Abdülmecit SEÇKİN'i Yakınları,
Yoldaşları
Anlatıyor:
Yoldaşları anlatıyor:
Mecit
Yoldaşın cezaevi süreci, kendisini yenileme, hareketi
tanıma süreci oldu. Ve her geçen süreçte biraz daha olgunlaştı.
Darbe ihanetinde en küçük bir yalpalama göstermedi. Hareketimizi yeterince
tanımasa da saflığı ve emekçiliğiyle ihaneti kavradı ve
tavır aldı.
Mecit
Yoldaş emekçiydi. '93 özgürlük faaliyetinin emekçisi. Bıkmadan, şikayet etmeden özgürlük faaliyetinin en ağır işlerini yapanlardandı. Düşman faaliyetimizi
açığa çıkardığında "Yine kazanacağız." diyordu.
Cezaevi Mecit için bir okuldu.
Kendini tanıdığı, özgür tutsaklığı, hareket kişiliğini öğrendiği,
savaşımızın ihtiyaçlarını yaşadığı bir süreç yaşadı. Adım adım
gelişen bu süreç Parti-Cephemizin eleştiri-özeleştiri kampanyasında adeta bir sıçrama ile devam etti. Açık, samimi, kendine ve yoldaşlarına güvenli yapısı Partinin yol göstericiliğinde O'nu hızla olgunlaştırıp geliştirmişti.
Direniş ve kavga romanlarını okumayı severdi Mecit.
Dünya halklarının ve halklarımızın kahramanlığı
coştururdu O'nu. Mecit
Yoldaşın halk kültürüne olan ilgisi sınırsızdı. Halklarımızın
ulusal kültürel motiflerine, gelenek ve değerlerine,
halk kahramanlıklarına, önder kişiliklerine yöneldi, anlamaya
çalıştı. Hep bunları tartışmak istedi, tartışırdı. Yoldaşlarının
ulusal kültürüne yabancılaşmasına karşı her zaman tepki
gösterir, kendi milliyetinin halk özelliklerini bilmeyenlere kızardı. Coşkusu,
enerjisiyle, neşesiyle bir moral kaynağıydı. Çeşitli meseleler
üzerine her an üreten, boş durmayı sevmeyen
bir kişilikti.
15 yıl hüküm aldı. Kasım '92'de geldiği Sağmalcılar Cezaevi'nde Kasım
'95'te genel direnişimizin bir kazanımı olarak Ümraniye Cezaevi'ne sevki çıktı.
Mecit,
düşmanın dikkatlerini daha Ümraniye'ye girer girmez çekti. Cezaevine girişte
askerin onursuz arama dayatmasına vb. saldırısına sloganları ve karşı
saldırısıyla cevap veriyordu. Sağmalcılar'ın o
"sabırlı" Mecit'i gitmiş, düşmanın alçaklığı karşısında yerinde duramayan, düşmana saldırmak için sabırsızlanan Mecit gelmişti.
Kendisine
spor ve içtima alma görevi verildiğinde büyük bir
coşkuyla sahiplendi görevini. Bir gün öncesinden sporda söyleyeceğimiz
marş ve sloganları hazırlar, çalışırdı.
13 Aralık Ümraniye Direnişi Mecit Yoldaş'ın
atılganlığının, savaşçılığının açık biçimde öne çıktığı bir
direniş olmuştu. Elindeki demir sopasıyla en önde düşmanı
yaklaştırmıyor, bir an bile önden ayrılmıyordu. Barikatçımızdı. Duvar örer gibi barikat örüyordu.
13 Aralık Direnişi, gelişen savaşımızı, aldığı yenilgileri hazmedemeyen düşman
4 Ocak'ta yüzlerce komandoyla saldırıya geçtiğinde
yine en öndeydi.
