Ali ÇELİK’i Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:

 

 

Gerilla birliğindeki yoldaşları anlatıyor:

 

Gerilladaki kod adı İbrahim’di Ali Çelik’in. Dersim'e geldikten sonra halkla çok sıcak ilişkiler kurmaya başladı. Dersimli olduğu için bu konuda zorlanmıyordu. Köylülerle Zazaca konuşuyor, onları örgütlemeye çalışıyordu. Diğer yandan emekçi kişiliğini kıra da taşımıştı. Gerilla yaşamının her anında bu yanını görecektik. Sığınak yaparken, yemek-ekmek yaparken, kütüklük dikerken vb. emekçi kişiliğini, fedakarlığını görüp örnek alacaktık. 1.75 arası boyu, uzun sakalları, pos bıyıkları, çakmak çakmak yanan gözleriyle onu anımsıyoruz. Elbiseleri düzgün, çantası derli toplu, kütüklüğün çekiciliği, silahının pırıl pırıl oluşuyla hatırlıyoruz. Yani özcesi, bizim İbrahim "çakı gibi" bir Anadolu genciydi.

Onu ilk gördüğümüzde çok etkilenmiştik. 1992 yılının sonlarıydı. Birliğimiz bu süreçte bir sığınakta kalıyordu. Sığınağa gittiğimizde tanıdığımız savaşçılar ve dışarıdaki arkadaşlarla karşılaştım. Bunlardan biri de İbrahim'di. Uzamış sakalları ve başına taktığı küllahla çok heybetli görünüyordu. Dıştan bakınca "soğuk bir insan" izlenimini yaratıyordu. Ancak, onu tanımaya başlayınca kıpır kıpır bir yüreği olan, duygusal ve sıcak biri olduğunu görmeye başlamıştık. Becerikli ve çalışkan oluşu da görünüyordu. Sığınağın kazımı, üstünün kapatılması, kapağı... herşeyinde emeği vardı. Bu yüzden İbrahim'i bize "bizim ustamız" diye tanıttılar. Gerçekten de günler geçtikçe İbrahim'in bir usta olduğunu görmüştük. Köylere gittiğimizde, köylülere dikiş makinasıyla dikiş dikerdi. Kapıları, pencereleri tamir ederdi. Ağaçtan oturak yapardı. Öylesine becerikliydi. Bizim kütüklüklerimizin dikimine yardım eder, dikilmesini de öğretirdi.

İbrahim ile uzun bir süre aynı müfrezede yer aldık. Deneyimli bir savaşçıydı. Kimi zaman bize silahları öğretir, kimi zaman da birliğimize öncülük yapardı. Köylerde gençlerle, yaşlılarla saatlerce sohbet eder, bizi anlatırdı. Bu sıcak kişiliği onun sevilmesini, sayılmasını sağlıyordu. Komutanımız İbrahim'i her işe, her göreve gönderirdi. Ona herkes güvenir, başaracağına inanırdı. Pratiğiyle bunu defalarca kanıtlamıştı.

1993 Mart ayıydı. Nereye gittiğini, ne iş yaptığını bilmiyorduk ama, İbrahim birkaç kez silahını, kütüklüğünü bırakıp birlikten ayrılmıştı. Gözlerinin parlamasından çok güzel bir iş yaptığını çıkarıyorduk. Komutanımız Cemal (Nazım Karaca) onunla konuşup gönderiyordu. Döndüğünden kısa bir süre sonra da Çemişgezek'in Akçapınar Jandarma karakoluna bir baskın düzenleyeceğimizi öğrendik. İşte o zaman anladık gözlerinin neden parladığını. Eylem istihbaratına büyük katkıları olmuştu. Bu nedenle karakolun çevresini, patikaları iyi biliyordu. Diğer yandan İbrahim, makinalı silahımız olan Diktiryof'u taşıyordu. Eylem içerisinde savunma grubunda görevlendirildi. Eylem bölgesine gittiğimizde İbrahim iki savaşçıyla savunma grubunun yerleştiği tepeye gitti. Eylem başlamış, başarıyla sürüyordu. Karakola roket atılmış, kleşlerle tarıyorduk. Karakol bize karşılık vermemişti. Artık karakolun yakınına kadar sokulan imha ekibi geri çekilecekti. Tam bu sırada savunma tepesinde Diktiryof çalışmaya başladı. Öyle bir ustalıkla ateş ediyordu ki, iki iki ateşliyordu diktiryofu. Şeritlere izli mermi yerleştirildiğinden savunma tepesinden karakola kesik kesik bir ışık geliyordu. Karakolun kapısına, penceresine, nöbetçi kulübesine ustalıkla ateş edildi. Savunma görevini ustalıkla yerine getirmişti. Daha sonra bir araya geldiğimizde o da düşmana vurmanın verdiği coşkuyu, yaşıyordu.

