Arslan ARI'yı Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:
Bir yoldaşı anlatıyor:
«İnancım
Bir zırh
içindedir göğsümde
İşleyecek
kurşun arama sakın
Henüz
bulunmadı”
“Boşuna
zahmet! Kurşun yetmez!”
“Aslan esprili, sakin kişiliğiyle her zaman
mücadelenin içinde olmuştu. Ne 12 Eylül öncesi ne de sonrası mücadeleyi
bırakmamış, ilişkisinin koptuğu yerde, hareketi arayıp bulmuştu. Düşmana karşı
kinini, onu en güçlü olduğu yerde bile rahat bırakmayışını hatırlıyorum.
Gözaltında yüzden fazla kişiydik. Coşkumuz, moralimiz çok iyiydi, marşlar
türküler söylüyorduk nezarette. Biz tam kalorifer borusunun indiği delikten ses
duyduk. Bir arkadaşımız ayrı bir yerden alınmıştı, onu yukarda 1. şubede
tutuyorlardı. Slogan atmaya başladık. Arkadaşımızı yanımıza istiyor, kapıları
dövüyor, parmaklıklara vuruyorduk. Yaklaşık 1 saat ne gelen oldu ne giden.
Polisler gelmiyordu. Aslan'la göz göze geldik. Parmaklıkların biraz ötesinde
duvar dibinde duran sünger yatağı gösterdi “yakalım, o zaman gelirler mi
gelmezler mi kendileri bilir” dedi. Hemen karar aldık. Aslan gazete parçasını
tutuştururken “düşmanı ininde bile rahat bırakmayacağız. Her yerde tedirgin
olacaklar, her an karşılarında görecekler bizi” diyordu. Kâğıt tutuştuğunda
gözlerindeki kin de yanıyordu sanki. Sünger tutuştu. Sloganlarımıza başladık
yeniden, polisler telaş içinde koşuşturuyor, yangını söndürmeye, bizleri
nezaretten çıkarmaya çalışıyor, kapıları sonuna kadar açmış çıkın diye
bağırıyorlardı. Daha sonra süngerin tutuşturduğu yağlı boya duvarının,
emniyetin cephaneliğinin duvarı olduğunu öğrendiğimizde Aslan'la gülüyorduk.
Biz havaya uçacaktık fakat emniyet de toptan yok olacaktı.”
***
SDB'li Bir yoldaşı
anlatıyor:
Birliklere ilk katıldığım gün geçici olarak bazı
yoldaşların kaldığı bir eve götürüyor sorumlu arkadaş beni. Diğer arkadaşları
görmemem gerekiyor. Bir odada tek başınayım. Elbette diğerlerinin de beni
görmemesi gerekiyor. Ben odadan dışarı çıkacağım zaman bayan arkadaş
diğerlerine haber veriyor böylece onlar bulundukları odanın kapısını
kapatıyorlar, onlar çıkınca da benim için aynı şeyler geçerli oluyor. Bu
şekilde uzunca bir süre kalıyoruz. Fakat diğer arkadaşlarla da aramızda odadan
odaya konuşmalar başlıyor. Bayan arkadaşın eşi rolündeki arkadaş bağırıyor,
şaka ile “Nerden geldin başımıza, Bu evde her şey benden sorulur. Senin
yüzünden evimde rahat dolaşamıyorum” diyor. Bense “birgün
mutlaka karşılaşacağız” diye tehdit ediyorum. Gülüyoruz. Sıcacık bir gülümseme
kaplıyor içimi. Ve günlerce tek odada olmanın sıkıntısını unutuyorum.
Bu tip şakalarımız ilerleyen günlerde de ara ara devam ediyor. Ama bu sımsıcak içten insanı da gerçekten
tanımak istiyorum.
1 ay sonra biz ev tutuyoruz ve yeni birliğimizde
çalışmalar başlıyor. Arkadaşlara ise veda bile etmeden ayrılıyoruz bu evden.