Düşmanın katliam için geldiğini biliyor ama yine de neşesini, kararlılığını kaybetmiyordu. Meydan okuyordu. Ölüme hazırdı, iki buçuk saat yüzlerce komandoya karşı yoldaşlarıyla direniyordu. Öyle ki, en öndeki Mecit Yoldaş'ın
direncini, cüretini gören düşman subayı O'nu tehdit
ediyordu. "Seni öldüreceğiz." diyorlardı. Mecit Yoldaş da aynı şekilde cevaplıyor, daha bir öfke ve kararlılıkla sopasını kullanıyordu düşmana karşı. Ikibuçuk saat bir avuç tutsağın
direncini kıramayan düşman son çareyi tazyikli su sıkmakta
buluyordu. Barikatlık hiçbir aletin olmayışı, suyun etkisini
kıracak birşeyin olmamasından da yararlanarak
düşmanın adım adım koğuşun içine doğru ilerlediği bir andı. Mecit
Yoldaş'ın slogandan sesi tamamen
kısılmıştı. Çatışmanın artık son anları. "Bir sigaram var, ne olur
ne olmaz, şunu bir içeyim." diyerek
sigarasına uzanıyor, derin derin çekiyordu
sigarasını. Evet, yaşama son anına kadar
tutkun, ölüme bir o kadar hazırdı yoldaş. Son haykırışı "YOLDAŞLAR BİZE ÖLÜM YOK" oldu.
Düşman Mecit Yoldaşı alçakça katletti.
Seçerek katlettiği yoldaşlarımızdan biriydi. Yüzlerce asker daracık koğuşa doluşmuş, tutsaklara azgınca vuruyordu. Daha sonra Mecit Yoldaşı
koridora çıkarıp, aynı saldırıyı orada sürdürdüler. Az öncesine kadar başedemedikleri tutsakları, savunmasız, silahsız ve yaralı halde yakalamış, vahşice
saldırıyorlardı. Düşman alçaktı, hastaneye
gelene kadar Mecit Yoldaşın hareketsiz bedenine
saldırmayı sürdürdü.
Sen rahat uyu Mecit Yoldaş. Halkımız; gecekondular,
işçiler, memurlar, gençler seni, sizleri yalnız bırakmadı. Anaların, babaların
çığlığı öfke oldu düşmanın yüzünde. Molotof olup patladık düşmanın panzerlerinde. O gün İstanbul alev alev
yandı. Direnişin-direnişimiz dalga dalga
yayıldı cezaevlerine, ülkeye, ülke dışına.
Parti-Cephemiz yoldaşların kanını-kanınızı
yerde komadı: KATİLLER HESAP VERDİ!...
Seni böyle andık yoldaş, unutmayacağız.
(Bu anlatım,
Haziran Yayıncılık tarafından yayınlanan “Cezaevleri Direnişleri-2 Ümraniye”
adlı kitaptan alınmıştır.)
***
Tutsak Yoldaşları MECİT'i
Anlatıyor
"Hele Anadolu Topraklarına Ayaklarımızı
Basalım, Anadolu Toprakları Bereketlidir"
Genel Direnişimiz sonrasında Ümraniye Cezaevi'nin
hükümlülere açılmasıyla talebimizi kazandıktan sonra sevk günleri yaklaştığında
Mecit Yoldaş sık sık bu
sözü söylüyordu. "Hele Anadolu topraklarına ayağımızı basalım!..." Evet Anadolu toprakları Mecit Yoldaşın dilinde soyut bir söylem değil, özgürlüğün,
savaşın ve direnişin simgesiydi. O kahramanca direnişi ve şehadetiyle
bunu kanıtlıyordu.
"48 DHKP-C tutsağı Ümraniye'ye sevk olmuştuk. Mecit Yoldaşla 24 kişilik ilk ring aracındaydık.
