Ahmet ÖZTÜRK’ü Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:

 

 

"SENİ UNUTMAYACAĞIZ YİĞİT ARAP YOLDAŞIM”

(...) Anlatmıştı bir yoldaşın. Sen de hatırlarsın. Adana Yeni Çözüm Bürosu'na ilk gelişini... Orada bulunanları bile şaşkına uğratmışsın. Yeni çözüm okumana rağmen, o zaman devrimci hareketle henüz iradi bir bağın yokmuş. Bürodakilere dergi okuru olduğunu söylemiş ve bir süre sohbet etmişsin. Sana Hatay'da dergi satıp satamayacağın sorulduğunda, hemen satarım cevabı vermişsin sevinçle. Bu cevabın üzerine 'o halde beş on dergi al, satmaya çalış' demişler sana.

Sen ise bu sayıyı az bularak, 'bana 40 tane verin, hepsini satarım' demişsin. İşte o an bürodakiler şaşkınlığa uğrar. Çünkü o günkü koşullarda hem Hatay'da mücadele çok fazla gelişkin değildir, hem de öyle özel ilişkileri yoktur bürodakilerin. İlk kez dergi satılacaktır.

Sonuçta bürodakiler senin kararlılığın ve ısrarın karşısında istediğin sayıda dergi vermek zorunda kalırlar. Ama içlerinde şüphe de vardır. Bir süre sonra aldığın dergilerin tümünü satarak yeni sayı için tekrar gelirsin büroya. Ve bu kez de 60 dergi istersin. Buna bürodakiler şaşırırlar, senin bu kadar çok dergiyi satmana. Bakıldığında aslında çok değildir koca bir şehir için o kadar dergi. Ama sorun halka gitmemedir, o sürecin kültürüdür. Sen saf ve coşkunla, statüleri parçalamanla dergileri halka götürmüş ve satmışsındır. Fark oradadır aslında. Bu durumu, özellikle dergi satmayanlara ya da az satanlara anlatırdın coşkuyla...

İnatçı, kararlı yapın, tuttuğunu koparan özelliğin kendini mücadele içinde de gösterdi. Sahiplenmenle başladığın Mücadele muhabirliğinde, nasıl da geliştirdin kendini kısa bir süre içinde. Sonra temsilci oldun, mücadelenin, savaşımızın başka alanlarında görevler alarak gelişimini sürdürdün. Bölgede operasyon olmuştu, büro çalışanları da gözaltına alınmıştı. Bu yüzden de kapalıydı büro. Hemen gidip açmıştın sen. Bu güçlü sahiplenmen hala örnektir bizler için.

Büroya giderken kaldırmazdın beni. Sabah erkenden kalkıp giderek açardın erkenden büroyu. Neden kaldırmadığını sorunca, 'Kendin kalkmasını öğrenmelisin. Yarın bir gün tek başına kaldığında, seni kaldıran kimse olmayacaktır' diye yanıtlardın beni. İyi bir öğretmendin sen bizler için. Disiplinli, mütevazi bir öğretmen. O denli mütevaziydin ki, bazen içimden 'bu kadarı da fazla' derdim. Senin dilinde 'ben' değil hep 'biz' vardı. Defalarca gözaltına alındın. Hepsinde alnının akıyla çıktın. Ama bir kere de övünmedin bununla. Senin için kavgamızın herhangi bir görevi gibi doğaldı DİRENMEK. Şubeden çıktığın zamanlarda, seni gördüğümüzde gülümseyen gözlerinle 'BİZ KAZANDIK' derdin hep. Uzaktı sana 'ben'...

Bir gün eve dediğin saatte dönmemiştin. Meraklanmış, acaba yine gözaltına mı aldılar diye düşünüp seni aramaya başlamıştık. Uğrayabileceğin yerlere tek tek bakmaya başladık. Sora sora en son bir mahalledeki bakkal olan ilişkiye uğradığını öğrenmiştik. Bakkala gittik. Hem kendisi hem de eşi vardı bakkalda. Senin uğrayıp uğramadığını sorduk. Ketumlardı, seni tanımadıklarını söylediler. Bizi polis vs. sanmış olacaklardı. Israr ettik, ama nafile. Ancak yoldaşın olduğunu kanıtladığımızda, senin akşamleyin kendilerine uğradığını söylediler. Bu kez de onlar bize sordu; 'Ne oldu, Ahmet'e bir şey mi oldu?' diye. Durumu anlattık. Bu kez her ikisi birden 'Bir haber alırsanız bize mutlaka haber verin. Ona bir şey olmasın. İyi bakın, koruyun O'nu.' İşte kendini böylesine sevdirmeyi başarmıştın sen. Bu iki yaşlı insan bile seni koruyor, seni düşünüyorlardı, bir şey olmaması için. Halkla böylesine güçlü ve sıcak bağlar kurmuşdun.

