Aydın BULMAK'ı Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:

 

 

Hapishaneden ve dağlardan yoldaşları anlatıyor:

 

Dersim'de bir Aydın'ımız yaşadı

22 yaşındaydı

sarı kıvırcık saçlı

Fevziçakmaklı

işkencede defalarca Nemrutları

bozguna uğrattı

-Ve yoldaşları yarsın diye kuşatmayı

çatışma alanında gönüllü kaldı

çatışmadan sonra kullandı silahını

-Aydın en iyi bilenlerimizdendi

suçun cezayı gerektirdiğini

cezanın da değişmeyi

değişmek için sürdü namluya yüreğini

gaye

bir adım ileri atmaksa

önce

içindeki maymunu mağlup etti

bilirdi o; şehirlerlerde duvara

yoldaşlarının umudun adını

al kanla yazdığını

haklılığın mührünün yüreklere böyle basıldığını anlamıştı

karar almıştı

şehirlerdeki geleneği kırlara taşımak gerek

beyinlere inancımızı kazımak gerek

umudun adını bir kayaya

nakış nakış işlemek gerek

ve bacağından yaralanınca

umudumuzun adını

bir kayaya nakşetti

-Karanlıktı karanlıktı

vakitlerden sonbahardı

Ovacık'ta dereler kan akmıştı

kızıl dağlar ayaklarını

kanlı derelerde yıkadı

Aydın uyumamak için kendini zorlamıştı

toprak susamıştı

Aydın da

Su'dan önce görevini hatırladı

çekilince yoldaşları

talan ordusuna doğru kurşunlarını yağdırdı

O, kendini aşmıştı

-kavgaya aşk diye bağlanınca

hangi kaleler fethedilmez

hangi sorunlar aşılmaz ki

dönüşülür mü? Dönüşülür!

Feda kuşağı engel tanır mı?

İşte bizimi Aydınımız

ölüm anında neleri yaratıp ölümsüzleşirler.

...

 

Aydın (kod adı Cavit'ti); kumral, orta boylu, saçları hafif kıvırcık birisiydi. Beş çocuklu ailesinin dördüncü çocuğuydu. Daha çocuk yaşlarında devrimcileri tanımaya başlamıştı. İlk, ortaokul ve liseyi Elazığ'da okudu. Başarılı bir öğrenciydi. Çevresine karşı duyarlı bir genç olan Aydın, arkadaş çevresinden etkilenerek devrimci oldu.

Aydın'ı Malatya'daki tüm faaliyetlerde görmek mümkündü. Şölenlerden, cenaze törenlerine, öğrenci eylemlerinden şehit ve tutsak ailelerinin örgütlenmesine kadar her işe koşturuyordu. Bu yoğun faaliyetlerinden dolayı okuluna devem edemedi. Fiilen okulla ilişkisi 1991'den sonra kesildi. Aydın, okumaya-araştırmaya önem veriyordu. Bir Che hayranıydı.

Aydın savaşmak istiyordu ve ona göre savaşçılık kırda gerilla olmaktı. Bu nedenle hayalinde kır gerillası olmak vardı. (...)

Darbeciliğe karşı en amansız mücadeleyi verdiğimiz 1993 başlarındaydık. Malatya, darbeci ihanet pisliğinden zarar gören illerden biriydi. Darbeci ihanet çetesi hem şehir örgütlenmemize, hem de kırsala bulaşmıştı. oportünizm darbecilere her türlü olanağı sunuyor, açıkçası ihaneti besleyip büyütüyordu. Darbecilere legal dergi bürolarında basın açıklaması yaptırılıyor; Malatya'daki bütün siyasetler bu basın açıklamalarında Önderimiz ve Devrimci Sol ailesine yönelik küfürleri büyük bir mutlulukla dinliyor, destekliyor ve alkışlıyordu. Öte yandan bulunmaz bir fırsat yakaladığını düşünen düşman hemen hemen her hafta örgütlülüğümüze yönelik operasyon yapıyor, 7'den 70'e insanlarımızı işkenceden geçiriyor, tutukluyor, kısacası bizi Malatya'da bitirmeye çalışıyordu.

