YER: İstanbul Gültepe
TARİH: 15 Temmuz
1996
“BU VATAN
BİZİM!”
3 dakika aralıksız süren silah seslerinin bir an
kesildiğini farketti. 3 dakika çok daha uzun gelmişti
o an O’na. Şimdi 7 savaşçının güvenliğini alması gerekiyordu. Gözünün önüne
kilometrelerce uzaklıktaki büyük eylemin içinde olan yoldaşları geldi.
...
Berdan’ın görüntülerini
izlediğinde artık yerinde duramaz haldeydi. Komutanıyla yaptığı ilk görüşmede
heyecan ve coşkuyla bir çırpıda düşüncelerini aktarmıştı.
- Ekipteki arkadaşlarla da
tartıştık. Oturup, yoldaşlarımızın ölümünü beklemek bize dayanılmaz geliyor.
Karar verdik. Bir gemi kaçırabiliriz. İçindekilerle birlikte kaçırır uygun bir
yere götürür, yoldaşlarımızın ölümüne izin vermeyeceğimizi, rehineleri
öldüreceğimizi söyleriz.
Komutanı sadece “Düşünelim”
demişti. Ertesi gün görüştüklerinde komutanın yanına bir başka öneriyle
gitmişti.
- Düşündük ki, ... rehin alabiliriz.
Hasan Hüseyin durup dinlenmeden
düşünüyor, kafa yoruyor, yeni yeni önerilerle geliyordu.
Önerilerinin hepsinde de tutsak olan yoldaşlarının, dört duvar arasında,
düşmanın elinde ölümle pençeleşmelerini sindirememe vardı. Her önerinin ardına “onları
öldürtmeyeceğiz” diye ekliyordu. Sabırsızlığı öyle bir noktaya gelmişti ki,
eylem talimatının gelmemesine içerlemiş, “Acaba bize görev verilmeyecek mi”
diye düşünmeye başlamıştı. “Böyle büyük bir eyleme, böyle direngenliğe, böyle
kahramanlığa yakışacak bir eylem görevi her birliğe verilecek değildi ya” diye düşünmüştü.
Tam 57 gün boyunca her fırsatta sormuştu komutanına.
- Ne zaman vuracağız? Sıra bize
gelmedi mi?
İşte sırası gelmişti.
Yoldaşlarıyla birlikte Gültepe semt merkezine girecek, 11 düşman hedefine
saldıracak, imha edecek ve çekileceklerdi...
Eylem hazırlıklarına dört elle
sarılmış, hiçbir eksik bırakmamak için çabalayıp durmuştu. Aklında tek şey
vardı; yapacakları eylem, Ölüm Orucuna layık olmalıydı. Silahını öyle sıkı kavramış,
tetiğe öyle bir kinle basmıştı ki kendi kendine şaşırmıştı. Öfkesi, kini ne
kadar da büyümüştü.
...
Silah sesleri kesilmişti.
Çevresine dikkatlice baktı. Arkadaşlarının da görevlerini tamamladığının
farkına vardı. Şimdi hızla eylem yerini terk etmeleri gerekiyordu.
- Tamam çekiliyoruz
arkadaşlar, diye seslendi yoldaşlarına. Saatine baktı. Şu anda iki yoldaşının
plana uygun bir şekilde çekilmiş olması gerekiyordu. Diğer eylem noktasıyla
aralarında 600 m’lik bir mesafe vardı. Görevlerini
yerine getirmiş olduklarından ve eylem bölgesinden çıktıklarından emindi. Çünkü
o tarafta bir yoğunlaşma yoktu.
Eylemi yolu keserek başlatan ve
talimatını bekleyen diğer yoldaşının yanına yaklaşıp silahını aldı. Ve
- Sen gidebilirsin artık dedi.
Yoldaşı tam gidiyordu ki, tekrar
seslendi.
- Kendine dikkat et. Yolda
herhangi bir şeyle karşılaşırsan soğukkanlı davran, diye uyardı. Yoldaşının
elini sıktı.
