Alp ASLAN’ı Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:

 

 

Bir yoldaşı anlatıyor:

Dağların Şahanlarından Biri Olarak Ölümsüzleşti...

 

Birara Kurtuluş'un eski sayılarına gözatarken Sarıgazi Halk Meclisi Girişimi olarak düzenlenen bir halk toplantısında Alp'in toplantıyı yönetirken çekilmiş bir resmi gözüme çarpmıştı. Sevgili Alp'in Dersim'de iki yoldaşımızla birlikte şehit düştüğünü duyduğumda gittim Kurtuluş ciltleri arasından o resmini buldum. Ve O'na bakarken on yıl önceye kadar uzandım.

1988'de Ankara'da birlikte mücadeleye başlamıştık Alp'le. O, Tokat Ziraat Fakültesi'nden ben de Elazığ Veterinerlik'ten gelmiştim Ankara'ya. Okullarımız yan yanaydı. Dışkapı'daki Yıldırım Beyazıt Öğrenci Yurdu'nda aynı odada, yan yana ranzalarda kalıyorduk. Ortak noktalar bizi bir araya getirmişti. Kaldığımız yurt eski bir hapishaneydi. 12 Mart dönemi kadın hapishanesi olarak kullanılmıştı. Mimari yapısıyla hala bir hapishaneyi andırıyordu. Etrafında tel örgüler hala duruyordu. Odalar koğuş büyüklüğündeydi. Alp'le 16 kişilik odalardan birinde kalıyorduk.

Alp, olgunluğuyla, ciddiyetiyle, insan sevgisiyle, kararlı, kendine güvenli kişiliğiyle farklı bir dünyanın insanı olduğunu daha ilk anda hissettirmişti. Sürekli düşünen, sorgulayan, tartışan bir yanı vardı. Daha tanışmamızdan bir kaç gün sonra Alp bir akşam yurtta sohbet ederken Dev-Genç'lilerle tanıştığını ve kendisinin Dev-Genç'li olduğunu söyledi. Alp'le on yıllık mücadele birlikteliğimiz işte böyle başlamıştı. Çünkü aynı şey benim için de geçerliydi. Üniversiteye geldiğimin daha ilk günü Dev-Genç'lileri bulmuştum. Dev-Genç'liler daha ilk gün kolumuzdan tutup dernek toplantısına götürmüşler, elimize de Yeni Çözüm tutuşturmuşlardı. Hep yanımızdaydılar. Alp ile koşar adım gittik Yeni Çözüm'e.

O yıllarda Ankara'da öğrenci gençlik içerisinde oportünizmin, reformizmin de belli bir etkisi vardı. Ancak bize yabancıydı onlar. Yüzlerine bile bakmamıştık. Bizim kanımız Dev-Genç'e kaynıyordu. Ülkemiz gençliğinin Dev-Genç'ten başka bir örgütü olamazdı. 1988'den Alp'in Ankara'da tutsak düştüğü Şubat 1991'e kadar Dev-Genç içerisinde dolu dolu bir süreç yaşadık. Bu süreç içinde öğrendi, öğretti. Eski yeni demeden hepimize emek verdi Alp. O'nun için tek bir şey vardı; Mücadeleyi büyütmek, profesyonel bir devrimci olmak. Bundan dolayı da sağlamcı, kalıpçı düşünmeden, hiçbir statükoya saplanmadan, militan bir pratiğin adamı oldu. Bazen biz verilen görevlerle, söylenenlerle yetinir, bunları yerine getirdiğimizde rahatlar, üzerimize düşenleri yaptık derdik. Oysa bu daha hızlı gelişmemizin önündeki en büyük engellerden biriydi. Alp'in kişiliğinde böyle bir yan yoktu işte. Hiç kimsenin sokağa çıkamadığı zamanlarda o saatlerce yazılama yapabilen, bir günde birkaç tane birden pankart asabilen, binlerce bildiri dağıtabilendi.

1988-91'li yıllarda gerek kaldığımız Yıldırım Beyazıt yurdunda, gerekse de Alp'in okuduğu Ziraat Fakültesi'nde faşistlerin belli bir gücü vardı. Ama bizden, Dev-Genç'ten her zaman çekindiler. Karşımıza çıkmamak için özel bir çaba sarfettiler. Faşistler “Bunlara bulaşmayın, bunların arkasında Devrimci Sol var” diyor bizimle karşılaşmak istemiyorlardı. Yurt müdür yardımcıları daha bir alemdi. Korkudan Alp'i nerede görseler selam verip “nasılsın” diye ikiyüzlüce hatırını soruyorlardı. Alp ise bu şerefsizlere yüz vermezdi.

