Ali
Haydar ÇAKMAK'ı Yakınları, Yoldaşları
Anlatıyor:
Cephe Açıklamasından:
PARTİ-CEPHE'NİN BAYRAĞI KARADENİZ
DAĞLARINDA ALİ HAYDAR VE BÜLENTLERLE
DAHA
YÜKSEKLERDE DALGALANIYOR
Yoldaşlarımız kuşatma altında bile “bayrağımız ükenin her yanında dalgalanacak” demişlerdi. Bu mirasın
savunucuları olan Parti-Cepheliler her koşulda bu mirasa bağlı olduklarını
gösterdi. Ülkenin şehirlerini, dağlarını, ovalarını, halkımızın yaşadığı her
yeri, ülkenin her karış toprağını savaş alanı olarak seçtiler. Kürdistan’dan İç
Anadolu’ya, İç Anadolu’dan Karadeniz dağlarına ulaştılar. Karşı devrimin,
şovenizmin, çürümüşlüğünün geliştirildiği, devrimciler bir daha giremez diye
düşünülen dağlarda Parti-Cephe savaşçıları kurtuluş bayrağını dalgalandırmakta
gecikmediler. Yüzlerce, binlerce şehit pahasına girilmez denilen yerlere
girecek, dağların zirvesinde ve ormanların derinliklerine gerilla hakim olacaktır. Parti-Cephe savaşçıları düşe kalka, savaşı
öğrenerek Karadeniz’in kıyılarına kadar ulaştı. Faşizmin bütün karşı
propagandalarına rağmen gerilla halk tarafından tanınmaya başlandı. Düşmanın
karşı propagandaları yara aldı. Bu onur Bahattinlerin,
Ali Haydarların ve Bülentlerindir. Herşeyi yoktan varettiler. Gün olmuş tek bir karış tanımadıkları dağlarda
günlerce yürümek zorunda kaldılar. Düşman ateşi altında aç susuz yaşamayı
öğrenmişlerdi. Hareket ettikleri toprak parçasında yaşamak ve savaşmak için herşeyin düşmana karşı bir silah olarak kullanılabileceğini
gerilla yaşamlarında bir kez daha somutladılar.
Savaşı büyütmek ülkenin bütün dağlarını, halkını ve düşmanı tanımaktan geçiyor.
Bunları bilmek kendimizi tanımaktır. Bütün bunların ağır bedeller olduğunu, yaşamlarını
ortaya koymaları gerektiğini biliyorlardı.
Karadeniz’in en uç noktalarına ulaşmayı hedefleyen
Karadeniz Recai Dinçel Kır Silahlı Propaganda Birliği
Komutanlığına bağlı küçük bir birliğimiz, 5 Ağustos 1997 günü sabaha karşı Ordu
Fatsa Çöteli köyü yakınlarında düşman tarafından
kuşatıldı. Düşmanın yüzlerce asker ve ağır silahlarla saldırısına karşı
geleneksel teslim olmama tavrımızı sürdürürerek, son
mermilerine kadar çatıştılar. Karadeniz halkı Kızıldere’den,
Bahattinler’den sonra yeniden Parti-Cephe’nin silah
seslerini duyuyordu. Faşizmin, devrimci tarihi çarpıtmasına son veriliyordu.
Bundan böyle Karadeniz dağlarında kurtuluşun silah sesleri eksik olmayacaktır. Kızıldere’nin açtığı yolda savaş sürüyor.
Ali Haydar Çakmak ve Bülent Pak’ın şehitliği
faşizmin gerillaya vurduğu bir darbe değil, tersine bütün baskılara rağmen
gerillanın yokedilemediğini, girilmez denilen yerlere
kadar girilebildiğini göstererek düşmanın açmazlarının ve gerilla karşısındaki çaresizliğinin
göstergesidir.
(Yukarıdaki anlatım, DHKC
Basın Bürosu'nun 8 Ağustos 1997 tarihli 57 No’lu
Açıklamasından alınmıştır.)
***
Bir Yoldaşı Ali Haydar Çakmak'ı
anlatıyor:
Genç yaşına rağmen uzun bir mücadele geçmişine
sahipti. Atılım sürecinde Liseli DEV-GENÇ saflarındaydı. Liseli DEV-GENÇ'lilerin coşkulu, atılgan, cüretli, fütursuz ruh halinin
örneklerinden biri de Ali Haydar'dı...