Şimdi sıra üç yoldaşıyla birlikle
kendi yapacaklarına gelmişti. Daha önceden belirledikleri eve gidecek,
silahları bırakacak, üstlerini başlarını düzeltip dağılacaklardı. Ortalıkta
çevre sakinlerinin koşturmacaları dışında bir olağanüstülük
yoktu. Saatine baktı. Eylem bölgesinden çıkalı yaklaşık 2.5
dakika olmuştu. Tuna sokağını geçmişler, Mayıs sokağına girmişlerdi. Herşeye rağmen yoldaşlarının her an gelebilecek bir
olumsuzluğa karşı hazırlıklı olmalarını istemişti. Kendi eli de henüz daha soğumamış
olan silahının kabzasındaydı. Gözü, önünde hızlı adımlarla yürüyen genç yoldaşına
takıldı. Daha ilk eylemiydi. Eylemdeki en genç olan yoldaşıydı. İlk eylemi
olmasına rağmen soğukkanlı davranmış, heyecanını belli ettirmemeye çalışmıştı.
Gerçi eyleme katılan yoldaşlarının hepsi de kendi gibi oldukça gençti. Şimdi
onlar da tarihimizin bir parçası oluyor, savaşçılığa adım atıyorlardı işte. Terini
silen bir yandan da etrafı kolaçan ederek yürüyen yanındaki yoldaşına çevirdi kafasını.
- İyimisin
diye sordu.
- İyiyim sadece çok terledim.
Bütün endişem ya kayıp verdiremediysek? Diye cevap verdi Ali.
Düşmandan mutlaka kayıp
olmalıydı. Yoksa hesap sormuş sayılmazlardı...
Ali komutan Muharrem Karakuş’tan
çok etkilenmişti. Savaşçı olması da Muharrem’in şehit düştüğü döneme denk
gelmişti. Oldukça üzülmüş, ama Muharrem’in yerini dolduracak olmasından dolayı,
coşkuyla sarılmıştı görevine.
Israrla ekiplerinin adının “Muharrem
Karakuş” olmasını istemişti. Her fırsatta “Muharrem
Komutan gibi, mermim bittiğinde düşmanın üzerine zafer sloganlarıyla
yürüyeceğim. Bedel ödemeye de, ödettirmeye de hazırım. Halk Kurtuluş Savaşında
sıra neferi olup, halkım için savaşıp halkım için öleceğim” derdi.
Hasan metalik bir sesle irkildi.
On-onbeş adım önlerinde giden Emine ve Gülizar’a baktı.
Kader sokakla, Bayır sokak arasındaki Dereboyu
caddesine açılan merdivenlerden inmeye başlamışlardı. Çıkan ses, Emine’nin
merdivenlerde düşürdüğü şarjörden gelmişti. Emine eğilip şarjörü yerden aldı.
Ve ikişer ikişer merdivenlerden inerek Gülizar’ın
yanına yetişti.
Hasan, kapısı merdivenlere bakan
evden bir kadının başını uzattığını gördü. Kadın çıkan sesleri duymuş olacaktı.
Kocaman açılmış gözleriyle etrafa bakıp, hızla kapıyı çarptı. Hasan “inşallah
bir bela açmaz başımıza” diye mırıldandı.
Sonunda Çağlayan Dere minübüs son durağının üzerinde bulunan 5 katlı binanın
önüne gelmişlerdi. Çevre evlerin çoğunun ışıkları sönmüştü. Son bir kez çevreye
gözatıp apartmandan içeriye girdiler.
Hızla ama sessizce merdivenleri
çıkıp, kapıyı çaldılar. Uyumuş olmaları mümkün değildi. Geleceklerini
biliyorlardı. Bir kez daha çaldılar kapıyı. Sonunda açılmıştı. Kapıyı her
zamanki gülümsemesiyle, emekçi Hanım Teyze açmıştı.
- Hoşgeldiniz,
hadi girin içeri
- Geç açınca biz de yattığınızı
düşünmüştük.
- Yok mutfaktaydım. Elimi yıkayıp
geleyim derken geciktim. Esas ben meraklandım siz gecikince. Erken geliriz
demiştiniz ya.
- Haklısın Hanım Teyze. İşimiz
biraz uzadı. Seni meraklandırmak istemezdik.
İçeri girdiklerinde Yusuf Amca’nın
her zamanki köşesinde uyukladığını gördüler. Yusuf Amca yıllardır yatalaktı.