Ümraniye'ye geldiğimizde önce bizi indirdiler. Nizamiye'deki arama bölümünde
üst araması yapılıp koğuşlarımıza yerleşecektik. Ancak kısa bir süre içinde
amacın arama olmadığını, psikolojik üstünlük sağlamak, gözdağı vermek olduğunu
anladık. Onur kırıcı arama dayatılmaya başlandı. Hemen tavır aldık. Onlarca
asker bizimle toplu olarak başedemeyeceğini anlayınca
tek tek koparıp almaya böylece yalnız başına saldırmayı
ve teslim almayı deniyordu. Önce beni koparıp almışlardı. Cezaevi bölümündeki kapıaltı bölümüne getirmişlerdi. 10-15 asker de buraya
doluşmuş saldırılarına devam ediyordu. Bir kez de bizi yalnız başımıza
deniyordu. Ancak korkaktı. "Soyun, bak burada kimse yok" demek
istiyordu. Ancak cevabını alıyordu. Ben düşmanla boğuşurken, bir yoldaşımı daha
yaka paça getirmişlerdi. Yüzünü göremiyordum. Slogan ve karşılıklı kavganın
çıkardığı gürültü, düşman askerinin sloganlarımızı bastırmak için yaptığı
gürültüden diğer yoldaşımın sesini alamıyordum. Ancak zaptedemedikleri
anlaşılıyordu. Düşmanın saldırısına karşı saldırıyla cevap veriyordu. İki
DHKP-C tutsağının aynı yerde bu şekilde direnişinden korkmuş olacaklar ki, beni
içeriye başka bir bölüme atıp, sonradan getirdikleri yoldaşıma saldırmaya devam
ediyorlardı. Çok uzun sürmedi, onunla da başa çıkamayacaklarını anlayıp, benim
bulunduğum bölmeye atmışlardı, içeride, daha sonrasında çoğunun faşist olduğunu
anladığımız gardiyanlar vardı. Sus pus olmuş, bizi seyrediyorlardı...
İçeriye giren Mecit
Yoldaştı. Mecit Yoldaşın öfkesi dinmemiş, hala bağırıyordu.
Öylesine öfkelenmişti ki, camları yumrukluyor sloganlarımızı haykırıyordu.
Kolundaki saati çıkarıp düşmana atıyordu.
Yoldaşlarıyla birlikte direnirken de, düşmanla yüzyüze kaldığı koşullarda da direnerek hiçbir koşulda
teslim olmayacağını haykırıyordu. Mecit Yoldaş, şehit
düştüğü ana kadar gösterdiği kahramanlıklarla bunu kanıtladı."
"İşte
Böyle Kardeşim Biraz da Biz Konuşalım"
O, hep gülen, neşesi, coşkusu, savaşçı kişiliğiyle
yoldaşlarına moral, düşmana korku veren, örnek bir Parti-Cepheli oldu. Bu
kişiliğini yalnızca düşmanla açık çatışma anlarında değil, günlük yaşamının tüm
anlarında görmek mümkündü.
Günlük yaşamında disiplinli, özverili, programlıydı.
40 günlük sürecimiz onun kişiliğinin aynası olmuştur. Boş durmayı sevmez,
üretmeye çalışırdı. Bir yandan kendisini eğitmek için genel eğitim çalışmalarımızın
dışında bireysel olarak da çalışıp, okurken, bir yandan düşmanla çatışmaya
hazırlanıyor, neyi nasıl silah olarak kullanırız diye düşünüyor, kafa
yoruyordu.
"Zinde olmalıyız, düşmana karşı güçlü olmalıyız"
diyerek, henüz toplu spora başlamadığımız günlerde erken saatlerde kalkıp,
yanına kattığı yoldaşlarıyla spor yapıyordu.
Mecit Yoldaş, okuyup araştırırken,
spor yaparken, yoldaşlarıyla tartışırken ve uğraştığı herşeyle
hep büyük çatışmalara, savaşlara hazırlanan bir savaşçı gibiydi.
13 Aralık günü devrimci tutsakların düşmana olan
öfkesini doruğa çıktığı bir gündür. "Artık yeter" diyecektik. Koğuşta
tüm yoldaşlar biraraya geldik. "Yoldaşlar,
düşman kapıyı üzerimize kapadı, açmıyor, uslu uslu otur
diyor, şu düşmana bir ders verelim, Parti-Cepheliler'in
kim olduğunu gösterelim." diyor sorumlu yoldaşımız. İşte o an Mecit Yoldaş kapıyı zorlamaya başlamıştı bile. Söktüğü
başka bir kapıyla koğuş kapısını kırmaya çalışıyordu. Yoldaşlarını gayrete getirmek
için bir yandan kapıya yüklenirken, bir yandan da sloganlarımızı haykırıyordu: “YAŞASIN
DEVRiMCi HALK KURTULUŞ PARTİSİ-CEPHESİ”
Çok kısa bir süre içinde kapıları patlatıp cezaevini
nerdeyse tümüyle denetimimiz altına almıştık. Mecit,
"işte böyle kardeşim, biraz da biz konuşalım."diyerek ifade ediyordu
coşkusunu.