Kavgan sürüyor, sürecek Arap yoldaşım. Bak şimdi daha güçlüyüz, daha da büyüttük umudu. Yeniden çıktı Şahanlarımız Toroslara da, kanlarıyla bile suladılar. Geleneğin sürüyor. Geleneğin adı MÜCADELE idi, KURTULUŞ oldu. AHMET'ti MEHMET oldu. Mehmet'imiz de Senin yolunda militan bir gazeteci olarak tohumlarını ektiğin geleneği büyüttü. Sesiniz şimdi yeni Ahmetler'de, Mehmetler'de yankılanıyor...

                 Bukra ahletıser mağham *

    *Yarın daha güzel olacak onlarla

 

***

 

26 Yaşında bir yoldaşının anlatımları:

Ahmet Öztürk'le Antakya’da tanıştım. Her karşılaşmamızda ana dilimizle konuşurduk. Tabii ben arapçayı pek iyi bilmediğimden dolayı yarı Türkçe yarı Arapça konuşurdum. Bilmediğim kelimeleri düzeltir öğretirdi. ilişkimiz bu sıcaklıkla başladı. Bölgemizde devrimci demokrat potansiyele cevap verecek kurumlar çok azdı. Bundan dolayı Ahmet Öztürk her zaman rahatsızlığını dile getirir ama yakınmazdı. Koştururdu emek sarf ederdi. Ve emeğinin karşılığını Mücadele gazetesinin Antakya bürosunu açarak aldı. Böyle bir şeyin olması bizleri çok sevindirmişti. Antakya'da yıllar sonra devrimci bir basının bürosu açılacaktı. Bunu herkes coşkuyla karşıladı.

Çalışmalar hızla sürdü, her işte Ahmet Öztürk'ün emeği vardı. O işleri hem yapar hem de yaptırırdı. Dikkatimi çeken konuşurken çok sakin olmasıydı. Mimikleri, herşeyi o kadar doğaldı ki tam bir halk adamıydı. O bana Arap halkının kurtuluşunu Parti-Cephe çatışı altında toplanarak mücadele ederek gerçekleşeceğini öğretti. Ana dilimi öğrenmem gerektiğini ama bunun mücadelemize hizmet etmesi gerektiğini kavrattı. O zaman onunla tam olarak konuşamadığım Arapçayı şimdi konuşabiliyorum.

Refik Ahmet rahat uyu; Amanoslar, Toroslar bütün dağlar bizimdir.

 

***

 

(Ahmet Öztürk’le ilgili Aşağıdaki yazı, Halk için Kurtuluş dergisinin 26 Ekim 1996 tarihli 3. Sayısının “Yoldaşlar Bizi Aşın” köşesinde yayınlanmıştır.)

 

Yönetici NEYİ, NASIL Yönetir?

Büroya üniversiteden bir öğrenci gelmişti. İlk geldiğinde Ahmet abiyle sohbet etmişti. Daha sonra da gelmeye devam etti. Ama Ahmet abiyi göremezse bürodan hemen gidiyordu. Neden böyle yapıyorsun diye sorduğumuzda ‘siz hiç sohbet etmiyorsunuz ki, habire sorguya çekiyorsunuz’ demişti.

Bu üniversiteli gencin “Ahmet Abi”si Çukurova’da birlikte çalıştığı tüm yoldaşlarının, ilişkide olduğu hemen tüm insanların derinlemesine ilişki kurabildikleri bir yönetici... Ahmet sayısız olanak yaratabilen, kolay kolay “olmaz” demeyen, “yok” demeyen, yaratabilen bir yönetici aynı zamanda. Bu ikisi elbette birbirleriyle ilişkili bir şey.

Bir yönetici düşünün, bulunduğu alanda bir türlü olanak yaratamıyor. Ya da bir başka yönetici düşünün, ona bağlı olarak çalışan insanları sürekli şikayet ediyor, “söylüyorum yapmıyorlar” diyor. Peki bu şikayetleri dile getiren insanımız nasıl bir yöneticidir?

Bir kadro ya da yöneticide olması gereken özellikler dediğimizde onlarca madde sıralayalabiliriz. Marksist-Leninist teoriyi bilmekten başlayıp askeri yetkinliğe kadar pek çok şey sayabiliriz. Fakat esas sorun şudur: yönetici kimi, neyi yönetecek? Yönetici, savaşı, örgütü, birimi yönetir diye söylenebilir. Ama o da sonunda bir tek şeye çıkar, yöneticilik insan yönetmektir.

