Alp
Ata AKÇAYÖZ'ü Yakınları, Yoldaşları
Anlatıyor:
Bir yoldaşı anlatıyor:
DOSTLUKTAN YOLDAŞLIĞA ALP ATA AKÇAYÖZ
Ata'yı anlatmak bir yanıyla çok
kolay, bir yanıyla da çok zor. Ata'yı anlatmak çok kolay. Çünkü Ata'nın renkli,
esprili kişiliğinden, yeteneklerinden, yaratıcılığından söz etmek bile onu uzun
uzun anlatmaya yeter. Ata'yı anlatmak çok zor çünkü, ondan ne kadar söz edersek edelim mutlaka eksik bırakacağımız
bir şeyler olacaktır.
Nasıl da Ata'ya bir kaç günde alışmıştık. Yoksa Ata
mı kendisini kısa sürede hepimize sevdirmişti. Ata'yı az da olsa tanıyan biri
hemen ikinci ihtimali savunacaktır. Ben de öyle düşünüyorum. Ata, varlığıyla
sadece hepimizin vazgeçilmez sohbet arkadaşı olmamıştı, yetenekleriyle hapishanenin
en çok ilgi duyulan, en çok aranan tutsaklarından biri olmuştu. Yapamadığı ya
da bilgisi olmadığı bir iş var mıydı? Tanıyanlar büyük olasılıkla yoktur
diyecektir.
Akıyordu su
Gösterip aynasında
Söğüt ağaçlarını
Salkım söğütler
Yıkıyordu suda saçlarını!
Yanan yalım kılınçları
Çarparak söğütlere
Koşuyordu kızıl atlılar
Güneşin battığı yere
Ata'nın sevdiği şiirlerden biridir bu. Çokta güzel
okur. Kimi zaman da yazar tabii. Sevdiklerine ve özlemlerine hitaben yüreğinden
kopanları döker kağıda. Ümraniye'de topluca yaptığımız
bir kutlamada, sahnenin önüne geçip 6-7 yaşlarındaki dünyalar tatlısı kızı Berfin'e yazdığı bir şiiri hatırlarım şimdi. Bir de onun
sakin, mütevazi haliyle kendine has yorumu ile tok,
pürüzsüz ve gür sesiyle okuduğu şiirleri dinlemekten zevk alırdım. Tutsak
düşmeden önce, özel bir radyoda şiir programı yapmış, bu programlarda şiir de
okumuş. Sesinin şiir okuması için pürüssüz, elverişli
olması, telafuzunun iyi olmasının yanında şiir okumasını
da iyi bilmesi, şiiri okurken zevkle dinlenmesini sağlıyordu. İşte Ata
yoldaşımıza ilişkin ilk aklımda kalan budur.
Alp Ata Kars'lı,
Azeri'dir. Yaşam koşulları birçoğumuza göre daha iyi olan bir aile ortamında yetişmiş
birisidir. Babası emekli savcı, emekli olduktan sonra da
avukatlık yapan biri. Annesi öğretmen. Kendisi de ticaretle uğraşıyordu.
Marketi, bir de atölyesi vardı. Evli ve Berfin
isminde bir kızı vardı. Yaşam standartı ve yetiştiği
koşullar birçoğumuzdan iyi olmasına rağmen tercihini daha farklı yönde yapabilirdi.
Ata, insanlıktan yana tercihini yapmıştı. Belki de Ata'yı değerli yapan,
hepimizin sevgisini sağlayan en önemli etken bu tercihini ortaya koyan
kişiliğiydi.
Devrimci faaliyetlerine MLSPB örgütü içerisinde yer
alarak başlar. Ancak hareketimizin 90 atılımı ile birlikte eylemlerimizden
etkilenir. Bunun yansıması olarak MLSPB'lilerin
derneğinde "Biz burada oturup konuşmaktan başka bir şey yapmıyoruz" deyip
hareketimize sempati duymaya, yakınlaşmaya başlar. Ancak yine de kapısını tüm
dostlarına açmaktadır.
1999 yılında Kasım ayı AGİT operasyonu kapsamında
gözaltına alınıp tutuklanarak Ümraniye Hapishanesi'ne getirilir. Yardım
yataklıktan yargılanmaya başlar.
Ata, Ümraniye'ye geldikten kısa bir süre sonra hemen
hemen her yoldaşımızın sevgi, saygısını kazanmış,
herkesle kaynaşmasını, sıcak ilişkiler kurmasını bilmiştir. Cana yakınlığı,
neşesi ve esprili yanları ön plana çıkıyor, hoş sohbetine doyum olmuyordu.
Onunla sohbet ediyorsanız, ince bir mizahi yanının
olduğunu fark eder ama olgunluğunu ve samimiyetini de göz ardı edemezsiniz.
