KIZILDERE DİRENİŞİ


YER: Tokat, Niksar Kızıldere Köyü

TARİH: 30 Mart 1972

 

 

26 Mart 1972 sabaha karşı, kalabalık bir komando birliği, özel görevliler ve polis birlikleri Fatsa'yı kuşattılar. Kuşatmanın amacı THKP-C ve THKO savaşçılarını ele geçirmek ve onların elinde rehin bulunan İngiliz görevlilerini kurtarmaktı...

Deniz’lerin idamı gündemdeydi. Maltepe Cezaevi’nden firar eden Mahir ve yoldaşları, koşullar ne denli ağır olursa olsun, buna tavırsız kalamazlardı.

12 Mart cuntasının terörü hüküm sürüyordu. THKP-C Mahir'in içeri düşmesinden sonra bir de içten sağ sapmanın ihanetiyle karşı karşıya kalmıştı. Ama savaş durdurulamazdı. Türkiye halklarına karşı sorumlulukları için, Türkiye devriminin yolunun aydınlatılmaya devam edilmesi için, devrimci dostluk ve dayanışma için... savaşı sürdürmeliydiler.

26 Mart'ta Ünye'de NATO üssünde görevli 3 İngiliz teknisyeni THKP-C ve THKO savaşçıları tarafından rehin alındı. İngiliz teknisyenlerinin kaçırıldığı binaya bırakılan bildiride "48 saat içinde infazların durdurulduğunun radyodan açıklanması, aksi taktirde İngiliz ajanlarının cezalandırılacağı" belirtildi.

İngilizlerin bulunduğu binada 12 kişi enterne edilmiş, ancak bunlardan sadece üçü rehin alınmıştı. Geride kalanlar, bağlanarak hareketsiz hale getirildi ve Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Ertuğrul Kürkçü, Hüdai Arıkan, Ertan Saruhan, Ahmet Atasoy ve Nihat Yılmaz, Kızıldere köyüne doğru İngilizlerin aracıyla yola çıktılar.

Soğuk ve rüzgarlı bir havada gün ağarırken köye ulaştılar.

Takvimler 27 Mart 1972'yi gösteriyordu. Yanlarındaki rehinelerle birlikte, Kızıldere köyü muhtarının evine ulaştılar.

27 Mart 1972 sabahı İngiliz görevlilerin evine bir başka görevlinin gelmesiyle, eylem polis tarafından öğrenilmiş oldu. Bütün askeri birlikler seferber edildi. Bölgede uçaklar ve helikopterlerle keşif uçuşlarına başlandı.

Fatsa'dan Niksar'a uzanan hat üzerinde yoğun bir gözaltı operasyonu başlatıldı. Bütün belirtilerin Kızıldere köyü civarını işaret etmesi üzerine 30 Mart 1972 sabah 05.00’de bilgi edinmek için köy muhtarının evine gelen jandarmalara muhtar önceden hazırladığı ihbar mektubunu vererek arananların evinde kaldığını bildirdi.

Kuşatma bir ihbarla tamamlanmıştı.

Evin ve köyün etrafı tümüyle sarıldı.

Evde, THKP-C üyeleri Mahir Çayan, Sinan Kazım Özüdoğru, Hüdai Arıkan, Ertan Saruhan, Saffet Alp, Sabahattin Kurt, Nihat Yılmaz, Ahmet Atasoy ve Ertuğrul Kürkçü ile THKO üyeleri Cihan Alptekin ve Ömer Ayna vardı.

Kısa bir durum değerlendirmesi yaptılar. Kararları açık, kısa ve kesindi:

Teslim olmayacaklardı. Taleplerine olumlu karşılık verilmez ve üzerlerine ateş açılırsa İngiliz rehineleri, bıraktıkları ültimatomda belirttikleri gibi cezalandıracaklardı: ve sonuna kadar çarpışacaklardı.

Sonunda ölüm de olsa kararları buydu.

Evin giriş ve çıkışlarını un çuvallarıyla, dolaplarla tahkim ederek, evin çatısında delikler açarak çevreyi gözetlemeye başladılar.

Düşman “Teslim ol” çağrıları yapıyordu. Cevapları aynıydı.