13 Aralık isyanında cezaevinde girip çıkmadığı,
dolaşmadığı yer kalmamıştı. Maltada 9 saat süren
çatışmada neşesi, coşkusu, öfkesi, kararlılığıyla en öndeydi. Evet, Mecit Yoldaş, düşmanla savaşımıza herşeyini
katmaya çalışıyor, herşeyini silaha dönüştürüyordu.
Düşman balyozlarla barikatı parçalamaya çalışıyordu. Barikatlık hiçbir
malzememiz kalmadığı koşullarda bu kez bedenini barikata dönüştürmüştü. "Sağ
taraf sağlam, siz sola dikkat edin" diyordu. Orada Mecit
Yoldaş vardı. Kendisi barikatın sağ tarafını, sırtını duvara ayaklarını
barikata vererek iki kat daha güçlendiğindendi rahatlığı.
Onun neşesi, öfkesi, rahatlığı, yaratıcılığı
silahtı... Düşmanın direncimizi kırmak için tazyikli su sıktığı bir anda Mecit Yoldaş barikat başında bir elinde uzun demir sopası
tazyikli suya karşı sırtını dönmüş, kollarını açmış siper olurken, "Hele
bir sigara verin de içelim." diyordu.
Saatlerce süren tazyikli sudan koğuş dizlerimize
kadar suyla dolmuştu. Su her yanımızda işlemişti. Düşmanla karşılıklı meydan
okuma sürüyordu. Belki daha sonra düşman barikatımızı aşacak, katliam yapacaktı.
Herşeyimizle direniyorduk. Yediğimiz sudan titremeye
başlamıştık. Dişlerimiz birbirine vuruyor, dizlerimiz, vücudumuz soğuk suyun
etkisiyle sarsılıyordu. Tam o anda Mecit Yoldaş
"Amma titriyoruz ha, Gürcüsü de, Kürtü de, Türkü
de, Çerkesi de... hepimiz Lazlar'a döndük." dedi. Titrememizi Lazlar'ın o hareketli oyununa benzetmişti. Hepimiz gülmeye
başladık. Düşmanı, çatışmayı unutmuş(!) Mecit Yoldaşın
esprisine kahkahayla gülüyorduk.
"Düşmana
Acımayız"
O gerçek bir savaşçıydı. Silahını düşmana
kaptırmanın, düşmandan silah ele geçirmenin ne demek olduğunu çok iyi
biliyordu. 13 Aralık isyanında koğuşa çekilmiş, çatışmayı barikatlarda
sürdürüyordu. Mecit Yoldaş elindeki uzun su borusuyla
düşmanı barikatlara yaklaştırmamaya çalışıyordu, işte bu anda elindeki su
borusunu düşmana kaptırdı. Bunun ezikliğini yüzünden okumak mümkündü. Kendisi
de o an bunun ezikliğini ifade ediyordu. Düşmana öfkesi daha da artmıştı. Hemen
az sonra düşmandan üst üste iki silah kapacak, küçük yenilgiyi telafi edecekti.
Mecit Yoldaş gözü pekliği, düşmana
olan öfkesi, cüretiyle örnek bir savaşçıydı. Düşmana acımayacaktı. O düşman ki,
yoldaşlarımızı katleden, halkımıza zulmeden, yaşlı analarımıza, çocuklarımıza,
genç kızlarımıza saldıracak kadar alçaktı, ahlak ve namustan yoksundu. Düşmana
acımak yoktu. Böyle diyordu Mecit Yoldaş. 13 Aralık
isyanında çatışırken de, 4 Ocak direnişinde de bu öfkesini gösteriyordu. Barikat
başında sopasını ustaca kullanırken yanındaki yoldaşlarına da nereye nasıl
vuracağını gösteriyor, düşmanın silahlarına karşı onları uyarıyor, dikkatli
olmalarını sağlıyordu. 13 Aralık'ta birçok işkenceci Mecit'in
sopa darbeleriyle yaralanmıştı.
