Arzu
GÜLER'i Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:
Bir yoldaşı anlatıyor: "Şehit mi
düşeceğiz?"
Resmi duruyor hemen yanıbaşımda,
gülen gözleriyle bakıyor bana. Diğer resimde ise Zehra'nın cenazesinde,
Zehra'nın resmini taşıyor, alnında kızıl bandı, üzerinde kırmızı tişörtü,
slogan atarken çekilmiş... Ona bakıyorum yorulduğumda, ya da dinlenirken...
Resimler bu kadar mı canlı olur? Gözleri, eve gözleri sanki sürekli parlıyor.
Gözleri bizim üzerimizde, gülümsüyor... Radyodaki türkü sanki bu anı bütünleştiriyor;
"İsterim
ki senden
İsterim ki
Yılgınlıkta
inanç
Zulme karşı
direnç olasın
Yürüyesin
gönlümün yollarında
Sarasın
beni sarasın"
Ömür dediğin gelip geçiyor bir su gibi... Önceleri
genç ölümlere çok içerlerdim, daha yaşayacağı günler var derdim, ayak uçlarımdan başıma kadar bir titreme alırdı beni.
Devrimcilik sonrası ise her ölümde bu duyguyu yine dolu dolu
hissettim. Ama bu kez "daha yapacakları vardı" diye düşünmüyorum.
Arzu bir solukta yaşadı hayatı, kavgayı... Önemli
olan çok yaşamak değil, mutlaka yaşarken yaptıklarında giderken geride bir
şeyler bırakmaktı önemli olan. Yaşamını, karşılık beklemeksizin kavgaya
sunabilmekti. Hem de hesap-kitap yapmadan, mertçe, fütursuzca dalmak kavganın
içerisine... Geriye dönüp baktığımda; "bunu Arzu'da başardı" diyorum.
8 Mart 1978'de Tunceli'nin Hozat ilçesinde doğdu
Arzu... Ailesi yoksuldu. Bu nedenle Tunceli'de ortaokula kadar okuyabildi. Bu
yıllar, Tunceli'de devletin halk üzerindeki baskı ve şiddetini arttırdığı
yıllardır... Hem çevresinde, hem de akrabalarının arasında devrimcilik yapanlar
bulunduğundan, genç yaştan itibaren devrimcileri tanıdı. İlk gözaltısını da Hozat'ta yaşadı. Arzu artık devrimci mücadeleyi
evinden izleyen değil, bizzat içerisinde yer alan duruma gelmeye başlamıştır...
Bu yıllarda akrabalarından şehit düşenler olmuştur. Bunlar, Arzu'da,
devrimcilik konusunda büyük etki yaratmıştır.
Aynı yıllarda önce Mersin'e, ardından İstanbul Bağcılar'a taşınırlar. Arzu'nun devrimcilik yaşamında aktif
olarak yer alması 20 yaşında başlar ve devrimcilikte iddialıdır. 96 yılında, 84
Ölüm Orucu Şehitlerini Anma Etkinlikleri'nde ve 96 Ölüm Orucu Şehitleri
Anması'nda iki defa gözaltına alınır. 98 yılında mahallesinde bir başka gruptan
biri ile evlenir. Bu süre içerisinde kısa bir dönem örgütlü yaşamdan kopar.
Eşinin tercihi farklıdır, eşi düzeni tercih etmektedir; Arzu ise devrimcilik
yapmak istemektedir. Evlilikleri fiili olarak biter. Arzu tercihini tamamıyla
devrimcilikten yana yapmıştır...
Bahçelievler'de mahalli alanda örgütlenme ile
uğraşır. Dergi dağıtır, afiş yapıştırır, eylemlere koşar, yazılamalara çıkar,
korsanlara katılır Arzu... ....... Arzu F tiplerine
karşı dışarıda muhalefeti örgütlemekte görevler alır. Bu süre içerisinde
kardeşi kısa bir tutsaklık yaşar...