Ama sakatlığı devrimcilere olan sevgisine hiç engel olmamıştı. Elinde
geldiğince yardımcı olmuştu. En son bir kaç gün önce misafirleri olacağı
söylendiğinde hiç tereddüt etmemiş “Ne demek buyursunlar” demişti. Eylemden
haberleri yoktu. Ancak uzaktan silah seslerini duymuşlardı belki. Bu konuyu hiç
açmıyorlardı.
- Aç mısınız? Bir şeyler
hazırlayayım mı size.
- Yok sağol.
Birazdan çıkacağız. Ama uygunsa elimizi yüzümüzü yıkamak istiyoruz.
Dördü de sırayla banyoya gidip
ellerini yüzlerini yıkadılar. Sonra izin isteyip yan odaya geçtiler. Kısaca
eylem üzerinde konuşacaklardı.
- Tamam, silahlar burada kalacak.
Emine Ali’yle kaldığınız yere dönersiniz bölgeden çıktıktan sonra arabaya
binin. Sizinle iki gün sonra her zaman görüştüğümüz yerde buluşalım. Ancak
giderken çok dikkatli olun. Biz de Gülizar ile birlikte sizden 5-10 dakika
sonra çıkarız.
- Silahları ne zaman alacağız?
- Eğer bir olumsuzluk çıkmazsa,
bir hafta sonra gelip alırız.
Hasan eliyle perdeyi aralayıp
dışarıyı kontrol etti. Yüzünü buruşturdu. Sakin olmaya çalışarak konuşmaya
devam etti.
- Arkadaşlar, evin etrafını
sarıyorlar...
...
Eylemi gerçekleştirdikleri bölge
tam bir ada gibiydi. Eylem bölgesinin üç tarafında da yakın mesafelerde polis
karakolları vardı. Çağlayan, Mecidiyeköy ve Çeliktepe. Eylem yerine üç bölge karakolundan hızlı bir
akışın olması muhtemeldi. Eylem sahası yaklaşık 800 metrelik bir alanı kapsıyordu.
Eylem sahası Kağıthane Belediye Binasının önünden
başlıyor, Ortabayır yolu üzerindeki benzinliğe kadar
uzanıyordu. Hasan, görevlerini yerine getirdiklerinden emin olduğunu sandığı
iki yoldaşı hakkında yanılıyordu. Çünkü plana göre iki kişi Ortabayır
yolu üzerindeki Benzinliğe ve birkaç düşman hedefine yönelecekti. Ancak eylem
bölgesinin bu noktasında bulunan savaşçılar çıkan bir olumsuzluktan dolayı
görevlerini yerine getiremeden bölgeden çekilmek zorunda kalmışlardı. Bu iki
savaşçı benzinliğe yönelmeyi başarmış olsalardı, bu yönden gelebilecek düşman
takviyesinin önü de kesilmiş olacaktı. Eylem yerindeki bazı değişikliklerden
dolayı, komutan Hasan savaşçılarını konumlandırmada bazı küçük değişiklikler
yapmıştı. Buna göre Hasan, Ali ve Emine Karakola, önündeki ekip otosuna ve
birkaç hedefe daha yönelecekler, Gülizar ve diğer savaşçı da Kağıthane
Belediyesi önündeki yolu kesecek, yolun üzerindeki hedefleri imha edecek ve
güvenlik alacaklardı.
Talatpaşa caddesi, günün her saati
işlek ve hareketliydi. Hedeflerin hepsi bu cadde üzerindeydi.
Polis için saldırının gece
karanlığında yapılmış olması bir dezavantajdı. Savaşçılar karakolun önündeki
ekip otosuna bombaları atıp ateş açtıktan sonra en yakındaki ekip otoları olmak
üzere bir hareketlenme yaşanmıştı. Karakoldakilerin çoğu yaralandığından,
dışarıya çokca müdahale edememişler, saldırının
şokunu üzerlerinden atamamışlardı. Çevre karakollardaki ekiplerin kısa sürede
bölgeye gelmesiyle, bölge tamamıyla abluka altına alınmış, tek tek evler aranmaya başlanmıştı. Gece olmasına karşı
savaşçıları görenler vardı. Savaşçıları görenler arasında polise yön tarifi yapanlar
da oldu. Kader sokakla Bayır sokak arasındaki
merdivenlerden inerken kapıya çıkan kadın da bunlar arasındaydı. Bölgede
başlatılan denetim ve aramalar yarım saat kadar bir süre içinde düşmanı Dereboyu caddesi
üzerindeki 5 katlı binanın önüne getirmişti.
