1996 ÖLÜM ORUCU DİRENİŞİ


YER: Hapishaneler      

TARİH: Mayıs-Haziran-Temmuz 1996

 

 

Zaferi Şehitlerimizle Kazandık

 

Bir yıl önce 20 Mayıs'ta ülkemiz devrim tarihinin en parlak sayfalarından birinin yazılacağı bir süreç başladı. Bu sayfalar halka bağlılığın, devrim kararlılığının damgasını taşıyordu. Bu sayfalarda feda ruhu vardı. Bu sayfalarda DHKP-C'nin yarattığı geleneklerin önderliğinin damgası vardı. ‘96 ölüm Orucu eylemi ideolojik ve kültürel boyutuyla ve yarattığı sonuçlarla Parti-Cephe tarzının ifadesiydi.

96 Ölüm Orucu, bir halkın kahramanlarıyla ayağa kalkışı; Devrim dalgasının beyinlerdeki görkemli büyümesiydi.

An an, gün gün büyüyen bir dalgaydı bu. Oligarşinin saldırısına karşı saldırıyla cevap veriliyordu.

 

Oligarşinin Saldırı Hükümeti İşbaşında

96 Mart ayında uzunca bir dönem yaşanan “hükümet krizi” sonuca ulaştı ve ANAP-DYP koalisyonu olan ANAYOL hükümeti devrimci hareketi bitirme, halka karşı topyekün savaşı örgütleme misyonuyla iş başına getirildi. Kontrgerilla şefi Mehmet Ağar’ın Adalet Bakanlığı’na getirilmesi ise halka yönelik saldırıların hapishaneler cephesinde de yaşanacağının açık göstergesiydi.

Oligarşi devrim korkusunu yaşıyordu. Hep panzehir olarak gördüğü kayıp, katliam, işkenceyi daha da arttırarak bu korkuyu bastırmayı düşünürken iki olay yaşandı. Biri 12 Mart Gazi Ayaklanmasının birinci yıldönümü, diğeri ise 1 Mayıs’tı.

Oligarşi saldırı planını 1 Mayıs’ta devreye sokarken, ummadığı bir cevap aldı. 1 Mayıs’ı provoke etme planı alanda bozuldu. Alanda verilen üç şehide rağmen 1 Mayıs coşkusundan, kitleselliğinden bir şey kaybetmeden kutlandı.

Halkın kitleselliğiyle, alandaki coşkusuyla tercihini haykırması düşmanı panikletti. Saldırı planına hız verdi. Bu noktada devrim ve karşı-devrim üst boyutta bir irade çatışmasına girmiş oldu. Devrimcilerin saldırıları geriletme, halkı örgütleme görevi daha bir önem kazanırken, oligarşi açısından bu kitleselliği boğmak, sindirmek, düzenin istikrarı için mutlaka sonuç alınması gereken bir politika haline geldi.

 

İlk Hedef Tutsaklar

Bu noktada oligarşi taktiğini 6 Mayıs’ta yayınladığı genelgeyle açıklamış oldu. 6 Mayıs Genelgesiyle daha önce direnişlerle kapattırılmış olan Eskişehir Hücre Tipi Cezaevi yeniden açılmış, sürgün ve itirafçılaştırma politikası devreye sokulmuş oluyordu. Düşman bir yandan yıllardır teslim alamadığı, devrimin okulları haline gelmiş hapishanelerdeki örgütlülüğü parçalayacak, tutsakları bölüp-parçalayacak, itirafçılığı dayatacak ve hapishaneleri, düzeni açısından bir tehlike olmaktan çıkaracaktı. Ama bu taktiğin önemli bir diğer yanı ise tutsakların siyasi kimliklerine, insanlık onurlarına yönelik saldırıya direnişle karşılık verecekleri gerçeği üzerine kuruldu. Yani oligarşi taktiğini içerde direnen tutsaklara, dışarıda onları sahiplenen halka üst boyutta sistemli bir saldırı dalgasıyla cevap vererek devrimci hareketi ciddi bir yenilgiye uğratma ve halka gözdağı vererek sindirme üzerine kurdu.

Bu taktiğe karşı devrimcilerin nasıl bir taktik belirleyecekleri önem kazanmıştı. Tam da burada, bu kesitte mücadelenin geneli açısından hapishanelerin diğer alanlar içinde öne çıktığını görmek, üretilecek taktiğin doğru ve yerinde olması başarısı demekti. İkincisi ise düşmana verilecek cevap bu faşist saldırıyı halka teşhir etmeli, düşmanın anti-propagandasını boşa çıkarmalı ve halkın faşizme karşı direnişinde nitelik sıçraması ve süreklilik yaratabilmeliydi.

Bu aşamada Parti-Cephe'nin oligarşinin taktiğine karşı ortaya koyacağı devrimci taktik ülkenin bütün hapishanelerinde başlatılacak Süresiz Açlık Grevi temelinde bir genel direniş olarak belirlendi.

Süresiz Açlık Grevi uzun sürece yayılan, bu süreç boyunca propagandasını yapan ama aynı zamanda adım adım faşizmin saldırılarını teşhir ederken bu saldırılara karşı halkın tepkisini de açığa çıkaran bir direniş tarzıydı. Parti-Cephe bunun için SAG önerisini diğer siyasetlere de sundu.

SAG temelinde yürütülen tartışmalar 20 Mayıs 1996’ya gelindiğinde sonuca ulaştı ve 9 siyasi hareket Süresiz Açlık Grevi direnişine başladı.

 

Direniş İlk Hesaplaşmayı Sokaklarda Yaşıyor

Özellikle tutsak ailelerinin çabasıyla Süresiz Açlık Grevi direnişi kısa sürede gündeme girdi ve protesto eylemleri hızla yayılmaya başladı. Ama iktidar ve onun Adalet Bakanı Mehmet Ağar direnişi görmezden gelirken, planını uygulamaya devam ediyordu. Adeta sokaklar yasaklandı. Bir basın açıklamasından demokratik kitle örgütü temsilcilerinin çektikleri telgrafa kadar her düzeyde eylem saldırıya uğruyor, insanlar gözaltına alınıyordu. En ufak bir demokratik tepki özellikle sokağa taştığında baskı ve işkenceyle bastırılıyordu. Oligarşi taktiğinde ısrar ediyor ve hayata geçiriyordu.

3 Haziran 1996’da Galatasaray Lisesi önünde haftalardır oturma eylemi yapan kayıp, şehit ve tutsak aileleri ile aynı saatlerde basın açıklaması yapan kamu emekçilerine yapılan saldırı iktidarın pervasızlığının açık göstergesiydi. Öyle ki saldırıyı belgeleyen basın emekçilerine ve aynı günlerde yapılan HABİTAT II Konferansı için ülkemize gelen yabancı basına da aynı pervasızlıkla saldırılmış, "yerli-yabancı" demeden insanlar coplanıp gözaltına alınmıştı. Keza Ankara’da evlatlarının taleplerine çözüm bulmak için giden aileler parti binaları önünde benzer terör ve işkencelerle karşılaştı.

Tutsak aileleri saldırılara karşı taleplerini sokağa dökmekte kararlıydılar. Her saldırıdan sonra tekrar tekrar sokağa çıktılar.

Bir hafta sonra yine Galatasaray Lisesi’nin önünde sürüklenerek gözaltına alındılar. Sadece İstanbul ve Ankara’da değil, ülkenin dört bir yanında açlık grevleri, basın açıklamaları ile tutsaklara destek arttı.

Ama iktidar Gazi’den 1 Mayıs’a uzanan çizgide açığa çıkan kitleselliği dağıtmaya, devrimci harekete ciddi bir darbe vurmaya ve girdiği bu irade çatışmasında kazanmaya kararlıydı.

Tutsaklar da aynı çatışmada özveri ve kararlılığa dayalı dişe diş bir mücadeleyi göze almaları gerekiyordu. Yoksa bu çatışmada kazanan taraf olmak mümkün değildi.

Reformizm dışarıda açık çatışmanın ve hesaplaşmanın öne çıktığı bu süreçte taktiğini zaten o ana kadarki tek mücadele biçimi olan basın açıklamalarından da vazgeçerek, devrimcilerin yanında olmadığını göstermek üzerine şekillendirdi. Açıktı ki, bu savaşta devrimci güçler çok daha kararlı, düşmanın iradesini alt edecek bir konumda olmalıydılar, eylemlerini bu çizgide yükseltmeliydiler.

 

Bedel Ödemeden Kazanmak Mümkün Olmayacaktı

Parti-Cephe çizdiği direniş programında bu gerçek üzerinden hareket etmişti. Düşmanın topyekün saldırısından kolay kolay vazgeçmeyeceğini ve bu sürecin mutlaka bedeller gerektirdiğini biliyordu. Düşmanla üst boyutta bir çatışmaya girmeden, bedelleri göze almadan bu savaş kazanılamazdı. Bu savaşın hapishanelerdeki adı Ölüm Orucu’ydu. Ve Parti-Cephe eylem programını asıl olarak Ölüm Orucu üzerine kurmuştu.

Düşmanın kararlılığı süreç içinde çok daha açığa çıktı. Düşmanın politika ve taktiklerinin kafalarda yarattığı soru işaretlerinin cevaplandığı bir aşamada Parti-Cephe tutsakları Ölüm Orucu önerilerini tartışmaya açtılar. Diğer siyasetlerin bu konuda herhangi bir programları ve düşünceleri yoktu. Doğrusu her biri 84 Ölüm Orucu’nda Parti-Cephe’yi “siyasi cinayetle”, “intihar”la itham etmişken, bu süreçte nasıl bir tavır belirleyecekleri de merak konusuydu.

İlk tartışmalarda siyasetlerin bir kısmı Ölüm Orucu’na taraftar gözükürken, bir kısmıysa karşı çıktı. Karşı çıkanlar arasında TİKB de vardı. TİKB Süresiz Açlık Grevi tartışmalarında bu saldırının hapishane odaklı bir direnişle geriletilemeyeceğini, hele Süresiz Açlık Grevi’nin devrimci güçleri vuran bir silaha dönüşme riski taşıdığını iddia ederken, Ölüm Orucu’na karşı çıkışını da "50-55’li günlerde sonuç alınabileceğiyle" gerekçelendirdi. TİKB ile yol ayrımı netleşiyor, diğer siyasetlerin ise Ölüm Orucu yapma düşünceleri ağırlık kazanmaya başlıyordu.

Evet, 12 yıl önce oligarşinin devrimcileri teslim alma planını bozmak için kendini fedayı göze almayı gerektiren Ölüm Orucu direnişini yapan Devrimci Sol’a küfredenler, Ölüm Orucu eylemine “siyasal cinayet”ten, “intihar”a varan bir dizi seviyesiz nitelemelerde bulunanlar 1996’a gelindiğinde Ölüm Orucu’nu tartışıyor, Ölüm Orucu yapmaya hazırlanıyorlardı.