Sessiz ve sakin bir yoldaşımızdı Arzu. Ama geleceğe
yönelik duygu ve düşüncelerini açık-samimice paylaşırdı. Sadeliği, yalınlığı
ile anlatır, gösterişe kaçmaz, abartmazdı. Doğaldı yani. Eksikliklerini
kapatmak için hızlı bir uğraş içerisinde olur, sorar, araştırır, tartışırdı,
kavramaya çalışırdı.
Birgün sorumlu yoldaşıyla
buluşup, eğitim çalışmasını yapacakları eve doğru epey uzun bir yol yürümüşler.
O gün hastalanmış olmasına rağmen bunu kendine bir engel olarak görmeyip
çalışmaya daha fazla önem vermişti... Eğitim çalışmasındaki ısrarı, çabası onu
çok geliştirmiş, kısa zamanda azımsanmayacak adımlar atmıştı. Oldukça zeki bir
yoldaşımızdı. Çok çabuk kavrıyordu.
İlişkilerinde oldukça titiz-özenli bir yoldaşımızdı
Arzu. Mütevaziliği, emekçiliği ile mahalle halkının
kalbinde yer edinmişti kendine. Gittiği evlerde çocuklarla oynar, şakalaşır, ev
sahipleriyle sohbet eder, bir diyalog yakalamaya çalışırdı. "Bu gençtir,
anlamaz" demezdi hiç kimse. Olgunluğuyla ağırlığını koyuyordu ortaya Arzu.
Yani, kimseye sorunlarını anlatması konusunda ısrarcı olmuyor, tavır ve
yaklaşımlarıyla karşısındakini buna mecbur kılıyordu. Bir nevi "abla"
olarak görülüyordu. Konuştuğu kişiye olan saygısını, ona değer verdiğini tavır
ve konuşmasından anlamak mümkündü...
20 Ekim 2000'de tutsaklarımız Ölüm Orucuna başlamıştı.
Arzu ile bu süre içerisinde birçok defa gözaltına alındık. Tavrı çok iyiydi her
seferinde. Çevik kuvvet polisleri tarafından gözaltına alındığımızda dayatmalar
arabada başladı. "...ellerini birleştir... kafanı
eğ... sağa bakma... sola bakma...
slogan atma..." küfürleri, hakaretleri
tarafımızca karşılıksız bırakılmıyor, cevapları veriliyordu. TMŞ'de süren bu dayatmalar zincirine verilen cevap aynı zamanda
o kişinin aynasıydı. Arzu, da gözükara, militan bir
yoldaşımızdı. Birçok defa gözaltına alındı, destek açlık grevlerine katıldı...
Yine bir destek açlık grevi için toplanmıştık.
Bahçelievler, Esenler ve Esenyurt CHP'de 3'er günlük
sürelerle sürecek 9 günlük açlık grevimiz ölüm orucunun 52. gününde başlamıştı.
Ziyaretçilerimizden biri de Arzu'ydu. İlk grupta kardeşi de açlık grevindeydi,
ondan 3 gün sonra da Arzu katılacaktı açlık grevine. Arzu'nun kitle içerisinde
çok ön planda durduğu olmazdı. Yaşamın tümünde vardı ama öne çıkmamayı
başarırdı... Uzaktı bunlar Arzu'ya. Kendisine sorsak bunun farkında bile
değildi belki. Mütevazilik yaşamının doğal bir parçası
haline gelmişti onun.
Açlık grevimiz 55. günde Esenler'e
taşındığında bu kez alnında kızıl bandı ile Arzu da vardı. Ben yine devam
ediyordum ve kendimi bu konuda çok şanslı hissediyordum. Zira Arzu ile tüm sohbetlerimiz bu
3 günlük açlık grevi süresi içinde olmuştur. Yeni yerimize sabah geldiğimiz için
ziyaretçilerimiz gelmemişti daha. Arzu ile karşılıklı oturup sigara ve kuşburnu
eşliğinde sohbete başladık. o suskun, sessiz Arzu
gitmiş, oldukça güzel sohbetli bir Arzu gelmişti sanki. Sıkmadan, olayları
abartmadan anlatan, kendinden neredeyse hiç bahsetmeyen bir Arzu vardı
karşımda. Devamlı kardeşini, yaşadıkları anıları anlatıyor. Kardeşini çok
seviyor ve değer veriyordu... Konuşurken sık sık da alnındaki
kızıl bandı düzeltmeyi ihmal etmiyordu.
