Ahmet KARLANGAÇ’ı Yakınları, Yoldaşları

Anlatıyor

 

 

GÖZ BOYAYAN DEĞİL,

MÜTEVAZI BİR DEVRİMCİLİK...

Kişiliğinin en temel özelliği fotoğrafından okunabiliyor neredeyse. Bakın fotoğrafına. Orada özellikle bir şeyi görürsünüz; mütevaziliğini.

80’nin Ekim’inde 12 Eylül cuntasının hemen ardından gelen günlerde İstanbul’un işkencehanelerinde şehit verdiğimiz Ahmet Karlangaç’tan sözediyoruz. O, genç, yeni insanlarımız için belki de yalnızca bir kaç yıldır şehitler sayfasında gördükleri bir fotoğraf ve birkaç satırlık bilgiden ibaret. Oysa onları çok, daha çok tanıyabilmeli, daha çok anlatabilmeliyiz. Şehitlerimizin “Yoldaşlar Bizi Aşın” sözlerinde özetlediğimiz vasiyetlerini aktarmak için bu köşede yazdığımız yazılar bir yerde de işte onları tanıma-tanıtma eksikliğimizi telafi etmenin zemini oluyor.

O, Devrimci Sol’un daha ‘80 öncesi oluşturduğu SDB’lerin ilk komutanlarındandır. Yani sürecin en önemli görevlerinden birini üstlenmiştir. Ama onu dıştan gözleyen biri ona pek de böyle bir görevi yakıştıramaz. Görünürde fazla atak, girişken falan değildir. Hatta sorunları, görevleri ele alışına bakınca “bu çok sağlamcı mıdır nedir!” diye de düşünebilirsiniz.

Hep mütevazi ve düşünen bir yapısı vardır. Sorular sorar. Soruna ilişkin muhtelif olasılıkları dile getirir. Ama düşünceliliği tereddütlerinden değil, planlı, programlı olmasındandır. O işi tam ve doğru yapmak isteğindedir. Pratikte sonuç alıcıdır. Düşünür, planını yapar ve gerçekten de sonuç alır. “Keskin” görünmeyi değil, hep “düşünceli” görünme pahasına sorumlu davranmayı tercih eder. Evet, anlamaya çalışan soru sorar. Sorunun olmadığı yerde, herşeye “tamam” denildiği yerde, bir sağlıksızlık, yetersizlik vardır. Geçiştirmecilik vardır. Bu yüzdendir ki, “tamam” denilenlerin aslında pek de tamam olmadığı görülür çoğunlukla.

Kimileri daha öndedir. Herkes tanır. Ve bir anlamda söylenebilir ki, bu anlamıyla yaygın özellik popülistliktir. “Ben nasıl ortada görünmüyorum, niye geri planda kalıyorum” diye adeta yerinde duramaz. Her vesileyle “ben” demeyi sever. Karlangaç gibi, Bedii gibi insanlarımız ise bu tabloyu, bu zaafı yıkan insanlardır. Karlangaç İTÜ’nün militanlarından biridir; ama içlerinde en az tanınanıdır.

Saflarımızdaki insanlar genelde yetenekli, zeki, (hatta kurnaz bile sayılabilirler), pratik, iyi konuşan ve bu özellikleri ile geldikleri çevrede, bulundukları çevrede çok çabuk ‘sivrilen’ insanlardır. İnsanların bu özellikleri genellikle ilk bakışta bizi yanıltır, gözümüzü boyar. Ama ileriki süreçlerde sadece bu özelliklerinin olmasının çok önemi olmadığını anlarız. Tek başına bunlar yeterli değildir çünkü. Bedii de, Karlangaç da, ya da örneğin 12 Temmuz’un Bilal’i gibi, yine yakın dönemde şehit düşen İrfan gibi insanlarımız ise yukarıda anlattığımız tiplemenin tamamen dışında insanlardır. Yüzüne baktığında, sıradan davranışlarını izlediğinde böyle sivrilen bir yanları yoktur, tam tersinedir. Ama iş yaparken, bir görevi yerine getirirken, yoldaşlarıyla ilişkilerinde, sahiplenmelerinde, bu cilalanmış tiplemelerin tamamen dışındaki insanlardır.

Gösterişsizdir Karlangaç, ama bulunduğu her yerde saygı uyandıran biridir. Popülist davranışların kitlelerde kısa vadeli yankıları olabilir. Ama halkımız, insanlarımız nezdinde, mütevazilik de mutlaka ama mutlaka deyim yerindeyse ödüllendirilir. Hakettiği değer verilir.

Denilebilir ki, Karlangaç Devrimci Sol’un ortaya çıkışında, varoluşunda, Devrimci Sol oluşunda önemli roller üstlenen insanlarımızdan biridir.

Mütevazilik dediğimiz şey esasında kararlılığın ve kendine güvenin ifadesidir. Gerçekten de ancak kararlı olanlar, kendilerine güvenenler mütevazi olabilirler. O, kararlılığını ve kendine güvenini işkencehaneye taşıyarak da göstermiştir. Karlangaç 12 Eylül sürecinin işkencehanelerinde ilk uzlaşmaz direnişlerin birinin de sahibidir.

Tüm insanlarımız, Parti-Cephe içinde daha üst konumlara gelmeyi amaçlamalıdır. Ama bunu kariyer, konum elde etmek için değil, devrime daha büyük katkılarda bulunabilmek, devrim için daha büyük sorumluluklar üstlenip, daha büyük özverilerde bulunabilmek için istemelidir. Ve bu yükseliş, onun devrimi, Parti-Cepheyi daha fazla sahiplenişinin, devrimci birikiminin büyümesinin, hayatını daha çok devrimcileştirmesinin ürünü olmalıdır. Bu anlamdadır ki, bir devrimcinin “kendini göstermeye”, daha açık bir deyişle “kendi reklamını yapmaya” ihtiyacı yoktur, olmamalıdır; büyük görevleri aynen Karlangaç yoldaşımız gibi mütevaziliğiyle, gösterişsizliğiyle, görev adamı oluşuyla üstlenmesini bilmelidir.

 

(Bu yazı, Halk İçin Kurtuluş dergisinin 12 Ekim 1996 tarihli

1. Sayısında “Yoldaşlar Bizi Aşın” köşesinde yayınlanmıştır.)

Geri