90 öğretim yılı başında faşistler Gazi Üniversitesinde 40-50 kişilik bir grupla polis gözetiminde AYÖ-DER rehberlik masasına bıçaklı zincirli bir saldırı düzenlediler. Bu saldırıda biri ağır olmak üzere 7 arkadaşımız yaralandı. Arkadaşlarımızın saldırıya uğradığını duyar duymaz Gazi'ye gittik. Bizi eylem yerine Alp götürmüştü. Saldırı haberini verirken öfkenin, kinin Alp'in beynine sıçradığını görmüştük. Saldırının olduğu gün, Alp yurda gelmedi. Bir gün sonra geldiğinde ise işimizin olduğunu, o gün için yurttan ayrılmamız gerektiğini söyledi. Gece birlikte bir arkadaşın evine gittik. Bir gün sonra akşam civarlarında Sivas Öğrenci Yurdu'na yönelik bir eylem yapacaktık. Sabah saat 5 civarı evden çıktık. Sivas Öğrenci Yurdu'nun yakınlarında taş, kalas ne bulduksak yığdık. Akşam saat 6'da yurdun önünde koyacağımız bir korsan gösteriyle eylem başlayacaktı. Biz de Alp'in grubu olarak içeri girip müdürün odasını falan yakacaktık. Akşam saat 6 civarı 40'a yakın Dev-Genç'li yurdun önünde toplandık. İlerden Dev-Genç sorumlusu yoldaş göründü. “Başlayın” işaretini o verecekti. Ancak “iptal, iptal” diyerek olay yerinden hızla uzaklaşmamızı istedi. Hareket müdahale etmiş, o süreçte böyle bir eylem yapmamıza izin vermemişti.

Örgütçüydü Alp. Ankara Ziraat Fakültesi'nin öğrenci derneği Alp'lerin uzun uğraşlarından, öğrencilerin derneği sahiplenmesinin ardından tüzel kişilik kazanmıştı. 1989 yılında M. Akif Dalcı'nın şehit düştüğü 1 Mayıs gösterilerinde Taksim'e Ankara'dan giden Dev-Gençlilerin arasında Alp de vardı. Ankara'ya döndüğünde günlerce herkese Taksim tavrımızı, yaşanan çatışmayı, Devrimci Sol Güçler'in cüretini anlatmıştı.

89 Ekim'inde bu kez Dev-Genç'in 20. Yıl kutlamaları için Ankara'dan 50 kişilik bir Dev-Genç grubuyla İstanbul'daydık Alp'le birlikte. Gecenin bitimine az bir süre kala birlikte gözaltına alınmıştık. Dev-Genç'lilerin 20. Yıldönümü bizi oldukça etkilemiş, Şişli Emniyet Amirliği'nde gecenin meşruluğunu savunmuştuk. Ve Ankara'ya dönüşte daha güçlü sarılmıştık mücadeleye.

90'da bu kez 1 Mayıs'ı Ankara'da kutlayacaktık. Hacettepe Üniversitesi Beytepe Kampüsü'nde Birtan'la, Besat'la, Mustafa Aktaş'la, Berdan'la birlikteydik. Ankara'da Dev-Genç'in, Devrimci Sol Güçlerin her etkinliğinde Alp aktif görev ve sorumluluklar alır, durup dinlenmeksizin koştururdu. İstanbul'daki ailesini bile bir kaç günlüğüne gidip görmeye vakti olmazdı. O koskoca bir ailenin evladı olmuştu. O'nun coşkusunu, mutluluğunu yaşıyordu. Ankara'da Dev-Genç'in 90 yaz kampının örgütleyicilerinden ve en çalışkan öğrencilerinden biriydi... Ankara'da 6 Kasım boykotunda O'nun emeği büyüktür. ABD emperyalizminin Irak'a, Ortadoğu halklarına karşı açmış olduğu savaşa karşı patlayan her molotofta, gürleyen her sloganda, yapılan her gösteride en öndekilerden biri de hep Alp'ti. Kısacası 88-91 yılları arasında Dev-Genç mücadelesi anlatılırken Alp anılmadan olmaz. O mücadelesini sadece kampüs duvarlarıyla da sınırlamamıştı. Ankara'nın gecekondu semtleri; Altındağ, Dikmen, Mamak, Keçiören, Hasköy, Balgat ve daha birçok yer Alp'i iyi tanırdı. Kısa boylu, ufak tefek yapısıyla kararlı, azimli, hırslı kişiliğiyle Alp, rahatlıkla sırtımızı yaslayabileceğimiz ve yasladığımız bir yoldaştı. Herşeyi hareketin çıkarları için düşünür, yoktan var etmesini bilirdi.