Akçapınar eyleminden sonra 12 yoldaşımızın Pertek Çalaxane'de şehit düştüğünü öğrenmiştik. Şehit yoldaşlarımızın birçoğunu daha görmemiştik bile. İbrahim şehit yoldaşlarımızdan Selvi Uzun ile birlikte kıra gelmişti. Kampta aynı dönem eğitim görmüşlerdi. Dersim dağlarında birçok zorluğu beraber göğüslemişlerdi. Bütün şehitlerimize bağlı olan İbrahim, Selvi'nin şehit düşmesinden dolayı da üzülüyordu. Yoldaşlarının şehit olduğunu duyunca ağlamış, onlara, dört ele kavgaya sarılacağına dair bir kez daha söz vermişti. 12'lerden sonra Ovacık bölgesine faaliyete giden müfrezenin içinde yeraldı. 1993 yılının sonlarına kadar da Ovacık'ta kaldı. Kendisi Ovacıklı olmasından dolayı yöreyi biliyordu. Müfrezemizi Ovacık'ın birçok köyüne götürmüştü.

Onun yaşamına baktığımızda en göze çarpan yanı militan oluşuydu. Eylemlerde, çatışmalarda bu yanı hep öne çıkardı. Tarih 19 Mart 1994. Çemişgezek bölgesinde faaliyet yürütüyorduk. İki müfreze bir arada kalıyorduk. İki gün yoldaşlarımız bizden ayrılıp Ulukale köyüne gittiler. 19 Mart sabahı konakladığımız Krasor deresinde yanımıza döndüler. Hava daha yeni aydınlanmıştı. Hava soğuk olduğundan ateş yaktık. Yanan ateşin başına toplanmış sohbet ediyorduk. Birden Ulukale köyüne bakan tepede nöbet tutan iki savaşçı yanımıza doğru indiler. Bize tepede birilerinin olduğunu söylediler. Herhangi bir tehlikeye karşı önceden belirlenen 5 kişilik ekip Axtük köyüne bakan tepeye gönderildi. Tam da bu anda nöbetçilerimizin boşalttığı tepeden üzerimize ateş edilmeye başlandı. Düşman kaldığımız yeri kuşatmıştı, bir anda dereye inenler, çantasını-silahını unutanlar oldu. İbrahim, soğukkanlı bir şekilde dereden tepeye çıkmaya çalışıyordu. Düşmanın açtığı ateş sonrasında geri döndü. Komutanımız Turgut (Ahmet Güder)'un talimatıyla dereden aşağıya doğru hızla çekilmeye başladık. Daha önce tepeye çıkmak için bizden ayrılan beş yoldaşımız düşmanla çatışıyorlardı. Düşman çekilebileceğimiz yerleri tutmuştu. Arif (Mürsel Göleli) ile İbrahim tepeye çıkmak için ayrıldılar. O an fedakarlık, militanlık, cesaret, sahiplenme ve onlarca erdem onların kişiliklerinde simgeleşmişti. Biz mevzilendiğimiz derede iken, Arif ve İbrahim'in çıktıkları tepeden yoğun silah sesleri duyuyorduk. Düşman askerleri tepeden dereye doğru inmek istediklerinde kurşunları yiyorlardı. İbrahim ve Mürsel Göleli (Arif) düşmanın tüm dikkatlerini üzerlerine çekmeye çalışıyorlardı. Yine Nazım Karaca ve Feride Karaca yoldaşlarımız da, birliğimizin çekilmesi için çatışmanın hemen başında en önde tepeye çıkmışlardı. Nazım ve Feride tepeye çıktıklarında şehit düşmüşlerdi. Mürsel ve İbrahim ise akşama kadar düşmanla çatışmışlardı. Hava karardıktan sonra bizden ayrılan yoldaşlarımızın akıbetlerinden habersiz bir şekilde çatışma alanından ayrıldık.

Gittiğimiz köyde İbrahim'in çatışmadan yaralı çıktığını öğrendik. İbrahim çatışma alanından biraz uzaklaşınca, köye doğru bağırıyor. Köylüler bir sedye yaparak İbrahim'i daha güvenli bir köye götürmüşler. Hangi köye götürüldüğünü öğrenince hemen yanına gittik. Bizi görünce sevinci ve hüznü birarada yaşıyordu. Bir anda dolan gözleri akmaya başladı. Bir süre köyde kaldıktan sonra İbrahim'i sedye ile taşıyıp araziye götürdük. 19 Mart çatışmasında Mürsel Göleli, Nazım Karaca ve Feride Karaca'yı şehit vermiştik. Kurşun İbrahim'in ayak bileğinden girip çıkmıştı. O, çektiği tüm acılara rağmen coşkulu ve azimli davranıyordu. Gün geçtikçe iyileşiyordu ama kurşun kemiğe zarar verdiğinden eskisi gibi yürüyemiyordu. Aksayarak yürüyordu. Buna rağmen o hiçbir zaman "yaralandım, yürümekte zorluk çekiyorum, dağda yapamam" gibi şeyler demedi. Yine de faaliyetlere çıkıyordu. Gezmeye başladığında yaptığı ilk iş, kendisini çatışmadan çıkaran köylülerin yanına gidip teşekkür etmek oldu. Elinde bir sopa, sırtında kleşiyle tek tek evleri dolaştı. "Köylülerin yaptıkları çok fedakarcaydı. Bunları asla unutamam" diyordu.

