Ali Haydar ÇAKMAK'ı Yakınları, Yoldaşları

Anlatıyor:

 

 

Cephe Açıklamasından:

PARTİ-CEPHE'NİN BAYRAĞI KARADENİZ

DAĞLARINDA ALİ HAYDAR VE BÜLENTLERLE DAHA

YÜKSEKLERDE DALGALANIYOR

 

Yoldaşlarımız kuşatma altında bile “bayrağımız ükenin her yanında dalgalanacak” demişlerdi. Bu mirasın savunucuları olan Parti-Cepheliler her koşulda bu mirasa bağlı olduklarını gösterdi. Ülkenin şehirlerini, dağlarını, ovalarını, halkımızın yaşadığı her yeri, ülkenin her karış toprağını savaş alanı olarak seçtiler. Kürdistan’dan İç Anadolu’ya, İç Anadolu’dan Karadeniz dağlarına ulaştılar. Karşı devrimin, şovenizmin, çürümüşlüğünün geliştirildiği, devrimciler bir daha giremez diye düşünülen dağlarda Parti-Cephe savaşçıları kurtuluş bayrağını dalgalandırmakta gecikmediler. Yüzlerce, binlerce şehit pahasına girilmez denilen yerlere girecek, dağların zirvesinde ve ormanların derinliklerine gerilla hakim olacaktır. Parti-Cephe savaşçıları düşe kalka, savaşı öğrenerek Karadeniz’in kıyılarına kadar ulaştı. Faşizmin bütün karşı propagandalarına rağmen gerilla halk tarafından tanınmaya başlandı. Düşmanın karşı propagandaları yara aldı. Bu onur Bahattinlerin, Ali Haydarların ve Bülentlerindir. Herşeyi yoktan varettiler. Gün olmuş tek bir karış tanımadıkları dağlarda günlerce yürümek zorunda kaldılar. Düşman ateşi altında aç susuz yaşamayı öğrenmişlerdi. Hareket ettikleri toprak parçasında yaşamak ve savaşmak için herşeyin düşmana karşı bir silah olarak kullanılabileceğini gerilla yaşamlarında bir kez daha somutladılar. Savaşı büyütmek ülkenin bütün dağlarını, halkını ve düşmanı tanımaktan geçiyor. Bunları bilmek kendimizi tanımaktır. Bütün bunların ağır bedeller olduğunu, yaşamlarını ortaya koymaları gerektiğini biliyorlardı.

Karadeniz’in en uç noktalarına ulaşmayı hedefleyen Karadeniz Recai Dinçel Kır Silahlı Propaganda Birliği Komutanlığına bağlı küçük bir birliğimiz, 5 Ağustos 1997 günü sabaha karşı Ordu Fatsa Çöteli köyü yakınlarında düşman tarafından kuşatıldı. Düşmanın yüzlerce asker ve ağır silahlarla saldırısına karşı geleneksel teslim olmama tavrımızı sürdürürerek, son mermilerine kadar çatıştılar. Karadeniz halkı Kızıldere’den, Bahattinler’den sonra yeniden Parti-Cephe’nin silah seslerini duyuyordu. Faşizmin, devrimci tarihi çarpıtmasına son veriliyordu. Bundan böyle Karadeniz dağlarında kurtuluşun silah sesleri eksik olmayacaktır. Kızıldere’nin açtığı yolda savaş sürüyor.

Ali Haydar Çakmak ve Bülent Pak’ın şehitliği faşizmin gerillaya vurduğu bir darbe değil, tersine bütün baskılara rağmen gerillanın yokedilemediğini, girilmez denilen yerlere kadar girilebildiğini göstererek düşmanın açmazlarının ve gerilla karşısındaki çaresizliğinin göstergesidir.

 

 (Yukarıdaki anlatım, DHKC Basın Bürosu'nun 8 Ağustos 1997 tarihli 57 No’lu Açıklamasından alınmıştır.)

 

***

 

Bir Yoldaşı Ali Haydar Çakmak'ı anlatıyor:

 

Genç yaşına rağmen uzun bir mücadele geçmişine sahipti. Atılım sürecinde Liseli DEV-GENÇ saflarındaydı. Liseli DEV-GENÇ'lilerin coşkulu, atılgan, cüretli, fütursuz ruh halinin örneklerinden biri de Ali Haydar'dı...