Ali Haydar Vefa Poyraz Lisesi'nde öğrenciydi.
Sempatik, kitlelerle çok çabuk ilişki kurabilen özellikleriyle kısa sürede öne
çıktı ve Vefe Poyraz Lisesi'nin sorumluluğuna getirildi.
Onun sorumluluğu süresince Vefa Poyraz Lisesi hergün
bir protesto gösterisine tanık oldu. Ali Haydar kitlelere sözünü dinletebiliyor,
“Haydi” dediğinde peşinden Liselileri yürütebiliyordu. Gerek okulda yapılan
gerekse dışarıda yapılan eylemlere en kitlesel katılımlardan biri de Vefa Poyraz
Lisesi'nde oluyordu. Ona bir iş verildiğinde mutlaka yerine getirirdi. Eğer olmamışsa
Ali Haydar'ı aşan bir olumsuzluk vardır diye düşünülürdü. Bir işi aldığında
daha başından “yapacağım” derdi. Yorulmak bilmeden koşturur, emek harcar ve
görevlerini yerine getirirdi. Ali Haydar çok hızlı öğreniyor, yeteneklerini
geliştiriyor, aynı zamanda da öğretiyordu. Okuduğu lisede mücadeleye
kazandırdığı birçok insan da Ali Haydar gibi liseyi bitirdiğinde “ne yapacağım”
diye düşünmeden yeni görevler talep etti.
O artık Liseli DEV-GENÇ milislerindendi. Bu görevi
süresince komutanı Ekrem Akın Savaş ile birlikte çalıştı. Hiç unutmam; gözü
pek, kararlı, biraz da deli-dolu olan iki milis bir takip anılarını şöyle
anlatıyorlardı:
“Bir gece birlikte polis takibine düştük. Sokak
sokak dolaştık. Atlatmaya çalıştık. Atlatamayınca biz
ona gününü gösteririz dedik. Bir sokakta gizlenerek takipçiyi bekledik. Polis
önümüzden geçtikten sonra arkasından 'dur kimliğini çıkar' dedik. Tabii adam
duyar-duymaz arkasına bakmadan kaçmaya başladı. Silahlarımızı çıkarıp kovalamaya
başladık. Arkasından ateş ettik. Ama adamı yakalayamadık. Bir dahaki sefere
kaçırmayacağız, bizi takip etmek neymiş, onlara göstermemiz gerekir...”
Ali Haydar, zaman zaman
olumsuzluklara da düştü. Duygusallığı zaman zaman onu
geriye düşürebiliyordu. Ancak o iradesiyle böylesi durumlardan sıyrılmasını da
bildi. Bir süre sonra Gazi'de “Hedef Karakol” diyerek düşmanın üzerine
yürüyenlerdendi.
O Gazi'nin yiğit, verdiği sözün namus olduğunu bilen
ve sözünden asla dönmeyen çocuklarındandı. Gazi'nin yetiştirip ülkenin dört bir
yanına gönderdiği savaşçılardan, komutanlardan biriydi. Onun yüreğinde Torosları silah sesleriyle inleten Maksutlar, Kürdistan dağlarında
umut olan Tuncaylar, şehirlerin sokaklarında son mermisine kadar çatışan İbolar, Ali Rızalar ve daha nice yiğit Gazili ve Cepheliler
gibi olma özlemi vardı. O, bu özlemine kavuştu. Geleneklere tüm inancıyla
sarıldı. Ve onurlu yerini aldı. O coşkulu sesiyle Karadeniz'den son bir kez “Bizi
Tüketemezsiniz”, “Bize Ölüm Yok” diye haykırdı.
Kanın yerde kalmayacak Ali Haydar yoldaş... Senin
verdiğin söze şimdi yeni savaşçılar, yeni Cepheliler sahip çıkıyor...
***
Babası Sadık Çakmak:
"ALİ
HAYDAR HEM OĞLUM HEM YOLDAŞIM"
- Bize Ali
Haydar'ı anlatır mısınız?
- Ali Haydar doğuşundan bugüne kadar yoksul yaşadı.
Gerek aile içinde gerek çevre insanlarıyla diyaloğu
çok güzeldi. A. Haydar daha yedi yaşındayken kendisinde bir kişilik oluştu.