İşte Aydın, darbeci ihanet, oportünizm ve oligarşinin hareketimize yönelik saldırılarda birleştiği bu süreçte içindeki dağ özlemini bastıyor, ve bu hayasız saldırılara karşı Malatya örgütlülüğü içerisinde başı çeken insanlarımızdan biri oluyordu. Kır gerillası olmak istiyordu. öte yandan örgütlülüğün talep edenleri gerillaya gönderme kararının olduğunu da biliyordu. Ama Malatya örgütlülüğünün de kendisine ihtiyacı olduğunu biliyor ve bu nedenle gerillaya gitme talebinde bulunmuyordu. Bununla birlikte her fırsatta gerilla özlemini ifade ediyordu. Gerillaya gitmekte olan Mikail Güven ve Aydemir Şahin ile vedalaşırken onlara gıpta ile bakıyordu. Mikail, Aydın'a; "sen gelinceye kadar ben çoktan uzmanlaşır, komutan olurum" diye takılınca Aydın, "ben de burada uzmanlaşır, oraya komutan olarak atanırım" diye karşılık vermişti.

Aydın'ın abisi Malatya kırsalında görevliydi. 13 Eylül darbesinden sonra zaaflarına darbecilik pisliğinde cevap bulmuş ve görev yerinden kaçarak ihanet etmişti. Kaçmadan önce konuştuğu birçok insanın kafasını karıştırmış, bunlar da yetmiyormuş gibi bölge hakkında ne biliyorsa 40 sayfalık raporla darbecilere bildirmiş, bu raporun düşmanın eline geçmesiyle onlarca insanımız gözaltına alınmış, işkencelerden geçirilmiş, tutuklanmıştı.

Darbeci söylemlerle pekçok insanın kafasını karıştıran abisi, Aydın'ın kafasını karıştıramamıştı. Aydın'ın feodal yanları vardı. Ancak Önderimize, Hareketimize ve mücadelemize olan bağları bütün feodal bağlarını aşabilecek güçteydi.

"On yılların devrimcisiyim" diyenler feodal bağlarından etkilenip, darbecilik pisliğine bulaşıp ya da sessiz kalırken, Aydın devrimci adalete teslim etmek için adres adres, darbecilik pisliğine bulaşan abisini arıyordu. Abisinin kafasını karıştırdığı insanlarla bizzat kendisi konuşuyor ve onları netleştirip Hareket saflarına kazandırıyordu.

Bu süreç Aydın'ın hızla gelişip militanlaştığı, feodal ve duygusal yaklaşımlardan kurtularak olgunlaştığı bir dönemdi. Kendini aştıkça dünyaya daha savaşçı bir gözle bakıyordu. Tanıştığı her insanın savaşçı özelliklere sahip olup olmadığına dikkat ediyor, ilgilendiği insanların bu yönlerini geliştirmeye çalışıyor, hergün önünden geçip gittiği düşmana ait kurumlara artık eylem hedefi olarak bakıyor ve istihbaratını çıkarıyordu.

Aydın gelişip olgunlaştıkça sorumluluğu da artıyordu. Aldığı yeni sorumluluklarda yetersizlikleriyle yüzyüze geliyor, ama başarısızlıklarında yenilip yıkılmıyordu. Aksine, daha büyük bir iradeyle, inatla görevlerine sarılıyor ve başarısızlıklarından öğrenmesini biliyordu. Dahası O, artan sorumluluklarını kariyer olarak kavramıyor, doğal yapısını kaybetmeden çalışmaya devam ediyordu. Her zaman coşkulu-espirili, gakkoş kültürünün esintilerini taşıyan Aydın olarak kaldı.

1993 Nisan ayında gerçekleşen bir polis operasyonunda gözaltına alınıp tutuklandı. Toplam on kişi tutuklanmıştı. Biz tutsaktık, ama Malatya'daki mücadele gelişerek sürüyordu. Liseliler, Üniversiteliler, köylüler her zaman ziyaretimize geliyor, görüş kabinleri şenleniyordu. Aydın her ziyaretçimizle ayrı ayrı görüşüyor, sordukları sorulara cevap veriyor ve sonuçta onları daha aktif bir kavgaya devat ediyordu.