Akşam olduğunda, ziyaretçilerin de kalabalık olduğu
bir sırada, aralarında Arzu'nun da olduğu bir grup tiyatro oyunu sergilemek
için hazırlık yapmaya başladılar. Biz de bu hazırlık süresinde ziyaretçilerle konuşuyorduk.
Esenler CHP'nin odası hınca hınç dolmuştu. Bir süre sonra görevli arkadaş tiyatro
oyununun sahneleneceğini haber verdi. Hepimiz yerlerimizi aldık. Konu; Ölüm Orucu
idi... Ne gibi bir performans sergileyeceklerdi merak ediyorduk doğrusu. Arzu; bir
anayı canlandırıyordu. Kızı tutsak düşüyor. Kabinlerde bir de erkek arkadaş
var, 3 kişi arasında oyun sürüyordu;
BÖLÜM 1;
(Kapı açılır, Ana -Arzu- bir
yemeni ile elleri belinde kızgın bir yüz ifadesi ile içeri girer. Kızına
kabinlerden bakmak ona tuhaf gelir. Bir süre hem kızına hem de yanındaki erkek
arkadaşa bakar)
Ana: Kızım nasılsın?..
Kız: İyiyim anacağım, sen nasılsın, hoşgeldin.
Ana: Hoşgeldik emme, hiç
hoş bulmadık. Yazıklar olsun sana. Tuuu (tükürüyor)
Kızım sen buralara da mı düşecektin? Bize bunu da mı yapacaktın? Kardeşlerini,
hasta babanı da mı düşünmedin? Biz seni okuman için yolladık İstanbul'a, sen...
Kız: Ana ben haklı bir dava uğruna mücadele ettim.
Ve bunun bedelini ödüyorum. Bu ülkede zulüm var, sömürü var. Halkımız yoksul,
aç...
Ana: Halk açmış, yoksulmuş, sana mı kaldı onları
kurtarmak? (deyince Arzu film koptu, herkes 1-2 dakika
aralıksız güldü... Gülmeler kesilince ellerini beline koyarak)
Ana: A benim saf kızım! (dedi.
Artık herkes karınlarını tutarak gülmeye başlamıştı.)
BÖLÜM 2;
(Yine bir ziyaret günüdür. Ana
içeri girer. Kızının ve erkek arkadaşının başında kızıl band
vardır. Hayret dolu bakışlarla sorar)
Ana: O başındaki nedir?
Kız: Ana biz Ölüm Orucuna başladık. F tipi hücrelere
karşı. F tipleriyle bizim düşüncelerimizi teslim almak istiyorlar. Halkımızı
teslim almak- açlığa mahkum etmek istiyorlar. Bunun
için Ölüm Orucundayım.
(Ana ölüm lafını duyunca biraz
yumuşar. Sonra erkek arkadaşa dönerek)
Ana: Gurban sende mi ölürsün?
Erkek: Evet ana, ben de Ölüm Orucuna başladım. F
tipi hücrelerde hergün ölmektense, kapattırmak için
bir kez ölür hergün yaşarım.
Ana: Hee!..
Eyi oğul eyi.
(Ana kızına bakar, sonra başı önünde ağır ağır çıkar kapıdan)
BÖLÜM 3;
(Ana yine ziyarete gelir. Ana
kızını kabinde göremez. Erkek arkadaşı oradadır. Telaşla sorar)
Ana: Kızım nerede? Ne oldu ona? Yoksa!... Yoksa!..
(Bir süre sessizlik olur)
Erkek: Ana, kızın bu kavgada şehit düştü.