İnsanlara işkence yapıldığını duyuyordu insanlara nasıl işkence yapılıyor,
nasıl işkenceye dayanıyor. A. Haydar küçük olmasına rağmen siyasi bir görüş
sahibi oldu. Ortaokula geçtinde ideolojiyi tamamen
kavramıştı. Bazen bizimle tartışıp bizi dee ğitmeye çalışıyor, bizi eleştiriyordu. Bazen karşı çıksakta o bildiği, inandığı yola gidiyordu. A.Haydar Vefa
Poyraz Lisesi'ne girdi. Orada da çalışmalar yaptı. Sağ görüşlü öğretmenler
polisle işbirliği yapıp Ali Haydar'ı gözaltına aldırdılar. Bu süreçte çok büyük
işkenceler gördü, şubelerden gelişlerde bir iki saat evde dinleniyor üçüncü saat
evde bulamıyorduk. Yine sokakta insanlarla diyalog halinde gördüğü işkenceleri
unutuyordu.
Bir gün Ali Haydar ve arkadaşları Küçükköy Lisesi önünde bildiri dağıtıyor konuşmalar
yapıyorlar. Bu esnada Bayrampaşa çevik kuvvetten sivil giyimli bir polis
yapamazsınız diyor. Onlar durmuyor konuşma bittikten sonra kaçıyorlar. Fakat
polis "hırsızlar yakalayın "diye bağırıyor. A.Haydar bir köşeye
saklanıyor polis tam köşeye gelince polise vuruyor. Polis yere düşüyor silahıda elinden düşüyor. A.Haydar silahı alarak "Siz
bize kıyıyorsunuz ama sizinle bir işimiz yok seni bağışlıyorum defol git
peşimizi bırak" diyor Silahın şarjörünü boşaltıyor. Silahı polisin üzerine
atıyor. Daha sonra kaçarken bir gurup faşist Ali Haydar'ı yakalıyor ve
gözaltına alınıyor yoğun işkence görüyor. Ben onu görmeye gittiğimde baba bir
şeyim yok beni merak etmeyin iyiyim diyor teselli etmeye çalışıyor. Ama halinden
yoğun işkence gördüğü belli oluyor Ali Haydar'a gözaltında enjektörle beline
sıcak bir sıvı vermişler. Bunun üzerine vücudunun belli yerlerinde şişmeler
başladı.
Evimiz bir çok kez basıldı
fakat evde hiçbirşey bulamadılar. Polisler devamlı
Ali Haydar'ı takip ediyorlardı. Sık sık gözaltına
alınıyordu, üç dört gün tutuyorlardı işkence yapıyorlardı. Fakat bir şey
bulamıyorlar ellerinde delil yoktu. Bir gün kahveden alınıyor terörle mücadele
şubesine götürülüyor. Polis kendi kafasından şunu öldürmüşler bunu asmışlar
diye bir iddianame hazırlamışlar ellerinde hehangi
bir delil olmamasına rağmen tutuklandı. Ziyarete gitiğimizde
dağa gidicem çıkarsam durmam diyordu. Hapishaneden çıktıktan
bir süre sonra ben işteyken annesi beni aradı oğlun gitti dedi bir süre sonra
bize oğlunuz iyidir sağlığı yerindedir dendi.
- Ali
Haydar Gazi Ayaklanması esnasında ayaklanmaya öncülük edenlerden biriydi. O
günleri anlatabilir misiniz?
Ali Haydar ateş eden otomobili görenlerden biri.
Kahveler tarandıktan sonra Ali otomobilin plakasını almaya çalışıyorlar fakat
otomobilin plakası olmadığı için alamıyorlar. Ali bu süreçte gelişti, kendi
kendine görev aldı. Devrimcilerin asil bir görevi vardır. Asil görevi halka
yönelik baskıya karşı gelmek halka öncülük etmek, Ali Haydar bunu yaptı, hiç
yılmadı. Devrimci olarak üzerine düşen görevini yerine getirdi. Barikatların
daha güvenli olması için sokak içlerine taşınmasını sağladı. Saldırıya karşı
nasıl daha iyi karşılık verilir onu planlıyordu. Yani Ali Haydar görevini
yaptı.
Hiç kimsede inkar edemez.
- Ali
Haydar'ın şehit düşmesinin ardından bir yıl geçti ve halk Ali Haydar'ı
sahipleniyor siz neler hissettiniz?