Bu şunu gösteriyordu; 12 Eylül sonrası Ölüm Orucu direnişinin ve şehitlerinin açtığı kanaldan gelişen mücadele, Parti-Cephe’nin yıllardır silahlı-silahsız her alanda büyüttüğü savaş oportünizmi çok yönlü etkilemiş, Parti-Cephe’nin ideolojik yönlendirmesi onları Ölüm Orucu yapmaya zorlamıştı.

Bu siyasetlerin hepsi Ölüm Orucu eylem biçimine intihar, maceracılık vb. nitelemelerle yaklaşırken ‘96 Ölüm Orucu’na “evet” elbetteki olumlu bir yanı taşımakla birlikte, aynı zamanda demeleri ideolojik şekilsizliğin bir sonucudur. İdeolojik şekilsizlikleri onları Ölüm Orucu eylemine katılmaya götürmüştü.

 

ANAYOL yerini REFAHYOL'a Bıraktı; Hesaplaşma Sürüyor

Süresiz Açlık Grevi kitleselliğinden bir şey kaybetmeden coşkuyla sürüyordu. Aileler ısrarlı ve direngen tutumlarıyla sokakları ve Galatasaray önünü bir mevzi savaşına dönüştürmüşler, bedellerine rağmen evlatlarını sahipleniyorlardı. Bu sahiplenme belli bir düzeyde devrimci-demokrat kamuoyunu da harekete geçirmişti.

Tutsaklar Ölüm Orucu’nu tartışırken, oligarşi krizini yeni bir hükümetle gidermeye çalıştı. ANAYOL hükümeti yıkıldı ve yerine Refahyol hükümeti aynı günlerde kurulma aşamasına geldi. Bu zemini değerlendirmek isteyen düşman, tutsakların kararlılıklarını kırmak için “yeni bir hükümet kurulacak, ara verin” mesajı yolluyordu.

Ama bu savaş tutsaklar nezdinde faşizmle bir hesaplaşmaydı. Ve bu hesaplaşmada atılacak küçük bir geri adım düşmanın cesaretlenmesi, saldırılarını boyutlandırması, yenilgiye açık kapı bırakmak demekti. Oysa ki devrimle karşı-devrimin üst boyutta savaşa tutuştuğu bu süreci bedeller pahasına devrim lehine geliştirmek devrimci bir sorumluluktu. Ve bu savaş ne pahasına olursa olsun kazanılmalıydı.

SAG’nin 41. Gününde Ölüm Orucu başlatacak olan örgütler netleşti. DHKP-C, TKP(ML), TKEP-Leninist, TKP/ML, MLKP, TDP, ve Direniş Hareketi eylemin 45. gününden itibaren Ölüm Orucu’na başlayacaklardı.

 

Gönüllülerin Savaşı

Parti-Cephe tutsaklarını coşku dalgası sarmıştı. 12 yıl aradan sonra 84’te yaratılan kahramanlık bir kez daha, bu defa daha kitlesel boyutta yaşanacaktı. Onlarca hapishaneden yüzlerce Parti-Cephe’li eyleme gönüllü olmuştu. Gönüllüler 1. Ekibe seçildiklerini duymak için heyecanla bekliyorlardı.

Parti-Cephe tutsakları bu süreci aynı zamanda bir eğitim sürecine dönüştürmüş, toplantılar, tartışmalar, yazılar tutsak kitlesini zorlu çatışmalara hazırlamaya çalışmıştı. Diğer yandan Ölüm Orucu’nun pratik hazırlıkları da sürüyordu. Pankartlar, bayraklar, Ölüm Orucu savaşçılarının takacakları kızıl bantlar hazırlanıyor, koğuşlar, kıyafetler temizleniyor, ziyaretlerde aileler uzun soluklu mücadeleye hazırlanmaya çalışılıyordu. Açlık grevi 40. Günü geçmiş de olsa eylemin ruhu, coşkusu günlük yaşamı canlı tutuyordu. Merak ve heyecan ise yaşamın farklı bir yanıydı. Kimler seçilecekti, bu onurlu göreve kimler layık görülecek, gönüllüler eylemde nasıl savaşacaktı?..

44.         gün bu sorular cevaplandı. Parti-Cephe koğuşlarında kimlerin 1. Ekip’te yer aldığı, kimlerin 55. Güne kadar destek açlık grevine gideceği ve direniş programının geneli açıklandı. Diğer siyasetlerle birlikte toplam 161 savaşçı Birinci Ölüm Orucu Ekibi’nde görev almış, bu onurlu kavgada en önde dövüşecekti. Parti-Cephe dışında bütün siyasetler kitlesel olarak SAG’yi bitirecekti. Parti-Cephe ise moral ve politik açıdan Ölüm Orucu savaşçılarını yalnız bırakmayacak, bir grup tutsak İkinci Ölüm Orucu Ekibi devreye girene kadar açlık grevine devam edecekti. 55. Gün ikinci ekip, 65. Gün 3. Ekip bir kararlılık göstergesi olarak Ölüm Orucu’na başlayacaktı. Eylemin temel sloganı “Zaferi Şehitlerimizle Kazanacağız” olarak belirlenmişti.

Evet, bu slogan Ölüm Orucu eyleminin politik özünü ve niteliğini yansıtıyordu. Bu eylem düşmanla en üst boyutta sürdürülen bir irade savaşı olacaktı. Düşman için en korkutucu güç ölümü göze alan insandı. Ve bu eylemde ölümü göze almış insanlarla devrimci iradenin yenilmezliği bir kez daha gösterilecek, her şehit bir zafer olacak, halka yönelik saldırılara barikat kurulacaktı. Bu eylemde zafer şehitlerle kazanılacaktı.

Açıklamadan sonra merak yerini değişik duygulara bıraktı. Ekibe seçilmeyenler burukluk yaşasa da 45. Gün yapılacak törenle tüm tutsaklar yeni sürece hazırlanıyordu. Bütün hapishanelerde Ölüm Orucu savaşçıları için koğuşlarda özel bölümler hazırlandı.  Sağmalcılar’da ise tek bir koğuş hazırlandı. C-14 koğuşu bundan böyle direniş koğuşu olacak ve kimbilir nelere tanıklık edecekti!.. Bölmeler, C-14 koğuşu devrimin, devrimci hareketin sembolleri ile süslendi.

 

Ölüme ve Zafere Yürüyüşe Bir Adım Kala

Tüm hapishanelerde nefesler tutulmuş Ölüm Orucu’na başlanacak dakikalar bekleniyordu. Sağmalcılar hapishanesinde Parti-Cepheli tutsaklar 45. Gün ailelerine bir tören düzenleyerek Ölüm Orucu’na başlayacaklarını duyurdular. Bu kavgada hep yanlarında olan, baskılara rağmen direnmekten hiç vazgeçmeyen tutsak ailelerinin yüreğine evlat acısı düşen de direngen davranıyor, evlatlarına destek olmaya çalışıyorlardı. Bu çatışmada evlatlarının sesi olacaklarını biliyorlardı. 84’te Taksim’e çelenk bırakma cüretini gösteren bir gelenekten geliyor ve bu geleneği daha da ileri taşıyacakları bir döneme giriyorlardı.

Ölüm Orucu’na başlayacak hapishaneler, SAG’de olduğu gibi ikişer gün arayla grup grup Ölüm Orucu’nu ilan edeceklerdi. İlk görev Sağmalcılar, Ümraniye ve Sakarya’nındı.

45. gün akşama doğru bütün tutsaklar heyecanlı, gergin bir bekleyiş içindeydi. Günlerdir konuştukları, tartıştıkları, merakla, heyecanla bekledikleri Ölüm Orucu sözlerden çıkacak, yaşamın kendisi olacaktı. Yoldaşlarını şehit verecek ama zaferi kazanacaklardı.

Akşam bant takma törenleri işte tüm bu duyguların doruğa çıktığı anlar oldu. Ölüm Orucu savaşçıları bir bir kararlılıklarını ifade ederek bantları kuşanıyor, duygular alkışlarda dile geliyor, herkes zorlu ama onurlu bir sürece adım attığını biliyordu. Ve gece yapılan Ölüm Orucu anonslarıyla birlikte artık Türkiye devrim tarihinin onurlu bir kesiti açılmış oldu. Tarih bir kez daha halkı ve vatanı için, sosyalizm için ölen ama yenilmeyenlere tanıklık edecekti. Bir kez daha kendini feda ruhuyla, inançla, cüretle öne atılanlar, düşmana diz çöktürecekti. En büyük görevi içlerinden bazıları üstlenmiş olsa da bu kavga bütün tutsakların, halkın kavgasıydı. Bu kavgayı zafere taşımaksa hepsinin sorumluluğuydu.

Tutsaklar böyle girdiler Ölüm Orucu’na...

 

6 Mayıs Genelgesi

Faşist ANAYOL hükümetinin Adalet Bakanı kontrgerillacı Mehmet Ağar bakanlık koltuğuna oturur oturmaz hapishanelerde zor, sürgün, tecrit ve insan hayatına kasteden saldırı politikası daha da pervasızlaştı.

6 Mayıs Genelgesiyle baskı ve terörü resmileştirdi.

Peki 6 Mayıs Genelgesi nasıl bir genelgeydi?

Adalet Bakanı Mehmet Ağar’ın direktifleri üzerine yayınlanan, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürü Cemal Sahir Gürçay imzalı 6 Mayıs 1996 tarih ve 960 18384 sayılı genelgeyle Kırklareli, Kütahya, Sakarya, Kastamonu, İnebolu, Sinop ve Eskişehir tabutlukları açıldı. Ve hemen 7 Mayıs’ta Eskişehir Cezaevine sevkler başladı.

Yayınlanan bu genelgeyle yıllardır “hizmete” sokamadıkları Eskişehir Cezaevi yine uygulamaya konulmuş oluyordu. Eskişehir Cezaevi itirafçılaştırma amacına hizmet eder tarzda hücre tipi olarak hazırlanmıştı.

6 Mayıs Genelgesinin üzerinde “gizli” damgası vardı: ama gerçekte gizli olan bir şey yoktu, amaçlananlar son derece açıktı:

cezaevlerindeki teröristler tek tek hücrelere atılarak bağları kesilecek... İtirafçılık dayatılacak... Muhtemelen teröristler direnişe geçecek... Teröristlerin etkisinde kalan toplumun bazı kesimleri direnişi sahiplenecek.. İşte bu aşamada teröristler zindanlarımızda toplumun direnişi ise sokaklarda ezilecek ve moral üstünlük ele geçirilerek halkın direnme gücü kırılacaktı. Teröristlerden başlanarak bütün Türkiye halkları teslim alınacaktır.”

İşte bunlar yazılıydı Genelgede. Genelgenin özü ve anlamı kısaca buydu.

Hedef, “Gizlidir” ibaresi altında net bir şekilde gösterilmişti.