Neşeli olduğu kadar iri cüssesi, hafiften öne çıkmış göbeği ve tombul
yanaklarının aldatıcı görünüşünün aksine oldukça hareketlidir de... Hani bu
görünüşüne aldanan biri onun hareketliliğinin sınırlı olduğunu sanır. Oysa
havalandırmamız kar dolduğunda karın üzerinde güreş tutmaya ve kaymaya en önde
koşan o olurdu. Tabii bir de Kafkas oyunlarının o hızlı figürlerini ustalıkla
sergilediğini gördüğünüzde şaşırmadan edemezsiniz.
Devrimcilik bazen insanın yaratıcılığı gelişir.
Biraz da zorunluluğun sonucunda bu yaratıcılık gelişir. İmkansızlıkları,
olanaksızlıklar olunca, bir de bunların üzerine hapiste kalıyorsanız ister
istemez bir çok şeyi öğrenmek durumunda kalınabiliniyor. Belki yapılan işe ilgi
duyulmayabilir, belki daha farklı konularda uğraşmak, bir şeyler üretmekten
zevkte alınıyordur. Ama hapiste olunca, ihtiyaç kendisini dayatınca ister
istemez çok fazla ilgi duymadığınız, hatta sevmediğiniz işleri de yapmak
zorunda kalabiliyorsunuz. Ata'nın ortaya çıkardığı işler ise zorunluluğun
ötesinde yeteneklerinden, her işi severek yapmasından kaynaklanıyordu.
Emekçidir Ata. Daha çok anma ve kutlamalarımızı
yaptığımız salonumuzun ışıklandırılmasında, tiyatro ve skeçlerde yer almasına,
30 Mart 17 Nisan haftasında Şehitliğin hazırlanmasına kadar bir
çok iş ve görevde de elinden geleni ardına koymaz. 30 Mart 17 Nisan
haftasında Şehitlikde Kızıldere'yi
temsilen maket-kartondan bir ev yapmıştır. Evin içinde Mahir ÇAYAN'ın kahverengi bir gömleği vardır. Bu ev için günlerce
uğraşmış ve çok güzel bir sonuç elde etmiştir. Şehitliğimiz bütün olarak çok
güzeldir. Öyle ki diğer siyasetlerden ziyaretçiler gelir gördüklerinde kimileri
gözyaşlarına hakim olamazlar. Berkan'ımızın, İbo'muzun, Ata'mızın yoğun emek ve katkılarıyla hazırlanmıştır
burası.
O günleri birlikte yaşayan bir yoldaşımız Ata'nın
yaratıcılığını ve emeğini şöyle anlatır:
"4 Ocak katliamı anmasının yapılacağı güne
hazırlık yapılıyor. Bu hazırlıklardan biri de katliamın gerçekleştiği C1
koğuşunun giriş kapısının üstüne, maltaya hakim olan bir ışıklandırmalı pano yapılmasıydı. Ata, kırk yıllık
bir elektrikçinin ustalığıyla işe koyulmuş, çok güzel ışıklandırmalı bir pano
yapmayı başarmıştı. Dışaırda reklam, pano işleriyle
uğraşan biri yapsaydı yine ancak Ata'nın yaptığı kadar bir şey yapabilirdi.
30 Mart 17 Nisan etkinliklerinin olacağı günler için
her yıl koğuşlardan birinin altı şehitlik-müze olarak hazırlanırdı. 2000
yılında C-8 koğuşunun alt katı hazırlandı. Şehitlerin eşyaları, mektupları,
fotoğrafları vb. güzel bir sergi haline getirildi. Bir tane de Kızıldere'deki evin maketi yapılacak. Yine Ata'ya iş
düşmüştü. Sergiyi gezdiğinizde Ata'nın yaptığı evin maketini görmüştük.
Görenlerin hepsi çok beğenmişti. Bir mimarın inceliği, yaratıcılığıyla ortaya
çıkmıştı Kızıldere'deki ev.
Ya da tiyatroda dekor için, kostüm için bir şey
lazım olurdu, yine hemen Ata'ya gidilirdi. Ata'nın elinden gelmeyen bir şey yok
gibi. Yalnız biraz ağır, kendisine göre hareket ediyordu. Ağır hareket ediyor
dediysem bir işe başlayınca onu günler sonra bitiriyor sonucu çıkmasın. Önemli
olan Ata'nın bir işe başlaması. Başlayınca hünerli elleriyle o işi kısa sürede
bitiriyor. Ağırlığı işe başlamasından kaynaklanıyor.