Ali Haydar Vefa Poyraz Lisesi'nde öğrenciydi. Sempatik, kitlelerle çok çabuk ilişki kurabilen özellikleriyle kısa sürede öne çıktı ve Vefe Poyraz Lisesi'nin sorumluluğuna getirildi. Onun sorumluluğu süresince Vefa Poyraz Lisesi hergün bir protesto gösterisine tanık oldu. Ali Haydar kitlelere sözünü dinletebiliyor, “Haydi” dediğinde peşinden Liselileri yürütebiliyordu. Gerek okulda yapılan gerekse dışarıda yapılan eylemlere en kitlesel katılımlardan biri de Vefa Poyraz Lisesi'nde oluyordu. Ona bir iş verildiğinde mutlaka yerine getirirdi. Eğer olmamışsa Ali Haydar'ı aşan bir olumsuzluk vardır diye düşünülürdü. Bir işi aldığında daha başından “yapacağım” derdi. Yorulmak bilmeden koşturur, emek harcar ve görevlerini yerine getirirdi. Ali Haydar çok hızlı öğreniyor, yeteneklerini geliştiriyor, aynı zamanda da öğretiyordu. Okuduğu lisede mücadeleye kazandırdığı birçok insan da Ali Haydar gibi liseyi bitirdiğinde “ne yapacağım” diye düşünmeden yeni görevler talep etti.

O artık Liseli DEV-GENÇ milislerindendi. Bu görevi süresince komutanı Ekrem Akın Savaş ile birlikte çalıştı. Hiç unutmam; gözü pek, kararlı, biraz da deli-dolu olan iki milis bir takip anılarını şöyle anlatıyorlardı:

 “Bir gece birlikte polis takibine düştük. Sokak sokak dolaştık. Atlatmaya çalıştık. Atlatamayınca biz ona gününü gösteririz dedik. Bir sokakta gizlenerek takipçiyi bekledik. Polis önümüzden geçtikten sonra arkasından 'dur kimliğini çıkar' dedik. Tabii adam duyar-duymaz arkasına bakmadan kaçmaya başladı. Silahlarımızı çıkarıp kovalamaya başladık. Arkasından ateş ettik. Ama adamı yakalayamadık. Bir dahaki sefere kaçırmayacağız, bizi takip etmek neymiş, onlara göstermemiz gerekir...”

Ali Haydar, zaman zaman olumsuzluklara da düştü. Duygusallığı zaman zaman onu geriye düşürebiliyordu. Ancak o iradesiyle böylesi durumlardan sıyrılmasını da bildi. Bir süre sonra Gazi'de “Hedef Karakol” diyerek düşmanın üzerine yürüyenlerdendi.

O Gazi'nin yiğit, verdiği sözün namus olduğunu bilen ve sözünden asla dönmeyen çocuklarındandı. Gazi'nin yetiştirip ülkenin dört bir yanına gönderdiği savaşçılardan, komutanlardan biriydi. Onun yüreğinde Torosları silah sesleriyle inleten Maksutlar, Kürdistan dağlarında umut olan Tuncaylar, şehirlerin sokaklarında son mermisine kadar çatışan İbolar, Ali Rızalar ve daha nice yiğit Gazili ve Cepheliler gibi olma özlemi vardı. O, bu özlemine kavuştu. Geleneklere tüm inancıyla sarıldı. Ve onurlu yerini aldı. O coşkulu sesiyle Karadeniz'den son bir kez “Bizi Tüketemezsiniz”, “Bize Ölüm Yok” diye haykırdı.

Kanın yerde kalmayacak Ali Haydar yoldaş... Senin verdiğin söze şimdi yeni savaşçılar, yeni Cepheliler sahip çıkıyor...

 

***

 

Babası Sadık Çakmak:

"ALİ HAYDAR HEM OĞLUM HEM YOLDAŞIM"

 

- Bize Ali Haydar'ı anlatır mısınız?