 

 

Talepler

20 Mayıs günü saatler 24.00’ü gösterdiğinde binlerce tutsak, hapishanelerde en güçlü, en kararlı sesleriyle eyleme başladıklarını, eylemin gerekçelerini ve taleplerini dört bir yana haykırıyorlardı:

“Bizler Sağmalcılar Cezaevi’ndeki DHKP-C, MLKP, TKP(ML), TİKB, THKP-C-HDÖ, TKP/ML, TKEP/Leninist, Ekim, Direniş Hareketi tutsakları olarak

faşizmin devrimci tutsaklara yönelik saldırı politikalarını boşa çıkarmak,

tabutluk genelgesinin iptali,

Eskişehir ve diğer tabutlukların kapatılması,

tutsak ailelerine yönelik saldırıların durdurulması,

tutsakların tedavilerinin ve duruşmalara çıkarılmalarının önündeki engellerin kaldırılması talepleriyle, CEZAEVLERİ MERKEZİ KOORDİNASYONU’nun kararıyla Süresiz Açlık Grevi Direnişimize başlıyoruz.

DEVRİMCİ TUTSAKLAR TESLİM ALINAMAZ!..

BUCA ÜMRANİYE’NİN HESABINI SORACAĞIZ!..

TUTSAK AİLELERİNE KALKAN ELLERİ KIRACAĞIZ!..

ESKİŞEHİR TABUTLUĞUNU YIKACAĞIZ!..

YAŞASIN GENEL DİRENİŞİMİZ!..

 

- 0 -

 

Artık ölümler konuşacak, ölümler konuşulacaktı.

Devrimcilerle, halk kitleleriyle oligarşi arasında tarihsel bir hesaplaşma yaşanıyordu. Basit, kısa sürede sonuç almak mümkün değildi bu direnişte. Büyük bedeller ödenecek ama faşizme geri adım attırılacak, devrimci mücadelenin gelişiminin önü açılacaktı.

Tarih 3 Temmuz gününü gösterirken Süresiz Açlık Grevi direnişi Ölüm Orucu ile bir üst boyuta sıçratıldı. '84'lerden bugüne gelen geleneklerle tarihsel bir sürece girildi. Savaş kızgınlaşıyor, adım adım düşmanın üzerine yürünüyordu. Artık düşman hücre hücre yenilecek, zafer şehitlerle kazanılacaktı.

"45 gündür sürmekte olan açlık grevi, 3 Temmuz 1996 tarihinde Ölüm Orucuna dönüştürüldü. Bayrampaşa, Ümraniye ve Sakarya Cezaevinde kalmakta olan 30 DHKP-C, 9 TKP/ML, 10 TKP(ML), Bayrampaşa Cezaevindeki 7 MLKP, 6 TKEP/L, 2 TDP ve 1 Direniş Hareketi davası tutsağınca Süresiz Açlık Grevi Ölüm Orucuna çevrildi. 5 Temmuz günü de Buca, Bursa, Eskişehir, Çanakkale, Gebze, Aydın cezaevlerinde bulunan 23 DHKP-C, 10 TKP(ML), 6 TKP/ML, 4 MLKP, 2 TKEP/L, 1 TDP, 1 Direniş Hareketi tutsakları da Ölüm Orucu'na başladı."

Parti, Ölüm Orucu görevini ortaya koyduğunda yüzlerce Parti-Cephe'li tutsak tüm eksik, hata ve zaaflarını bir kenara bırakarak Ölüm Orucu gönüllüsü oldular. Bu büyük bir güçtü. Büyük bir bağlılıktı. Bu özgür tutsak mücadelesinin hangi noktalara ulaştığını, düşmanlarımızın neden korktuklarının bir ifadesiydi. Parti, Ölüm Orucu gibi onurlu bir görevi ilk ekip olarak yüzlerce gönüllü arasından bayan, erkek toplam 53 DHKP-C tutsağına verdi. Gönüllüler sıradaydı.

Oligarşinin derinleşen krizine yeni hükümetle çözüm arıyordu ama yol-yöntem eskiydi. ANAYOL’un görevini REFAHYOL devralmış, o da devrimci hareketi bitirme misyonunu  üstlenmişti. Halkın dini duygularını özgürlük ve adalet taleplerini propaganda malzemesi yaparak belli bir taban gücü kazanmış ve oligarşinin alternatifsizliğine çözüm olarak iktidara yerleşen Refah Partisi faşist yüzünü hızla sergilemeye başladı. Yeni Adalet Bakanı Şevket Kazan bir yandan tutsakların taleplerini  karşılayacağını söylerken, öte yandan panzerlerle, tazyikli sularla, copla, gözaltılarla ailelere saldırarak kararlılık gösterisine girişti.

 

HESAPLAŞMA SÜRÜYOR, KİMSE GERİ ÇEKİLMİYOR

Oligarşinin saldırılarına, uzlaşmazlığına tutsaklar Ölüm Orucu ilanıyla cevap vermişlerdi. Ölüm Orucu ilanının an meselesi olduğu günlerde aileler bir kez daha girişimlerini yoğunlaştırdı, seslerini yükselttiler.

2 Temmuz günü 16 tutsak yakını Refah Partisi Ankara İl Merkezi’ni işgal ettiler.

Belediye işçileri cezaevlerinde ölüm sınırına gelen tutsakların açlık grevi direnişine destek vermek ve saldırıları protesto etmek amacıyla 2 Temmuz günü 2 saatlik iş bırakma eylemi yaptılar.

DİSK /Genel-İş Sendikası'ndaki devrimci işçilerin önderliğinde pek çok Genel-İş şubesiyle, Belediye-İş Sendikası’nın 1 No’lu ve 2 No’lu Mezbahalar Şubesinin örgütlü bulunduğu belediyelerde yapılan açıklamalardan sonra 2 saat süreyle iş bırakıldı.

 Cezaevlerini incelemek ve siyasi tutsak temsilcileri ile görüşmek üzere Almanya ve Yunanistan’dan gelen heyet üyeleri 1 Temmuz tarihinde Sağmalcılar Cezaevi önünde polis tarafından gözaltına alındı. ...Yabancılar şubesinde tutulan heyet üyeleri ile birlikte Alman milletvekili Heidi Lippmann Kasten de 2 Temmuz sabahı sınırdışı edildiler. Oligarşi pervasızdı.

Aileler şimdi daha kararlıydılar ama. 3 Temmuz'da evlatları ölüme yatmıştı. Öfke daha bir  bileylendi yüreklerinde. Bu defa Adalet Bakanlığı önüne geldiler. Ertesi gün görüşme konusunda söz verildi kendilerine ve o gün için dağıldılar.

Tutsak aileleri aldıkları söz üzerine 4 Temmuz günü saat 13.30’da Başbakanlık binası önüne gittiler. Fakat Refah’lılar sözlerinde durmayarak görüşme isteklerini reddettiler. Bunun üzerine aileler Başbakanlık önünde oturma eylemine başladılar. Aileleri çember içine alan polis zor kullanarak dağıttı. 31 tutsak yakını polislerce dövülerek gözaltına alındı.

 

UŞAK CEZAEVİNDE KATLİAM

Düşman kendi cephesinden bir kez daha kararlılığını ortaya koymuş, faşizmi ve faşizmin politikalarını çözümlemekten uzak kimi sol kesimler Refah’ın gerçek yüzüyle karşılaşmıştı. Refah emperyalizme ve oligarşiye kendini ispata soyunmuş, bu ispatı da tutsaklar ve kitle hareketine darbe vurmak üzerine kurmuştu. Bunun için “ölmeyecekler” diyordu. “kantinleri boşaltmış, stok yapmışlar”, “gizli gizli yiyorlar” diyor, tutsaklara desteğin önünü kesmek için demagojik saldırılar geliştiriyordu.

Eylemin her anı bir çatışma, her anı bir kararlılık savaşıydı. Düşman her güne yeni bir saldırı sığdırıyordu. Tutsaklar da bu saldırılara verecekleri cevabı tartışıyorlardı.

İşte bugünlerde kamuoyu ölümlerin beklendiği değil, beklenmediği bir cezaevinden gelen ölüm haberiyle sarsıldı. Devrimci tutsakların devam eden direnişlerine destek vererek açlık grevi yapan 5 adli tutuklu Uşak Cezaevinde idare destekli olarak sivil faşistlerce gerçekleştirilen saldırıda katledildiler. Bazıları DHKP-C sempatizanı olan Muharrem Akbulut, Abdülgafur Yavuz, Mete Önsay, Metin Sümbül, Kadir Subaşı vahşice katledilirken 2 adli tutuklu da de ağır yaralandı.

Bu tutsaklar, Ölüm Orucuna verdikleri destekle aynı zamanda egemenlerin, kontrgerillanın "adli tutuklular rahat, sorunları yok. Siyasiler olay çıkarmak için eylem yapıyorlar" demagojilerini, politikalarını da bozuyorlardı. Uşak'taki katliam kontrgerillanın pervasızlığını, halka yönelik tehdidin boyutunu ortaya koyan en çıplak örneklerden biriydi.

 

9 TEMMUZ GENELGESİ

DYP-RP koalisyon hükümetinin Adalet Bakın Şevket Kazan, eylemin 51. günü, 9 Temmuz 1996 tarihinde yeni bir genelge çıkarttı.

Yeni Adalet Bakanı bir manevra yaparak kamuoyunu kandırmaya, tutsakların meşruluklarını gölgeleyerek eylemi desteksiz bırakmaya çalışıyordu. Yayınlanan genelge Mehmet Ağar imzalı 6, 8 ve 9 Mayıs tarihli genelgeleri bir araya topluyor, adli tutsaklara ayda bir açık görüş hakkı veriyordu. Tamamen aldatmacadan ibaret olan bu genelge Şevket Kazan’a istediği, amaçladığı manevra alanını kazandırmadı. Çünkü, başta tutsaklar ve tutsak aileleri bu genelgenin bir aldatmaca ve oyalamaca olduğunu belirtip bunu kamuoyunda da teşhir ederek eylemlerini kararlılıkla sürdüreceklerini ilan ettiler.

9 Temmuz Genelgesi’den sonra Parti-Cephe tutsakları yapılması gerekenin 2. ekipleri devreye sokmak olduğunu belirtti. Ölüme yatacak yeni insanlar kararlılığın, kazanma inancının göstergesi olacaktı. Ancak Parti-Cephe’nin bu önerisi MLKP ve TKP/ML başta olmak üzere reddedildi. TKP/ML Ölüm Orucu’na başlamadan önce, Ölüm Orucu süresince SAG’ye başlamamak gerektiği, olacaksa da 3 gün dönüşümlü yapılmasından yana olduğu konusunda ısrar etse de Parti-Cephe’nin bu önerisi karşısında MLKP ile SAG’ye başlanması önerisini dayattılar. Oysa ki SAG ve Ölüm Orucu kararlılık açısından karşılaştırılamazdı. Ölümlerin yaşanacağı bir aşamada SAG’nin adından söz ettirmesi, maddi bir etkide bulunması bile mümkün değildi. İrade çatışmasının boyutlandığı bu aşamada hangi bedel olursa olsun göğüsleneceği ve mutlaka kazanılacağı mesajı ancak yeni bedenleri ölüme yatırarak verilebilirdi.