...
Hızla irkilip, kafalarını Hasan’a
doğru çevirdiler. Soran gözlerle “Şimdi ne olacak?” der gibi bakıyorlardı.
Onları kaygılandıran daha çok evdeki insanlardı. Evde yatalak durumda olan
Yusuf Amca, güler yüzlü ev sahibi Hanım Teyze, evin 25 yaşlarındaki büyük oğlu
Kazım, 9-10 yaşlarındaki küçük oğulları Mükerrem
bulunuyordu.
Hasan güvenle yoldaşlarına baktı.
Heyecanını bastırmaya çalışarak konuşmaya başladı.
- Yoldaşlar önce sakin
olmalıyız... Derin bir nefes aldı.
- Eyleme giderken “Mutlaka
başaracağız” demiştik. İstedik ki, eylemimizle Ölüm Orucu direnişçilerini
selamlayalım. Yalnız olmadıklarını gösterelim. Eylemimiz Ölüm Orucu eylemine
yaraşır bir eylem olsun diye düşündük. Hergün
alanlarda coplanan analarımıza moral, pervasızlığını sürdüren düşmana uyarı
olsun istedik. Bunun için elimizden
geleni yaptığımıza inanıyorum.
Ama görüyorsunuz görevimiz asıl
bundan sonra başlayor. Tarihimize, şehitlerimize yaraşır
bir direniş yaratmalıyız. Ölüm orucundaki yoldaşlarımız 57 gündür düşmanla çatışıyor.
Kararlılıkları bizim de kararlılığımız olmalı.
Onları kendimden çok uzak
yerlerde görüyordum. Erişilmez olduklarını düşünüyordum. Ama şimdi anlıyorum
ki, onları erişilmez kılan sadece sıraları geldiğinde her Parti-Cephe’li gibi
görevlerini yerine getirmekti. Bu görev ölüme yatmaktı, onlar da ölüme
yattılar. Eminim ki, bedeller ödeyecek ama zaferi kazanacaklar. Şimdi aynı şey
bizim için de geçerli. Sıra bizde. Görevimiz çok açık ve net. Şimdi onlara çok
daha yakın olduğumuzu hissediyorum. Uzağımızda değil, yanıbaşımızda
gibiler. Bedenleriyle ölümüne üzerine korkusuzca yürüyen yoldaşlarımız gibi son
nefesimize kadar çatışacak, asla teslim olmayacağız.
Birkaç saniye sustu. Sözlerine
onay almak istiyormuş gibi baktı. Yoldaşlarının gözlerindeki kararlılık ve
parıltıdan içini bir sevincin, huzurun kapladığını hissetti. Sözüne devam etti.
- Vakit kaybetmemeliyiz.
Cephanemizi iyi kullanmalıyız. Emine, Ali ile ikiniz evin arka cephesinde
mevzilenin. Gülizar ile biz de ön tarafı tutarız. Şimdi ben gidip evdekilere
durumu anlatacağım. Onları bir an önce evden çıkarmalıyız.
Gülizar;
- Ama Yusuf Amca sakat, çok zaman
kaybı olur. Nasıl çıkaracağız?
Ali:
- Olmaz öyle şey. Biz mutlaka
güvenliğini almalıyız. En azından sağlam bir yere yerleştirelim.
Hasan “Haydi bakalım” diyerek
ayağı kalktı. Bir an içinden tek tek yoldaşlarına sarılmak,
kucaklamak geldi. Onları duygusallaştıracağından çekindi... Diğer odaya
yöneldi.
