KIZILDERE
DİRENİŞİ
YER:
Tokat, Niksar Kızıldere Köyü
TARİH:
30 Mart 1972
26 Mart 1972 sabaha karşı, kalabalık bir komando
birliği, özel görevliler ve polis birlikleri Fatsa'yı kuşattılar. Kuşatmanın
amacı THKP-C ve THKO savaşçılarını ele geçirmek ve onların elinde rehin bulunan
İngiliz görevlilerini kurtarmaktı...
Deniz’lerin idamı gündemdeydi. Maltepe Cezaevi’nden
firar eden Mahir ve yoldaşları, koşullar ne denli ağır olursa olsun, buna
tavırsız kalamazlardı.
12 Mart cuntasının terörü hüküm sürüyordu. THKP-C
Mahir'in içeri düşmesinden sonra bir de içten sağ sapmanın ihanetiyle karşı
karşıya kalmıştı. Ama savaş durdurulamazdı. Türkiye halklarına karşı
sorumlulukları için, Türkiye devriminin yolunun aydınlatılmaya devam edilmesi
için, devrimci dostluk ve dayanışma için... savaşı
sürdürmeliydiler.
26 Mart'ta Ünye'de NATO üssünde görevli 3 İngiliz
teknisyeni THKP-C ve THKO savaşçıları tarafından rehin alındı.
İngiliz teknisyenlerinin kaçırıldığı binaya bırakılan bildiride "48 saat içinde infazların durdurulduğunun
radyodan açıklanması, aksi taktirde İngiliz
ajanlarının cezalandırılacağı" belirtildi.
İngilizlerin bulunduğu binada 12 kişi enterne
edilmiş, ancak bunlardan sadece üçü rehin alınmıştı. Geride kalanlar,
bağlanarak hareketsiz hale getirildi ve Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Ertuğrul
Kürkçü, Hüdai Arıkan, Ertan Saruhan, Ahmet Atasoy ve Nihat Yılmaz, Kızıldere
köyüne doğru İngilizlerin aracıyla yola çıktılar.
Soğuk ve rüzgarlı bir
havada gün ağarırken köye ulaştılar.
Takvimler 27 Mart 1972'yi gösteriyordu. Yanlarındaki
rehinelerle birlikte, Kızıldere köyü muhtarının evine ulaştılar.
27 Mart 1972 sabahı İngiliz görevlilerin evine bir
başka görevlinin gelmesiyle, eylem polis tarafından öğrenilmiş oldu. Bütün
askeri birlikler seferber edildi. Bölgede uçaklar ve helikopterlerle keşif
uçuşlarına başlandı.
Fatsa'dan Niksar'a uzanan hat üzerinde yoğun bir
gözaltı operasyonu başlatıldı. Bütün belirtilerin Kızıldere köyü civarını
işaret etmesi üzerine 30 Mart 1972 sabah
05.00’de bilgi edinmek için köy muhtarının evine gelen jandarmalara muhtar
önceden hazırladığı ihbar mektubunu vererek arananların evinde kaldığını
bildirdi.
Kuşatma bir ihbarla tamamlanmıştı.
Evin ve köyün etrafı tümüyle sarıldı.
Evde, THKP-C üyeleri Mahir Çayan, Sinan Kazım Özüdoğru, Hüdai Arıkan, Ertan Saruhan, Saffet
Alp, Sabahattin Kurt, Nihat Yılmaz, Ahmet
Atasoy ve Ertuğrul Kürkçü ile THKO üyeleri Cihan Alptekin ve Ömer Ayna
vardı.
Kısa bir durum değerlendirmesi yaptılar. Kararları
açık, kısa ve kesindi:
Teslim
olmayacaklardı. Taleplerine olumlu karşılık verilmez ve üzerlerine ateş açılırsa
İngiliz rehineleri, bıraktıkları ültimatomda belirttikleri
gibi cezalandıracaklardı: ve sonuna kadar çarpışacaklardı.
Sonunda ölüm de olsa kararları buydu.
Evin giriş ve çıkışlarını un çuvallarıyla, dolaplarla tahkim ederek, evin çatısında delikler açarak
çevreyi gözetlemeye başladılar.
Düşman “Teslim ol” çağrıları yapıyordu. Cevapları
aynıydı.