İşte böyle olduğu içindir ki, bir yönetici için gereken asıl şey, belki tüm diğer özelliklerden önce, insanı anlamayı, kavramayı bilmesi, ona değer vermesidir. İnsanı anlamayan, insanı kucaklamayan yönetemez.

Ahmet nasıl yönetmiş ve nasıl gerçekten sevilen bir yönetici olmuş. Pek çok anlatımın içinde, pekçok insanın gözünde bunun bir tek cevabı var:

Büroya ilk kez giden biri anlatıyor: “Büronun kapısını çaldığımda o, Arapoğluyla karşılaştım. Sıcak bir yaklaşımla davet etti içeri. İlk kez gitmeme ve ilk kez birbirimizi görmemize rağmen gösterdiği sıcaklık hani kırk yıllık dost denir ya işte öyleydi. Onu tanıdıkça bu yönün onun yaşamının vazgeçilmez özelliği olduğunu anladım.”

Bir yoldaşı anlatıyor: Ailesi devrimcilerin evlerine gelip gitmesini istemiyor. Es kaza götürdüğü insanlar olursa soğuk karşılıyor. Ama bunun bir istisnası var: AHMET...

Bir yoldaşı anlatıyor: Bir gün büroya üzgün bir şekilde gidiyor. Ailesiyle ilgili sorunları var. Ama dışa da pek yansıtmamaya çalışıyor. Biri, Ahmet bir sorunu olduğunu anlayıp onunla konuşmaya başlıyor. Henüz hiçbir şey anlatmamışken, Ahmet’in içinde bulunduğu durumu adeta keşfetmesine şaşırıyor...

Onunla henüz yeni tanışan biri anlatıyor: İkinci kez görüşecekler, görüşecekleri yer bir dernek. Ahmet’in, henüz yabancısı olduğu böyle yerlerde tek başına kalıp canının sıkılmaması için buluşmaya kendisinden çok önce gelip beklemeye başladığını anlatıyor.

Anlatıyorlar: “Bir çok şeyi eleştirerek değil, kendisi yaparak gösterirdi.”

Anlatıyorlar: “İnsanlarla uğraşmayı, onları dönüştürmeyi severdi. İnsanlara çabuk ısınan bir yapısı vardı.”

Anlatıyorlar: “Yaptığı işten zevk alanlardandı. Ondan öğrendiğin pekçok şey içerisinde en fazla ders alınması gereken yön ‘yaptığın işten zevk al, işte o zaman yapacağız devrimi’ derdi.”

Onlarca anlatımda hep özellikle öne çıkan işte bu yan.

“İnsanları anlıyor”... Yoldaşı, arkadaşı, ilişkisi, hasta mı, sorunu mu var, bir ihtiyacı mı var, cebinde parası mı yok, ayağındaki ayakkabı nasıl? O hep bunları düşünüyor.

Sabahtan akşama kadar durmaksızın sağa sola talimatlar vermenin, herkese şunu yap, bunu yap demenin yöneticilik olmadığını biliyor çünkü.

Bildiği için Çukurova’nın hemen her iline, ilçesine, kasabasına, hatta köylerine durmaksızın koşturuyor. Her yerde insanlarla yalnızca görev gereği olmanın ötesinde ilişkiler kuruyor.

Birlikte çalıştığı yoldaşına, kitle ilişkilerine değer vermeyen bir yöneticinin devrimciliği de tartışmalıdır, sosyalizmi gerçekten isteyip istemediği de. Örgütsel ilişki “yaptın mı, aldın mı, verdin mi, tamam” demekten ibaret değildir. Devrimci bir örgütten sözediyoruz. Devrimci bir örgütün örgütsel ilişkileri de yoldaşlar arasında kurulan ilişkilerdir. Eğer ilişkide bu öz yoksa, kimse o ilişkiden bir şey beklememelidir.