 

İKİNCİ EKİPLER ATEŞ HATTINDA

Ancak rol ayrımı daha baştan belirginleşmiş TKP/ML ve MLKP ikna olmamıştı. Bunun da ötesinde 2. ekip ve SAG’ye başlayacaklara ilişkin ortak ilana dahi karşı çıktılar. “İki farklı anlayış kendini ortaya koymalı” diyorlardı. Öyle de oldu. SAG’nin adı bile geçmezken radyo ve gazeteler tutsakların yeni Ölüm Orucu savaşçılarıyla eylemlerini büyüttüklerini söylediler. Tutsakların şu açıklamaları tarihe düştü:

"9 Temmuz Genelgesi bir aldatmacadır; ÖLÜM ORUCU Direnişimizin talepleri yerine getirilmemiştir.

ÖLÜM ORUCU ve destek eylemlerimiz BÜYÜYEREK SÜRÜYOR!...

17 Temmuz 1996 Çarşamba gününden itibaren ayın taleplerle Ankara Merkez Kapalı, Bartın ve Malatya cezaevlerindeki DHKP-C ve TKP(ML) siyasetleri olarak İKİNCİ ÖLÜM ORUCU EKİPLERİYLE ÖLÜM ORUCU DİRENİŞİMİZİ BÜYÜTÜYORUZ!"

20 Mayıs 1996 tarihinde Süresiz Açlık Grevi temelinde başlatılmış olan Genel Direniş 45. Günden itibaren çeşitli cezaevlerinde toplam 161 Ölüm Orucu Direnişçisiyle ÖLÜM ORUCU’na dönüştürüldü. 60’lı günlerini aşan ÖLÜM ORUCU Direnişi 13 Temmuz’da Bayrampaşa ve Ümraniye,  15 Temmuz’da Buca ve Çanakkale, 17 Temmuz’da Ankara Merkez Kapalı, Bartın ve Malatya cezaevlerinde İkinci Ölüm Orucu Ekibi olarak toplam 58 tutsağın katılımı ve destek açlık grevleriyle büyük bir kararlılıkla devam ediyor.

2. Ölüm Orucunda yeralacak olanlar için 13 Temmuz Cumartesi günü yapılan törene Bayrampaşa Cezaevindeki tüm DHKP-C tutsakları katıldı. Birinci Ölüm Orucu ekibindeki direnişçilerin çoğu ayakta duramayacak olmalarına rağmen güçlü bir irade inanç ve coşkuyla törende yerlerini alarak tüm kararlılıklarıyla sarsılmaz inançlarını törene taşıyorlardı. 2. Ekiple herkes görmüştü ki, artık kararlılık daha büyük, daha kesindi.

Tutsaklar aynı günlerde düşmanın “yiyorlar” yalanlarını boşa çıkarmak için kan ve idrar tahlili yaptıracaklarını da ilan ettiler. Ama düşmanın bunu yapabilecek cesareti yoktu. Yaptığında tutsakların değil ama, kendisinin yalanları ortaya çıkacaktı. Oligarşi iyi tanıyordu aslında devrimci tutsakları. Hele Devrimci Sol, DHKP-C tutsaklarını daha da iyi biliyordu. "Gizli gizli yiyorlar" yalanı, birincisi, kamuoyunu aldatmak içindi. Ve ikincisi, “ölmezler”, "ölemezler" derken burjuvazi inançsızlığını, bencilliğini sergiliyordu.

 

REFORMİZMİN, AYDINLARIN “ARA VERİN” ÇAĞRISI

Ne yazık ki, bu süreçte ayrı yerlerde görülse de burjuvazi ile aynı ideolojik çizgide seyreden reformizm de eyleme ilişkin tüm duyarlılığını “eylemi bitirin, ölmeyin” noktasında  kilitledi. Kılının dahi kıpırdamadığı bu dönemde en duyarlı olduğu an, 2. Ölüm Orucu ekiplerinin devreye girdiği andı! Duyarlılığının göstergesi ise “eyleme ara verin” çağrısı oldu.

Aralarında HADEP, İP, PETROL-İŞ, TMMOB, Ziraatçılar Derneği, Hacı Bektaş Derneği’nin de bulunduğu 18 kuruluş, Ölüm Orucu’ndaki devrimci tutsaklara eylemi bitirme çağrısı yaptılar. “Bırakın”cıların arasına üç büyük işçi konfederasyonunun Genel başkanları da katıldı.

Çok açıktı. Reformistler inançsızlıklarıyla burjuvaziyle aynı kulvarda koşuyor, eyleme destek değil, barikat olmaya çabalıyordu. Yaptığı çağrılar burjuvazinin adınaydı. Reformistler de burjuvazi gibi tutsakların onlarca şehit vereceğine inanamıyor, inanmak istemiyordu. Ölümlerden sonraki günlerde ÖDP'liler bunu açıkça da "itiraf" edeceklerdi!

Bütün bu eylemi kırma çabaları boşa çıkarıldı. Ölüm Orucu öylesine bir eylemdi ki, dakika dakika ölüme yaklaşan tutsaklar, sokaklarda evlatlarına sahip çıkarken kafası-kolu kırılan analar, yediden yetmişe herkesin vicdanına sesleniyor, faşizmin temsilcisi Refah’ı teşhir ediyor, hiç kimse bu eyleme duyarsız kalamıyor, herkes şu ya da bu biçimde derinden etkileniyor, sarsılıyordu. Tutsaklara destek eylemleri gittikçe yayılıyor, sokağa çıkan insan sayısı artıyordu.

 

AİLELER ÖLÜMÜ DE PAYLAŞMAYA YATIYOR

Elbette tutsaklara en anlamlı desteği evlatlarıyla birlikte 45. gün Ölüm Orucuna başlayan 3 tutsak ailesi veriyordu.

Nadire Ana'nın yaşı 55'ti. Güzel Ana 60, Ali Rıza Eroğlu ise 62 yaşındaydı. “Biz kolay ölmeyiz" diyorlardı ölümle çarpıştıkları günler boyunca. 

Bu üç Ölüm Orucu direnişçisi 18 Temmuz’da durumlarının iyice kötüye gitmesinden dolayı ambulansla hastaneye kaldırıldılar. Evlatları gibiydiler ama, tedavi kabul etmediler. Adeta herkese ne yapılması gerektiğini o yaşlı bedenleriyle ama dinç yürekleriyle gösteriyorlardı.

Zindanlarda Ölüm Orucu Direnişi sürdüren Özgür tutsakları desteklemek için 10 Temmuz’da İşyeri Meclisleri Geçici Yürütmesi tarafından alınan karar doğrultusunda 3 sendikacı ve 10 işçi Belediye-İş Sendikası Beyoğlu Şube’sinde basın açıklaması yaparak cezaevlerinde süren Ölüm Orucu eylemlerini desteklemek için Süresiz Açlık Grevi ve Ölüm Orucuna başladıklarını açıkladılar.

Süreli, süresiz açlık grevleri ise ülke çapında alabildiğine yaygınlaşmıştı. Pek çok demokratik kitle örgütünde, o ildeki, ilçedeki devrimcilerin, tutsak yakınlarının katıldığı açlık grevleri yapılıyordu.

 

DİYARBAKIR’DA ANLAŞMA

Düşman doğru tespit etmişti. Tutsaklar direniyor, onu sahiplenen halk direniyordu. Ama saldırı dalgası bu direnişi kıramıyor, sindiremiyordu. Çareyi ideolojik ve demagojik saldırılarını daha da hızlandırmakta buldu. Şevket Kazan hergün tutsakların taleplerini çarpıtan, ölmeyeceklerini iddia eden, 9 Temmuz genelgesini aklamaya çalışan açıklamalar yapıyor, “cezaevlerinde devletin hakimiyeti sağlayamadığından” dem vuruyordu.

Bugünlerde yaşanan önemli bir gelişme PKK davası tutsaklarının eylemlerini bitirmeleriydi. Diyarbakır E Tipi cezaevinde 27 Mart’ta dönüşümlü olarak başlayan ve 18 Mayıs’tan itibaren de süresiz ve dönüşümlü olmak üzere devam eden açlık grevi 6 Temmuz akşamı, tutsaklarla idare arasında yapılan anlaşmayla sona erdi. (PKK tutsakları, anlaşmayı takiben diğer cezaevlerinde devam eden direnişleri desteklemek amacıyla 5’er günlük dönüşümlü açlık grevine başladılar.) Bu esasta tüm tutsak kitlesi ve direniş açısından dezavantajlı bir durum da yaratıyor, oligarşinin tutsaklara haklarını tanıdığı imajını yaratıyordu. Ancak yine de bir yönüyle bu gelişmenin direniş üzerinde zayıflatıcı bir etkisi olmadı. Çünkü artık ölümler konuşuyordu.

Yine aynı günlerde Ölüm Orucu programını kabul etmeyen siyasi hareketlerden bir kısmı SAG'ni sürdüreceklerine ilişkin bir açıklama yaptılar. Sağmalcılar, Ümraniye, Sakarya, Bursa, Çanakkale, Buca, Ankara, Konya, Eskişehir, Antakya, Bartın ve Malatya Cezaevlerinde yatan 97 TİKB, 20 Ekim, 7 THKP-C/HDÖ davası tutsağı süresiz açlık grevine haklar kabul edilene kadar devam edeceğini açıkladılar.

 

ÖLÜM ORUCU DIŞARIDAKİ ŞEHİTLERDEN GÜÇ ALIYOR

Destek eylemleri çok değişik biçimlerde sürüyordu. TÖDEF/İYÖ-DER’li ve DLMK’lı öğrenciler 5 Temmuz’da yaptıkları açıklamayla özgür tutsakların direnişi kazanılıncaya kadar devam edecek süresiz açlık grevine başladılar. Kurtuluş Gazetesi çalışanları Ölüm Orucuna destek olmak amacıyla yurtiçi ve yurtdışındaki 27 bürosunda tutsakların direnişi kazanana kadar sürdürülecek bir açlık grevi başlattılar.

15 Temmuz’da Çemberlitaş'ta toplanan tutsak yakınları ve çocuklarından oluşan yüz kişilik grup, dövizlerini açarak valiliğe doğru yürüyüşe geçti. Gözü dönmüş bir şekilde önüne çıkan herkesi coplayan polis, saldırıyı görüntülemeye çalışan muhabirlere de saldırmaya başladı.

Gazetecilerin polisin saldırısını protesto için toplandıkları cemiyet önünde de polisin saldırısı sürdü. Kendilerine coplarla saldıran polislerden korunmak için cemiyete sığınan gazetecileri kovalayan polisler Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’ni tarihinde ilk defa bastı.