... Şubat 91'de gözaltına alındı. Bir ay yoğun işkencelerden sonra tutuklandı. Bir daha Alp'i görmem mümkün olmadı. Taa ki, 97 yılına kadar. 97'de Ümraniye'de görüşümüze geldi. Alp yine aynı Alp'ti. Son kez haberini ise Dersim'den aldım. Dağların şahanlarından biri olarak ölümsüzleşmişti.  

 

(Bu yazı Halk İçin Kurtuluş’un 4 Temmuz 1988 tarihli

88. sayısında yayınlanmıştır.)

 

***

 

Kurtuluş gazetesinde birlikte çalıştığı bir yoldaşı

anlatıyor:

Alp ASLAN: O, Kurtuluş'un Hamalı, Sarıgazi'nin Halk Önderi, Dersim Dağlarının Halk Kurtuluş Savaşçısı...

 

“Günler ölüm haberleriyle geliyor” demişti bir şiirinde Nazım Hikmet. Gerçekten de günümüz Türkiye'sinde günler ölümlerle, kayıplarla, baskı ve zulümlerle geliyor. Dersim dağları bu sefer; Alp'in, Songül'ün, Dursun'un kanlarıyla sulandı; vatanımız bağımsız, halkımız özgür olsun diye...

Her ne kadar “varılacak yere kanla varılacak” olmasının bilincinde olsak da her şehit haberinde olduğu gibi yeni şehitlerle yüreğimiz bir kez daha acıyla yandı. ... Savaşın gerçeğiydi bu; ölmek, öldürmek... Kazanmak, o büyük güne ulaşmak için bunu göze almak gerekiyordu. Tarih sahnesine çıktığımız daha ilk günde bunun bilincindeydik. Bunun içindir; 30 yıldır halk kurtuluş savaşı denince akla ilk gelenin Parti-Cephe olması... Ve bundan dolayıdır ki, zor da olsa şehitlerimizin acısını bastırıp, hesap sorma bilincine dönüştürdük. Son şehitlerimizin haberlerini alınca” da aynı duyguları yaşadık. “Biliyorsunuz, gözünüz arkada kalmayacak” dedik.

Son şehitlerimizden Alp'te Zeynep'le benzer özellikleri vardı. İkisi de Dersim dağlarına çıkmadan önce Kurtuluş'ta çalışıyordu; ikisi de dağlara sevdalıydı; ikisi de sevdalısına kavuştu; ikisi de halkımızın gönlündeki o en değerli yere; şehitlik mertebesine yerleşti. Daha önce Dersim'de şehit düşen Cihan ve Zeynep'le olduğu gibi Alp'le de Kurtuluş'ta çalıştığı dönem tanıştık. Daha doğrusu Alp'le Kurtuluş'a gelip-gitmeye başladığında tanıştık. Çünkü Alp'in Kurtuluş çalışanı olması doğallığında gelişen bir süreçle oldu. Alp hapishaneden çıktıktan sonra hiç tereddüt etmeden mücadeleye koşar ve daha önce mücadele içinde olduğu Ankara'ya gider. Ancak burada yaşanan bir takım sorunlar nedeniyle ilişkisi kopar. Bir süre sonra da ailesinin yanına; İstanbul'a döner. İlişkisinin kurulmasını bekler. Ama öyle ilişkisi kurulana kadar boş durmak, bir köşede beklemek Alp'in yapacağı bir şey değildir. Çevresindeki insanlarla ilgilenir, gazetemizi okumalarını sağlar ve örgütlemek ister.