... Gazi şehitliğinde oğlumuz Ali Haydar'ın anma
törenine katıldık. Kortej halinde Gazi şehitliğine tüm yoldaşlarımızla yürüdük,
bu yürüyüş sırasında çok güzel anlar yaşadık. Gerçektende devrimci disiplin
altında oldu. Gazi şehitliğinde Gazi ayaklanmasında şehit düşenler elli metre
ilerisinde Komutan Ali Haydar Çakmak yatıyor. Bu güne kadar oğlumuzdu ama bu
günden sonra oğulluk sıfatından çıktı herkese söylediğimiz gibi bundan sonra
Ali Haydar bizim yoldaşımızdır. Yoldaşımız anısına saygı duruşunda bulunduk
ardından ben bir konuşma yaptım. Devrimciler hiçbir zaman ölmeyecek
bitmeyeceklerdir. Ali Haydar çok sevilen bir insandı. Anmasında da yoldaşları
dostları sahip çıktılar. Benim söyleyeceklerim bu kadar, dostlar sağolun.
(Ali Haydar’ın babası Sadık Çakmak’la yapılan bu röportaj, Halk İçin
Kurtuluş dergisinin 15 Ağustos 1998 tarihli 94. Sayısında yayınlanmıştır.
***
HEDEF...
Ali Haydar Çakmak'a
Bir ses duyuldu
"hedef karakol"
Tutuştu öfkeler yüreklerde
gözler çakmak çakmak
Koştu en önde barikat çocuğu
"dur" dedi düşmana
"giremezsin vatanıma kanlı ellerinle"
Bir aslan kükredi
"hedef karakol"
ve başladı durdurulamayan yürüyüş
aktı binlerce el binlerce yürek
kuşandı silahını
Şimdi herkes barikat çocuğu
yürüyor faşizmin üstüne
Düşüyor canlar
yürüyor canlar
Vuruyor emperyalizmin kafasına kafasına
eziliyor panzer
Sertleştikçe adımlar duruyor paletler, duruyor
oligarşi
İlerliyor halk
canhıraş
çarpıyor barikata
düşüyor faşizm.
Eğri büğrü panzer
paslı palet
Giremezsin toprağımıza
Barikat çocuğu şimdi dağlarda
alışıktır ayağı toza çamura
Kimbilir
bir türkü tutturmuştu belki de
en acılısından
en umutlusundan
en sevdalısından
Bir yanında koca çınar
bir yanında silahı
bir de dağ gibi yüreği
Karadeniz burası
yeşilin mavinin binbir tonu
gürül gürül
şelaleler
tütün, çay, fındık, horon
bir de lazlar
Kalır mı hiç çıkını ekmeksiz
matarası susuz?
Şimdi öfkemiz
çakmak çakmak
gözlerle
Fatsa' dan bakıyor
Hedef oligarşi
Hedef emperyalizm...
***
Gazi’den bir yoldaşı anlatıyor:
GAZİ'NİN YİĞİT NEFERİ: ALİ HAYDAR
Gazi ayaklanmasına kadar uzunca bir süre
görüşmemiştik Ali Haydar ile. Ama ayaklanmanın olduğu akşam onu Gazi'de görünce
şaşırmamıştım. Doğrusu Gazi'de büyüyen Gazi'nin her sokağını emek vermiş, her
koşulda insanların yardımına koşmuş, zor dönemlerinde Gazi halkının yanında
olmuş biri olarak tanıdığım Ali Haydar'ın, ayaklanma günü orada olmamasını daha
şaşırtıcı bulurdum.
Hiç değişmemişti bakışları, kendine özgü
hareketleri, yürüyüşü vb. yine aynı Ali Haydar'dı. Yalındı. Ve bu haliyle Gazi
halkının yazacağı bu direniş ve kahramanlık destanına herşeyiyle
hazırdı. Elinde sıkıca tuttuğu sopası, şişkince montuna doldurduğu taşlar,
yüzüne sardığı atkısıyla bu hazırlığını dışarıdan bakan sıradan birisi bile
hemen anlayabilirdi.
