bir liselinin çok ötesine taşan,
sanki doğuştan savaşçıymış, doğuştan devrimciymiş gibi yaşayan liselilerden
biriydi.
Çiğli’de soğuk bir ev, aç yatılan geceler, bir süre sonra
aranma koşullarında daha da zorlaşan bir hayat; ama bir kez bile sızlanmayan ve
bir kez bile cuntaya karşı savaşta tereddüte düşmeyen
bir liseli. Belinde silah, cebinde savunma tipi el bombasıyla eylemden eyleme koşan, ve o haldeyken bile, çıkış saatlerinde liselerin kapılarının
yakınında dolanıp insanlarla görüşmeye, ilişki çıkarmaya, örgütlenme yapmaya
çalışan bir Ayhan. Hem de cunta koşullarında.
Cuntadan sonra törensiz gömülen yoldaşlarımızdan
biri oldu Ayhan. Fakat, cunta koşullarında savaşı
sürdürüyor olmanın onuruyla gömüldü.
Erken öldü o. Çünkü o bir partizan’dı. Büyük
şehirlerin kalabalık caddelerinde, ücra sokaklarında, meydanlarında ve kalabalık
okullarında halkın sosyalizm kavgasını sürdüren bir militandı.
(Bu anlatım Bağımsızlık
Demokrasi Sosyalizm için Yürüyüş dergisinin
9
Ekim 2005 tarihli 21. sayısında yayınlanmıştır.)