Öğleden sonra saat 14.00 sıralarında İngilizlerin
kendilerine çatıdan gösterilmesi ve kendileriyle konuşturulmasını isteyen
çevreyi kuşatmış binlerce asker ve polisten oluşan birliklere İngilizleri
gösterip konuşturdular.
Kısa bir süre sonra görüşmek için çatıya çıkan Mahir
Çayan, Cihan Alptekin, Ertuğrul Kürkçü ve Saffet Alp görüşmek üzere beklerken,
ansızın üzerlerine önce tek tek, daha sonra çevredeki makineli tüfek
yuvalarından yaylım ateşi açıldı.
Vakit ikindi üzeridir.
Düşman ele geçirdiği önderliği imha etmek
istemektedir.
Yaylım ateşi sürdürülür.
O ilk anda, bir yiğit vurulur başından.
O yiğit Mahir Çayan'dır.
Türkiye Devriminin Yolunun netleştirilmesinde,
THKP-C'nin kuruluşunda, Cephe'nin askeri eylemlerinde olduğu gibi, ölüme de en
önde gitmişti işte.
Kızıldere'nin ilk şehidiydi o.
Yoldaşları direnişi sürdürdüler. Önderleri
vurulmuştu. Asla teslim olmayı düşünmediler. Mahir'in vurulmasının ardından
daha önce alınan karar uyarınca İngilizleri cezalandırdılar.
Düşman havan toplarıyla dövüyordu kuşatıldıkları
üssü.
Kerpiç’ten yapılma evde makinalı
tüfek mermileri duvarları delik deşik etmişti. Ömer Ayna gözünden vuruldu.
Cihan Alptekin karnından yaralandı.
Düşman yeni bir manevrayla bir
süre sonra ateş keserek yeniden "teslim olun" çağrısı yaptı.
Şehitleri ve yaralılarıyla savaşın ortasındaydılar
onlar. Görüşme yapmayı reddettiler. Evin sahanlığında toplanarak eve yapılacak
yeni saldırıyı topluca karşılamak üzere el bombalarını hazırlayarak beklemeye
başladılar.
Uzaktan tüfek bombaları ve roketatarlarla yapılan
yeni saldırıda, topluca bulunulan sahanlığın bir bölümü isabet aldı. Bu
patlamada THKP-C ve THKO savaşçılarından bazıları daha şehit düştü.
Evden gelen silah atışlarının kesilmesi üzerine
tarama atışları yaparak eve giren düşman güçleri can çekişmekte olan Saffet Alp’i
kurşuna dizdiler.
Kızıldere'de güneş, on devrimcinin cesetleri
üzerinde batıyordu bu kez. Samanlığa geçip saklanan Ertuğrul Kürkçü dışında
savaşçıların hepsi, şehit düşmüştü.
Kızıldere kan akıyordu şimdi.
Kızıldere devrime akıyordu.
Gürül gürül bir akıştı bu.
Akışı durdurduğunu sananlar çok değil, yalnızca
birkaç yıl sonra "Kızıldere
Manifestosu Yolunda İleri" diye, "Yolumuz Çayanların Yoludur" diye yürüyen öfkeli, coşkulu
gençliğin karşısında yanıldıklarını anlayacaklardı.
Kızıldere
son değildi...
Savaş
sürüyordu ve sürecekti!
(Yukarıdaki anlatım, Halk İçin Kurtuluş dergisinin 22.03.1997 tarihli 22. sayısında yayınlandı)
12 Mart Süreci
ve Kızıldere
“BÜYÜK FİRAR”... 1 Aralık 1971 tarihli
gazeteler böyle yazıyordu. Başlığın hemen altında ise “Çayan, Alptekin, Bardakçı, Ayna ve Yılmaz kaçtılar” satırları
okunuyordu.
Maltepe
firarı, devrimci mücadelede yeni bir adımdı, özgür tutsaklığın ilk önemli
halkalarından biriydi. Gerek THKP-C’liler, gerekse de
THKO’lular tutsak düştükleri andan itibaren firarı düşünmeye
başladılar. Silahlı devrim cephesinin, revizyonist, reformist
gelenekten kopuşunun hapishaneler cephesindeki yansımalarından birini de
firarın bir görev ve meşru bir hak olarak görülmesi oluşturuyordu.