Hiç unutmam bir gün tiyatro oyununda eski Türk
filmlerinde de rastladığımız bir tane bavul türü valiz gerekiyor. Ata'ya
söyledik "Tamam yaparım" dedi. Zaten kimseyi kırmak istemez
"yok" demezdi. Bir iki gün geçti "Ata ne zaman yapmaya
başlayacaksın" dedim, "Merak etme başlarım" dedi. Merak etme ama, oyuna yetişmesi gerekiyor. Oyunun oynanmasından bir gün
önce yine sordum "Merak etme yaparım" dedi yine. Oyunun oynanacağı
sabah sordum "henüz başlamadım ama merak etme yetiştiririm" dedi.
Oyunun başlamasına artık bir kaç saat var. Oyunda kullanılacak malzemeler,
kostümler hazırlanıyor. Bavulu oyuncular sordu, Ata'nın artık kaç gündür
yapmadığı bir işi, bir-iki saatte yapıp getireceğini düşünmediğim için içten
içe Ata'ya kızarak "Bavul yok, yapılmayacak. Onun yerine başka bir şey
bulun" dedim. Ata'ya kızıyorum, çünkü kaç gün önceden kendisine
söylemiştim, uyarılar yapmıştım. oyunun başlamasına
yarım saat kala Ata, elinde bir bavulla gülerek sahneye gelip "Mahpusların
kralı abim, ben sana merak etme demedim mi? Al sana bavul"
dedi. İşte Ata böyle biriydi."
Ata'nın becerileri bunlarla sınırlı değildir elbet.
O bizim en iyi aşçılarımızdan biridir aynı zamanda. Mutfağa girdiğinde
yaratıcılığını da kullanarak birbirinden güzel yemekler yapar kitlemize. Birçok
yöremizin yemeklerini bildiği gibi özellikle Adana, Mersin, Antep yörelerinin yemeklerinin
yapımında üzerine yoktur.
Ata'nın bu ilk tutsaklığı kısa sürer. 2000 yılının
Nisan ayında tahliye olur. O'nu özgürlüğe uğurlamak için yapılan tahliye
töreninde "Devrimcilere kapısının her zaman açık olduğu"nu
belirtir. Aktif devrimcilik yapan biri değildir ama devrimcilere gönül vermiş,
sevmiş, saymıştır.
Ata'yı dışarı uğurlarız fakat aradan bir kaç ay
geçmeden tekrar tutsak düşer. Tarih aynı yılın Ağustos ayıdır. Bu kez işyerinde
DHKP-C'ye ait silah ve patlayıcı madde bulunduğu
iddiasıyla tutuklanır.
O yine coşkusundan, sevecenliğinden, neşesinden
hiçbir şey kaybetmemiş, her zamanki gibi esprili, şakacıdır.
Ata, bir kez daha aşçımız olarak mutfakta yerini
alır. Daha önce de olduğu gibi diğer etkinliklerde de görev alıp emek harcar.
Hep kendisinden birşeyler katmaya çalışır.
Ölüm orucu direnişimiz başlayacak. Tüm kitlemizle ve
bizimle ölüm orucuna başlayan siyasetlerin kitlesiyle beraber son yemeğimizi
yiyeceğiz. Mutfakda başaşçı
Ata'dır. Tüm yoldaşlarımız gibi o da her zamankinden
daha büyük bir özenle çalışır. Hep beraber yemeğe oturduğumuzda masalarımızda
birbirinden güzel yemekler yer almaktadır. Bunda en büyük pay Ata'ya aittir. Ve
eminim ki o son yemeği de kimse unutmamıştır.
Direnişimiz başladıktan sonra 1. Ekip yola çıkar.
Ata, direnişçi yoldaşlarımıza el yapımı hediyeler hazırlamakla meşkuldür. Bir arkadaşımızla yaratıcılıklarını kullanarak
kimsenin aklına gelmeyecek bir hediye yaptılar. Hediye bir şişe içerisine
yerleştirilmiş yelkenlidir. Yelkenlinin yanında bir ışık yanar ve bir köşesinde
de örgütlerin ismi yazar. Sadece bizim savaşçılarımıza değil, diğer siyasetlerin
ölüm orucu direnişçilerine de hazırlamışlardır.
İkinci ölüm orucu ekibi direnişe başlama hazırlığı
içerisine girdiğinde; bantlarını kuşanmadan onların beslenmesinden yine Ata'mız
sorumludur. 15 gün kadar bir sürede adeta bütün marifetlerini göstererek onları
direnişin uzun yolculuğuna hazırlar. Özen gösterir, dikkat eder, üzerlerine
titrer.
O kendini bir "halk ilişkisi" olarak
tanımlar. Fakat pratiğinde böyle bir kısıtlama yoktur. Her işe koşar, yapamam,
edemem demez. Sürecin zorlu olacağını bilir. Kendi deyimiyle ve farklı siyasi
çevrelerle ilişkisinin olması nedeniyle "Böylesi bir süreçte gitmek bana
yakışmaz" der. Halkın kendisi için savaşanları sahiplenmesi ve
gerektiğinde birlikte ölmesi yanıyla büyük bir örnek teşkil eder.