 

- Ali Haydar doğuşundan bugüne kadar yoksul yaşadı. Gerek aile içinde gerek çevre insanlarıyla diyaloğu çok güzeldi. A. Haydar daha yedi yaşındayken kendisinde bir kişilik oluştu. İnsanlara işkence yapıldığını duyuyordu insanlara nasıl işkence yapılıyor, nasıl işkenceye dayanıyor. A. Haydar küçük olmasına rağmen siyasi bir görüş sahibi oldu. Ortaokula geçtinde ideolojiyi tamamen kavramıştı. Bazen bizimle tartışıp bizi dee ğitmeye çalışıyor, bizi eleştiriyordu. Bazen karşı çıksakta o bildiği, inandığı yola gidiyordu. A.Haydar Vefa Poyraz Lisesi'ne girdi. Orada da çalışmalar yaptı. Sağ görüşlü öğretmenler polisle işbirliği yapıp Ali Haydar'ı gözaltına aldırdılar. Bu süreçte çok büyük işkenceler gördü, şubelerden gelişlerde bir iki saat evde dinleniyor üçüncü saat evde bulamıyorduk. Yine sokakta insanlarla diyalog halinde gördüğü işkenceleri unutuyordu.

Bir gün Ali Haydar ve arkadaşları Küçükköy Lisesi önünde bildiri dağıtıyor konuşmalar yapıyorlar. Bu esnada Bayrampaşa çevik kuvvetten sivil giyimli bir polis yapamazsınız diyor. Onlar durmuyor konuşma bittikten sonra kaçıyorlar. Fakat polis "hırsızlar yakalayın "diye bağırıyor. A.Haydar bir köşeye saklanıyor polis tam köşeye gelince polise vuruyor. Polis yere düşüyor silahıda elinden düşüyor. A.Haydar silahı alarak "Siz bize kıyıyorsunuz ama sizinle bir işimiz yok seni bağışlıyorum defol git peşimizi bırak" diyor Silahın şarjörünü boşaltıyor. Silahı polisin üzerine atıyor. Daha sonra kaçarken bir gurup faşist Ali Haydar'ı yakalıyor ve gözaltına alınıyor yoğun işkence görüyor. Ben onu görmeye gittiğimde baba bir şeyim yok beni merak etmeyin iyiyim diyor teselli etmeye çalışıyor. Ama halinden yoğun işkence gördüğü belli oluyor Ali Haydar'a gözaltında enjektörle beline sıcak bir sıvı vermişler. Bunun üzerine vücudunun belli yerlerinde şişmeler başladı.

Evimiz bir çok kez basıldı fakat evde hiçbirşey bulamadılar. Polisler devamlı Ali Haydar'ı takip ediyorlardı. Sık sık gözaltına alınıyordu, üç dört gün tutuyorlardı işkence yapıyorlardı. Fakat bir şey bulamıyorlar ellerinde delil yoktu. Bir gün kahveden alınıyor terörle mücadele şubesine götürülüyor. Polis kendi kafasından şunu öldürmüşler bunu asmışlar diye bir iddianame hazırlamışlar ellerinde hehangi bir delil olmamasına rağmen tutuklandı. Ziyarete gitiğimizde dağa gidicem çıkarsam durmam diyordu. Hapishaneden çıktıktan bir süre sonra ben işteyken annesi beni aradı oğlun gitti dedi bir süre sonra bize oğlunuz iyidir sağlığı yerindedir dendi.

 

- Ali Haydar Gazi Ayaklanması esnasında ayaklanmaya öncülük edenlerden biriydi. O günleri anlatabilir misiniz?

 

Ali Haydar ateş eden otomobili görenlerden biri. Kahveler tarandıktan sonra Ali otomobilin plakasını almaya çalışıyorlar fakat otomobilin plakası olmadığı için alamıyorlar. Ali bu süreçte gelişti, kendi kendine görev aldı. Devrimcilerin asil bir görevi vardır. Asil görevi halka yönelik baskıya karşı gelmek halka öncülük etmek, Ali Haydar bunu yaptı, hiç yılmadı. Devrimci olarak üzerine düşen görevini yerine getirdi. Barikatların daha güvenli olması için sokak içlerine taşınmasını sağladı. Saldırıya karşı nasıl daha iyi karşılık verilir onu planlıyordu. Yani Ali Haydar görevini yaptı.

Hiç kimsede inkar edemez.

 

- Ali Haydar'ın şehit düşmesinin ardından bir yıl geçti ve halk Ali Haydar'ı sahipleniyor siz neler hissettiniz?