Bu günlerde gelişmeleri öğrenmek, yapılacak işlere yardımcı olmak için Kurtuluş'a gelip-gitmeye başladı. İşte Alp'le Kurtuluş'a gelip gitmeye başladığı '95 yazının sonlarında tanıştık. İlk bakışta sessiz, içine kapanık bir görüntüsü vardı Alp'in. Büroya gelip gelişmeleri öğrenir ve bir köşeye oturup gazete okumaya başlardı. Sonra da kendisi ve çevresindeki insanlar için Kurtuluş alıp giderdi. Bu durum bir süre böyle sürdü. Geliş-gidişlerinde yaptığımız sohbetlerde Alp'i tanımaya başladık. O sessizliğinin altında büyük bir coşku, halka ve devrime bağlılık vardı. Mücadeleden kendi isteği dışında uzak kalması rahatsız ediyor, bir şeyler yapmak istiyordu. Yine büroya geldiği bir gün konuşmak istediğini söyledi. Konuşmasında beklediği süre içinde gazete bayileri, kitapçılar vb.leri ile konuşup Kurtuluş bırakabileceği önerisini getirdi. Alp'in bu önerisi bizi çok duygulandırdı. Çünkü, kendi görevi olmamasına rağmen böylesi çok zaman alacak bir işe girişmesi anlamlıydı. Önerisi kabul edildi ve Anadolu yakasında çok fazla bayiye gazete veremediğimiz için oradan başlaması söylendi. Ondan sonra Alp Anadolu yakasının sokaklarını adım adım dolaşıp gazete satışı yapılan yerlerle konuştu, ikna etti. Ve kısa bir süre sonra Alp'in dağıttığı gazete sayısı 400'e ulaştı.

Yaptığı işi “gazete dağıtımı” diye küçümsemiyor, her bulduğu yeni bayide, her gazete satışının artmasında çocuklar gibi seviniyordu. Yüzünden gülümsemesi eksik olmuyordu. Bayi sayısı ve gazeteler artıp gazeteleri erken ulaştırmada sorun çıkmaya başlayınca zamandan kazanmak için matbaaya gelmeye başladı. Böylece zamandan kazanmanın yanı sıra matbaadaki işlere de yardım ediyordu. Ondan sonra her cuma matbaaya gitmek için gelmeye başladı. Gazetenin büroya geldiği cumartesi sabahları erkenden dağıtacağı gazeteleri ayırır, yerleştirdiği büyük spor çantasını omuzlar çıkardı. Boyu biraz kısa olduğu için neredeyse yerlerde sürünen ağzına kadar gazete dolu olan o spor çanta Alp'le bütünleşmişti. Geceleri matbaada çalıştığı için uykusuz gözlerle omuzladığı çantayla Alp'in çıkışı büronun her cumartesi yaşanan doğal bir görüntü olmuştu.

Yaptığı işte titizdi Alp. Dağıtım yaptığı gazete bayilerine ne kadar gazete verdiğini, ne kadar iade aldığını, ne kadar para aldığını yazar ve her hafta hesabını kuruşu kuruşuna verirdi. Para konusunda hassastı. Gazete paralarından çok gerekli olsa bile harcama yapmazdı. Devrimin olanaklarını çar çur etmez, sahiplenirdi. Dağıtım yaptığı bayiler birbirinden uzak olması, dağıtım günleri dışında da yeni bayi bulmak için dolaşmasından dolayı fazla yol parası gitmesi onu rahatsız ediyordu. Mavi kart alarak bu sorunu da çözdü. Yine günün neredeyse büyük zamanı dışarıda geçmesine rağmen dışarıda yemek yemez, büroda veya evde yerdi. İşte böylesine tutumlu bir yoldaşımızdı Alp.

Zaman içinde bürodaki bazı işleri yapmak için geceleri de kalmaya başlayınca artık 24 saatini Kurtuluş'a ayırmaya başladı. Alp, böylece doğallığında Kurtuluş çalışanı oldu. Bir süre sonra da dağıtımın dışında büroda geceleri yazı yazmaya, tashih yapmaya başladı. Bu yanıyla kendini sınırlayan, bürokrat, “iş verilirse yaparım” anlayışına sahip değildi. İşlere hep kendisi talip oldu. Eksik gördüğü, yapılması gerekir diye düşündüğü işleri görevi bildi, yaptı. Gündüzleri dağıtım işi nedeniyle çok dolaşıp yorulması, geceleri de büroda çalışmasına rağmen bir kez olsun “yoruldum, uykum var” demedi. Günde bir kaç saat uykuyla yetinmesini bildi. Gazetenin dağıtımından basımına, yazının yazılmasından günlük işlerinin yapılmasına kadar her işinde çalışan Kurtuluş'un hamallarındandı O.