Karşılaştığımızda ayaklanmanın üzerinden henüz bir
kaç saat geçmişti. Daha sonra öğrendim ki Ali Haydar saldırının yapıldığı andan
kısa bir süre sonra sokaklara dökülen Gazi halkının yanında yer alıyor. "Hedef
karakol şiarını başlatanlardan biri olarak, karakola doğru yapılan yürüyüşün en
önünde yer alan isimlerden biri de yine Ali Haydar. Bir yandan halkın bu
yürüyüşü kararlı bir şekilde sonuçlandırması için elinden gelen herşeyi yapan Ali Haydar, bir yandan da ara sokaklara dalarak
insanları karakola doğru yürüyen kitlenin içersine katabilmek için yoğun bir
çaba sarfediyor. Hatta bir yoldaşın anlatımına göre,
ara sokaklarda biriken toplulukların yanlış hedeflere yönelmemesinde Ali Haydar'ın
çabaları oldukça etkili olmuş. Gerçekte faşist olmayan bir eve yönelen küçük
bir gurubun karşısında A.Haydar, bu gurubun yöneldiği evin kapısının önüne
geçiyor ve bu evin faşistlere ait olmadığını, hedefin karakol olduğunu
söyleyerek grubu karakola doğru yönlendiriyor. Hemen sonra evin hanımı dışarı
çıkarak A. Haydar'a sarılıyor ve gitmemesini evini korumasını istiyor. A.Haydar
ise çabuk bir şekilde yaşananları ve neden gitmesi gerektiğini anlatarak oradan
ayrılıyor.
Bir başka yoldaşın anlattığına göre bu olaydan
sonra, Okmeydanı'ndan Gazi mahallesine gelen bir yoldaşımızın da zarar
görmesini engelliyor. Bu yoldaşın Dörtyol’da bulunan bir birahaneden molotof için şişe almak istemesi üzerine birahane sahipleri
bu yoldaşımızı kovalamaya başlıyor. Tam bu sırada A. Haydar kovalamacayı
görerek duruma müdahale ediyor, birahane sahiplerine gerçek durumu anlatınca
birahaneciler özür dileyerek başka şişeye ihtiyçları
varsa gelip alabileceklerini söylüyor
Çok daha sonra A. Haydar'ı başka yoldaşlardan da
dinledim. Bu Yoldaşlardan kimileri A. Haydar'ın molotof
yapmak için insanları arabalardan benzin çekmeye gönderişini, kimileri karakola
yürüyüş sırasında en önde yer alarak gösterdiği tavrı anlattılar.
Evet karşılaştığımızda hiç
değişmediğini gördüm A. Haydar'ın. Birbirimize sarılıp kucaklaştıktan sonra
sadece sesinin değiştiğini anladım. Ayaklanma başlayalı iki üç saat olmasına
rağmen slogan atmaktan ve insanları uyarmak için bağırmaktan sesi kısılmıştı.
İkimiz de hasretlik giderecek uzun bir sohbete
susamıştık. Ama ikimiz de biliyorduk ki, bunun yeri ve zamanı değildi.
Özellikle A. Haydar'ın hareketleri ve ruh halinden bir an önce harekete geçerek
bir şeyler yapma arzusu okunuyordu.
Kısa bir durum değerlendirmesi yaparak ayrıldık.
İnsanları cemevinin önüne çekmek için çağrı yapacak
ve cemevinin de üzerinde bulunduğu İsmet Paşa
caddesinin başından itibaren barikatlar kurmaya başlayacaktık.
Bu ayrılışımızdan birkaç saat sonra, İsmetpaşa caddesinde dört beş barikat kurmuş, olası bir düşman
saldırısını bekliyor haldeydik. Çok geçmeden düşman panzerleri ve ekip otolarıyla
İsmetpaşa caddesinin başında belirdi. O an A. Haydar
ile göz göze gelişimizi hatırlıyorum. Bugün bile o saniyeleri hatırladığımda
O'nun kendinden emin, birazdan nelerle karşılaşacağını bilen ve ona göre
davranacak olan militan yüz ifadesi gözlerimin önüne geliyor.
Kurduğumuz ilk barikatın önüne gelen panzer ve ekip
otolarından inen polisler gecenin sessizliğini silahlarından çıkan yoğun ateş
sesleriyle bozdular. Bu andan sonra hatırladığım tek şey çevremdeki insanların
biraz önce ellerinde tuttukları taşları olabildiğince ileri atmak için
kollarını sertçe öne doğru itmeleridir. Kendine barikatları siper yaparak en
önde taş atan bir kaç isimden biri de Ali Haydardır. Montundan çıkarttığı
taşlar bitince kurşun yağmuruna rağmen yerde sürünerek yolun kenarından taş
toplayan ve bu taşları barikata getirerek taş atmaya devam eden de A.
Haydardır.