Maltepe
firarının bir diğer önemli özelliği, THKO ve THKP-C’lilerin
eylem birliğiyle gerçekleştirilmiş olmasıydı. Bu birlikteliğin herhangi bir
protokolu falan yoktu, ama örneğin THKO’lular daha
baştan, firar denemesi için Mahir’in de Maltepe hapishanesine getirilmesi gerektiğini
söyleyebilecek bir birlik anlayışına sahiptiler.
Firar
tünel aracılığıyla gerçekleştirilecekti. Tutsaklar tüneli ortaklaşa kazdılar.
Ve nihayet 29 Kasım akşamı son hazırlıklar tamamlandı. Tünele ilk önce Cihan
alptekin girerek çıkış deliğini patlattı. Ardından Mahir Çayan, Ömer Ayna, Ulaş
Bardakçı ve Ziya Yılmaz çıktılar.
Oligarşinin
duvarları onları içeride tutmaya yetmemişti.
SAĞ SAPMA VE İHANET
Savaş
kaldığı yerden sürdürülecekti. Ancak Mahir’lerin dışarı çıktığı bu süreçte
savaşın sürdürülmesinin önündeki en büyük engel, THKP içinde ortaya çıkan sağ
sapmaydı.
Mahir
firardan sonra, sağ sapmayla ideolojik hesaplaşmanın sürdüğü bu süreçte Kesintisiz’lerin yazımını da sürdürür. Kesintisiz Devrim broşürü
esas olarak oldukça önceden üç bölüm olarak tasarlanmış, ilk bölümü de daha
önce yazılarak Kurtuluş Dergisi’nde yayınlanmıştır. Kesintisiz Devrim-I olarak
adlandırılan bu ilk bölümün girişinde hem Kesintisiz’lerin
bütününün içeriği, hem de THKP-C’nin teoriye, ideolojiye
yaklaşımının ana hatları vardır
Oligarşinin
ağır baskı ve takip koşulları devam ediyordu. Parti önder ve kadrolarının
katıldığı toplantılarda durum değerlendirilerek, 12 Mart cuntasına karşı
silahlı savaşın sürdürülmesi kararı alınır. Birleşik devrimci savaş anlayışı
çerçevesinde çeşitli planlar yapıldı.
72’nin
Ocak-Şubat aylarında gerek Ankara’da gerekse de İstanbul’da son derece yoğun
bir süreç yaşanmaktadır. Bir yandan tasfiyeciliğin yolaçtığı ideolojik tahribat
gideriliyor, bozulan, dağılan örgütsel yapılar, bu defa pek çok kadro tutsak
düştüğünden daha azıyla yeniden oluşturulmaya çalışılıyor,
ve diğer yandan da silahlı savaşı sürdürebilmenin koşullarının yaratılması
hedefleniyordu.
İşte
bu süreçte THKP-C önemli bir kayba daha uğradı. Sürmekte olan operasyonlar
sonucu, Ulaş ve Yılmaz’ın Levent semtinde kaldıkları yer tesbit edilerek
kuşatıldı. Ulaş ve Yılmaz, düşmanın kuşatmasına ve ateşine, ateşle karşılık
verirler ve çatışarak kuşatmayı yararlar.
13
Şubat’taki bu kuşatmadan kurtulmayı başarmışlardır ama çatışmadan sonra takip
koşulları bozulamaz. Operasyonlar pek çok yeri uzanmış, çeşitli olanaklar
kullanılamaz hale gelmiş, daha da önemlisi, ilişkilerin bütünü açısından bir
belirsizlik doğmuştur. Bu koşullarda buldukları yerler uzun vadeli olmaz ve 19
Şubat’ta Ziya Yılmaz Fındıkzade’de, Ulaş Bardakçı ise
Arnavutköy’de kaldıkları evde kuşatılırlar. Ziya
Yılmaz yaralı olarak ele geçirilir. Ulaş, kuşatılan evde kaldığının tesbit edildiği
anda ateş açar. Çatışma yarım saate yakın sürer ve Ulaş Parti-Cephe savaşçılarının
kuşatıldıklarında “teslim olmama”, “çatışma” geleneğini pekiştiren bir direniş
sonucu şehit düşer.
12
Mart tüm terörüyle halkın ve devrimci örgütlerin üzerine yönelmişti. Kurulan
Erim Hükümeti "Balyoz Harekatı" adını
verdiği operasyonlarla halkı teslim almaya, Atatürkçü maskesiyle de
küçük-burjuva kesimleri kendine yedeklemeye çalışıyordu.