Şehitlere sonsuz bir bağlığı vardı. Her şehitte cenaze törenine gitmek için izin isterdi. 4 Ocak'ta Ümraniye Hapishanesi'nde yaşanan katliamdan sonra da aynı taleple geldi. O dönem Alp Kurtuluş'ta yeni olmasından dolayı fotoğraf çekmesini, kamera kullanmasını bilmediği için cenaze törenine gidecek muhabirler arasında değildi. Ama O cenaze törenine katılmak istiyordu. İzin verilmesi üzerine o da diğer arkadaşlarla birlikte Alibeyköy'e gitti. O gün şehitlerimizin cenazesinden bile korkan düşman Alibeyköy'ü işgal altına almıştı. Cenaze törenin yapılmaması için saldırmış, yüzlerce insanı gözaltına almıştı. Cenaze töreni bitip arkadaşlar büroya gelince bir tek Alp'ten haber alamamıştık. Diğer arkadaşların bir kısmı büroya dönmüş, dönmeyenlerin de gözaltına alındığı görülmüştü. Ama Alp'ten haber yoktu. Gözaltına alınanlar arasında ağır yaralılar olduğu, ölenler olduğu vb. değişik net olmayan haberler geliyordu. Bir taraftan da gözaltına alınanların, hastanede olanların listesi geliyordu. Fakat bu listelerde Alp'in adı yoktu. Akşam haberlerini izlerken Alp'in 4-5 polis tarafından zorla götürülmesini, slogan atmasını görünce rahatlamıştık. Polisin saldırısında Alp de yaralanmıştı. Vücudunun bir çok yerinde darp izlerinin yanı sıra kaşı da patlamıştı. Daha sonra kaşındaki bu yara izini şehitlerine sahip çıkmanın onuru olarak taşıyacaktı.

Ayrıca hapishane direnişlerinin Alp'in yaşamında özel bir yeri vardı. Hapishanelere karşı duyarlılığı daha fazlaydı. Çünkü, kendisi de daha önce hapishane direnişleri içinde yer almıştı. '91 yılında Eskişehir Tabutluğu'nun ilk açılışında Ankara'dan Eskişehir'e götürülen tutsakların içinde Alp de vardı. Eskişehir direnişini yaratanların, düşmanın hücre tipi politikasını boşa çıkaranların arasındaydı Alp. '96 yılında Eskişehir Tabutluğu ikinci defa açıldığında o günleri anlatan bir yazı yazmıştı Kurtuluş'a.

'96 Ölüm Orucu sürecinde ve sonrasında Kurtuluş'un dağıtımını artırmak için İkitelli, Gazi, Sarıgazi, Kartal bürolarıyla ilgilenmeye başladı. Mahallelerde elden dağıtımı örgütledi. Susurluk'la birlikte İstanbul'un Anadolu yakasında hem gazete dağıtımını artırmak, hem de halkın Susurluk devletine olan öfkesini, tepkisini örgütlemek için çalıştı. Bu süreçte KESK'in Ankara mitingine, Gazi, 16 Mart anmalarına insanları taşıdı. Kartal'da, Sarıgazi'de, 1 Mayıs Mahallesi'nde, Birlik Mahallesi'nde ve Anadolu yakasının daha birçok yerinde yapılan karatma eylemlerinde yer aldı. Sokak sokak, ev ev dolaşıp halkın Susurluk devletine olan öfkesini açığa çıkardı, mahallelerde “Bu Vatan Bizim Hesap Soralım Komisyonları”nı örgütledi. Sürecin temel örgütlenme biçimi olan Halk Meclisleri'ni örgütlemek için çalıştı. Bunun için yoksul, emekçi semti olan Sarıgazi'de Halk Meclisi çalışmalarını başlattı. Birlik ve 1 Mayıs mahallelerinde de Meclis çalışmalarının ilk adımlarını attı. Sarıgazi'de Halk Meclisi çalışmalarına yeni başlandığı dönemde Yenidoğan'da halkın evlerinin yıkılması üzerine Sarıgazi'de barikat direnişini örgütleyenler arasındaydı. Ve bu direnişin ardından yıkımlar durduruldu. Bu direniş aynı zamanda Sarıgazi Halk Meclisi Girişimi'nin kendisini ilan etmesiydi. Barikata Halk Meclisi Girişimi'nin pankartı asıldı. Bazı sol grupların tüm karşı propagandalarına rağmen Halk Meclisi meşruluğundan bir şey kaybetmedi Sarıgazi'de. Toplantılara daha fazla insan katılmaya başladı. Bunda Alp'in rolü büyüktü. O dönem Sarı Gazi Halk Meclisi Girişimi bir de örnek halk toplantısı yaptı. Bu, Meclis Girişimi'nin ilk halk toplantısı olacaktı. Bu açıdan önemliydi. Çalışmasına günler öncesinden başladılar. Sarıgazi’nin işlek yerlerine toplantıyı duyuran pankartları, elleriyle yaptıkları afişleri, çağrıları astılar. Bununla da yetinmeyip bastırdıkları davetiyeyi ev ev dolaşıp dağıttılar. Bir düğün salonunda yapılan bu toplantıya geniş bir katılım oldu. Alp'in de divan sözcülüğünü yaptığı toplantıda halk sorunlarını, çözüm yollarını tartıştı.