Öğleden sonra saat 14.00 sıralarında İngilizlerin kendilerine çatıdan gösterilmesi ve kendileriyle konuşturulmasını isteyen çevreyi kuşatmış binlerce asker ve polisten oluşan birliklere İngilizleri gösterip konuşturdular.

Kısa bir süre sonra görüşmek için çatıya çıkan Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Ertuğrul Kürkçü ve Saffet Alp görüşmek üzere beklerken, ansızın üzerlerine önce tek tek, daha sonra çevredeki makineli tüfek yuvalarından yaylım ateşi açıldı.

Vakit ikindi üzeridir.

Düşman ele geçirdiği önderliği imha etmek istemektedir.

Yaylım ateşi sürdürülür.

O ilk anda, bir yiğit vurulur başından.

O yiğit Mahir Çayan'dır.

Türkiye Devriminin Yolunun netleştirilmesinde, THKP-C'nin kuruluşunda, Cephe'nin askeri eylemlerinde olduğu gibi, ölüme de en önde gitmişti işte.

Kızıldere'nin ilk şehidiydi o.

Yoldaşları direnişi sürdürdüler. Önderleri vurulmuştu. Asla teslim olmayı düşünmediler. Mahir'in vurulmasının ardından daha önce alınan karar uyarınca İngilizleri cezalandırdılar.

Düşman havan toplarıyla dövüyordu kuşatıldıkları üssü.

Kerpiç’ten yapılma evde makinalı tüfek mermileri duvarları delik deşik etmişti. Ömer Ayna gözünden vuruldu. Cihan Alptekin karnından yaralandı.

Düşman yeni bir manevrayla bir süre sonra ateş keserek yeniden "teslim olun" çağrısı yaptı.

Şehitleri ve yaralılarıyla savaşın ortasındaydılar onlar. Görüşme yapmayı reddettiler. Evin sahanlığında toplanarak eve yapılacak yeni saldırıyı topluca karşılamak üzere el bombalarını hazırlayarak beklemeye başladılar.

Uzaktan tüfek bombaları ve roketatarlarla yapılan yeni saldırıda, topluca bulunulan sahanlığın bir bölümü isabet aldı. Bu patlamada THKP-C ve THKO savaşçılarından bazıları daha şehit düştü.

Evden gelen silah atışlarının kesilmesi üzerine tarama atışları yaparak eve giren düşman güçleri can çekişmekte olan Saffet Alp’i kurşuna dizdiler.

Kızıldere'de güneş, on devrimcinin cesetleri üzerinde batıyordu bu kez. Samanlığa geçip saklanan Ertuğrul Kürkçü dışında savaşçıların hepsi, şehit düşmüştü.

Kızıldere kan akıyordu şimdi.

Kızıldere devrime akıyordu.

Gürül gürül bir akıştı bu.

Akışı durdurduğunu sananlar çok değil, yalnızca birkaç yıl sonra "Kızıldere Manifestosu Yolunda İleri" diye, "Yolumuz Çayanların Yoludur" diye yürüyen öfkeli, coşkulu gençliğin karşısında yanıldıklarını anlayacaklardı.

Kızıldere son değildi...

Savaş sürüyordu ve sürecekti!

 

(Yukarıdaki anlatım, Halk İçin Kurtuluş dergisinin 22.03.1997 tarihli 22. sayısında yayınlandı)

 

***

 

12 Mart Süreci ve Kızıldere

 

BÜYÜK FİRAR”... 1 Aralık 1971 tarihli gazeteler böyle yazıyordu. Başlığın hemen altında ise “Çayan, Alptekin, Bardakçı, Ayna ve Yılmaz kaçtılar” satırları okunuyordu.

Maltepe firarı, devrimci mücadelede yeni bir adımdı, özgür tutsaklığın ilk önemli halkalarından biriydi. Gerek THKP-C’liler, gerekse de THKO’lular tutsak düştükleri andan itibaren firarı düşünmeye başladılar. Silahlı devrim cephesinin, revizyonist, reformist gelenekten kopuşunun hapishaneler cephesindeki yansımalarından birini de firarın bir görev ve meşru bir hak olarak görülmesi oluşturuyordu. 

Maltepe firarının bir diğer önemli özelliği, THKO ve THKP-C’lilerin eylem birliğiyle gerçekleştirilmiş olmasıydı. Bu birlikteliğin herhangi bir protokolu falan yoktu, ama örneğin THKO’lular daha baştan, firar denemesi için Mahir’in de Maltepe hapishanesine getirilmesi gerektiğini söyleyebilecek bir birlik anlayışına sahiptiler.