 

... Gazi şehitliğinde oğlumuz Ali Haydar'ın anma törenine katıldık. Kortej halinde Gazi şehitliğine tüm yoldaşlarımızla yürüdük, bu yürüyüş sırasında çok güzel anlar yaşadık. Gerçektende devrimci disiplin altında oldu. Gazi şehitliğinde Gazi ayaklanmasında şehit düşenler elli metre ilerisinde Komutan Ali Haydar Çakmak yatıyor. Bu güne kadar oğlumuzdu ama bu günden sonra oğulluk sıfatından çıktı herkese söylediğimiz gibi bundan sonra Ali Haydar bizim yoldaşımızdır. Yoldaşımız anısına saygı duruşunda bulunduk ardından ben bir konuşma yaptım. Devrimciler hiçbir zaman ölmeyecek bitmeyeceklerdir. Ali Haydar çok sevilen bir insandı. Anmasında da yoldaşları dostları sahip çıktılar. Benim söyleyeceklerim bu kadar, dostlar sağolun.

 

(Ali Haydar’ın babası Sadık Çakmak’la yapılan bu röportaj, Halk İçin Kurtuluş dergisinin 15 Ağustos 1998 tarihli 94. Sayısında yayınlanmıştır.

 

***

 

HEDEF...

Ali Haydar Çakmak'a

 

Bir ses duyuldu

"hedef karakol"

Tutuştu öfkeler yüreklerde

gözler çakmak çakmak

 

Koştu en önde barikat çocuğu

"dur" dedi düşmana

"giremezsin vatanıma kanlı ellerinle"

Bir aslan kükredi

"hedef karakol"

ve başladı durdurulamayan yürüyüş

aktı binlerce el binlerce yürek

kuşandı silahını

 

Şimdi herkes barikat çocuğu

yürüyor faşizmin üstüne

Düşüyor canlar

yürüyor canlar

Vuruyor emperyalizmin kafasına kafasına

eziliyor panzer

 

Sertleştikçe adımlar duruyor paletler, duruyor oligarşi

İlerliyor halk

canhıraş

çarpıyor barikata

düşüyor faşizm.

Eğri büğrü panzer

paslı palet

Giremezsin toprağımıza

 

Barikat çocuğu şimdi dağlarda

alışıktır ayağı toza çamura

Kimbilir

bir türkü tutturmuştu belki de

en acılısından

en umutlusundan

en sevdalısından

 

Bir yanında koca çınar

bir yanında silahı

bir de dağ gibi yüreği

Karadeniz burası

yeşilin mavinin binbir tonu

gürül gürül şelaleler

tütün, çay, fındık, horon

bir de lazlar

Kalır mı hiç çıkını ekmeksiz

matarası susuz?

 

Şimdi öfkemiz

çakmak çakmak gözlerle

Fatsa' dan bakıyor

Hedef oligarşi

Hedef emperyalizm...

 

***     

 

Gazi’den bir yoldaşı anlatıyor:

GAZİ'NİN YİĞİT NEFERİ: ALİ HAYDAR

 

Gazi ayaklanmasına kadar uzunca bir süre görüşmemiştik Ali Haydar ile. Ama ayaklanmanın olduğu akşam onu Gazi'de görünce şaşırmamıştım. Doğrusu Gazi'de büyüyen Gazi'nin her sokağını emek vermiş, her koşulda insanların yardımına koşmuş, zor dönemlerinde Gazi halkının yanında olmuş biri olarak tanıdığım Ali Haydar'ın, ayaklanma günü orada olmamasını daha şaşırtıcı bulurdum.

Hiç değişmemişti bakışları, kendine özgü hareketleri, yürüyüşü vb. yine aynı Ali Haydar'dı. Yalındı. Ve bu haliyle Gazi halkının yazacağı bu direniş ve kahramanlık destanına herşeyiyle hazırdı. Elinde sıkıca tuttuğu sopası, şişkince montuna doldurduğu taşlar, yüzüne sardığı atkısıyla bu hazırlığını dışarıdan bakan sıradan birisi bile hemen anlayabilirdi.