Düşmanın 4 Ocak saldırısına yeni bir katliam için
gelindiğini anlamış, kendisine ve yoldaşlarına silah olarak kullanabilecek
malzemeler arıyordu koğuşta. Düşman sayım ve arama alıp çıkmıştı. Birçoğumuz
yemekhanede toplanmış hazırlık yapıyorduk. Mecit
Yoldaş yatakhane bölümüne çıkmış malzeme ayarlamaya çalışıyordu. Az sonra
düşman hem alttan hem de üstten onlarca askerle koğuşa doluşmaya başladığında Mecit'in hazırlamış olduğu dolap kapaklarıyla düşmana iki
yönden birden saldırarak koğuşun dışına atıyorduk. Mecit,
bu ilk saldırının püskürtülmesinde ve mevzilenmemizin sağlanmasında başlıca
role sahipti. O, Ümraniye'nin kahramanıydı, pervasızdı, cüretliydi. Yüzlerce
asker ilk saldırıdan geri kaçarken, Mecit Yoldaş
askerlerden birini koğuş içine çekip rehin almayı başarıyordu; düşmana acımıyordu...
"Yoldaşlar!
Bize Ölüm Yok!"
4 Ocak... Yüzlerce düşman askerine karşı yüreğimizle
şehitlerimize, önderimize, Parti-Cephemize bağlılığımızla direniyoruz.
Cüretliyiz. Düşmana meydan okuyoruz. Düşman bizi katledecek, ölüme hazırız.
Birbirimizle vedalaşıyoruz. Mecit Yoldaşın her tarafı
kan içindeyken düşmana meydan okuyan sesi, direnişin simgesi oluyor bu anda. O
"Cesetlerimizi çiğnemeden içeri giremezsiniz"... "Varsa Cesaretiniz
Gelin"... "Yoldaşlar, Bize Ölüm Yok" diye bağırıyordu. Hepimiz Mecit'in attırdığı bu sloganları atıyorduk. Son nefesine
kadar cüreti, coşkusu sürüyordu yoldaşımızın; eksilmek bir yana, artıyordu.
Düşman subayının "Seni öldüreceğiz" deyişine aldırış etmiyordu.
Kanının son damlasına kadar savaştı, şehit düşünceye kadar da kolunda kırmızı
siyah tek erkek amblemli 1978'lerde kullanılan DEV-GENÇ pazu
bandını kolundan düşürmedi. (Mecit Yoldaş o sabah
başka bir yoldaşımızla birlikte kapı nöbetçisiydi.) Nöbetçiler 13 Aralık
isyanında düşmanın deposundan ele geçirdiğimiz savaş ganimetimiz olan bu
DEV-GENÇ kolluklarını takıyorlardı.
Savaş ne kadar güzelleştiriyordu insanlarımızı. O
güne kadar görmediğimiz, belki de göremediğimiz güzellikler işte böylesi kızgın
çatışma anlarında bir bir ortaya çıkıyordu. Mecit Yoldaşı, Rıza, Orhan, Gültekin
yoldaşları daha yakından tanımayı çok isterdim. Onlardaki eşsiz güzellikleri
diyebilirim ki, ikibuçuk-üç saatlik kızgın bir
çatışma içinde bütünüyle gördüm. Halkına, şehitlerine, davasına bağlılığı,
cüreti, yoldaş sıcaklığını gördüm, yalnız bunları mı?..
Düşmanın bir avuç Parti-Cephe tutsağından, bizden nasıl korktuğunu,
güçsüzlüğünü, alçaklığını da gördüm. Düşmanın bütün gözdağı ve saldırganlığı bu
korkusunun ürünüydü.
15 Aralık 1995, saat 18.00 sularında 13 Aralık
isyanımız zaferle sonuçlandıktan sonra koğuşlara dönüyoruz. C-1 koğuşundayız.
Saat 19.00 haberlerinde Buca'daki tutsak
yoldaşlarımızın eylemini duyunca "Ulaa, tüylerim
diken diken oldu, bu yoldaşlarımız ne kadar kahraman"
diyordu. Mecit Yoldaş'ın şehit düştüğünü duyduğumda,
onu tanıyıpta tüyleri diken diken
olmayan yoldaşımız yoktur... And olsun yoldaş: Akan
Her Damla Kanın Hesabını Soracak KURTULUŞA KADAR SAVAŞACAĞIZ...
(Bu anlatım, Haziran
Yayıncılık tarafından yayınlanan “Cezaevleri Direnişleri-2 Ümraniye” adlı kitaptan
alınmıştır.)