Devrimci
örgütler açısından iki tercih vardı, ya teslim olunacak, ya da savaşılacaktı.
THKP-C'nin tercihi tereddütsüz ikincisiydi.
DENİZLERİN İDAMININ ENGELLENMESİ
Gerek
hapishanedeyken, gerekse de firardan sonra, Mahir’lerin düşüncelerinin bir
yanını da hep Deniz’lerin idamının engellenmesi oluşturur. THKO önder kadroları
Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’a verilen idam cezalarının Meclis’te aonaylanması an meselesidir ve THKP-C, THKO önderlerinin
idamına karşı mücadeleyi “Türkiye
devriminin prestiji” meselesi olarak görür.
Maltepe’den
THKP-C’lilerle birlikte firar eden THKO önder
kadroları Cihan Alptekin ve Ömer Ayna da Deniz’ler için bir eylem düşünüyor,
çeşitli planlar yapıyorlardı. Ancak operasyonlar sonucu THKO’luların
olanakları son derece sınırlıydı.
Bu
süreçte bir elçinin kaçırılması, parlamento içinde bir milletvekilinin
kaçırılması gibi çok çeşitli alternatifler üzerinde duruldu. Tüm bu tartışmaların,
çabanın odağında devrimci dayanışmanın, devrimci dostluğun, fedakarlığın
görkemi vardı:
“Mahir
en son anda şu şekilde bir plan teklif etti. Buna göre, herhangi bir elçiliğe
Mahir, Cihan ve Ömer Ayna bir intihar dalışı yapacak, elçinin hayatı
karşılığında kendilerinin de teslim olması kaydıyla Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in
idamlarının engellenmesini isteyeceklerdi...”
Ancak bu planlardan hiç biri gerçekleştirilemez.
Bu hazırlıklar sürdürülürken, İstanbul’da Ulaş, Ankara’da Koray Doğan
katledilir, tutuklamalar birbirini izler. Bu koşullarda yapılacak bir eylemin
örgütlenmenin darbelerden en az etkilenen kesimi olan Karadeniz’e kaydırılmasına
karar verilir. Bu arada Karadeniz’deki THKP-C’lilerden
Ünye’de bulunan Nato üssüne yönelik bir eylem yapılabileceği önerisinin de
gelmesiyle hemen doğrudan Karadeniz’e geçilmesi gündeme gelir. 17 Mart’ta Mahir
Çayan, Cihan Alptekin, Ömer Ayna ve bazı THKP-C’liler
makarna yüklü bir kamyonda Karadeniz’e doğru yola çıkarlar.
KIZILDERE
Mahir
ve beraberindekiler Ünye taraflarında bir köye yerleşirler. Hemen Ünye Nato
üssünde görevli İngilizlerin oturduğu evin çevresinde istihbarat yapılarak
önceden varolan bilgiler kesinleştirilir ve eylem aşamasına geçilir. 26 Mart’ta
İngilizlerin kaldıkları evdeki 12 kişi etkisizleştirilerek 3 İngiliz ajanı
rehin alınır.
Mahir’in
de aralarında bulunduğu gerillalar 3 rehineyle birlikte evden ayrılıp Tokat’ın
Niksar ilçesine doğru yönelirler. İngilizlerin kaldığı evden ayrılmadan önce
eve eylemle ilgili 25 Mart 1972 tarihini taşıyan bir bildiri bırakılır:
“Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı, Parlamentosu ve Hükümetine!
(...) 1972’nin Türkiye’sinde tek
bir yurtseverin, öncü savaşçısının oligarşinin ipiyle hayatına son verilmek
istenirse, bu İngiliz ajanları da halkın devrimci öncülerinin, yani bizlerin
kurşunlarıyla yok olacaklardır.
Dünya halklarının baş düşmanı
Anglo-Amerikan Emperyalizminin askeri örgütü olan NATO’da görevli bu İngiliz
ajanlarının hayatlarına karşılık şartlarımız açıktır:
1. İnfazlar derhal durdurulacak,
2. Hiçbir yurtsever ve devrimci
asılmayacaktır.
3. En çok 48 (kırksekiz) saat
içerisinde bu konuda Türkiye radyolarından infazların durdurulduğu hakkında
yayın yapılması şarttır.
Bu şartlar yerine getirilmediği
takdirde, kesin olarak bu İngiliz ajanları kurşuna dizilecektir.