Hapishanede kaldığı 3.5 aylık bir süreç Aydın'ın daha da gelişip olgunlaştığı bir dönem oldu. Bu 3. tutuklanışıydı. Daha önceden de kası süreli iki tutsaklığı olmuştu. Aydın, hapishanede yaşamın her alanında katıldı, emek sarfetti. Biz de onu daha yakından tanıdık. Espirili ve muzip yapısı nedeniyle sorunlara yeterince yoğunlaşmadığını sanırdık. Oysa öyle değildi. Aydın Hareketi ve yoldaşlarını ilgilendiren her sorun karşısında duyarlıydı. Örgütün ve yoldaşlarının sorunlarına kafa yoruyor, çözemediğinde üzüntüye kapılıyordu.

(...) Özgürlüğümüze kavuştuğumuzda yaz sonuydu. Aydın artık kararını vermişti. Gerillaya gitme talebinde bulunacaktı. Malatya'da işlerimizin büyük oranda rayına oturduğu, artık yerinin dağlar olduğunu düşünüyordu. Talebi kabul edildi. Ancak birkaç hafta daha beklemesi gerekiyordu. Gerillaya gidinceye kadar geçen süre içinde her günü dolu dolu geçti. Ve sonunda 1993 Ekim ayında iki arkadaşla birlikte Dersim kırsalının yolunu tuttu.

*

Gerillaya ulaşmadan önce, Elazığ'da zorunluluktan dolayı bir hafta kaldık. Gerillada giyebilecek elbiseleri, ayakkabıları Aydın, bir okul arkadaşının vasıtası ile temin etti. Dersim'e içinde Zeynel Kızılkaya'nın da bulunduğu toplam üç kişi gerillaya katılmıştık.

Aydın (Cavit), gerillaya katılır katılmaz sorunları aşma çabası içine hemen girdi. Olayları, insanları politik değerlendiren Aydın, müfrezenin siyasi eğitim sorumlusu oldu. Hatta hepimiz Gündem Gazetesi'ndeki "Qırıx" köşesinden yola çıkarak Aydın'a "siyasi abi" diyorduk. Gerilla yaşamının zorluklarına kısa sürede alışan Aydın'ın karşılaştığı en büyük sorun ise ayağının sık sık burkulması idi. Hapishanede spor yaparken burkulan ayağı hep başına bela olacaktı.

Aydın'ın giyim kuşamı değişmiş, öğrenci kiyafetli Aydın gitmiş, yerine sanki yılların gerillası Aydın gelmişti.

Gezici kış faaliyetlerinde yeralan Cavit (Aydın Bulmak), müfrezede çalışkanlığı ve eleştirilerinde acımasızlığı ile göze çarpıyordu. Köylülerle iyi dialog kurmak için Zazaca'yı öğrenmeye çalışıyordu.

19 Mart 1994 tarihindeki Krasor çatışmasındaki birliğin içinde Aydın da yeralıyordu. Şehitlerden sonra Aydın yaşamda daha da aktifleşti. 23 Nisan 1993'te şehit düşen 12 yoldaşımızı anmak için bu süreçte bir program hazırladık. Programda yeralan tiyatroyu yazanlardan ve oynayanlardan biri de Aydın idi. O, bu tür yeteneklerini "Moral Geceleri"mizde de sergiliyordu.

1 Mayıs'ta müfrezemiz yeni faaliyet alanlarına gitmek için ayrıldı. Cavit bu dönemde Mazgirt'e gidecek Zeki Öztürk Müfrezesi'nin komutan yardımcılığına atandı. Daha faaliyet bölglerine ulaşmadan 4 Mayıs 1994'te Pertek Çalaxane'de düşmanla çatışmaya girmişlerdi. Cavit bu çatışmada bir kayalığa mevzilenmişti. Yanında iki savaşçı daha vardı. Hozat Bargini tarafından üzerimize gelerek bizi sıkıştırarak imha etmek isteyen düşmanın saldırı taktiğini Cavit de militanca karşılamıştı. Saat sabah 08.00-80.30 arası düşmanın alana sızdığını farkedince ateş etmişler, ileri doğru hareket eden düşman askerlerini sürekli geri püskürtmüşler. Bir ara üzerlerine gelen ve elinde bir MG-3 olan askeri Cavit vurmuş. Ardından MG-3'ü almak için ileri atılmış. Ama aynı anda başka bir düşman askeri MG-3'ü kapıp ateş etmeye başlamış. Cavit MG-3'ü almak için şehit düşme riskini de göze almıştı. Ama düşman askeri MG-3'e daha çabuk yetişmiş. Eski yerine gidemeyen Cavit, yeni bir yerde mevzilenmiş. Ve slogan atmaya başlamış. Cavit'in slogan atması düşmanı şaşkına çevirmiş. Düşman ne yapacağını bilemediğinden anlık da olsa yerine çakılıp durmuş. Çatışmada iki yoldaşımız şehit düşmüştü. Ama düşman onlarca kayıp vermişti. Cavit militan bir tavır sergileyerek düşmandan silah almaya çalışmış, slogan atmış ve dişediş çatışmıştı.