Bu aynı zamanda Alp'in katıldığı son Meclis toplantısı oldu. Çünkü, bir kaç gün sonra daha önceden yargılandığı bir davadan 10 yıl hapis cezası almıştı. Ve o çok sevdiği, emek verdiği Sarıgazi halkından ayrılmak zorunda kaldı. Alp gittikten sonra Sarıgazi halkı, Halk Meclisi Girişimcileri hep onu aradı, onu sordu. Durumu, niye gitmek zorunda olduğu anlatılınca da üzüldüler. Oysa çoğunluğunu Dersim'den göçetmek zorunda bırakılanların yerleşmiş olduğu Sarıgazi halkından hiç ayrılmamış Alp. ... Sarıgazi'nin halk önderi Dersim dağlarında halk kurtuluş savaşçısı olmuş.

Birlikte omuz omuza mücadele verdikleri, halkın kendi öz örgütlenmeleri olan Halk Meclisi'ni kurmak için çalıştıkları, karartma eylemlerinde Susurluk devletinden birlikte hesap sordukları, Newroz'da özgürlük ateşini birlikte yaktıkları, önderleri bildikleri Alp'le Sarıgazi halkı şimdi daha bir gururludur. ...

 

***

 

Kıymet Aslan oğlu Alp'i anlatıyor;

“ALP İNANDIĞI YOLDA BİLDİĞİNCE YÜRÜDÜ.

OĞLUMLA GURUR DUYUYORUM.”

Oğlum fakir halkı severdi, oğlum çok mertti. Eşitlikten yana, kadın-erkek eşitliğinden, insanların eşitliğinden yanaydı. Kadın eğer çalışıyorsa eşinin ev işlerini paylaşmasından yanaydı. Alp çocukları çok severdi. Fakir insanları destekler, onları sahiplenirdi. Alp, çobanı sever, kapıcıyı sever, onu ezdirmez sahiplenir ve kapıcıya birşey diyen olursa karşısında beni bulur derdi. İnsanların hor görülmesine, küçümsenmesine çok kızardı. Çöpü kapıcıya vermez götürür kendisi atar, çöpçüye çöp alırken yardım eder, komşular bazen boş bulunupta çöpçü geldi, kapıcı geldi dediklerinde kızar, “kapıcı değil onların adları var” der, küçümsemeyin diyerek komşularımızı uyarırdı. İnsanları sever, hele ki emekçi iseler daha çok sahiplenirdi.

Apartman sorunlarıyla ilgili her toplantıda komşularımızı uyararak kapıcıyı aşağılamayın, onlar emekçi insanlar, onlara iyi davranın, isimleriyle çağırın diyerek herkesi uyarırdı. Onun insana değer veren bu yanını tarif edemem. Küçük çocuklara bakar, onların en ufak sorunlarıyla ilgilenirdi. Ben çalışan bir insandım. Akşamleyin işten döndüğümde bir de bakardım ki, Alp evde temizlik yapmış, evi derleyip toparlamış. Ben, oğlum sen ev işi yapma dedikçe o bana anneciğim sen çalışan bir insansın, sen otur dinlen, ben işleri yaparım derdi. Alp paylaşmayı ve yardımı seven bir çocuktu. Her yerde annem çalıştığı, işçi olduğu için ona büyük saygı duyuyorum derdi.

Bana hep anne bir gün birşey olursa eğer, başıma bir iş gelirse ağlama, oğlunla gurur duy, çünkü bizim yaptığımız herşey doğru ve halkın yararınadır, bu bizim savaşımızdır. Senin oğlun kötü birşey yapmıyor, oğlunla hep gurur duy derdi. Bana her fırsatta halkın, fakir insanların ezildiğinden, sömürüldüğünden söz eder, biz onları savunuyoruz diyerek beni aydınlatmaya, mücadelesini bana kavratmaya çalışırdı. Bana cesur ol anne, dayanıklı ol, haklar bedel ödenmeden kazanılmıyor diyerek neden mücadele edilmesi gerektiğini anlatırdı. Alpim bana bunları anlatarak bana mücadelesini, kavgasını öğretmeye çalışırdı. Alp'le bu konular üzerine hep tartışır, ben onu ikna etmeye çalışırdım. Ama hep o beni mücadele etmek gerektiği konusunda ikna ederdi. Alpimle tek tartıştığımız konu buydu, mücadesiydi. Ben hep, oğlum sizi yaşatmazlar, öldürürler derdim. Bana, “olsun anne biz de onları yaşatmayacağız” derdi.