Birkaç ay sonra 12 Temmuz katliamı yaşanıyor, sorumlu arkadaş İstanbul'a gitti,
bizim üssümüz dışında iki ev daha olduğunu biliyoruz aynı şehirde. Bizde katliamın
yarattığı şaşkınlık sürerken, onları da merak ediyoruz. Erkek arkadaşlar her ne
kadar onların evlerini bilmeseler de gün boyu şehrin her tarafını dolaşıyor,
akşam geldiklerinde olağanüstü bir şey yok diyorlar. Sorumlu arkadaş ancak iki
gün sonra geliyor evi boşaltıp diğer evlere haber vermek için gidiyoruz.
Evlerden biri basılmış telefon edince anlıyoruz. Diğer eve gidiyoruz. Biri
balkonda oturmuş çevreye bakıyor, sorumlu arkadaşı görünce kalkıyor, içeri
giriyoruz. Her şey hazır. Çatışma için bekliyor.
Gözleri pırıl pırıl bizi görünce kucaklıyor,
konuşmasını tanıyorum. “Demedim mi karşılaşacağız diye” diyorum. Ağız dolusu
bir kahkaha savuruyor. “Sizi çok merak ettik” diyor. Evi boşaltıyoruz.
Herkes geçici olarak kalabilecekleri yerlere
gidiyor. Aslan'la ilk tanışmamız böyle başlıyor. O çok sevecen, yoldaşlarına
aşırı derecede önem ve değer veren bir kişiliğe sahipti. Yoldaşlarını kırmamak
için elinden gelen her şeyi yapardı. Gözlemlediği eksikleri uygun bir dille
anlatmaya çalışır aştırmak için yöntemler arardı. Mütevaziliği,
alçak gönüllülüğü ile çok kısa sürede hepimize kendini sevdirmeyi başarmıştı.
Onunla İstanbul'da karşılaşıyoruz. Sorumlu arkadaş
seni Musti'ye (Aslan'a) götürüyorum diyor. Randevu
sokağına giriyoruz. Sarı saçları, mavi gözleri ile ışıl ışıl
ve yırtık ayakkabıları ile pejmürde bir görünümüyle sokağa giriyor. Gülüyoruz. “Bu
ne hal” diyorum. Utanıyor ve açıklıyor. “Paramız yok ve dışarıda kalıyoruz” diyor.
Sorumlu arkadaşla konuşuyorum, paramız yok. Ertesi güne kadar para ayarlıyoruz
ve yeniden görüştüğümüzde onu alıp çarşıya götürüyorum. “Olmaz” diyor “paramız
yok istemiyorum, alsanız bile giymem, ne ayakkabı, ne pantolon, ne de gömlek
istemiyorum, bir süre daha idare ederim” diyor. Zor ikna ediyoruz. Sonunda
kabul ediyor ve ekliyor “kendimi suç işlemiş gibi hissediyorum, bu
olanaksızlıklar içinde bunları giymek zoruma gidiyor” diyor.
Hele daha sonraki günler kaldığı evin önünden yeni
aldığımız ayakkabılarının çalındığını öğrenince, bize anlatırken gülüyor. “size
dedim almayın diye, gördünüz mü çaldılar” diyor ve kahkahayı patlatıyor.
12 Temmuz sonrası aynı birlikte görevlendirildik ve
aynı üste kalıyoruz. Siyasi birikimi oldukça fazla bir arkadaştı. Tartışmalarda
daha çok susar, dinler ardından eksiklerimizi tamamlamaya çalışırdı. Kendini ön
plana çıkarmayı sevmezdi.
Ev sorumlusuydu. Doğal olarak bizim haftalık
raporları okuyormuş. Biz bunu bilmiyorduk. Ta ki bir gün
sorumlu arkadaş bir olumsuzluktan dolayı açıklayana kadar. Bizden gizli
okuyormuş. Nedenini sorduğumda “Kendimi farklı bir yerlere koymak istemiyorum,
ya da bundan dolayı sizin rahatsız olmanızı istemiyorum” demişti. Aslan'ın
hassaslığı, ölçülülüğü, oturmuş kişiliği hepimiz için örnekti.