Mazgirt bölgesine ilk defa gidiyoruz. 1994 Mayıs ayına kadar Dersim'in belli ilçelerinin belli köylerine gitmiştik. Yeni olan bir bölgeye giderken çekincelerimiz, statükolarımız çoğunlukla bize yöne veriyordu. Yeni olan bölgeyi bilmemekten kaynaklı sorunlar gelişimimizin önüne engeldi. Cavit ise; yeni bir bölgeye gitmekten dolayı sevinçli, coşkuluydu. Hiçbir kaygısı yoktu. Bu coşkusuna birliğin diğer savaşçılarını da ortak etmişti. Mazgirt'te bir ay faaliyet yürüten bu müfrezemiz, araziyi kısmi anlamda tanımış, ilişkiler yaratmış, belli başlı köylere de gitmişlerdi. Mazgirt'e gidip gelirken de Dinar köprüsünden geçmişlerdi. Düşman sık sık bu köprünün üzerine pusu atıyordu. Cavit gönülü olarak komutana söyleyerek köprüyü önden kontrol edip karşıya geçiyor, harhangi birşey olmadığını gördüğünde işaret vererek birliğin geçmesini de sağlıyor. O, yoldaşlarının güvenliğini düşünüp, önden giderek tehlikeyi ilk göze alan olmuştu. Geçilmeyecek kadar derin sulara da ilk giren o oluyordu. Bu atikliği, cesareti hepimizin dikkatini çekiyordu.

Kemal Askeri, Bölge Komutanı olarak Dersim'e gelince geçmiş süreci değerlendiren toplantılar yaptık. Toplantılar sonrasında mevcut komuta yapımız değiştirildi. Cavit müfreze komutanlığına atandı. Eski komutanların deneylerinden ders çıkarmasını biliyordu. Yaşamda komutan olduğu için kendisine ayrıcalık tanımıyordu. Eski komutanlarımızdan Ahmet Güder ve M. Ali Öztürk'ün önerilerini sürekli alırdı. İkisi de Cavit'i örgütleyen yoldaşlarımızdı.

1994 Temmuz'unda bir nedenden dolayı komutanlığı alındı ve tutuklandı. Tutukluluğu yaklaşık bir ay sürdü. Bu süre içinde işlediği suçun ezikliğini yaşadığı her halinden belliydi. Tutuklukluluğu kaldırılınca silahı verilmedi. Bu cezanın bitmesini sabırsızlıkla bekliyordu. Aynı süreçte Dürüt'teki karargahımızın oluşturulması faaliyetlerine de katıldı.

Dürüt'teki çalışmalarda aktifti. Atlarla yiyecek taşınmasından depo kazımına kadar onu her işte görmek mümkündü. (...)

Müfrezemizin komutanı Cavit'e silahını vermek istiyordu. Göreve giderken, nöbete giderken zaten silahı veriliyordu. Yaşamda kendini kanıtlamak için yoğun bir çaba içindeydi. Hepimiz de bu çabayı görüyorduk. Silahsız olduğu için üzülüyordu. Sonra Cavit'e bir av tüfeği verilmişti. 6 Ekim'de Dürüt'te başlayan kuşatma boyunca Cavit'in elinden bu av tüfeği hiç inmedi.