Firar tünel aracılığıyla gerçekleştirilecekti. Tutsaklar tüneli ortaklaşa kazdılar. Ve nihayet 29 Kasım akşamı son hazırlıklar tamamlandı. Tünele ilk önce Cihan alptekin girerek çıkış deliğini patlattı. Ardından Mahir Çayan, Ömer Ayna, Ulaş Bardakçı ve Ziya Yılmaz çıktılar.

Oligarşinin duvarları onları içeride tutmaya yetmemişti.

 

SAĞ SAPMA VE İHANET

Savaş kaldığı yerden sürdürülecekti. Ancak Mahir’lerin dışarı çıktığı bu süreçte savaşın sürdürülmesinin önündeki en büyük engel, THKP içinde ortaya çıkan sağ sapmaydı.

Mahir firardan sonra, sağ sapmayla ideolojik hesaplaşmanın sürdüğü bu süreçte Kesintisiz’lerin yazımını da sürdürür. Kesintisiz Devrim broşürü esas olarak oldukça önceden üç bölüm olarak tasarlanmış, ilk bölümü de daha önce yazılarak Kurtuluş Dergisi’nde yayınlanmıştır. Kesintisiz Devrim-I olarak adlandırılan bu ilk bölümün girişinde hem Kesintisiz’lerin bütününün içeriği, hem de THKP-C’nin teoriye, ideolojiye yaklaşımının ana hatları vardır

Oligarşinin ağır baskı ve takip koşulları devam ediyordu. Parti önder ve kadrolarının katıldığı toplantılarda durum değerlendirilerek, 12 Mart cuntasına karşı silahlı savaşın sürdürülmesi kararı alınır. Birleşik devrimci savaş anlayışı çerçevesinde çeşitli planlar yapıldı.

72’nin Ocak-Şubat aylarında gerek Ankara’da gerekse de İstanbul’da son derece yoğun bir süreç yaşanmaktadır. Bir yandan tasfiyeciliğin yolaçtığı ideolojik tahribat gideriliyor, bozulan, dağılan örgütsel yapılar, bu defa pek çok kadro tutsak düştüğünden daha azıyla yeniden oluşturulmaya çalışılıyor, ve diğer yandan da silahlı savaşı sürdürebilmenin koşullarının yaratılması hedefleniyordu.

İşte bu süreçte THKP-C önemli bir kayba daha uğradı. Sürmekte olan operasyonlar sonucu, Ulaş ve Yılmaz’ın Levent semtinde kaldıkları yer tesbit edilerek kuşatıldı. Ulaş ve Yılmaz, düşmanın kuşatmasına ve ateşine, ateşle karşılık verirler ve çatışarak kuşatmayı yararlar.

13 Şubat’taki bu kuşatmadan kurtulmayı başarmışlardır ama çatışmadan sonra takip koşulları bozulamaz. Operasyonlar pek çok yeri uzanmış, çeşitli olanaklar kullanılamaz hale gelmiş, daha da önemlisi, ilişkilerin bütünü açısından bir belirsizlik doğmuştur. Bu koşullarda buldukları yerler uzun vadeli olmaz ve 19 Şubat’ta Ziya Yılmaz Fındıkzade’de, Ulaş Bardakçı ise Arnavutköy’de kaldıkları evde kuşatılırlar. Ziya Yılmaz yaralı olarak ele geçirilir. Ulaş, kuşatılan evde kaldığının tesbit edildiği anda ateş açar. Çatışma yarım saate yakın sürer ve Ulaş Parti-Cephe savaşçılarının kuşatıldıklarında “teslim olmama”, “çatışma” geleneğini pekiştiren bir direniş sonucu şehit düşer.

12 Mart tüm terörüyle halkın ve devrimci örgütlerin üzerine yönelmişti. Kurulan Erim Hükümeti "Balyoz Harekatı" adını verdiği operasyonlarla halkı teslim almaya, Atatürkçü maskesiyle de küçük-burjuva kesimleri kendine yedeklemeye çalışıyordu.