Ölüm Orucu eylemi 60. günlere yaklaşırken, Gültepe Karakolu DHKC savaşçıları tarafından basıldı. Eylem sonrasında kaldıkları evde kuşatılan 4 DHKC savaşçısı Ölüm Orucunun şehitleri olarak ölümsüzleştiler. Hasan Hüseyin Onat, Emine Tunçal, Ali Ertürk ve Gülizar Şimşek, tıpkı SAG’nın 34. günü Kağıthane DYP ilçe binası baskınından sonra düşmanla çatışarak şehit düşen Adalet Yıldırım gibi eylemin dışarıdaki şehitleri oluyorlardı.

 

"BEKLENEN" ÖLÜM...

Ölüm Orucu savaşçıları ipi ilk göğüsleyen olabilmek için yarışıyorlardı. Dışarıda ve içeride herkes şehit haberleri bekliyordu. Hangi hapishaneden gelecekti haber? Kim bu tarihsel direnişe altın harflerle adını yazdıracaktı? Tutsaklar bunu bekliyordu, aileler bunu bekliyordu, halk bunu bekliyordu. Düşman halkın vicdanını sızlatıyordu. Öyle ki bugüne kadar devrimciler katledilirken sesi çıkmamış aydınlar  dahi aydın olduklarını, misyonlarını, onurlarını hatırlayarak, basın açıklamalarıyla da olsa, eylemi bitirmek isteğiyle de olsa hareketleniyorlardı.

Evet, bu eylem insani tüm duyguları ayağa kaldırıyor, yürekleri sızlatıyor, düşmana, faşizme öfkeyi büyütüyordu. Burjuvazinin bencilliğini, inançsızlığını, çıkarcılığını yerle bir ediyor, İslamcı kesimlere kadar adım adım insanları burjuva ideolojisinin demagoji ve etki alanından çıkartıyordu. Düşman ne kadar çabalasa da Ölüm Orucu eylemi, Ölüm Orucu savaşçıları, halkın, basının ve artık dünyanın birinci gündemi, tartışma konusuydu.

Ölüm Orucu savaşçılarının görüntülerinin olduğu kaset dünya televizyonlarında yayınlanmış, Türkiye TV’lerinde yayını doğrudan Başbakanlık emriyle yasaklanmış, görüntüler tutsakların dünyaya ulaşan sesi olmuştu. Günlerdir dünyada, Avrupa’da tutsaklara destek için süren eylemlilikler bu görüntülerle birleşince dünya halkları, kamuoyu da hareket geçiyordu. Türkiye faşizmi sadece Türkiye halklarına değil, dünyaya teşhir oluyordu. Dünya halklarının vicdanı da isyan ediyordu.

 

BEDEL ÖDENİYOR, MEVZİ KAZANILIYORDU

12 Temmuz Cuma günü saat 15.00’de 92 tutsak yakını Ankara Refah il binasına gittiler. Cezaevlerindeki grevler bitene kadar burayı terketmeyeceklerini söyleyen aileleri Refah’ın talimatıyla polis ablukaya aldı. Daha sonra içeriye giren çevik kuvvetin saldırısında analar dövülerek gözaltına alındılar.

Tutsak yakınlarının bu dönemdeki asıl mevzileri, asıl çatışma alanları, Ankara'da Yüksel Caddesi, İstanbul'da Galatasaray önüydü. İstanbul'da düşman haftalardır vahşi saldırılarla Galatasaray önündeki toplanmayı engellemeye çalışıyordu. Mevzi savaşı adeta orada somutlanıyordu. Direniş sürecinin en önemli zaferlerinden biri de işte tam bu noktada kazanıldı.

12 Temmuz’da herkes Cumartesi günü kayıp şehit ve tutsak ailelerinin Galatasaray Lisesi önünde gerçekleştirecekleri oturma eyleminde bu kez kimlerin gözaltına alınacağını düşünürken, aynı akşam yaşlı analara saldırının baş sorumlularından kontrgerilla şefi Mehmet Ağar anaların kararlılıkları karşısında yenilgiyi kabul ettiklerini açıkladı. Analara saldırmayacaklardı. Çünkü onları yenememiş, o mevziden söküp atamamış, dahası bu çatışma onları daha da fazla teşhir etmişti.

Ama elbette bu saldırıların tümden bittiği, biteceği anlamına gelmiyordu. 12 Temmuz'dan yalnız bir gün sonra 13 Temmuz’da Konak meydanı yine polis ablukasına alındı. Polis köpekleriyle vahşice saldırıldı tutsak yakınlarına. Polis yaraladığı tutsak yakınlarından 18 kişiyi gözaltına aldı.

 

GAZİ'DE ÖLÜM ORUCU BARİKATI

İsyan dalga dalga yayılıyor, Gazi’de barikat oluyordu. Gazi halkı başlattıkları açlık grevini 17 Temmuz’da barikat direnişine dönüştürdüler. Tek talepleri vardı; “bizim taleplerimiz tutsakların talepleridir, onlarla görüşün” diyorlardı. Düşman bu direnişe ancak üç gün tahammül edebildi. 19 Temmuz’da cemevinin duvarlarını panzerlerle yıkacak bir pervasızlıkla saldırdı Gazi halkına. Anma gecekonduların yoksul halkı tutsakların yanında olmayı sürdürecekti yine.

Cezaevlerindeki Ölüm Orucu direnişini desteklemek amacıyla 18 Temmuz akşamı bu defa Nurtepe Sokullu Caddesinde 150 kişi yola barikat kurarak gösteri yaptı. Barikata polisin saldırması üzerine çok sayıda kişi gözaltına alındı.

18 Temmuz'da barikatlar Örnektepe’de de yükseliyordu. Barikatı panzerle kapatmaya çalışması üzerine polise molotoflar ve taşlarla karşılık verildi. Yaklaşık bir saat süren çatışmada polislerin bazıları taşlarla yaralandı.

14 Temmuz Pazartesi günü Gazi ve Alibeyköy esnafı kepenklerini akşam saat 17.00’ye kadar kapattılar. Nurtepe ve Okmeydanı esnafı izledi onları. Cezaevlerinde sürdürülen direnişin halkın direnişinden bağımsız olmadığı bilinciyle 19 Temmuz gününden itibaren 2 gün tutsaklar için kepenk kapattılar.

 

ARTIK SAVAŞÇILAR İPİ GÖĞÜSLEMEYE ÇOK YAKIN!

Tutsaklar sabırsızdı, Ölüm Orucu savaşçıları sabırsızdı. Artık şehit verilmeli, düşmanın yalanları parçalanmalı, ölümlerle dışarıdaki direnişin öfkesi büyütülmeliydi. Şehit verilmeliydi artık. Zafere duyulan özlem büyümüş, kararlılık, inanç, yürekleri yakıyordu. Bu dayanılmaz bir beklentiydi. Bu şehit verme beklentisiydi. Çünkü tutsaklar biliyordu, zafer şehitlerle kazanılacaktı.

Tutsakların heyecanla beklediği, yolunu gözlediği, ailelerin hiç duymak istemediği haber 63. gün geldi.

 

- 0 -

 

Artık herkesin kulağı, yüreği bir tek haberdeydi. Ölüm... Hapishanelerden ölüm gelecekti artık. Zafer ölümle gelecekti. Ölüm Orucu savaşçılarının yarışı sürüyordu. Artık ne düşmanı, ne de zaferi bekleyenleri daha fazla bekletmeyeceklerdi.

TKP(ML)’li Ölüm Orucu savaşçısı Aygün Uğur 1996 Ölüm Orucu eyleminde ipi ilk göğüsleyen oldu.  Günlerden 21 Temmuz'du ve saatler 11.00'i gösteriyordu.

Hapishaneler ve sokaklar bir öfke seline döndü. Tutsaklar hapishanelerde Aygün için bir Ölüm Orucu savaşçısını kaybetmenin öfkesi ve zaferi kazanmış olmanın coşkusuyla anma törenleri düzenlerken, Ümraniye hapishanesi önü ilk şehidin verildiğini duyan avukatlar, sendikacılar, tutsak aileleri ve halktan insanlarla doldu. Düşman bu sahiplenmeye tahammül edemeyerek kudurmuşçasına saldırdı ve 300’ün üzerinde insanı hapishane önünden döverek gözaltına aldı.

Aygün Uğur’un babası Gülabi Uğur da hapishane önündeydi. Bir oğlun ölümünü beklemeyi öğrenmişti. 21 Temmuz'u oğlunun düğün günü sayıyordu artık ve bağırıyordu; “Ben işçiyim, emekçiyim, benim çocuğumu işçi, emekçi çocuğu olduğu için öldürdüler. Engin Civan’a bir şey yapmazlar. Bugün oğlumu öldürdüler. Bugün onun düğünü.”

Bir Ölüm Orucu direnişçisinin şehit düştüğünü duyanlar Ümraniye hapishanesi önüne koşuyordu. Kadıköy HADEP il binasında Ölüm Orucu direnişçilerine destek olmak için açlık grevi yapan DLMK ve TÖDEF’li öğrenciler “Devrim Şehitleri Ölümsüzdür”, “Zindanlar Boşalsın Tutsaklara Özgürlük” sloganlarıyla Ümraniye'ye geldiler. Hapishane önünde saat 18.30’da Aygün Uğur için bir anma düzenlendi.

 

DIŞARIDA 17 YAŞINDA BİR ŞEHİT

O haber, ölümün haberi hapishanelerden bekleniyordu hep. Ama Adalet'te, Gültepe'de olduğu gibi haber yine "dışarıdan" geldi. Cephe'den bir şehitti yine. Aygün Uğur'un şehit düşmesinden yarım gün önceydi.

Bağcılar Yenimahalle’de DHKC savaşçıları tarafından 20 Temmuz akşamı polisin Gazi Mahallesi’nde barikatlara saldırısını protesto etmek ve Ölüm Orucu direnişçilerini selamlamak için bir gösteri düzenlendi.

Bir yandan sıradan insanlar gösteriye katılırken bir yandan da Cepheli’ler barikatları sağlamlaştırmaya çalışıyorlardı. Bu sırada Yüzüncü Yıl Kemalpaşa Karakolu’na ait sivil ve resmi polisler ellerinde silahlarla barikata yaklaştılar. DHKC taraftarı Levent Doğan, 8. Sokağa girip geri çekildiği sırada polis otosunun peşine takılıp, hedef alarak ateş etmesi sonucu eylem yerinde şehit düştü. 

Tutsaklar en güçlü anlarını yaşarken, düşman en aciz günlerini yaşıyordu. Düşman “İçeride ölsünler, dışarıda da öldürün, bitirin” diyordu. Ama olmuyordu. Tutsaklar ölmekten vazgeçmiyor, halk hareketi düşmüyor, dünya ayağa kalkıyordu.  

 

ŞEHİTLER ÇOĞALIYOR, KARARLILIK BÜYÜYOR

Salı sabahının erken saatlerinde her zamanki gibi Sağmalcılar'a görüşe gelen tutsak aileleri kendilerinden daha erken gelen ve bütün sokakları tutan, yolu trafiğe kapatan, gelen geçen herkesten kimlik soran polisle karşılaştılar. Tutsak aileleri 23 Temmuz’da Ölüm Orucunun ilk şehidi olan Aygün Uğur’a burada, Sağmalcılar hapishanesi önünde anma yapacaklardı. Fakat bu olağanüstülük, sırf bu yüzden olamazdı.