1994 yılının Ağustos ayıydı. Çemişgezek bölgesinde faaliyette İbrahim eski günlerde olduğu gibi neşeli ve coşkulu bir şekilde çalışmalara katılıyordu. Eylül ayının ikisinde bizden ayrıldılar. Komutanları Niyazi (Aydemir Şahin)'ydi. Ulukale ve çevresindeki köylere gideceklerdi. Biz de Kinzir bölgesindeydik. Ertesi gün yakınımızdaki bir çadıra gittik. Akşama doğru Ulukale köyünün üzerlerinden silah sesleri gelmeye başladı. Hemen anladık; çatışmaya girenler bizimkilerdi. Bu çatışmada Aydemir Şahin, Nurhan Azak, Orhan Korkut, Hülya Ateş ve Asuman Koç isimli yoldaşlarımız şehit düşmüşlerdi. Sadece dört yoldaşımız çatışmadan çıkmayı başarmıştı. Bunlardan biri de İbrahim'di. Çatışmadaki tavrı yine militancaydı. Düşmanla saatlerce çatışmıştı. Ancak beş yoldaşımızın şehit düşmesini engelleyememişti. Daha sonra çekilip bize ulaştı. Bir yandan aksayarak yürüyor, diğer yandan çatışmayı, şehitleri anlatıyordu. İbrahim bu çatışmadan sonra Ovacık bölgesinde faaliyet yürüten müfrezede görevlendirildi. Ekrem abi (Kemal Askeri) onu yanına almıştı. O da Ekrem abinin yanında olmaktan çok mutluydu. Şehit düşene kadar da hep birlikte olacaklardı.

İbrahim bir Anadolu genciydi. Saf, temiz, yüreği dağlar kadar büyük bir savaşçıydı. Kuşkusuz hataları da vardı. Ancak olumlu yanları hep ön plandaydı.

1994 Ekim ayının başlarında günlerce sürecek kapsamlı bir operasyon başlamıştı. Askerler ormanları, köyleri yakmaya başlamışlardı. Kuşatma oldukça genişti. Çatışmalara giriyor, oradan oraya çekiliyorduk. Sayımız bir hayli kalabalıktı. Komutanımız Ekrem abi idi. İbrahim de bizimleydi. Bir çatışmadan sonra Mıxor bölgesine çekilmiştik. Düşman yine çevremizdeydi. Komutan Ekrem, İbrahim'e biraz aşağıya inip Mıxor köyünü izlemesini söyledi. İbrahim hemen gitti. Ancak saatler geçmesine rağmen İbrahim'den ses seda çıkmadı. Uzun süre çevreyi araştırmalarımıza rağmen birşey bulamadık. Bu nedenle İbrahim'in ya yakalandığını, ya da başında bir olumsuzluk olduğunu düşündük. Ve önlem almaya başladık. Ancak uzun süre sonra İbrahim çıkıp geldi. Ekrem abi "Nerede kaldın. Sabahtan beridir seni arıyoruz" dedi. İbrahim gayet sakin bir edayla "Köye gittim, sen öyle söylemedin mi" diye cevap verdi. İbrahim, Ekrem Komutanın "biraz aşağı inip köyü izle" talimatını, "köye in" diye anlamış. Ve çevredeki onca düşmana rağmen talimatı anladığı şekliyle yerine getirmişti. İbrahim, emir-talimatlara harfiyet uyar, yerine getirirdi.

Çok zor koşullar içerisindeydik. O güne kadar en büyük kuşatma içerisindeydik. Oradan oraya çatışıp kuşatmayı yarmaya çalışıyorduk. Yiyeceğimiz de tükenmişti. Her an çatışmalara girip pusulara düşebileceğimiz koşullarla karşı karşıyaydık. İbrahim, aksayan ayağıyla bize öncülük yapıyordu. Uzun bir yürüyüş sonrasında Ovacık'ın Emirgan köyünün arazisine gidip konakladık. Tüm tepeler askerlerce tutulmuş, kuşatma daralıyordu. 9 Ekim günü öğlen saatlerinde düşman, konakladığımız araziye yöneldi. Kısa bir süre sonra çatışma başladı. Komutanımızın talimatıyla İbrahim, Mustafa (Murat Er) ve Arif (Tuncay Kahraman) üstümüzde bulunan tepeyi tutmak için bizden ayrıldılar. Çıkacakları tepe sarptı. Ama üç yoldaşımız da inatla tepeye çıkmak istiyorlardı. Eğer onlar tepeyi alırlarsa, birliğin güvenliğini sağlamaktan öte çatışmanın seyri değişecekti. Ne var ki düşman askerleri daha önceden tepeye çıkıp, görüntü vermeden pusuya yatmışlardı. İbrahim'in de içinde bulunduğu üç yoldaşımızı bu tepede şehit verdik. Emirgan'da başlayan çatışma havanın kararmasına kadar sürdü. İbrahim ile birlikte toplam 13 yoldaşımızı şehit verdik.

 

(Yukarıdaki anlatım, Malatya Hapishanesi’ndeki DHKP-C tutsakları tarafından çıkarılan Başak dergisinden alınmıştır.)

 

Geri