Dakikalarca süren bu polis saldırısından hemen sonra
şehitlerimizin ve yaralılarımızın olduğunu öğrendik. Bir iki dakika öncesine
kadar silah seslerinin gürültüsüyle inleyen Gazi'ye şimdi sessizlik hakimdi. Arasında yer aldığımız barikatın içinde (cemevinin önüne karşılık gelen yerde) yaktığımız küçük ateşin
etrafında bekliyorduk. Yavaş yavaş gün ağarırken
ateşin başında bekleyen herkes çeşitli düşüncelerini bir yana bırakıp gündüz
için hazırlıklara girişmeye başladı. Bir yandan barikatlar sağlamlaştırılırken
bir yandan molotoflar hazırlanıyor, düşmanın açtığı
savaşa karşılık vermek için yoğun bir hareketlilik gözleniyordu. Bu
hareketliliğin içinde öfkeli yüzüyle göze çarpan isimlerden biri de Ali
Haydardır.
İşte ayaklanmanın bu ilk günü ve ilk saatlerinde
A.Haydar'ı böyle hatırlıyorum...
İşimiz gereği ayaklanmanın ikinci günü Gazi'den
ayrılmamız gerekti. A. Haydar'ı ve yüreğimizi Gazi'de bırakarak oradan
ayrıldık. Bu kısa ayrılık gazi şehitlerinin toprağa verilmek üzere Gazi'ye getirildiği
gün sona erdi.
O gün tekrar Gazi'ye geldiğimde A. Haydar'ı yine
bıraktığım gibi bulmuştum. Yalnız sesi bu kez iyicene kısılmıştı, neredeyse
ağzından çıkan kelimeler hiç duyulmuyor, sadece dudakları kıpırdıyordu. Yüzünde
hem zafer kazanmanın tatlı yorgunluğunu hem de Gazi'de verdiğimiz canların,
yoldaşların acısını, burukluğunu okumak mümkündü. "Şimdi şehitlerimize
karşı son görevimizi yerine getirmek için" diyerek işe koyuldu. Belki de
son gücünü cenazelerin kaldırıldığı saatler için saklamıştı.
Ayaklanma boyunca barikattan barikata koşan halkla
birlikte omuz omuza direnen Cepheliler, bu koşuşturma içerisinde pankart vb.
yazarak ayaklanmayı seyreden dünyayı bilgilendirmeyi ihmal etmiş, büyük bir
pankart yazmak akıllarına gelmemişti. Bu işi hemen A. Haydar üzerine aldı.
Beraberindeki iki üç kişi ile hemen evlere giderek hem cenazeye katılmaları
için halkı cemevine gelmeye çağıracak, hem de pankart
yazmak için bez bulacaktı. Kısa bir uğraştan sonra elde ettiği bir nevresimi
pankart bezi haline getiren A. Haydar, o ortamda bir kutu da boya bularak pankartı
yazmaya başladı. Pankart yarım saatlik bir uğraş sonucu tamamlanmıştı.
O koşullar içinde gerçekten de devasa bir pankart
sayılırdı. Eni yaklaşık 2 metre, uzunluğu da yaklaşık 6-7 metre olan pankarta
büyük harflerle "SALDIRAN DEVLET DİRENEN GAZİ HALKIDIR-DHKC" sloganını
yazan A. Haydar aynı zamanda bu pankartın İsmetpaşa
Caddesini dolduran binlerce insanın yer aldığı kortejin en önüne konması önerisini
de getirmişti. Büyük bir özenle getirilen pankart biraz sonra kitlenin
büyüklüğüne yakışan görkemiyle en öndeydi.
Haydar daha sonra kitlenin içinde yer alarak
mezarlığa doğru sürecek olan yürüyüşü düzenleme görevini üzerine aldı. Bu
görevi içerisinde bir yandan insanların daha disiplinli bir şekilde kortej
içersinde yer almasını sağlarken bir diğer yandan Cephe kortejinin içerisine
sızabilecek ajan-provokatörlere karşı önlemler
alıyordu.
Daha sonra Gazi şehitlerini sloganlarla marşlarla antlar
içerek toprağa verdik. Onu en son bu ant içmelerin birinde havaya kaldırdığı
sıkılı yumruğuyla gördüm. Kolunu kaldırmış kaşları çatık bir şekilde toprağa
bakıyordu.
Dağlarda şehit düştüğü haberini öğrendiğimde, onun
bu hali bir kere daha gözlerimin önüne geldi. Eminim ki o gün yemin içerken,
hesap sormayı ve en yakın zamanda çıkacağı dağları düşünüyordu.