Eylem hazırlıklarında ve eylemden sonra gözlerinde
pırıl pırıl bir aydınlık olurdu. Hele eylem başarıya
ulaşmışsa çocuk gibi sevinirdi.
Aslan, Stalin hayranıydı. Kendisinin de Gürcü
olmasından dolayı “Ben Stalin'in Torunuyum” derdi. Ben bazen takılırdım. Büyük
bir ciddiyetle savunur, Gürcülere ve Stalin'e toz kondurmazdı.
Bir eylemimizde yoldaşlarımızdan birinin şehit,
üçünün tutsak düşmesinden sonra ilden ayrılmak zorunda kaldık. Ve yaralı bir
arkadaşımız vardı, kalacak yerimiz ise yoktu. Yaralı arkadaşı tedavi ettirmemiz
gerekiyor. Aslan bizi memleketine götürüyor. Bir gece dışarıda kalıyoruz. İki
gün yaralı arkadaşı bazen sırtında bazen kucağında taşıdı. Oradan hareketle
ilişki kurmamız zorlaşınca kitle ilişkilerine gitti. Aslan'ı gören herkes
sarılıyor, gözlerine inanamıyordu. Biz de şaşırmıştık. Onun feodal arkadaşları
bizlere bütün olanaklarını açtı. Yaralı arkadaşa yer buldular, doktor buldular
ve tedavisine başlandı. Daha sonra yaralı arkadaşı örgütlü ilişkilere
aktardığımız anda 16-17 Nisan yaşandı. Katliamı öğrendiğimizde, birbirimizin
yüzüne bile bakamıyoruz. Bulunduğumuz yer kalabalık, Aslan'ın tanıdıkları
ağlıyor. Ben kendimi sıkıyorum.
Kesinlikle eylem yapmalıyız. Hazırlıklara
girişiyoruz. Elimizde 8 dolma kurşun ve bir ondörtlüden
başka 20.000 lira paramız var. Para ve malzeme ayarladıktan sonra eylem için
bir hedef buluyoruz. Bu arada alanlar aracılığı ile hareket bize ulaşıyor. Bir
yere ayrılmayın deniyor. Ama Aslan kararlı eylem için bir günlüğüne izin
istiyoruz verilmiyor. Kaçmaya karar veriyoruz. Eylemi yapıp geri döneceğiz. Ama
ne yazık ki kaçmaya hazırlandığımız an bizimle iletişim kuran arkadaşa
yakalanıyoruz.
Aslan bu süreci ve o süreçte eylem yapmamanın
acısını sürekli belirtirdi. “Düşmana dersini kendi ellerimle vereceğim, bundan
sonra kaçacak delik arayacaklar, yoldaşlarımızın kanının her damlasının
hesabını verecekler” diye bitirirdi her seferinde sözlerini.
Espri yapardım ona bazen “Sıra bize geldi hazır
mısın” diye. “Ben asla ölmeyeceğim, beni bu eli kanlı katillerin sıktığı kurşun
mu öldürecek” der, güler, “Beni asla öldüremeyecekler” diye belirtir ve her
zamanki gibi ağız dolusu bir kahkaha atardı.
Bazen gözlerinden yaşlar akana kadar güler, onun
bayılacağından korkardım.
Evet; Sevgili Yoldaşım seni düşmanın sıktığı
kurşunlar öldüremedi. Sen, Eyüphan ve Nurhayat'la birlikte düşmana karşı 5 saat çatışarak,
duvarlara inancını ve yoldaşlarına, harekete olan bağlılığını, kanınla yazdın.
Türkiye Halklarının bağrında ölümsüzleştin.
Kavgada hep yanı başımızdasınız.