Kahvelere, pastahanelere bile insanların özellikle de basının girmesine engel olan polisin bu tavırları farklı birşeylerin olduğunu anlatıyordu. Görüşe gelen tutsak yakınları “içeride kesinlikle şehit var, bizden saklıyorsunuz” sözleriyle polise tepki gösteriyor, kafalardaki ihtimalleri netleştirmeye çalışıyorlardı.

Saat 10.00... "O haber" yine geliyor içeriden. Görüşten çıkan bir tutsak yakını DHKP-C tutsağı Altan Berdan Kerimgiller’in şehit düştüğünü söylüyor.

Şehitler peş peşe geliyordu. Eylemin 65. Günü Parti-Cephe ilk şehidini verdi. Sağmalcılar hapishanesinden Altan Berdan KERİMGİLLER son anında “Yaşasın Ölüm Orucu Direnişimiz” sloganını atan müthiş bir irade ve kararlılıkla ölümsüzleşti.

Parti-Cepheli tutsaklar Berdan’ın zafer kazanan bedenini kızıl bezlerle sardıkları katafalka yerleştirdiler. Üzerine uğruna şehit düştüğü Cephe bayrağını sardılar. Ölüm Orucu savaşçıları tek tek alnından öptü Berdan’ı. Bütün Parti-Cephe’liler saygı nöbeti tuttu başında. Bütün hapishane eylemin daha büyük kararlılıkla sürdürüleceğine ant içti. Berdan, hapishane koridorunda marşlarla yürüyen kortejler eşliğinde ailesine ve avukatlarına teslim edildi. Düşman onun cenazesini kaçıramadı, cenaze törenini engelleyemedi. Ama vahşiliğini ve çaresizliğini aynı gün Berdan ve Aygün için Sarıgazi’de düzenlenen gıyabi cenaze törenine saldırarak gösterdi. Ölümler onu çaresizleştiriyor, çaresizleştikçe saldırıyor ve saldırdıkça çaresizleşiyordu.

 

TUTSAKLAR SUSMUYOR, HALK SUSMUYOR

Şehitlerin onlarca olması an meselesiydi. Ama geri çekilme değil, ileri atılma zamanıydı. Parti-Cephe tutsakları 3. Ölüm Orucu ekipleriyle irade çatışmasını yükselttiler. Yeni savaşçılar kızıl bantlarını taktılar alınlarına. Taktikse taktik, iradeyse irade, kararlılıksa kararlılık savaşıydı bu. Ve Parti-Cephe tutsakları bu savaşın her anında, her boyutunda en önde olmayı görev sayıyorlardı.

ŞEHİT, tutsak ailelerinin öfkesini bilemişti.

22 Temmuz Cumartesi günü açlık grevine başlamak için artık onların direnişleriyle anılmaya başlayan Yüksel Caddesine geldiler. Alan katiller sürüsü tarafından abluka altına alınmıştı bile. Çevik kuvvet, sivil polisler ve DLP'li faşistler, tutsak yakınları caddede oturma eylemine başlar başlamaz saldırdılar.

Özgür Gelecek Gazetesi muhabiri aldığı darbelerden dolayı beyin travması geçirdi. Azgın saldırıda halktan polise yönelik yuhlamalar gelirken DYP’li faşistler kiralık katillere alkış ttuyorlardı. HÖP sözcüsü Oya Gökbayrak fiziksel özrüne rağmen sandalyesinden atılarak yerlerde sürükleniyor, Oya Gökbayrak’ı korumaya çalışan insanlar da polisin vahşi saldırısına hedef oluyorlardı. Onlarca yaralı vardı. Azgınca saldırının ardından gözaltılar geldi. 134 kişi gözaltına alındı. Kontrgerillanın savcılığı bu meşru eylemde gözaltına alınanların emniyette işkence altında tutulabilmeleri için bir hafta süre verdi. Bütün dertleri, tutsak yakınlarını direnişten şöyle ya da böyle koparmaktı.

ŞEHİT, yoksul gecekondularda da ateşleri bir kez daha tutuşturdu. 

Örnektepe Mahallesindeki DHKC- Devrimci Halk Güçleri 23 Temmuz’da saat 23.30’da barikatlar kurarak bir gösteri yaptılar.

DHKP-C, TKP(ML), MLKP savaşçılarından, taraftarlarından oluşan 100’ün üzerinde kişi 24 Temmuz günü saat 20.00’da Yenibosna Zafer Mahallesi’nde yola barikatlar kurup, molotoflar atarak Ölüm Orucu şehitlerini ve Ölüm Orucu direnişçilerini selamladı.

Çağlayan’da 26 Temmuz gecesi DHKC ve TİKB milisleri tarafından bir korsan gösteri yapıldı.

 

ÖLÜM ORUCUNUN DIŞARIDAKİ SESİ

BOĞULMAYA ÇALIŞILIYOR

66. gün yine Sağmalcılar hapishanesinden Parti-Cephe tutsağı, devrimin hamalı İlginç ÖZKESKİN Ölüm Orucu eyleminin 3. Şehidi olarak tarihe geçti.

İçerideki kararlılığı altedemeyen düşman, tüm gücüyle Ölüm Orucunun dışarıdaki sesi olanlara saldırıyordu. Bu seslerden biri de Kurtuluş'tu. Kurtuluş Gazetesi'nin İstanbul'daki merkez bürosuna 24 Temmuz günü saat 19.00 sıralarında siyasi polis tarafından baskın düzenlendi. Polis büroya girmeye çalışınca çalışanların barikat direnişiyle karşılaştı. Zorla içeri giren polis kapı ve camları kırdı. Gözyaşartıcı bomba kullandı. Büro adeta büro olmaktan çıkarıldı. Kurtuluş çalışanları ve okurları yerlerde sürüklenerek kanlar içinde arabalara doldurularak Vatan Caddesinde'ki işkencehaneye götürüldüler.

Polis tarafından gözaltına alınan Kurtuluş Gazetesi ve Haziran Yayınevi çalışanları gözaltına alındıkları gün sürdürdükleri açlık grevinin 13. günündeydiler.

 

ARTIK TABUTLAR TAŞINIYOR

Tutsak yakınları bir gün önce bütün insanlara yaptıkları çağrıdan sonra 24 Temmuz günü saat 12.30’da ÖDP il binası önünde kortej oluşturarak Kızılay'a doğru yürüyüşe geçtiler. Tutsak yakınları ellerinde "Devrim Şehitleri Ölümsüzdür" yazılı maket bir tabut ve şehitlerin resimlerini taşıyorlardı. Sayıları üç bine yaklaşıyordu ve dillerinde "Aygün, Berdan, İlginç ölümsüzdür" sloganları vardı.

Bir gün aradan sonra binlerce kişi yine aynı güzergahta eylemdeydi. 26 Temmuz'da Ölüm orucunun taleplerinin kabul edilmesi amacıyla yaklaşık 3000 kişi ÖDP Ankara il binası önünde toplandı. 26 Temmuz günü saat 12.30’da yapılan eylemde polisler her zamanki gibi panzerleriyle gelmişti. Saat 13.15’i gösterirken komite saat 13.30’da Başbakanlığa yürüyüş için kortej oluşturulmasını ve avukatların cüppeleriyle kitlenin önüne geçmesini istedi. Yürüyüş polis barikatlarıyla engellendi. Tutsak yakınları ve halk, bulunduğukları yeri miting alanına çevirerek öfkelerini, sloganlarını haykırmaktan vazgeçmeyeceklerini ortaya koydular.

Aynı gün saat 18.30’da ÖDP Ankara İl Binası önünde toplanarak basın açıklaması yapmak isteyen 300 kişilik grup sloganlarla Yüksel Caddesine yürüyüşe geçti. Yüksel Caddesine gelindiğinde katılım 500’ü buldu. Açıklamalarını yaptıktan sonra dillerinde "Devrimci Tutsaklar Onurumuzdur" sloganlarıyla ilk toplanma yerine geri döndüler.

Bugün Temmuz’un 25’i. Polis otoları Sultanahmet sokaklarında mevzilenmiş, çevik kuvvet ve özel tim panzerleriyle birlikte sokak başlarındaki yerlerini almışlar. Ama birazdan görülecek, binlerin öfkesinin önüne geçemeyecek bunlar.

Yaklaşık 3000 kişiden oluşan topluluk öfkeleri ve sloganlarıyla polis engelini aşarak Adliye’nin önüne geldi. Sloganlarıyla lanetlediler düşmanı.

Tutsak aileleri Ankara'nın, İstanbul'un meydanlarında, caddelerinde eylemlerini sürdürüyorlardı. Anadolu'nun her yanı ama az, ama çok, ama kitlesel, ama dar eylemdeydi. Çeşitli kitle örgütleri, yaptıkları ama az, ama yetersiz de olsa, hemen her gün bir açıklamayla, bir başvuruyla, bir gösteriye katılarak duyarlılıklarını ortaya koyuyorlardı. Ülke çapında destek açlık grevcilerinin sayısı binlere ulaşmıştı.

 

İNANMAYANLARIN İNANÇSIZLIKLARI SARSILIYOR

Ölüm Orucu direnişinin 67. günü... 25 Temmuz... Üç Ölüm Orucu direnişçisi birden ölümsüzlüğe uğurlandı. Peşpeşe geldi yarattıkları sarsıntı. Devletin bu duruma karşı duyarsızlığı karşısında halkın hesap soran haykırışları sokağa aktı.

67. gün şehit haberleri Anadolu hapishanelerinden geldi. Ankara’dan MLKP’li Ölüm Orucu savaşçısı Hüseyin Demircioğlu, Bursa’dan TKP(ML) savaşçısı Ali Ayata ve Aydın'dan Parti-Cephe savaşçısı Müjdat Yanat ölümü kahramanca göğüslediler.

Ölümler kitleselleştikçe sahiplenme de kitleselleşiyordu. Ölümler olacağına inanmayanlar artık gerçekle karşı karşıyaydılar. Artık tahminlere, yorumlara yer kalmıyor, en inançsızlar, en duyarsızlar dahi harekete geçmek zorunda kalıyorlardı.

Geç mi kalmışlardı? Ailelerin onlara iki kelimelik bir cevabı vardı; “Geç kaldınız!” Ölümleri engelleyebilirler miydi? Hayır, bunun için değildi verilen cevap. Onlar insanlıklarını, insanlık onurlarını hatırlamakta geç kalmışlardı. Tutsaklar öleceklerini, ölmeden kazanamayacaklarını bilerek bu yola girmişlerdi. Ölüm tutsakların zaferi demekti. Ama kıllarını kıpırdatmadıkları her ölüm, onların insanlıklarından, demokratlıklarından, ilericiliklerinden kopan bir parçaydı. Doğruydu, insan olduklarını hatırlamakta geç kalmışlardı.