Yaşananları Hanım Gül’e ve Yusuf
Amca’ya özetledi. İkisi de telaşlanmıştı Hanım Gül oradan oraya koşuşturmaya
başladı. Hasan, oturup sakin olması gerektiğini, teslim olmalarının söz konusu
olmadığını, gidip oğullarını uyandırmasını, onları evden çıkaracaklarını
anlattı. Hanım Gül ağlayarak şaşkınlık içinde denilenleri yapmaya başladı. Bu
arada zaten Kazım ve Mükerrem de kalkmış olup
bitenleri anlamaya çalışıyorlardı. Hasan son olarak Yusuf Amcanın yanına gitti
ve onu da dışarıya çıkaracaklarını söyledi.
- Beni çıkarmanız çok güç. Ama
size ayak bağı olmak da istemiyorum, dedi.
- Yusuf Amca böyle olmasını biz
de istemezdik. Ama şu an yapılabilecek başka birşey
yok. Seni en azından çatışmadan zarar görmeyeceğin bir yere alalım.
Yusuf Amcayı banyoya taşıdılar.
Banyoda zarar görmeyeceğinden emindiler. Hasan tekrar pencereden baktı polisler
sağa sola koşturuyor evlere girip çıkıyorlardı. Demek burada olduklarını net
olarak bilmiyorlardı. Herşey tesadüfe kalmıştı yani. Eylemden
bu yana 45 dakika kadar zaman geçmişti. İhbar üzerine de gelmiş olabileceklerini
düşündü. Tam bu esnada artan gürültüleri duydu. Polislerin alt kata girmiş
olmalıydı. Sesler çok yakından geliyordu. Evdekileri çıkarırken polisler rasgele ateş açmasından korkuyordu.
...
Telsizler Mahallesi, dereboyu caddesi üzerindeki 5 katlı binanın çevresi
tamamıyla sarılmıştı. 1. katta oturan Emine Gümüş ve ailesi henüz yatmamıştı.
Binanın etrafını polislerin sardığını görmüşler, ne olduğunu anlayamamışlardı.
Kapılar hızlı hızlı çalındı. Emine Gümüş’ün eşi “Hayırdır
inşallah” deyip kalkıp kapıyı açtı. Kapıyı açmasıyla çelik yelekli, kasklı
silahlı onlarca polisin içeri dolması bir oldu. Polisler evin içine dalıp aramaya
başladılar. Bir kısmı üst kata yönelirken bir kısmı da evdekileri banyoya
topladılar.
Polislerin kapının arkasına
geldiklerini anlayan Hasan, silahının mekanizmasını çekti. Beklemeye başladı.
Tahmini doğruydu. Kapının arkasındaki polisler “mekanizma” sesiyle birlikte
giriş kapısına doğru ateş etmeye başladılar. Ateş etmeye başladıklarında henüz
evde kimin olup olmadığını bile bilmiyorlardı.
Hasan da ateş etmeye başladı.
Açtığı ateş sonucu polisler kapının arkasından çekilmek zorunda kaldılar. Hasan
gür bir sesle, evde zarar görmemesi gereken insanların olduğunu, onları
dışarıya çıkarmak istediklerini söyledi.
İşte o da önderleri gibi,
yoldaşları gibi bir geleneği yaşatmaya çalışıyordu.
Katliam için geldikleri belliydi.
Gözleri hiçbir şeyi görmüyor, deli gibi evi ateşe tutuyorlardı. Evde sıradan
insanların oluşu önemli değildi. Nasıl olsa onları da terörist olarak lanse
ederlerdi. Bu nedenle Hasan’ın birkaç kez yaptığı uyarıya kulak asmadılar.
Hasan yerini Emine’ye bırakarak
diğer odaya koştu. Kazım, Mükerrem ve Hanım Gül’e arka
camdan çıkmaları gerektiğini söyledi. Onlar camdan çıkmaya başlarken o da bir
yandan güvenliklerini almaya çalışıyor, gelebilecek ateşlere cevap vermek için
hazır bekliyordu.
Herkes ev halkının çıkmasından
büyük bir rahatlama duymuştu geleneklerini korumuşlar, halktan insanların zarar
görmemesi için ellerinden geleni yapmışlardı. Ama düşmanın yaptığı kalleşliği
hiçbir zaman öğrenemeyeceklerdi... Polis katliamcı yüzünü göstermiş, imha
politikası ve gözdağı vermek istemesi sonucu evden dışarı çıkmaya çalışan Hanım
Gül’e bile bile ateş açmış ve yaralamıştı.