Bu oligarşinin zulmüne,
hainliğine, gaddarlığına, kan emiciliğine karşı bizlerin bir ihtarıdır.
İnfazlar yerine getirilirse şu
iyi bilinsin ki, ihtilalci misilleme sadece bu NATO ajanlarının yok edilmesiyle
bitmeyecektir. Bu sadece başlangıç ve ilk ihtardır. (...)” (Mahir,
Turan Feyizoğlu, s.528)
Kaçırma
eylemi üzerine hemen tüm ülke çapında yoğun operasyonlar başlatılır. Karadeniz’e
askeri yığınak yapılır. MİT ve polis en seçme uzmanlarını bölgeye gönderir.
Bu
arada İngiliz Hükümeti de, üç İngiliz teknisyenin hayatlarını kurtarmak için
Türk hükümetinin eylemcilere taviz vermemesini ister. Ankara Sıkıyönetim ve
İkinci Ordu Komutanı Orgeneral Semih Sancar tarafından yayınlanan bir bildiride
de, can ve mal güvenlikleri Türk milletine emanet edilmiş bulunan İngilizlerin
yakalanmasına yardımcı olacak yurttaşlara yüz
bin liraya kadar mükafat verileceği belirtilir.
Gerillalar,
yolda rehinelerle birlikte 10 kişiydiler. 27 Mart’ın ilk saatlerinde Kızıldere köyüne ulaşarak köy muhtarının evine gittiler.
Rehineleri burada tutacaklardı.
30
Mart’ta sabah saatlerinde nöbetçi gerillalar muhtarın evine doğru jandarmaların
yaklaştığını gördüler. Gerillalar Muhtar ve ailesi evden çıkararak kuşatılma ve
çatışma ihtimaline karşı hazırlık yaptılar. Bir süre sonra da komando
birlikleri köyün çevresini sardılar. Sabah saat altı sıralarında
kuşatılmışlardı; “teslim ol” çağrıları yapılmaya başlandı.
“BİZ BURAYA DÖNMEYE DEĞİL, ÖLMEYE
GELDİK!”
THKP-C
ve THKO gerillaları, “Teslim ol” çağrılarına Mahir’in işte bu tarihsel sözüyle
cevap verdiler.
Düşman
ateş etmeye başladığında da asla düşünmediler teslim olmayı. Ateşe ateşle
karşılık verdiler. Düşman ateşi altında ilk Mahir şehit düştü. Gerillalar
önderlerinin şehit düşmesi karşısında en ufak bir kararsızlığa kapılmadan
çatışmayı sürdürdüler. Düşman koşulları yerine getirmemişti; bu nedenle İngiliz
ajanlar da cezalandırıldı.
Çatışma
sona erdiğinde 8 THKP-C ve iki THKO gerillası şehit düşmüştü. Şehit düşmüşler
ama Kızıldere’de bir destan yazmışlardı. Bu destan
işte o günden sonra Türkiye Devriminin Manifestosu
oldu. 74’ten sonra THKP-C’nin mirasına sahip çıkanlar,
savaşı “Kızıldere Manifestosu Yolunda İleri” sloganıyla
sürdüreceklerdi.
(Yukarıdaki Kızıldere anlatımı, 28 Mart 1998 tarihli Kurtuluş
dergisinin 74. Sayısında yayınlanan “THKP-C’den DHKP-C’ye” adlı dizinin 2. Bölümünden alınmıştır.)
***
MAHİR
ÇAYAN HÜSEYİN CEVAHİR ULAŞ BARDAKÇI
AND OLSUN Kİ ÖNDERİMİZ
AND OLSUN Kİ CEVAHİR YOLDAŞ
AND OLSUN Kİ ULAŞ YOLDAŞ
Türkiye devriminin yolunu netleştiren,
Onlarca yıllık revizyonist,
reformist gelenekleri yıkıp,
Bu yolda cesaretle öne atılmakta tereddüt etmeyen
önderlerimiz!
Önce bildirelim ki, açtığınız yolda binlerce
savaşçıyız. Bu yolda yüzbinlerce Cepheliyiz.
Savaşımız düşmanın kurşun yağmurları altında, ama
asla ilerleyişini durdurmadan sürüyor.
Düşmanın kurşunları, sizin yolunuzdan yürüyenlere
yağarken, zehirli okları siz şehit düştükten sonra da üzerinize yağmaya devam
etti. Ama yalnız o kadar değildi. Siz sağken yanıbaşınızda olanlar, öyle
görünenler, onlar da katledilmenizden sonra korkunun iğrenç bataklığına gömülüp
oradan sizi zehirli oklarıyla vurmaya çalıştılar.