Evet, yönetici yoldaşlar, Marksizmi-Leninizmi çok iyi bilmeyebiliriz, bu telafi edilebilir; askeri anlamda bilgilerimiz yeterli olmayabilir; bu telafi edilebilir; herhangi bir başka konuda yetersiz olabiliriz; telafi edilebilir; ama insan ilişkileri kırılanın, dökülenin kolay kolay telafi edilemeyeceği bir alandır. Bu konuda yetkin olmalısınız. Yönetici olarak size öncelikle gerekli olan budur. Altınızdaki yoldaşınızı ancak bu konuda yeterliyseniz geliştirebilirsiniz. Eğer bu yanınız yoksa, birlikte çalıştığınız insanlara hemen hiç bir şey veremezsiniz. Dahası, o alanda yönetiyorum sanırsınız ama yönetemezsiniz. Ancak sorunlarla boğuşur ve boğulursunuz. Kendiniz de gelişemezsiniz. İnsanlara yoldaşlığınızı, sevginizi, saygınızı, sıcaklığınızı, fedakarlığınızı, emeğinizi sunun. Karşılığı mutlaka olur. Birincisi; insiyatifi, talimatı, yani yöneticiliği asla tartışılmayan bir yönetici olursunuz. İkincisi; Ahmet Öztürk’lerin yeri boş kalmaz!

 

***

 

TAYAD'LI BİR ANA AHMET'İ ANLATIYOR

Dürüst, onurlu ve insanlık için mücadele veren bir insandı.

Evleneceği gün bize gelmişti. Arkadaşlarından gelecek olan damatlık kıyafeti bir aksilik sonucu gelmemiş. Bizden kendisine bir yerlerden kıyafet bulup bulamayacağımızı sordu. Eşim ve ben çok duygulandık. Oğlumuzdan ayırt etmediğimiz Ahmet'in kendi oğlumuzu düğüne hazırlar gibi hazırladık o gün.

Ahmet'in ölüm haberini duyunca gözyaşlarımı tutamadım. Ama bunlar çaresizlik gözyaşları değildi. Her damla kinimin ve öfkemin simgesiydi. Ahmet benim için ölmedi.

 

 

***

 

Bir yoldaşı Anlatıyor:

Ahmet ciddiyeti ve alçak gönüllüğüyle kısa zamanda herkes tarafından sevilen ve saygı duyulan bir insandı. Mücadelenin en zor koşullarında bile asla yılgınlığa düşmeyen, sürekli çevresindekilere moral ve güven veren bir yapıya sahipti. Darbecilik sürecinde yaptığımız bir konuşmada böylesi bir dönemde mücadeleye daha azim ve kararlılıkla sarılmamız gerektiğini söylemişti. Kendisi de bu süreçte böyle davranmıştı. Bir yandan darbeciliğin yaralarını sarmaya çalışırken, diğer taraftan da oligarşinin sürekli saldırılarına maruz kalıyordu. Mücadele kaçkınlarının çoğaldığı böylesi bir süreçte Ahmet yoldaş mücadeleye dört elle sarılan ve en önde yürüyen insanlarımızdandı. Ahmet yoldaş sonuna dek yüreğimizde mücadeleyi sahiplenişin bir simgesi olarak yaşayacak.

 

 

***

 

YAKINLARI ANLATIYOR:

 

Annesi Nergiz Öztürk Anlatıyor:

Çocuklarımın içinde onun gibisi yoktu. Evin her işine koşturur, bütün sorunlarımızla ilgilenirdi. İnsanları çok severdi. Biliyorum, o bizim için, bütün insanlar için şehit oldu. Oğlumun özellikle Ahmet gibi birisinin acısını yüreğimde taşımak çok zor olacak. Benim gözümün nuru eksildi. Ama güçlü olmak zorunda olduğumu biliyorum. Güçlü de olacağım.

 

Kızkardeşi Hamide Öztürk Anlatıyor:

Ağabeyim düzenin bu çirkefliğine karşı onurlu bir yaşamı seçti ve bize örnek oldu. Benim yoldaşım, öğretmenimdi. Karşısındaki insana her zaman güven veren, konuştuğunda rahatlatan bir yapısı vardı. Çok ilkeli ve disiplinliydi. Yapılacak işleri en kısa zamanda ve en iyi şekilde yapmaya çalışırdı.

Ağabeyim Türk, Kürt, Arap tüm milliyetlerden ezilen halkların kurtuluş mücadelesinde yer aldı. Örnek yaşamı ve mücadelesiyle bizlere bıraktığı gelenekleri koruyup, onu mücadelemizde yaşatacağız.

 

(Ahmet Öztürk’ün kızkardeşi Hamide Öztürk, bu kısa anlatımında belirttiği gibi, Ağabeyinin mirasını sürdürdü; yıllar sonra, Büyük Direniş’te, ölüm orucunda şehit düştü.)