Devrimci örgütler açısından iki tercih vardı, ya teslim olunacak, ya da savaşılacaktı. THKP-C'nin tercihi tereddütsüz ikincisiydi.

 

DENİZLERİN İDAMININ ENGELLENMESİ

Gerek hapishanedeyken, gerekse de firardan sonra, Mahir’lerin düşüncelerinin bir yanını da hep Deniz’lerin idamının engellenmesi oluşturur. THKO önder kadroları Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’a verilen idam cezalarının Meclis’te aonaylanması an meselesidir ve THKP-C, THKO önderlerinin idamına karşı mücadeleyi “Türkiye devriminin prestiji” meselesi olarak görür.

Maltepe’den THKP-C’lilerle birlikte firar eden THKO önder kadroları Cihan Alptekin ve Ömer Ayna da Deniz’ler için bir eylem düşünüyor, çeşitli planlar yapıyorlardı. Ancak operasyonlar sonucu THKO’luların olanakları son derece sınırlıydı.

Bu süreçte bir elçinin kaçırılması, parlamento içinde bir milletvekilinin kaçırılması gibi çok çeşitli alternatifler üzerinde duruldu. Tüm bu tartışmaların, çabanın odağında devrimci dayanışmanın, devrimci dostluğun, fedakarlığın görkemi vardı:

“Mahir en son anda şu şekilde bir plan teklif etti. Buna göre, herhangi bir elçiliğe Mahir, Cihan ve Ömer Ayna bir intihar dalışı yapacak, elçinin hayatı karşılığında kendilerinin de teslim olması kaydıyla Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in idamlarının engellenmesini isteyeceklerdi...” 

 Ancak bu planlardan hiç biri gerçekleştirilemez. Bu hazırlıklar sürdürülürken, İstanbul’da Ulaş, Ankara’da Koray Doğan katledilir, tutuklamalar birbirini izler. Bu koşullarda yapılacak bir eylemin örgütlenmenin darbelerden en az etkilenen kesimi olan Karadeniz’e kaydırılmasına karar verilir. Bu arada Karadeniz’deki THKP-C’lilerden Ünye’de bulunan Nato üssüne yönelik bir eylem yapılabileceği önerisinin de gelmesiyle hemen doğrudan Karadeniz’e geçilmesi gündeme gelir. 17 Mart’ta Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Ömer Ayna ve bazı THKP-C’liler makarna yüklü bir kamyonda Karadeniz’e doğru yola çıkarlar.

 

KIZILDERE

Mahir ve beraberindekiler Ünye taraflarında bir köye yerleşirler. Hemen Ünye Nato üssünde görevli İngilizlerin oturduğu evin çevresinde istihbarat yapılarak önceden varolan bilgiler kesinleştirilir ve eylem aşamasına geçilir. 26 Mart’ta İngilizlerin kaldıkları evdeki 12 kişi etkisizleştirilerek 3 İngiliz ajanı rehin alınır.

Mahir’in de aralarında bulunduğu gerillalar 3 rehineyle birlikte evden ayrılıp Tokat’ın Niksar ilçesine doğru yönelirler. İngilizlerin kaldığı evden ayrılmadan önce eve eylemle ilgili 25 Mart 1972 tarihini taşıyan bir bildiri bırakılır:

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı, Parlamentosu ve Hükümetine!

(...) 1972’nin Türkiye’sinde tek bir yurtseverin, öncü savaşçısının oligarşinin ipiyle hayatına son verilmek istenirse, bu İngiliz ajanları da halkın devrimci öncülerinin, yani bizlerin kurşunlarıyla yok olacaklardır.

Dünya halklarının baş düşmanı Anglo-Amerikan Emperyalizminin askeri örgütü olan NATO’da görevli bu İngiliz ajanlarının hayatlarına karşılık şartlarımız açıktır:

1. İnfazlar derhal durdurulacak,

2. Hiçbir yurtsever ve devrimci asılmayacaktır.

3. En çok 48 (kırksekiz) saat içerisinde bu konuda Türkiye radyolarından infazların durdurulduğu hakkında yayın yapılması şarttır.

Bu şartlar yerine getirilmediği takdirde, kesin olarak bu İngiliz ajanları kurşuna dizilecektir.

Bu oligarşinin zulmüne, hainliğine, gaddarlığına, kan emiciliğine karşı bizlerin bir ihtarıdır.