 

DÜŞMANDAN SON BİR HAMLE

Düşman son kozunu 68. gün devreye soktu. Sağmalcılar hapishanesinde tutsakların 6 aydır arama yaptırmadıklarını, tutsakların zorla ölüme gönderildiklerini ve mutlaka “onları örgütlerin elinden alacaklarını” söyleyerek operasyon yapacağı tehdidinde bulundu. Operasyon tehdidiyle tutsakların kazanma kararlılıklarını kırmak hayalden öte bir şey değildi. Düşman hapishanelerin çevresindeki hastanelerin boşaltıldığı haberlerini de yayarak asıl olarak psikolojik savaşı boyutlandırıyordu. Bu tehditleri yaptığı sırada iki şehit daha verildi.

Ayçe İdil Erkmen dünyada Ölüm Orucu eylemlerinde şehit düşen ilk kadın olarak kadınların onuru oldu. Eylemin ilk kadın şehidi Ayçe İdil Erkmen’le aynı saatlerde TİKB’li Tahsin Yılmaz da Sağmalcılar’da şehit düşüyordu. Şehit sayısı sekize yükselmişti. Her an, her dakika şehitler çoğalabilirdi. Her şehit faşizmi beyninden vuran bir silaha dönüşüyordu.

Evet, düşmanın elinde operasyon tehdidinden başka koz kalmamış ve bu kozu sonuna kadar kullanmaya kararlıydı. Bütün hesaplar boşa çıkmış, yapacak başka bir şeyi de kalmamıştı.

Tutsaklar 69. güne böyle girdiler. Operasyon olursa direnişi yine şehitlerle büyüteceklerdi. Operasyondan korkuları yoktu. Ama düşmanın demagojilerini de boşa çıkarmalıydılar bunun için tüm yetkililere, insanların “zorla ölüm orucuna sokulduğu” kanısı ya da iddiasında olan herkese, Ölüm Orucu savaşçılarıyla konuşup Ölüm Orucu’na zorla gidip gitmediklerini sorabileceklerini, bırakmak isteyenler içinse zorluk çıkarmayacaklarını açıkladılar. Tutsakların avukatları ise Sağmalcılar hapishanesi savcılığına yaptıkları resmi başvuruyla aramaların normal yapıldığı bilgisini elde edip kamuoyuna açıkladılar. Bu son koz da alınmıştı düşmanın elinden.

 

ÜÇ ŞEHİT DAHA... ZAFER ARTIK DAHA YAKIN

69. günün sabahı bunlar olurken Parti-Cephe tutsakları bir şehit daha verdiler. Yemliha Kaya Sağmalcılar Hapishanesi’nde şehit düştü. Ardından TİKB’li Hicabi Küçük ve Osman Akgün’ün de şehit düştükleri haberleri geldi.

Ölüm Orucunun 68. Gününde şehit düşen DHKC savaşçısı Yemliha Kaya ve Süresiz Açlık Grevi şehidi TİKB savaşçısı Osman Akgün sloganlarla ölümsüzlüğe uğurlandılar.

Aygün Uğur’dan başlayarak Ölüm Orucu şehitlerinin cenazelerini kaçırıp tehdit ederek gömdüren polis bu kez başaramadı. 28 Temmuz Pazar günü sabah saatlerinden itibaren Yemliha Kaya’nın Yenibosna’daki evinin önüne gelen yüzlerce yoldaşı, dostları ve şehitlerini bağrına basan halk toplandı. Saat 11.00’da yürüyüş kolu oluşturularak Yemliha Yoldaş Yaşıyor-DHKC savaşıyor” pankartı açıldı.

Korteje, cemevi önünden “12 Temmuzlarla, Ölüm Oruçlarıyla Zafere Yürüyoruz” pankartıyla TÖDEF’li ve İYÖ-DER’li öğrenciler, “Ölüm Orucu Şehitleri Onurumuzdur” pankartıyla da DLMK’lı öğrenciler katıldılar.

Ölüm Orucu şehidi Yemliha Kaya’nın cenaze töreni devam ederken TİKB davası tutsağı ve süresiz açlık grevi direnişçisi Osman Akgün’ün cenazesinin de aynı gün mezarlığa getirilmesiyle kitle öfke yüklü sloganlarla Osman Akgün’ün cenazesini karşıladı. “Süresiz Açlık Grevi ve Ölüm Orucu Direnişçilerini Selamlıyoruz”, “TİKB”, “MLKP” pankartları açıldı. Direnişi ve ölümü birlikte karşılamanın, düşmana doğrultulmuş bir silahın kabzasını beraber tutmanın hazzını yaşayan iki siper yoldaşı, aynı sloganlarla uğurlanmanın mutluluğunu da yaşadılar. Halk hep bir ağızdan, aynı mezarlıkta gömülen siper yoldaşlarının hesabının sorulacağını haykırıyordu.

 

TERCİH SIRASI DÜŞMANDA

Düşman artık bir tercih noktasına getirilmişti. Ya operasyon yapıp halkın tepkisini, direnişini daha üst boyutlara çıkaracaktı. Çünkü o da biliyordu ki, tutsaklar direnecek, yüzlerce ölecek ama öldürecekti de, halk daha büyük bir öfkeyle ayağa kalkacaktı, devrimci hareket daha büyük bir şiddetle vuracaktı. Ya da tutsakların önünde diz çökecekti. İkincisini tercih etti.

Düşman 69. gün öğleden sonra Sağmalcılar hapishanesine bir heyet göndererek direnişin gücü karşısında geri adım atıyordu.

Görüşmeler öğleden sonra saat 14.00’de başladı. Gece 23.00’e kadar devam etti.

Görüşmelere Halkın Hukuk Bürosundan Av. A. Düzgün Yüksel, Ercan Kanar (İHD. Şb. Bşk.), Av. Mustafa Üçdere (ÇHD. İst. Şb. Bşk.), Av. Kemal Yıldız, Av. Muharrem Çöpür, Av. Eşber Yağmurdereli, Yaşar Kemal (Yazar), Zülfü Livaneli (Sanatçı), Av. Zekiye Baran, Halil Ergün (Sinema Sanatçısı), İdareyi temsilen RP milletvekili Mukaddes Başeğmez (aracı) ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Ferzan Çitici katıldı.

 

ŞEHİTLERİN GÖRKEMLİ TABLOSU

DÜŞMANIN YENİLGİSİNİ KESİNLEŞTİRİYOR

Heyette bulunanlar bütün koğuşlardaki eylemcileri, Ölüm Oruçcularını tek tek ziyaret ettiler. Ve neler sormak istiyorlarsa hepsini sordular. Sonuçta, kimsenin zorla eyleme götürülmediği çok açık ortadaydı. Ama daha önemlisi savcısı, aydınıyla herkes akıllarının ucundan bile geçirmedikleri o büyük kararlılığı gördüler. Özellikle sanatçılar, belki hiçbir sanat eserinin tam olarak tasvir edemeyeceği bu tablodan oldukça etkilendiler. Yaşar Kemal’in sürekli olarak gözlerinin yaşardığı görüldü. Heyettekiler son olarak Ölüm Orucu şehidi Yemliha Kaya için hazırlanan bölüme geçtiler. Yemliha bayrağa sarılıydı, serin kalması için her iki yanında vantilatör ile serinletiliyordu. Çiçeklerle bezenmiş, gülsuyu kokuları geliyordu. 3’üncü Ölüm Orucu Ekibi direnişçilerinden, iki kişi başında saygı nöbetinde bekliyorlardı. Görüntü etkileyici ve anlamlıydı. Heyettekiler uzun zaman gözlerini bu tablodan alamadılar.

Koğuş ziyaretlerinden sonra görüşmelere geçildi. Herşeyi çok açık görmüşlerdi. Devleti temsil edenler, görüşme öncesi ve sırasında Başbakan Erbakan'la ve çeşitli yerlerle görüşüyor, gördüklerini aktarıyorlardı.

Yapılan görüşmelerde çaresiz kalan düşman Ölüm Orucu direnişinin taleplerini kabul etti.

Saat 23.30’da tutsaklar bu tarihsel zaferi kazandıklarını tüm dünyaya ilan ettiler. Günlerden 27 Temmuz'du. Ölmüş ama kazanmışlardı. Kararlılıklarıyla, kahramanlıklarıyla kazanmışlardı. Halkla birlikte kazanmışlar, faşizmi büyük bir yenilgiye uğratmışlardı.

Bütün hapishanelerde ölümüne savaş, yaşama savaşına döndü. Ama 70'li günlere gelen Ölüm Orucu savaşçıları açısından ölümle yaşam arasında çizgi inceden de öte silinmişti. İşte bu nedenle eylemin bitirilmiş olduğu o anlarda bir şehit daha verildi. Bursa hapishanesinde TKP(ML) savaşçısı Hayati Can hastaneye kaldırılırken yolda şehit düştü.

Ölüm Orucu eylemi 12 şehit, onlarca gazi vererek devrim tarihine kitlesel kahramanlık örneği olarak geçti.

Ancak ne ölüm orucu sonuncu eylem, ne de kazanılan zafer nihai zaferdi.

Ölüm orucu savaşçılarının yaşama savaşı yine düşmanın baskıları, anlaşmaya uymayan kalleşlikleri altında sürecek; direniş hapishanelerin tarihinin odağı olmaya devam edecekti.

 

- 0 -

 

Direniş kazanmıştı. Ölüm Orucu kazanmıştı. Ancak Adalet Bakanı Şevket Kazan yenilmiş görünmemek için son çırpınışlarıyla ortaya bir yalan daha attı ve “Talepleri kabul etmedik, Kandil Gecesi nedeniyle hoşgörüde bulunduk” dedi. Anlaşma metnine uymayarak, böyle bir anlaşmanın olmadığı kanısını uyandırmaya çalıştı. Yapılan anlaşmaya göre Eskişehir Cezaevindeki tutsakların Ümraniye Cezaevine getirilmesi gerektiği halde tutsakların sevki Gebze Cezaevine çıkarılmak isteniyor, sürekli erteleniyor, çeşitli manevralarla ölüm orucunun zaferi, devletin ölümler karşısında dize geldiği gölgelenmeye çalışılıyordu. Ama oligarşi için, Adalet Bakanı için artık çok geçti. Direniş kazanmıştı. Zafer devrimci tutsaklarındı. Hiç bir manevra, hiç bir saldırı bu gerçeği örtemezdi. Zaferin tek göstergesi ve kanıtı kabul edilen talepler değil, devrimci tutsakların kararlılığıydı. Türkiye ve dünya halkları bu zaferin tanığıydı.