(...) Alp'imi gördüm öldürüldükten sonra. Oğlum kan revan içindeydi. Çocukların vücutları parçalanmıştı. Alp'in gezdiği dağlara çıktım. Onun meyve yediği ağaçları gösterdi köylüler. Ben de o ağaçlardan meyve yedim. Köylülere beni oğlumun kanıyla suladığı topraklara götürün dedim. Nereden geldi, nerelerde dolaştı, nerede vuruldu hepsini köylüler biliyorlardı. Bana hepsini gösterdiler. Oğlumun ve arkadaşlarının gezdiği dağları gezdirdiler.

Alp yaklaşık bir yıldır oralardaymış. Bütün köylüler hepsini tanıyorlar. Onlarla ilgili çok güzel şeyler anlattılar. Onlar çok mücadeleci, çok kararlı insanlardı. Alp ve arkadaşlarıyla gurur duy abla diyerek beni teselli etmeye çalıştılar. Alp'in herkesle tek tek konuştuğunu, hep birşeyler anlattığını, neler yapmaları konusunda sürekli kendilerini uyardığını söylediler. Özellikle biz birşey yaparken, tarlada çalışırken hemen gelir işe koyulur çalışmaya başlardı. Bizimle beraber tarlada, çapada çalışırdı, çok emekçi bir insandı diyerek Alp'in bu yanlarını anlattılar. Köylüler, özellikle kadınlar bana sürekli olarak oğlunla gurur duymalısın, o bir kahramandır. Hep halkın yanında, onların seviyesinde, onlarla iç içe oldu. Ezilen insanların yanında oldu hep diyerek onunla gurur duymamı, üzülmememi istiyorlardı. Ablanın bir tanesi, Alp'i tanıyanlardan birisi, Alp'i kendi ellerimle yıkadım, senin için rahat olsun diyerek onları ne kadar sevdiklerini anlattı. Onları kendi elleriyle yıkayacak kadar sevdirmişler kendilerini köylülere.

(...) Alp'ler vurulduktan sonra belediyeye getirmişler. Alp'ler akşam vurulmuşlar. Sabahleyin belediyeye getirmişler. Çocuklar ve köylüler önceden tanıdıkları için, Alp'ler oralarda dolaşırlarmış, onlara yaraşır bir şekilde vermişler toprağa. O köy halkı, o çocuklar mezarlarının etrafını çiçeklerle süslemişler. Ben dayanamayıp ağladıkça, o kadınlar beni teselli etmeye çalışarak, “onlar bizim de evladımızdı, senin gözün hiç arkada kalmasın. Biz onlar için her akşam mum yakıyoruz” diyerek benimle aynı sevgiyi ve acıyı paylaştılar. Bana hep, “biz onları çok iyi tanıyoruz. Onların sohbetleri, mertlikleri, insanlıkları unutulmaz. Hepsi sizin olduğu kadar bizimde evlatlarımız” diyorlardı.

Alp çok iyi bir evlattı. Daha önce de söylediğim gibi sadece benim yapma, etme dememden başka hiçbir tartışmamız olmazdı. O iyi bir insandı ve inandığı yolda bildiğince yürüdü, her zaman onunla gurur duyuyordum, şimdi daha çok gurur duyuyorum. 

 

(Alp Aslan'ın annesiyle yapılan bu röportaj Halk İçin Kurtuluş’un 27 Haziran 1988 tarihli 87. sayısında yayınlanmıştır.)

 

 

***

 

Yusuf Aslan oğlu Alp'i anlatıyor; “Klavuzu CHE'ydi

 

- Bize Alp'i anlatır mısınız?

- Benim düşüncem o bu yolda son derece inançlı, halkına, ülkesine son derece bağlı, aynı zamanda bir yurtseverdi. Çok samimiydi. Ama önemli olan tabii bu sürecin devam etmesi, dileriz ki ülkemiz insanlarının demokratik bir ortama, gerçek demokrasiye ulaşmasıdır. Şayet gerçekleşirse o da amacına ulaşmış olacaktır, diye düşünüyorum. Alp çalışkan, saygın, insanlarını seven bir çocuktu. Gerek aile ortamında, gerek çevrede, gerekse okul hayatında hep böyleydi. Haksızlıklara tahammülü yoktu. Gerektiği zaman bize dahi karşı koyardı. Aile ortamında ilişkileri çok iyiydi. Hiçbir zaman kırıcı olmazdı. Kırıcı olduğu zaman özür dilemesini bilirdi. Ailesine ve kardeşlerine çok düşkündü.