İnfazlar yerine getirilirse şu iyi bilinsin ki, ihtilalci misilleme sadece bu NATO ajanlarının yok edilmesiyle bitmeyecektir. Bu sadece başlangıç ve ilk ihtardır. (...)” (Mahir, Turan Feyizoğlu, s.528)

Kaçırma eylemi üzerine hemen tüm ülke çapında yoğun operasyonlar başlatılır. Karadeniz’e askeri yığınak yapılır. MİT ve polis en seçme uzmanlarını bölgeye gönderir.

Bu arada İngiliz Hükümeti de, üç İngiliz teknisyenin hayatlarını kurtarmak için Türk hükümetinin eylemcilere taviz vermemesini ister. Ankara Sıkıyönetim ve İkinci Ordu Komutanı Orgeneral Semih Sancar tarafından yayınlanan bir bildiride de, can ve mal güvenlikleri Türk milletine emanet edilmiş bulunan İngilizlerin yakalanmasına yardımcı olacak yurttaşlara yüz bin liraya kadar mükafat verileceği belirtilir.

Gerillalar, yolda rehinelerle birlikte 10 kişiydiler. 27 Mart’ın ilk saatlerinde Kızıldere köyüne ulaşarak köy muhtarının evine gittiler. Rehineleri burada tutacaklardı.

30 Mart’ta sabah saatlerinde nöbetçi gerillalar muhtarın evine doğru jandarmaların yaklaştığını gördüler. Gerillalar Muhtar ve ailesi evden çıkararak kuşatılma ve çatışma ihtimaline karşı hazırlık yaptılar. Bir süre sonra da komando birlikleri köyün çevresini sardılar. Sabah saat altı sıralarında kuşatılmışlardı; “teslim ol” çağrıları yapılmaya başlandı.

 

“BİZ BURAYA DÖNMEYE DEĞİL, ÖLMEYE GELDİK!”

THKP-C ve THKO gerillaları, “Teslim ol” çağrılarına Mahir’in işte bu tarihsel sözüyle cevap verdiler.

Düşman ateş etmeye başladığında da asla düşünmediler teslim olmayı. Ateşe ateşle karşılık verdiler. Düşman ateşi altında ilk Mahir şehit düştü. Gerillalar önderlerinin şehit düşmesi karşısında en ufak bir kararsızlığa kapılmadan çatışmayı sürdürdüler. Düşman koşulları yerine getirmemişti; bu nedenle İngiliz ajanlar da cezalandırıldı.

Çatışma sona erdiğinde 8 THKP-C ve iki THKO gerillası şehit düşmüştü. Şehit düşmüşler ama Kızıldere’de bir destan yazmışlardı. Bu destan işte o günden sonra Türkiye Devriminin Manifestosu oldu. 74’ten sonra THKP-C’nin mirasına sahip çıkanlar, savaşı “Kızıldere Manifestosu Yolunda İleri” sloganıyla sürdüreceklerdi.

 

(Yukarıdaki Kızıldere anlatımı, 28 Mart 1998 tarihli Kurtuluş dergisinin 74. Sayısında yayınlanan “THKP-C’den DHKP-C’ye” adlı dizinin 2. Bölümünden alınmıştır.) 

 

***

 

MAHİR ÇAYAN HÜSEYİN CEVAHİR  ULAŞ BARDAKÇI

 

AND OLSUN Kİ ÖNDERİMİZ

AND OLSUN Kİ CEVAHİR YOLDAŞ

AND OLSUN Kİ ULAŞ YOLDAŞ

 

Türkiye devriminin yolunu netleştiren,

Onlarca yıllık revizyonist, reformist gelenekleri yıkıp,

Bu yolda cesaretle öne atılmakta tereddüt etmeyen önderlerimiz!

Önce bildirelim ki, açtığınız yolda binlerce savaşçıyız. Bu yolda yüzbinlerce Cepheliyiz.

Savaşımız düşmanın kurşun yağmurları altında, ama asla ilerleyişini durdurmadan sürüyor.

Düşmanın kurşunları, sizin yolunuzdan yürüyenlere yağarken, zehirli okları siz şehit düştükten sonra da üzerinize yağmaya devam etti. Ama yalnız o kadar değildi. Siz sağken yanıbaşınızda olanlar, öyle görünenler, onlar da katledilmenizden sonra korkunun iğrenç bataklığına gömülüp oradan sizi zehirli oklarıyla vurmaya çalıştılar.