 

Tabutluklar Yıkılıyor; Zafer Artık Daha Kesin

Ölüm Orucu bittikten sonra Eskişehir tabutluğunda bulunan siyasi tutsakların Ümraniye’ye sevk edilmesi bekleniyordu. Ancak düşman yaptığı anlaşmaya uymayarak tutsakları Gebze Cezaevine göndermek istedi. Tutsaklar Eskişehir'de her gün olası bir operasyon için hazırlık yapıyor, barikatlar kurarak saldırıları cevaplıyorlardı. Bu dayatma da tutsakların direnişiyle püskürtüldü.

Eskişehir'den Ümraniye'ye sevk, düşman için yenilginin açık ilanıydı. Bu yüzden düşman tutsakların sevk edildiklerini kamuoyuna duyurmamak için sevkleri parça parça yapıyordu. Nihayet özgürleştikleri, devrimci inanç ve kararlılıkla yıktıkları, özgürleştikleri tabutluklardan başı dik çıkma zamanı gelmişti.

Ve 29 Ağustos’ta Eskişehir Cezaevinden Ümraniye Cezaevine sevk edilirken tutsaklar tabutluklardan sloganlarla ayrıldılar. Yol boyunca ringlerden Parti-Cephe’nin bayrağını onurla dalgalandırdılar. Yerleşim birimlerinden geçerken bayrağa sloganlar eşlik ediyordu.

Ringlere özel timciler de eşlik ediyordu. Nakil sırasında tutsaklara yönelik saldırılarda bulundular. Hoparlörden laf atıp, kurt işareti yapıyorlardı. Tutsaklar tarafından ciddiye alınmayınca da korkutmak amacıyla bayrağı tutan tutsakların ellerine ateş açtılar. Bu saldırılar hapishane girişinde de sürdü. Jandarma ve uzman çavuşlar, tutsaklar Ümraniye hapishanesine girdiklerinde coplarla saldırdılar. Ama tüm saldırılar boşunaydı. Tutsaklar Ümraniye cezaevinde diğer tutsakların sloganlarıyla karşılandılar. Bir bayram yeriydi adeta Ümraniye. Sloganlar, alkışlar, kucaklaşmalar...

 

Şehitleri ve Gazileriyle Onlar Halk Kahramanlarıdırlar;

Halkımız Onlara Borçludur

Bu büyük direnişte 12 şehit verildi. Ama devrimci tutsakların ödedikleri bedel bununla sınırlı değildi. Şu anda cezaevlerinde ölüm orucunda sakat kalan onlarca tutsak var. Hala tedavileri engelleniyor. Hala düşman bu büyük direnişin kazanımlarını gasbetmeye, zaferini gölgelemeye çalışıyor. Ve onlar sakatlıklarına, bozuk sağlıklarına bakmadan hala direnişten direnişe koşuyorlar.

Bir yıl önce yüzlercesi ölüme yatmıştı. Büyük bir iradeyle ölüme koştular. Yeryüzünde eşine rastlanmayacak bir direnişin yaratıcısı oldular. Onlar şehitleriyle, gazileriyle ülkemiz halklarının kahramanlarıdır.

Oligarşinin tüm halka yönelik saldırısının önüne bedenleriyle, fedakarlıklarıyla, kahramanlıklarıyla barikat olmuş, halklarına bu büyük direnişi, bu büyük kahramanlığı armağan etmişlerdir. Halkımız onlara borçludur.

BU BORÇ, TÜRKİYE HALKLARININ NAMUS BORCUDUR, ONUR BORCUDUR, VEFA BORCUDUR.

 

- 0 -

 

Ölüm Orucu Direnişinin Kabul Ettirdiği Talepler

1. Tutsakların en vazgeçilmez olarak ilan ettikleri gibi Sağmalcılar Merkez Koordinasyonu ile, bakanlığın yetkilendirmiş olduğu İstanbul Başsavcısı ve beraberindeki İstanbul RP milletvekili Mukadder Başeğmez arasında çeşitli kurum ve kuruluş ve vekillerin tanıklığıyla tutsakların talepleri anlaşmaya bağlanmıştır. Bu anlaşmaya göre talepler kabul edilmiş, Ölüm Orucu direnişine son verilmiştir

2. Eskişehir Tecrit-tabutluk cezaevi siyasi tutsaklara tamamen kapatılmıştır.

3. Bundan böyle İstanbul ilinde tutuklanan ve yargılanmaları yapılan siyasi tutsaklar Üsküdar E Tipi (Ümraniye) Cezaevine konulacaktır. (Bu madde kabul edilmediği için heyetteki RP Milletvekili Mukadder Başeğmez tarafından bizzat Başbakan Necmettin Erbakan’a telefon yoluyla ulaştırılmış olup, bizzat başbakanın kabulüyle anlaşma tutanaklarına geçmiştir.)

4. Bütün cezaevlerinde yasal, meşru ve kazanılmış hak olarak devam edegelen tutsaklar arasında sosyal ilişki, koğuşlar arası ziyaret ve temsilcilerin koğuşlar arası ziyaret hakları aynen uygulanmaya devam edilecek bu konuda sorun çıkaran baskıcı cezaevi idareleri sürekli olarak bakanlık kontrolüyle düzenlenecektir.

Mektup ve yayın alımında hiçbir engel çıkarılmayacaktır.

5. Tutsakları tecrit etmek ve ailelerini yıldırmak amaçlı son bir yıldır gündeme gelen aile ve yakınlarının haksız yere gözaltına alınması, tehdit edilmesi ve görüş yapmasının engellenmesi şeklindeki keyfi uygulamaya son verilecektir. Bunun sürekli olarak takibi için İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı özel önem ve itina gösterecektir.

6. Cezaevlerinde uygulanagelen baskı, zor ve işkenceye bağlı yasadışı ve meşru olmayan itirafçılık dayatmasına son verilecek; önemli bir kısım cezaevlerinde devam edegelen hastaneye ve mahkemeye götürülürken işkence yapma ve zorbalık uygulamalarına son verilecek, İçişleri Bakanlığı nezdinde girişimler sürdürülerek önlenmesi yolunda samimi adımlar atılacaktır.

7. Tüm cezaevlerinde insani yaşam koşullarına uygun ortak ve tek bir statünün oluşturulması talebi aynen kabul edilmiştir.

8. Dış güvenlikten kaynaklı keyfi uygulamalara bakanlık bizzat kendisi önlem alacaktır.

 

 (1996 Ölüm Orucu Direnişini Anlatan Yukarıdaki yazı, Halk İçin Kurtuluş Dergisinde, 1997 Haziran ayında  dört bölüm halinde yayınlanan yazı dizisinden alınmıştır.)

 

***

 

1996 Ölüm Orucu’nda Cepheliler

Dışındaki Şehitlerin Özgeçmişleri:

 

AYGÜN UĞUR- 1970 Dersim doğumlu. Tunceli Lisesinde öğrenci iken TKP(ML) örgütüyle tanıştı. Defalarca gözaltına alındı. 1990'da TKP(ML) saflarında profesyonel mücadeleye katıldı. 30 Mart 93'te tutsak düştü. Ağır işkencelerden geçirildikten sonra Sağmalcılar hapishanesine konuldu. Daha sonra Ümraniye hapishanesine gönderildi. 96 Ölüm Orucu direnişinin 63. gününde direnişin ilk şehidi olarak şehit düştü.

 

HÜSEYİN DEMİRCİOĞLU- 1960 Bingöl Kığı doğumlu. 1976 yılında içinde yer almaya başladığı mücadeleyi kesintisiz sürdürdü. 1981'de İstanbul'da gözaltına alınarak 45 gün ağır işkencelerden geçti. Alemdağ, Sultanahmet ve Sağmalcılar hapishanelerinde kaldı. 87'de tahliye olduktan sonra yeniden mücadele içerisinde yerini aldı. 6 Mart 96'da MLKP operasyonunda tekrar tutsak düştü. 96 Ölüm Orucu'nun birinci ekibinde yer alarak direnişin 67. gününde şehit düştü. Şehit düştüğünde MLKP Merkez Komite Üyesi'ydi.

 

TAHSİN YILMAZ- 1954'de Kars'ın Selim ilçesinde doğdu. Çocukluğundan beri bir emekçi olarak yaşadı. 1979'da Tariş direnişinde yer aldı. Mücadele içerisinde bir çok kez tutsak düştü, işkencelerden geçti. Ancak davasından ve mücadelesinden hiçbir zaman vazgeçmedi.

1996'nın Mayıs ayında yeniden tutsak düştüğünde hapishanelerde süren Süresiz Açlık Grevi eyleminde tereddütsüzce yer aldı. Tahsin Yılmaz Süresiz Açlık Grevi direnişinin 68. gününde ölümsüzleşti.

 

ALİ AYATA- 1965 Dersim doğumlu. Kürt milliyetindendir. Yaşadığı bölgenin konumu ve siyasi yapısı gereği yaşamı devrimcilerle içiçe geçti. İlk devrimci mücadele yaşamı Devrimci Halkın Birliği saflarında başladı. 79'da TKP(ML) saflarına katıldı. Uzun bir süre Dersim gerilla birliğinde görev aldı. 92'de de Karadeniz kır gerilla faaliyetleri içerisinde yer aldı. 94'de Çukurova TKP(ML) bölge komitesine atandı. Bu süreçte tutsak düştü. Önce Konya ardından Bursa hapishanesine sevk edildi.

Ölüm Orucu eyleminin 67. gününde ölümsüzleşti.

 

HAYATİ CAN- 1971'de Erzincan'da doğdu. Kürt milliyetindendir.

30 Mart 95'te TKP(ML) örgütüne yönelik bir operasyon-da düşman tarafından ele geçirildi. İşkencelerden zaferle çıktı. Ardından tutuklanarak Sağmalcılar hapishanesine konuldu. Daha sonra Sağmalcılar'dan Bursa hapishanesine sevk edildi. Ölüm Orucu eylemi için büyük bir coşkuyla gönüllü oldu.

Hayati Ölüm Orucu direnişinin zaferle sonuçlanmasının ardından hastaneye götürüldüğü sırada şehit düştü.

 

HİCABİ KÜÇÜK- 1972 Bayburt doğumlu. Gerici bir ortamda yetişmesine karşın, genç yaşta devrimci mücadelede yer aldı.

Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesi 2. Sınıf öğrencisiydi. TİKB davasından hükümlü olan Hicabi Süresiz Açlık Grevinin 69. gününde Bursa Hapishanesinde şehit düştü.

 

OSMAN AKGÜN- 1965'te Rize'de doğdu. Açıköğretim Fakültesi İş İdaresi bölümünden mezun oldu.

1991 yılında silah eylem hazırlığı sırasında bir ihbar üzerine çıkan çatışmada Zeytinburnu'ndan Bakırköy'e kadar kahramanca çatıştı. Bu çatışmada karaciğerine isabet eden kurşunla ağır yaralı olarak tutsak düştü. Yaralı olmasına rağmen günlerce işkencelerden geçirildi. Direnişini burada da sürdürerek işkencecileri yenilgiye uğrattı.

Süresiz Açlık Grevi direnişinin 69. gününde şehit düştü.

 

 

Ana Sayfa