19 Aralık direnişinde de cesaretle barikat
başlarında çatışır, düşmana karşı koyar. Direnişimizin son günü Ata'mızın şehit
düşmeden önceki saat hatta dakikaları yine yaratıcılık ve beceriyle doludur.
Üçüncü gün kitlemiz ikiye bölünmüştü. Bir kısım
yoldaşlarımız üst kat bayanlar koğuşunun küçük odalarında kalmış, bir kısım ise
yine bayanlar koğuşunun alt kat yemekhane bölümüne çekilmişti. Üst kat ara
koridorda yanan ateşin etkisiyle oldukça susamıştık. Orda kaldığımız süre
içerisinde bir ara birer yudum serum içip susuzluk giderilmeye çalışılmıştı,
ama çok fazla susuzluğumuzu giderememiştik. Son gün bayanlar koğuşunun alt
katındaki arkadaşlarla bulunduğumuzda, üst katta olanlar aşağıya inince hemen
su aramışlardı. Alt katta da su yok. Sonra mutfak kısmında tavandan aşağıya
doğru akan (su borularından biri patlamış olabilir veya başka bir nedenden)
suyu görenler bu suya hücum ettiler. Fakat bu tavandan akan su çok kirliydi.
Rengi koyu kahverengiydi. Suyun içine neyin karıştığını da bilmiyoruz ama
susuzluk o kadar etkilemiş ki, suyun rengine, kirliliğine bakmadan içenler
oluyor. Ata bu durumu görünce "biraz sabredin size hemen bir arıtıcı
yapayım" dedi. Sonra şu anda ne olduğunu hatırlayamadığım bir elektrikli
mutfak aracını alarak uğraşmaya başladı. Ata'nın yeteneklerine güveniyorum ama
bu iş tek başına yetenekle olacak, el berecileriyle halledilecek bir iş değil
ki. Bu nedenle arıtıcı yapacağına hiç ihtimal vermiyordum. Ama Ata, arıtıcı
yapmayı başardı. Tamam tümüyle suyu saf hale
getiremiyordu ama kahverengi olan suyun rengini oldukça değiştirip içilecek
duruma getirmeyi sağlıyordu.
Bu andan kısa bir süre sonra direnişinimizi
daha fazla sürdürmenin koşullları olmadığı için
bitirme kararı aldığımız dakikalarda Ata'mız düşman tarafından katledildi.
Dışarı çıktığımız anda Ata'yı bir askerin elinde kanlar içerisinde gördüm.
Kanlar elbiselerine dolmuş toprağa akıyordu...
Ata, ikinci kez tutsak düştüğünde arkadaşlarımız
kendisine takılmak için hayrola bu sefer ne yaptında
geldin diye sorduklarında "Ne olacak P-C'ye selam
verdik buraya geldik" diye karşılık verirdi. Oysa o selam vermenin ötesinde
ailemize yürekten gönül vermiş, sevmiş ve kapısını açmıştı. Yeri geldiğinde
beraber ölümü paylaşmasını bilen bir insandı.
19 Aralık'tan 22 Aralık'a kadar geçen günler Ata, ile birlikte olduğumuz, direniş içerisinde bir çok
güzelliği daha paylaştığımız günler yaşadık. Bu günlerle ilgili Ata'ya dair
anlatılacak çok şey vardır mutlaka ama onun bir sözü herhalde unutulmayacaktır.
Şehit düşmeden kısa bir süre önce "Son hareket
şık olmalı" demiş. Ata'nın son anı, son hareketi "şık"tı. Ama
bence Ata'nın kendisi her yönüyle "şık"tı.
Bizler ve ailemizin tüm bireyleri onu öyle sevmiş,
tanımışızdır. O bilincimizde, yüreğimizde yaşayacak ve kavgamızda anılacaktır.
Anısı önünde saygıyla eğiliyorum.
***
Tutsak Bir Yoldaşı Anlatıyor:
Ya Ata abiye ne demeli? Bizim ikinci ekip
olarak verdiğimiz ara dönemini hatırlıyorum. Nasıl da bir baba gibi
koşturuyordu peşimizden. Kim gelmedi yemeğe,
nerede diye tasalanıyordu.
Bütün hünerini kullanarak bizleri bu uzun ve zorlu yürüyüşe hazırlıyordu. Her
lokması helal olan son yemeklerimizi Ata abinin
emekçi ellerinden yedik. Ve sayesinde hala dimdik ayaktayız. Onun elinden
yediklerimize de halel getirmedik...