Kuşatma süresince sakin, hızlı oluşuyla dikkat çekiyordu. 9 Ekim'de Ovacık'ın Emirgan köyü arazisinde düşman güçleriyle girdiğimiz çatışmada şehit düşen 13 yoldaşımızdan biri de Cavit idi.

Çatışmada Cavit bacaklarından yaralanmıştı. Yaralıların hepsini bir araya toplamıştık. Yalnız Cavit yanımıza gelmek istemiyordu. Yanına giden savaşçılara "elimde el bombası var, pimini çektim, her an patlayabilir. Yanıma gelmeyin. Çatışmanın başında yaralandığımda yanımdaki taşın üzerine Parti-Cephe'nin adını yazdım. Ben burada kalacağım, siz gidin. Malatya'da ....’ye selam söyleyin. Bütün yoldaşlarıma selam söyleyin" diyordu. Cavit'in gelmek istememesine rağmen, Komutan Ekrem de gidip onunla konuştu. Ancak o da Cavit'i ikna edememişti. Cavit kalmaya kararlıydı. Bunun üzerine komutan Ekrem, Aydın'a bir silah verilmesi talimatını verdi. Talimat hemen yerine getirildi. Aydın çok susadığını ve uykusunun geldiğini söylüyordu. Çatışma bölgesinden ayrıldıktan sonra birkaç el silah sesi geldi. Hepimiz bu sesin Cavit'in kleşine ait olduğunu anlamıştık. Biz çekildikten sonra düşmanın dikkatini üzerine çekerek rahat çekilmemizi istediği için iradesini zorlamış uyumamıştı.

Cezalı olduğu bir anda, bir taşa kanıyla Parti-Cephe yazıp şehirlerde yarattığımız geleneği kırlara taşıyan Cavit, kendini yoldaşları için feda edip geleneklerimizi devam ettirdi. Cavit içinde bulunduğu duruma bakıp umutsuzluğa kapılmadı. Son anda hasretini çok çektiği silahına kavuştu. Malatya dağlarına çıkmak Cavit'in en büyük arzusuydu. Belki bu arzusuna kavuşmadı, ama, bize gerçekleştirmemiz gereken bir hedefi bıraktı.

Cavit, 9 Ekim 1994 tarihinde Ovacık'ın Emirgan mevkiinde düşmanla girdiğimiz çatışmada 12 yoldaşımızla birlikte şehit düşerek ölümsüzleşti. Anısı mücadelemize ışık tutacak...

 

(Yukarıdaki anlatım, Malatya Hapishanesi’ndeki DHKP-C tutsakları tarafından çıkarılan Başak Dergisinden alınmıştır, anlatanlar, Aydın Bulmak’ı -Cavit’i- gerek hapishaneden, gerek gerilladan tanıyan yoldaşlarıdır.)

 

***

 

Bir yoldaşı anlatıyor:

Merhaba Yoldaş;

 

Seninle darbecilik sürecinde tanışmıştık. Darbeci kontralara aldığın tavır herkese anlatılırdı. Abinin kontra çocuklarına ortak olması, seni kandırabileceğini düşünüp telefon açması ve buna karşılık senin daha onun konuşması bile bitmeden "alçaksın, hainsin, senin gibi abim yok" deyip telefonu yüzüne kapatman anlatılır ve örnek verilirdi.

Evet, yoldaş seni bazen abine benzetirlerdi. Öfkeli öfkeli kızıp "beni ona benzetmeyin, o anamın çocuğu değil, artık kontranın çocuğudur" deyip sinirlenirdi.

Aydın darbecilik sürecinde hiç durmadan koşturur insanların kafasını açmak için saatlerce anlatır ve bıkmak usanmak bilmeden görevlerini büyük bir coşku ve özlemle yerine getirirdi.

Coşkusunu dinamizmini, sevecenliğini, ince zekasını, Dersimli’liğini her haliyle davranışlarıyla belli ederdi. Malatya İnönü Üniversitesinde TÖDEF örgütlenmesinin oluşturulmasında, Malatya ve Elazığ'ın demokratik kurumlarındaki çalışmalarında birçoğunda Aydın'ın emeği vardı. Üniversiteye yeni gitmesine rağmen geniş bir çevre edinmiş ve en önde yürüyenler arasında yerini almıştı. Her şehit haberini duyduğunda kendini kavgaya daha fazla adamanın imkanlarını birkaç kez daha gözden geçirir, kavgaya daha hızlı sarılırdı. Kürecik şehitlerinin cenazelerini sahiplenişi buna iyi bir örnekti.