Karşılaştığımızda ayaklanmanın üzerinden henüz bir kaç saat geçmişti. Daha sonra öğrendim ki Ali Haydar saldırının yapıldığı andan kısa bir süre sonra sokaklara dökülen Gazi halkının yanında yer alıyor. "Hedef karakol şiarını başlatanlardan biri olarak, karakola doğru yapılan yürüyüşün en önünde yer alan isimlerden biri de yine Ali Haydar. Bir yandan halkın bu yürüyüşü kararlı bir şekilde sonuçlandırması için elinden gelen herşeyi yapan Ali Haydar, bir yandan da ara sokaklara dalarak insanları karakola doğru yürüyen kitlenin içersine katabilmek için yoğun bir çaba sarfediyor. Hatta bir yoldaşın anlatımına göre, ara sokaklarda biriken toplulukların yanlış hedeflere yönelmemesinde Ali Haydar'ın çabaları oldukça etkili olmuş. Gerçekte faşist olmayan bir eve yönelen küçük bir gurubun karşısında A.Haydar, bu gurubun yöneldiği evin kapısının önüne geçiyor ve bu evin faşistlere ait olmadığını, hedefin karakol olduğunu söyleyerek grubu karakola doğru yönlendiriyor. Hemen sonra evin hanımı dışarı çıkarak A. Haydar'a sarılıyor ve gitmemesini evini korumasını istiyor. A.Haydar ise çabuk bir şekilde yaşananları ve neden gitmesi gerektiğini anlatarak oradan ayrılıyor.

Bir başka yoldaşın anlattığına göre bu olaydan sonra, Okmeydanı'ndan Gazi mahallesine gelen bir yoldaşımızın da zarar görmesini engelliyor. Bu yoldaşın Dörtyol’da bulunan bir birahaneden molotof için şişe almak istemesi üzerine birahane sahipleri bu yoldaşımızı kovalamaya başlıyor. Tam bu sırada A. Haydar kovalamacayı görerek duruma müdahale ediyor, birahane sahiplerine gerçek durumu anlatınca birahaneciler özür dileyerek başka şişeye ihtiyçları varsa gelip alabileceklerini söylüyor

Çok daha sonra A. Haydar'ı başka yoldaşlardan da dinledim. Bu Yoldaşlardan kimileri A. Haydar'ın molotof yapmak için insanları arabalardan benzin çekmeye gönderişini, kimileri karakola yürüyüş sırasında en önde yer alarak gösterdiği tavrı anlattılar.

Evet karşılaştığımızda hiç değişmediğini gördüm A. Haydar'ın. Birbirimize sarılıp kucaklaştıktan sonra sadece sesinin değiştiğini anladım. Ayaklanma başlayalı iki üç saat olmasına rağmen slogan atmaktan ve insanları uyarmak için bağırmaktan sesi kısılmıştı.

İkimiz de hasretlik giderecek uzun bir sohbete susamıştık. Ama ikimiz de biliyorduk ki, bunun yeri ve zamanı değildi. Özellikle A. Haydar'ın hareketleri ve ruh halinden bir an önce harekete geçerek bir şeyler yapma arzusu okunuyordu.

Kısa bir durum değerlendirmesi yaparak ayrıldık. İnsanları cemevinin önüne çekmek için çağrı yapacak ve cemevinin de üzerinde bulunduğu İsmet Paşa caddesinin başından itibaren barikatlar kurmaya başlayacaktık.

Bu ayrılışımızdan birkaç saat sonra, İsmetpaşa caddesinde dört beş barikat kurmuş, olası bir düşman saldırısını bekliyor haldeydik. Çok geçmeden düşman panzerleri ve ekip otolarıyla İsmetpaşa caddesinin başında belirdi. O an A. Haydar ile göz göze gelişimizi hatırlıyorum. Bugün bile o saniyeleri hatırladığımda O'nun kendinden emin, birazdan nelerle karşılaşacağını bilen ve ona göre davranacak olan militan yüz ifadesi gözlerimin önüne geliyor.

Kurduğumuz ilk barikatın önüne gelen panzer ve ekip otolarından inen polisler gecenin sessizliğini silahlarından çıkan yoğun ateş sesleriyle bozdular. Bu andan sonra hatırladığım tek şey çevremdeki insanların biraz önce ellerinde tuttukları taşları olabildiğince ileri atmak için kollarını sertçe öne doğru itmeleridir. Kendine barikatları siper yaparak en önde taş atan bir kaç isimden biri de Ali Haydardır. Montundan çıkarttığı taşlar bitince kurşun yağmuruna rağmen yerde sürünerek yolun kenarından taş toplayan ve bu taşları barikata getirerek taş atmaya devam eden de A. Haydardır.