Daha siz şehit düşeli bir iki yıl olmuştu.
Biz gençtik o zaman. Tecrübesizdik. Ama nereden, ne
adına olursa olsun, size yollanan tüm okların önüne geçtik. Zorlanmadık değil, zorlandık. Ama size inanıyorduk.
Halka inanıyorduk. Kendimize güveniyorduk. Ve daha önemlisi, vasiyetinizi doğru
anladığımızdan emindik.
Partili savaşmak, Cepheyle iktidara yürümekti bizden
istediğiniz. Görevimiz Parti-Cephe'yi yeniden yaratmaktı.
Yıllarca bunun için uğraştık. Yendik yenildik. Ama
size layık olduk.
Partili, Cepheli iktidar
savaşınız sürüyor.
Ve and olsun, iktidarı fethedene
kadar da sürecek.
Gençlerimizin dilindesiniz.
Yaşlılarımızın dilindesiniz. Bilesiniz ki, her mitingte, her eylemde, adı en
çok anılansınız. "Mahir Hüseyin
Ulaş, Kurtuluşa Kadar Savaş" şiarı dillerimizden düşmüyor. Açtığınız
yolda ilerliyoruz.
Andolsun, kurucusu, önderi
olduğunuz Parti-Cephe'yle zaferi kazanacağız.
***
Kızıldere'de şehit
düşen THKO'luların özçgeçmişleri:
CİHAN
ALPTEKİN
1947-Rize-Ardeşen
doğumludur. THKO yöneticilerindendir. Siper yoldaşlığına yeni bir halka ekleyerek
Kızıldere'de düşenlerdendir.
CİHAN ALPTEKİN; THKO
yönetici kadrolarındandır. THKO önderleri Deniz, Yusuf ve İnan’ın idamlarını
engellemek için Maltepe Hapishanesi’nden firardan itibaren THKP-C’yle birlikte oldu. Kızıldere’de
siper yoldaşlığının tarihi bu birliktelikle yazıldı.
1947 Rize-Ardeşen
doğumludur. İstanbul’da mücadele içinde öne çıktı. 1968 Kasımındaki bağımsızlık
yürüyüşünde, Hüseyin Cevahir’le, Deniz Gezmiş’le omuz
omuzadır. Bir dönem TDGF istanbul Bölge Yürütme Kurulu üyeliği yaptı. 1969 Temmuzunda,
THKO’yu oluşturacak gençlik önderleriyle birlikte
Filistin kamplarına gider. Ayrışmalarda tercihini silahlı kurtuluş savaşından
yana koyarak THKO içinde yer almıştır.
ÖMER
AYNA
1952 yılı
Diyarbakır-Dicle ilçesi, Bağlarbaşı mahallesi doğumludur. THKO'ludur.
Ömer AYNA; Kızıldere’deki siper yoldaşlığına THKO cephesinden katılan ikinci
savaşçıdır. 1952, Diyarbakır-Dicle ilçesi doğumludur. 1960’ların gelişen mücadelesi
içinde tercihini silahlı savaştan yana yapmıştır. Ne tutsaklık, ne 12 Mart
faşizmi onu bundan alıkoyamamıştır.
Maltepe firarından sonra,
İstanbul ve Ankara duvarlarını dolduran Sıkıyönetim Komutanlığı’nın “Aranıyor”
afişleri üzerinde Mahir Çayan, Ulaş Bardakçı, Ziya Yılmaz, Cihan Alptekin’le
birlikte onun da resimleri vardır. Ama o böylesi koşullarda da silahlı eylem
örgütleme çalışmaları içindedir.
Cihan Alptekin ve Ömer
Ayna, İstanbul Maltepe hapishanesinden firar ettikten sonra Ankara’ya geçişlerini,
Kızıldere’de de birlikte olacakları Ertan Saruhan’la
birlikte yaptılar. Kapağı çakılarak kapatılmış iki ayrı sandığın içinde
yaptılar bu yolculuğu. 14 Ocak’ta Cihan ve Ömer’in Ankara’ya gidişinin ardından,
Mahir Çayan da aynı yöntemle Ankara’ya geldi ve oradan birlikte Kızıldere’ye yolculukları başladı.