Yine cezaevi yaşamı da örnekleriyle doluydu. Yapılacak bir yarışma sırasında kurulacak partimizin 10 özelliği sorulmuş. Bunlar Savunma'da yazılmıştır. Süre bittiğinde cevaplar okunmaya başlayınca Aydın'ın olduğu grup 11 madde yazmış. Kendi eklediği maddeyi gururla okur. "Partimizin Genel Sekreteri Dursun Karataş olacak" demiştir.

Yoldaşlarına, önderine, hareketine çok bağlı bir insandı. Aydınla yaşanılan her an eğitici, öğretici bir süreçtir. İnsanlarla sohbet ederken kimse onun sohbetlerine doyamazdı. Çok esprili bir insandı. Onun yaptığı her espri ortamı coşkulandırır, neşelendirirdi. Güleryüzlülüğü ve canayakınlığıyla, davranışıyla, konuşmalarıyla her gittiği yerde çok sevilirdi. Evine gittiği bir ailenin sorunu varsa sorunuyla ilgilenir, ihtiyacı varsa yardıma koşardı.

Bir arkadaşımızın annesi bizlerin mücadele içerisinde olmamıza çok kızardı. Korku ve kaygılarından dolayı evine gitmemizi istemez "gelirseniz kovarım" derdi. Bir gün Aydın'la birlikte ananın evine misafirliğe gittik. Ama bizi görünce "gidin, sizi içeri almıyorum" diye kızmaya başladı. Aydın yine her zamanki yakınlığı ve sıcaklığıyla anaya sarılır, "kapıdan almazsan pencereden gireriz, balkonda yatarız... Hem evime almam diyorsun, hem bizi görür görmez kapıyı açıyorsun. Hadi hadi ana, biliyoruz sen bizi çok seviyorsun." deyip anayı güldürmüştü. O gün Aydın saatlerce aile ile sohbet etmişti. Evin işlerine koşması ayrıca anayı çok etkilemişti. Biz evden ayrıldıktan sonra oğluna şöyle demiş "yüzlerine söylemiyorum ama çok seviyorum gençleri. Ne kadar da kızsam onları görünce yüreğim sızlıyor. Bu gençler böyle giderse çok erken ölürler. Bazen bunu düşünmek bile istemiyorum...

Zaaflara, eksiklere karşı acımasız davranırdı. Sürekli yüzü gülen Aydın, o anda kaşlarını çatardı. Fakat nasıl giderilmesi noktasında sohbet eder, yol yöntem gösterirdi. Bir gün arkadaşlarından biriyle bir tartışma yaşadı. Aydın onu hatalarından dolayı çok ağır eleştirmişti. O da küçük burjuva gururu yapıp olumsuz bir şey söyleyip tartışmayı terk edeceğini söylemişti. Aydın onun bu tavrı karşısında elini kaldırmış ve sonra da geri çekmişti. Kendi kendine kızarak suskunlaştı bir anda. Bir süre sonra arkadaşı çağırıp özür diledi. Onunla görüştüğü zamanlarda sürekli sohbet etmiş ve onu ikna etmişti. Mütevaziliği ile, kendisini yenilemesi ile örnek insandı.