Dakikalarca süren bu polis saldırısından hemen sonra şehitlerimizin ve yaralılarımızın olduğunu öğrendik. Bir iki dakika öncesine kadar silah seslerinin gürültüsüyle inleyen Gazi'ye şimdi sessizlik hakimdi. Arasında yer aldığımız barikatın içinde (cemevinin önüne karşılık gelen yerde) yaktığımız küçük ateşin etrafında bekliyorduk. Yavaş yavaş gün ağarırken ateşin başında bekleyen herkes çeşitli düşüncelerini bir yana bırakıp gündüz için hazırlıklara girişmeye başladı. Bir yandan barikatlar sağlamlaştırılırken bir yandan molotoflar hazırlanıyor, düşmanın açtığı savaşa karşılık vermek için yoğun bir hareketlilik gözleniyordu. Bu hareketliliğin içinde öfkeli yüzüyle göze çarpan isimlerden biri de Ali Haydardır.

İşte ayaklanmanın bu ilk günü ve ilk saatlerinde A.Haydar'ı böyle hatırlıyorum...

İşimiz gereği ayaklanmanın ikinci günü Gazi'den ayrılmamız gerekti. A. Haydar'ı ve yüreğimizi Gazi'de bırakarak oradan ayrıldık. Bu kısa ayrılık gazi şehitlerinin toprağa verilmek üzere Gazi'ye getirildiği gün sona erdi.

O gün tekrar Gazi'ye geldiğimde A. Haydar'ı yine bıraktığım gibi bulmuştum. Yalnız sesi bu kez iyicene kısılmıştı, neredeyse ağzından çıkan kelimeler hiç duyulmuyor, sadece dudakları kıpırdıyordu. Yüzünde hem zafer kazanmanın tatlı yorgunluğunu hem de Gazi'de verdiğimiz canların, yoldaşların acısını, burukluğunu okumak mümkündü. "Şimdi şehitlerimize karşı son görevimizi yerine getirmek için" diyerek işe koyuldu. Belki de son gücünü cenazelerin kaldırıldığı saatler için saklamıştı.

Ayaklanma boyunca barikattan barikata koşan halkla birlikte omuz omuza direnen Cepheliler, bu koşuşturma içerisinde pankart vb. yazarak ayaklanmayı seyreden dünyayı bilgilendirmeyi ihmal etmiş, büyük bir pankart yazmak akıllarına gelmemişti. Bu işi hemen A. Haydar üzerine aldı. Beraberindeki iki üç kişi ile hemen evlere giderek hem cenazeye katılmaları için halkı cemevine gelmeye çağıracak, hem de pankart yazmak için bez bulacaktı. Kısa bir uğraştan sonra elde ettiği bir nevresimi pankart bezi haline getiren A. Haydar, o ortamda bir kutu da boya bularak pankartı yazmaya başladı. Pankart yarım saatlik bir uğraş sonucu tamamlanmıştı.

O koşullar içinde gerçekten de devasa bir pankart sayılırdı. Eni yaklaşık 2 metre, uzunluğu da yaklaşık 6-7 metre olan pankarta büyük harflerle "SALDIRAN DEVLET DİRENEN GAZİ HALKIDIR-DHKC" sloganını yazan A. Haydar aynı zamanda bu pankartın İsmetpaşa Caddesini dolduran binlerce insanın yer aldığı kortejin en önüne konması önerisini de getirmişti. Büyük bir özenle getirilen pankart biraz sonra kitlenin büyüklüğüne yakışan görkemiyle en öndeydi.

Haydar daha sonra kitlenin içinde yer alarak mezarlığa doğru sürecek olan yürüyüşü düzenleme görevini üzerine aldı. Bu görevi içerisinde bir yandan insanların daha disiplinli bir şekilde kortej içersinde yer almasını sağlarken bir diğer yandan Cephe kortejinin içerisine sızabilecek ajan-provokatörlere karşı önlemler alıyordu.

Daha sonra Gazi şehitlerini sloganlarla marşlarla antlar içerek toprağa verdik. Onu en son bu ant içmelerin birinde havaya kaldırdığı sıkılı yumruğuyla gördüm. Kolunu kaldırmış kaşları çatık bir şekilde toprağa bakıyordu.

Dağlarda şehit düştüğü haberini öğrendiğimde, onun bu hali bir kere daha gözlerimin önüne geldi. Eminim ki o gün yemin içerken, hesap sormayı ve en yakın zamanda çıkacağı dağları düşünüyordu.

 

 

 

 

Geri