Daha siz şehit düşeli bir iki yıl olmuştu.

Biz gençtik o zaman. Tecrübesizdik. Ama nereden, ne adına olursa olsun, size yollanan tüm okların önüne geçtik. Zorlanmadık  değil, zorlandık. Ama size inanıyorduk. Halka inanıyorduk. Kendimize güveniyorduk. Ve daha önemlisi, vasiyetinizi doğru anladığımızdan emindik.

Partili savaşmak, Cepheyle iktidara yürümekti bizden istediğiniz. Görevimiz Parti-Cephe'yi yeniden yaratmaktı.

Yıllarca bunun için uğraştık. Yendik yenildik. Ama size layık olduk. 

Partili, Cepheli iktidar savaşınız sürüyor.

Ve and olsun, iktidarı fethedene kadar da sürecek.

Gençlerimizin dilindesiniz. Yaşlılarımızın dilindesiniz. Bilesiniz ki, her mitingte, her eylemde, adı en çok anılansınız. "Mahir Hüseyin Ulaş, Kurtuluşa Kadar Savaş" şiarı dillerimizden düşmüyor. Açtığınız yolda ilerliyoruz.

Andolsun, kurucusu, önderi olduğunuz Parti-Cephe'yle zaferi kazanacağız.

 

***

 

Kızıldere'de şehit düşen THKO'luların özçgeçmişleri:

 

CİHAN ALPTEKİN

1947-Rize-Ardeşen doğumludur. THKO yöneticilerindendir. Siper yoldaşlığına yeni bir halka ekleyerek Kızıldere'de düşenlerdendir.

CİHAN ALPTEKİN; THKO yönetici kadrolarındandır. THKO önderleri Deniz, Yusuf ve İnan’ın idamlarını engellemek için Maltepe Hapishanesi’nden firardan itibaren THKP-C’yle birlikte oldu. Kızıldere’de siper yoldaşlığının tarihi bu birliktelikle yazıldı.

1947 Rize-Ardeşen doğumludur. İstanbul’da mücadele içinde öne çıktı. 1968 Kasımındaki bağımsızlık yürüyüşünde, Hüseyin Cevahir’le, Deniz Gezmiş’le omuz omuzadır. Bir dönem TDGF istanbul Bölge Yürütme Kurulu üyeliği yaptı. 1969 Temmuzunda, THKO’yu oluşturacak gençlik önderleriyle birlikte Filistin kamplarına gider. Ayrışmalarda tercihini silahlı kurtuluş savaşından yana koyarak THKO içinde yer almıştır.

 

ÖMER AYNA

1952 yılı Diyarbakır-Dicle ilçesi, Bağlarbaşı mahallesi doğumludur. THKO'ludur.

Ömer AYNA; Kızıldere’deki siper yoldaşlığına THKO cephesinden katılan ikinci savaşçıdır. 1952, Diyarbakır-Dicle ilçesi doğumludur. 1960’ların gelişen mücadelesi içinde tercihini silahlı savaştan yana yapmıştır. Ne tutsaklık, ne 12 Mart faşizmi onu bundan alıkoyamamıştır.

Maltepe firarından sonra, İstanbul ve Ankara duvarlarını dolduran Sıkıyönetim Komutanlığı’nın “Aranıyor” afişleri üzerinde Mahir Çayan, Ulaş Bardakçı, Ziya Yılmaz, Cihan Alptekin’le birlikte onun da resimleri vardır. Ama o böylesi koşullarda da silahlı eylem örgütleme çalışmaları içindedir.

Cihan Alptekin ve Ömer Ayna, İstanbul Maltepe hapishanesinden firar ettikten sonra Ankara’ya geçişlerini, Kızıldere’de de birlikte olacakları Ertan Saruhan’la birlikte yaptılar. Kapağı çakılarak kapatılmış iki ayrı sandığın içinde yaptılar bu yolculuğu. 14 Ocak’ta Cihan ve Ömer’in Ankara’ya gidişinin ardından, Mahir Çayan da aynı yöntemle Ankara’ya geldi ve oradan birlikte Kızıldere’ye yolculukları başladı.

 

 

Ana Sayfa