Onun uğradığı, gittiği yerler çok oldu. Şimdi soruyorum, arıyorum hiçbir yerde, hiçbir kimseye kötü bir iz bırakmadı. Hiç kimse, onun ağzında haksızlığa uğramadı. Hiç istemiyordu, kimse haksızlığa uğramasın, kimseye zarar vermek istemiyordu. Böyle bir yapıdaydı, düşüncedeydi. Yani bizden ayrı bir insandı. Bambaşka bir insandı.

- Hapishaneye ziyaretine gittiğinizde konuşmalarından hatırladıklarınızı anlatır mısınız?

- Devamlı bana anlatırdı. Bize soğukkanlı olmamızı, mücadelemizde haklı olduklarını anlatırdı. Onun gerçek amacı gerçekten bir devrimci olmaktı. Devrimciliğin gereklerini eksiksiz olarak yerine getirmeyi amaçlıyordu. Zaten gerillaya katılması, mücadele etmesi, silahlı mücadeleye katılması da bunun kanıtı. O hiçbir şeyi düşünmüyordu. Kendi halkını, ülkesini, daha doğrusu çok evrensel düşünüyordu. Çok okuyordu. Gerektiği zaman tartışırdı, gerektiği zaman tartışmazdı. Eleştirel yönü güçlüydü. Kendini kabul ettirmesini bilirdi. Arkadaşlarını anlatırdı. Bir gün ben de şehit olacağım diyordu. Şehit olmayı amaçlıyordu. Ablasına ve yengesine mitinglerde taşınan fotoğrafları gösterirmiş, “bir gün benim de resmimi taşıyabilirsiniz” dermiş. Onunla gurur duyuyorum. Olsa olsa şehit olurken bizi görmediği, yakınlarını görmediği için üzülmüştür. Bunun dışında onun üzüldüğü birşey yoktur. Emin olun, gittikleri yerleri araştırın, sorun. O bir Che'ydi. O bir Mahir'di, o bir Deniz'di. Öyleydi, öyle müthiş çalıştı. Gecesi gündüzü yoktu. Açlık, sefalet, işkence, direnişler, arkadaşları bilirler. Yani ne gerekirse yaptı. Yani onu, zorluk nerede varsa, mücadele nerede varsa orada görmek mümkündü. Türkiye değil dünyanın her yerinde ona yer vardı. Aynı Che Guavera gibi düşünürdü. Kılavuzu Che'ydi. Bundan sonraki görev sizindir.

 

(Bu röportaj, Halk İçin Kurtuluş’un 27 Haziran 1988 tarihli

87. sayısında yayınlanmıştır.)

 

***

 

Halil Kaya (1996 ölüm orucu şehidi Yemliha Kaya'nın Ağabeyi) Alp'i anlatıyor;

 

Alp çok samimi, dürüst, inançlarına bağlı bir arkadaştı. Yoldaşlarına, Parti-Cephe'ye bağlılığıyla birlikte yaşamını o yolda feda etti. Ve yoldaşlarıyla birlikte savaşmanın hazzını alarak şehit düştü. Parti-Cephe'ye ve önderliğe bağlı olarak şehitler kervanına katıldı. Ankara'da beraber kaldık. Ankara'da bizden önce tutuklanmıştı. Mütevazı, ağırbaşlı, kararlı, kuvvetli, bölüşmeyi, paylaşmayı seven bir arkadaştı. Biz oraya gittiğimizde cezaevleri koşullarını da bilmiyorduk. Bizimle ilgileniyordu. İşte şöyle olması gerekir, böyle olması gerekir diye cezaevi koşullarını anlatırdı. Eskişehir'de sürgüne gittik. Orada 33 gün açlık grevinde kaldık, direnişi paylaştık Alp'le. Sonuçta direniş başarıya ulaştı, sonra Çankırı'ya geldik. Çankırı'ya geldikten sonra tahliye oldu. Tahliye olduktan sonra göremedim. Resmini gördük gazetede. Şehit olduğunu öğrendiğimde gurur duydum. Kararlı, inatçı bir arkadaşımızdı.

 

(Bu anlatım, Halk İçin Kurtuluş’un 27 Haziran 1988 tarihli

87. sayısında yayınlanmıştır.)

Geri