Hasan, yoldaşlarının yanına
döndü. Tekrar ateş etmeye başladı. Sabo’nun, Sibel’in düşmana haykıran sesi
vardı şimdi onun haykırışında da:
- Gelin, sıkıysa gelin alın... Siz bizim teslim olduğumuzu nerde
gördünüz.
Gülizar yanında sakin bir şekilde
duruyor, komutanının her söylediğini yerine getiriyordu.
Çatışma sürüyordu.
Evin diğer cephesinde mevzilenen
Ali ve Emine; cephanelerini idareli kullanmaya, düşmanı oyalamaya
çalışıyorlardı.
İkisinin de aklından aynı şeyler
geçiriyordu. Daha 23 gün önce bir başka eylemin coşkusunu, heyecanını
yaşamışlardı. Adalet son konuşmasında
“Sibel gibi çatışacağız” demişti.
Sözünü tutmuş, sokak sokak çatışmıştı.
Çatışmadan yaralı çıkmışlardı.
Yaraları daha doğru dürüst iyileşmemişti bile. Yaralarını sarıp sarmalayan
kaldıkları bölge halkının şefkatini görmüşlerdi günlerce. Komutanları gelip
yeni bir eylemden söz açtığında yaralı olan onlar değilmiş gibi atlamışlardı
söylediklerinin üzerine. Adeta, Adalet’e duydukları vefayı, sadakati göstermek
istiyorlardı.
- Ne yani, yaralandık diye bize
görev vermeyecek misiniz? diye tepki göstermişti
Emine.
- Yoldaşlarımızın günleri
sayılıyken bizden oturup yaralarımızı sarmamızı mı bekliyorsunuz? Hayır kabul etmiyorum böyle bir şeyi.
...
Çatışma sürüyordu.
Ali sessizce yere yığıldı.
Başından vurulmuştu. Gültepe direnişinin ilk
şehidiydi o. Emine yoldaşını kenarı çekti. Vücudunun daha fazla zarar görmesini
engellemeye çalıştı. Dışarıdan köpek gibi uluyan düşmanın sesini duydu.
-
Lan ne mermi varmış, bir türlü bitmedi.
Emine tüm gücüyle bağırdı.
- ..... KORKAKLAR
-..... HADİ GELİN ....
- ..... GELİN DE ALIN...
- ..... DEVRİMCİLER ÖLÜR AMA TESLİM OLMAZ...
-..... BU
VATAN SİZİN DEĞİL....
- ..... GELİN DE ALIN....
- O... birazdan geleceğiz, diye korkusunu bastırmak için bağırıyordu
düşman
(...)
Hasan aldığı yaralara aldırış
etmeden çatışmayı sürdürüyordu.
“Düşmana inanılmaz
derecede kin duyuyorum ve savaşmak istiyorum. Gerekirse bana bir silah verin,
tek başıma da savaşırım” demişti
1 yıl önce yazdığı özgeçmişinde...
İşte savaşıyordu. Şimdi en
öndeydi işte savaşın.
Kimin ne zaman ve nasıl öne
fırlayacağı belli olmuyordu. Sırası gelen öne koşuyor, yerini alıyor,
görevlerini tamamlıyor. Son mermisine, son nefesine kadar savaşı sürdürecekti.
Son sloganlarıydı artık duyulanlar:
“...
Hepinizi çok seviyoruz, halkımızı çok seviyoruz...”
“YAŞASIN
ÖNDERİMİZ DURSUN KARATAŞ”
YAŞASIN
DEVRİMCİ HALK KURTULUŞ PARTİSİ-CEPHESİ
YAŞASIN
ÖLÜM ORUCU DİRENİŞÇİLERİMİZ...”
...
Yoğun silah sesleri kesilmiş,
derin bir sessizlik çökmüştü etrafa çatışma yaklaşık 4 saat sürmüştü.
Artık ölümsüzdü onlar.
Artık büyük Ölüm Orucu
direnişinin şehitleriydiler onlar. İşte bayrağımız Gültepe'de
de dalgalanıyordu artık...
(Yukarıdaki anlatım Halk
İçin Kurtuluş Dergisinin 12 Nisan 997 tarihli 25. Sayısında yayınlandı.)