Birçok kez gözaltına alındı. Alınırken polisi çileden çıkardığı gibi gözaltında da örnek tavır göstermişti. "Biliyor musun söyle... sorularına, biliyorum ama söylemiyorum" karşılığını alan işkenceciler neye başvursalar çaresiz kalıyorlardı. 1993 yılında Malatya Cezaevi'nden tahliye olduğunda bir aile onu köyüne davet etmişti. Bu Aydın'ı çok duygulandırmıştı. Hiç itiraz etmeden teklifi kabul etti. Gittiği yer Beşlerin diyarıydı. Yollardan geçerken içi içine sığmıyor "buralar Şerafettinler'in adımladığı topraklar. Onların bastığı yere basmak beni çok heyecanlandırıyor. Yoldaşlar sizlere tutsak yoldaşlarımızın selamları var" diyerek kavga yiğitlerine sesleniyordu. Yol boyunca Beşler'i konuşmuştu. Gittiği ailenin komşularının birçoğu hoş geldine gelmişlerdi. Gelen misafirler de sohbet etmeye başladı. Misafirler de sohbete katıldıkları için çok güzel bir ortam doğmuştu. Toplu olarak türküler söylendi, halaylar çekildi. Halayın başında Aydın vardı. Evin anası onun kömbe sevdiğini biliyordu. Yaptığı yemeklerden biri de kömbeydi. Köyden döndüklerinde misafirlerden bir kaç kişi onu yolcu etmiş ve gelebilirse tekrar gelmelerini rica etmişti. Aydın gülerek diğer sefere silah kuşanıp geleceğim. Bakın beni o zaman da böyle karşılamanızı isterim" deyip vedalaşarak ayrıldı. O köye her gittiğimizde Aydın'ı sorar, selam gönderirlerdi.

O dağlara sevdalıydı. Şerafettin Şirin Kır Gerilla Birliği'nin komutanını görünce ısrarla ne zaman kıra götürüleceğini sorar, sabırsızlıkla o günü beklediğini söylerdi. Beklediği gün gelmişti. o gün onu yerine oturtmak çok zordu. Orada bulunan arkadaşlarla onu kutlayıp, başarılar diledik. Malatya'dan kıra gitmek için ayrılacağı sıralar "Elazığ'a gidip DLMK ve DEV-GENÇ çalışmalarını toparlayacağım. Sizleri de bu çalışmalara bekliyorum" demişti. Durumunu bilen arkadaşlardan biri o çalışmalara hepimiz seve seve geliriz diye takılmıştı. Aramızda ayrılırken "üzülüyorum sizlerden ayrıldığıma. Malatya benim kavgamı ilk tanıdığım yer. Benim nezdimde buranın çok farklı bir yeri var. Neyse nasıl olsa hepimiz sonunda özgür yarınlarda hep bir arada olacağız" deyip ayrıldı.

 

***

 

Bir gerilla yoldaşı çatışma anını anlatıyor:

 

Çatışma başlamış M. Ali, Aydın ve bir kadın yoldaşla birlikte bir kayayı kendimize siper ederek mevzilenmiştik. Aniden arkamızdan gelen mermilerle Aydın ve M.Ali yaralandılar. Diğer yoldaşlar bize alt tarafa doğru kaymamızı, oranın mermi almadığını söylediler. Önce M. Ali'yi gönderdik, ardından kadın yoldaşı gönderdikten sonra Aydın'a geçmesini söylediğimde Aydın yaralandığını, benim gitmemi söyledi. Ben de Aydın'ı mermi almayan bir yere mevzilendirip aşağıya doğru kaydım ve M.Ali’nin mevzilendiği taşın arkasına geçtiğimde onun da ikinci yarayı aldığını gördüm. Aydın çatışma boyunca sürekli konuşarak yoldaşlarına moral vermeye çalışıyordu.

Çekilme anı geldiğinde Aydın'ın yanına doğru gittik. O bize "gelmeyin, el bombasının pimini çektim" dedi. Bütün konuşmalarımıza rağmen ikna edememiştik götürmeye. Son olarak bir isteğin var mı diye sorduğumuzda silahı istedi ve "iki isteğim vardı. Birincisi hep düşünürdüm şehit düştüğümde bir taş olacak mı yanıbaşımda. O taşa kanımla DHKP-C yazabilecek miyim diye ve şimdi şehit düşüyorum. Yanımda bir taş var bu isteğim oldu." Aydın başucundaki taşa kanıyla DHKP-C yazmıştı. "İkinci isteğim ise; Malatya dağlarında gerilla olarak savaşmaktı. Ben gidemedim ama benim yerime siz gidin" demişti.

Sen rahat uyu yoldaş, sana verdiğimiz sözü tutacağız.