Ana: Ne?.. Ne dirsin oğul? Kızım, yavrum, yani öldü mü? Yok mu şimdi?
(Dizleri üstüne eğilerek ağıta başlar)
Ana: Beni beni dağlar oyy.. Taşlar oyy.. Kızım... yavrum.. Sen, beni bizi
bırakıp da nerelere gittin... Beni... beni...
(Cebinden bir kızıl band
çıkarır)
Ana: Madem kızım şehit düştü. Gayrı ben de durmam,
onsuz hayatı neyleyeyim, ben de kendimi feda ederim bu kavgaya. Kızım gibi
yatarım Ölüm Orucuna
(Ve bandı alnına bağlar)
Bu son sahne gerçekten çok etkileyiciydi. Arzu o
doğallığıyla rolünü o kadar gerçekci
oynamış-canlandırmıştı ki izleyen herkesi etkilemeyi başarmıştı... Tiyatro
oyunu çok kısa bir sürede tasarlanmıştı, amatördü, fakat tüm bunlara bir kalem
çekmişti Arzu. Kendini rolüne o derece vermişti yani...
19 Aralık sonrası Arzu'yla yine karşılaşmıştık Bağcılar'da. Ana caddelerden birinde kitlesel bir korsan
gösteri gerçekleştirilmişti. Arzu'yu, yolu trafiğe kapatan, molotof
şişelerini atarken görmeliydiniz. Bir sanatçı titizliği ile yatay vuruyordu
şişeleri yola. Cadde boydan boya alev içinde kalıyordu. Sonra aldığı diğer
şişeleri cadde üzerindeki hedeflere fırlatırken de tıpkı tiyatroda olduğu gibi
görevini en iyi şekilde yerine getiriyordu.
Direniş F tiplerinde yeni ekiplerle sürerken,
dışarıda 2. ekiplerin çıkacağını duyduğunda Arzu kardeşi ile birlikte ölüm
orucuna gönüllü olur. Ve 2. ekipte yer alırlar. Zehra ve Canan'dan sonra iki kızkardeşin daha ölüm orucuna başlaması medyanın ilgisini
de onlara çevirmiştir bir süre.
Ama başlarken verdikleri sözü bir tek Arzu yerine
getirdi... Kardeşi bırakacağını söylediğinde önce uzun uzun
konuşmuş, ona ihaneti-ailemizi-halkı-yeniden yeniden anlatmış, bu düşüncesinden
geri döndürmeye çalışmıştır... Ama kardeşi artık midesi ile düşünür olduğundan
"Benim senin gibi bir kardeşim yok" demiş,
ve "Benim ailem Parti-Cephe'dir" diyerek ihaneti lanetleşmişti.
Ölüm orucuna kararlılıkla devam etti ondan sonra da.
5 Kasım günü Armutlu katliamında yatağından
kalkamayacak kadar durumu ağırlaşmıştı... Ölüm Oruçcularını
vermemek için bedenlerinden barikat kuran Sultan, Bülent ve Barış'ın
katledilmesiyle birlikte Arzu şehitliği o kadar arzulamaktadır ki, son sözleri
bile "Şehit
mi düşeceğiz..." olmuştur. Ölüm onun ellerinde bu kadar
sıradanlaşmış ve sadeleşmiştir.
Armutlu katliamını protesto için bedenini meşaleye
çeviren Nail Çavuş yoldaşımızın bir sözü vardı, "Alnımızdaki kızılbandı apolet, ölümü tiyatro oyunu sananlardan değiliz"
diyordu... Arzu açlık grevi yaptığımız binadaki tiyatro rolündeki kadar doğal,
sade, yalın, gösterişsiz gitti ölüme ve bir tiyatro oyunu olmadığını gösterdi
kavganın... Ve Anadolu topraklarına düşen bereketli bir tohum olarak
ölümsüzleşti...
Dedim ya, bir solukta yaşadı Arzu... Anısı önünde
saygıyla eğiliyorum.