 

Kızkardeşi Ayten Öztürk Anlatıyor:

Ağabeyim haksızlığa karşı boyun eğmeyen, sorunlar karşısında karamsarlığa kapılıp geri adım atmayan, sorunların üstüne üstüne giden biriydi. O mücadeleyi kendine bir yaşam biçimi olarak seçmişti. Hiçbir zaman "ben" demez, hep "biz" derdi. Hayatını insanların onurlu yaşamı için adamıştı. Onun bıraktığı güzel değerleri koruyacak ve sürdürücüsü olacağız

 

Azize Öztürk Anlatıyor:

Ahmet benim dayımın oğluydu, ama onunla ilişkilerimiz akrabalıktan çok bir arkadaş gibiydi. Ben Ahmet'in çocukluk arkadaşıydım. Beni halkevine götürür, bilgilenmem, gelişmem için her şeyi yapardı. Adeta bir öğretmen gibi benimle ilgilenirdi. Ailemle bir sorunum varsa hemen çözümleyici bir yol gösterirdi. İnsani değerlere fazlasıyla saygılı bir kişiydi.

 

Türkan Öztürk Anlatıyor:

Devlet güçlerinin bu keyfi tutumunu kınıyor ve lanetliyorum. Biz Ahmet'le aynı düşünceleri paylaşan insanlarız. Mücadele etmeden hiçbir yere varılamaz. Ahmet de ölümü göze alarak bu mücadeleye girdi ve şehit düştü. Bizler bu mücadeleye ve Ahmet'e layık olmak için geleneklerimize göre bir cenaze töreni düzenledik. Ahmet'in mücadelesini, kararlılığını bilen devlet güçleri, bu geleneğimizi saldırılarıyla engellemeye çalıştılar, ama bunu başaramadılar.

 

Yakını Ahmet Akgün Anlatıyor:

Ahmet çok akıllı, saygılı bir çocuktu. Onu çocukluğundan tanırım, küçük yaşında bile ailesine sorun çıkartmaz, hatta yardımcı olurdu. Ahmet benim çocuklarımdan ayrı biri değildi. Ona nasıl kıydılar. Ahmet'in gittiği yol tehlikeliydi, ama ben onu haklı görüyordum. Birçok insan evinde oturup rahat kalmayı düşünürken, Ahmet bu yola canını koydu ve öldü. Ona ve fikirlerine saygı duyuyorum.

 

***

 

Bir yoldaşı Anlatıyor:

Mücadelede mütevazılığın ve baş eğmezliğin simgesiydi Ahmet benim için. Geçen yıl gözaltından çıktığı zaman İnsan Hakları Derneği'ne gelmişti. Çürüklerle dolu yüzünde yine her zamanki sıcak gülümsemesi vardı. Bizleri her zaman Arap şivesiyle, koskoca ve sımsıcak bir merhabayla selamlardı.

Ailemle tartıştığım bir gün Ahmet ağabeyle karşılaştım. Neyim olduğunu sorduğunda, ona ailemle aramızdaki tartışmayı anlattım. Ailelerimizle yaşadığımız tartışmaların bizi yıpratmaması gerektiğini söyledi bana. Mücadele içinde bizi daha büyük sorunların beklediğini ve çelikleşmemiz gerektiğini anlattı. O gün beni tüm sıkıntılarımdan kurtarmış ve çelik bir iradeye sahip olmamda ilk adımı attırmıştı. Evet bugün çelik bir iradeye sahibim. Ve söz veriyoruz ki taşıdığı bayrağı elimizden düşürmeyeceğiz.

 

***

 

Bir öğretmen arkadaşı Anlatıyor:

Ahmet'le ben gazete bürosunda tanıştık. Ahmet yardımsever, sevecen bir insandı, bizim sorunlarımızı kendi sorunlarıymış gibi çözmeye çalışırdı. Bir defasında gözaltına alınmış, işkenceden geçirilmişti. Gözaltından çıktıktan sonra azmi, kararlılığı, mücadele hırsı ve sınıf kini iki kat artmıştı. Sorumluluğunun bilinciyle, halkına karşı görevini yerine getirmenin mutluluğunu yaşıyordu. Hiçbir zaman yüzündeki gülümsemeyi yitirmedi...

 

Ceyhan'dan bir Mücadele okuru anlatıyor:

Ahmet ağabeyi şehit düşmeden bir gün önce görmüştüm. Kardeşimle birlikte sorunlarımızı paylaşmış, çözüm bulmanın yollarını aramıştık. Ahmet ağabey konuşmasıyla, oturmasıyla, davranışlarıyla başka bir insandı. Devrimciliği, insanlığı her hareketinden belli olurdu. Onunla konuştuğum zaman çok mutlu olurdum. Çünkü o, bizim için, bütün halklar için mücadele ediyordu. Onu katleden hainler yalnızca bedenini yok ettiler. Onun mücadelesi ve savaşı sürüyor. Bizler sürdüreceğiz. Onu katledenler cezasız kalmayacak.

   

Geri