 

***        

 

Bir yoldaşı anlatıyor:

“Onun has gülüşünü öldüremediler”

 

Hareket insanı, ilke ve disiplin abidesiydi Aydın yoldaş. Bulunduğu alanın sorunlarına vakıf olması ve canhıraş çalışmasının yanında çok daha büyük düşünebilen, hareketin bütün alan örgütlenmelerine kafa yoran bir özelliği vardı.

Mücadele içerisinde olup da bırakanlara hiç tahammül edemezdi ve "ihanet" derdi. Özellikle bu ihanetini duygusal ilişkilerle nedenleyenlere karşı, bu uğurda nice fedakarlıklar yapmış tanıdığı şehit yoldaşlarımızdan örnekler vererek, gelecek yaratmanın onurundan kaçanlarla selamlaşmış olmasını dahi sindiremiyordu artık.

Kıra çıkmadan önceki devrimci yaşamında sayısız olanaksızlıklar yaşadı, günlerce aç kaldı, yatacak yersiz parasız kaldı. Ancak o, aç da gezilir, tok da derdi. Lafını bile yapmazdı böylesi durumların. Çünkü doğal bir durumdu onun için. Önemli olan böylesi koşullarda üretimi boyutlandırmaktı. Ve öyle de yapıyordu yoldaşımız. Yoğun çalışma temposu ve koşuşturmacasıyla, büyük bir sevgiyle üretimi yaşam biçimi haline getirmişti.

Bütün bu özelliklerini kıra çıktığında da geliştirdi. Koşulların ve yaşamın getireceği zorluk ve sorunların neler olabileceğine yabancı değildi. Ancak işin bu yanı onun için önemli değildi. Sorunların, engellerin olması, çıkması doğaldı, ama meşru olamazdı. İşte Cavit yoldaşı buradan sonrası ilgilendiriyordu. "Nasıl aşarız?" arayışı içerisinde sorunların çözümüne derinlemesine bir kafa yoruşu vardı. "Kendimizi daha zorlu koşullara ve daha büyük görevlere hazırlamalıyız" şiarını kendisinde bütün gücüyle somutlamaya çalışıyordu.   Bunun için de tüm davranışlarını buna göre biçimlendirmekteydi. O, en uzun yürünecek yolun, taşınacak en ağır yükün ve en riskli görevlerin gönüllüsüydü.

Sempatik, içten, ilkeli ve disiplinli yaşamıyla Birliğimiz içerisinde çok kısa sürede sohbetleriyle aranan biri oldu. Neşesi sürekliydi yoldaşımızın. Bir araya gelmelerimizdeki moral ve eğitim saatlerinde ortaya koymuş olduğu yaratıcılıklarıyla yeni bir tarz da katıyordu.

Onun ne ona has gülüşünü öldürebilirler, ne de devrim hamallığını...

 

***

 

Hapishaneden Bir Yoldaşı Anlatıyor:

Tutsaklık koşullarını paylaşmadan önce uzunca bir süre görüşlerimizin "demirbaşı" oldun. Meraklı, ilgili, sevecen halinle sorular sorar, kendini, sürecimizi anlatırdın. Her görüş günü gözümüz seni arar, gelemediğinde boşluğunu hissederdik. Çok hızlı bir gelişim izliyor ve her geçen gün daha ağır yüklere talip oluyordun. Çoğu kez üniversitede tek başına kalmana rağmen işleri yapmaya, program ve çalışmaları hayata geçirmeye çalışırdın, Kürdistanlı hele Dersim'li olup da dağlara tutkun olmamak olur mu? Sen de sevdalıydın, hem de kara sevdalı!

Sevdana ulaşamadan tutsak düştün. Bir devrimcinin yaşamında önemli bir dönemeç olan şubeyi, işkenceyi kararlılığınla tuzla buz etmiştin. Alnının akıyla çıktın oradan. Cezaevinde kaldığın süreçte ise "burası bulunmaz fırsat kendimi daha fazla geliştirmeliyim" gözüyle bakardın.

Seninle yaşamı paylaşanlar disiplinini, öfkeni, coşkunu ve Dersim'li ince zekanı, kahkahalara boğan esprilerini bilir.

Tahliye oluşunuzla koğuşta bir bayram havası esmişti. Halaylar ve son sözlerden sonra tek söylediğin "dağlara" olmuştu.

 

 

 

Geri