16-17
NİSAN DİRENİŞİ
YER:
İstanbul, Sahrayı
Cedit, Erenköy, Üstbostancı, Çiftehavuzlar
TARİH:
16-17 Nisan
1992
16-17 Nisan
1992 Çiftehavuzlar
DEVRİMİN
BAYRAĞI DALGALANIYOR
ÖLÜME İNAT
16 Nisan... Gün bitmek üzere... Biten gün devrimin
zaferiyle sonuçlanacak bir çatışmanın başlangıcına tanıklık ediyor.
İstanbul'un tüm işkencecileri, tüm infaz mangaları
sokaklarda; Sahrayı Cedit, Erenköy, Üstbostancı ve
Çiftehavuzlar kuşatılmış.
Üstbostancı'da Sinan Kukul, Şadan ve Arif Öngel direniyorlar katiller sürüsüne karşı. Teslimiyet yok Üstbostancı'da. Çatışarak kuşatmayı yarmaya çalışıyorlar.
Katiller sürüsü Erenköy'de de Ahmet Fazıl Özdemir,
Hüseyin ve Satı Taş'ın sloganlarıyla, marşlarıyla karşılaşıyorlar. SDB'ler komutanı Fazıl ve yoldaşları 16-17 Nisan direnişini
örüyorlar inançları ve cesaretleriyle.
Kozyatağı'nda Ayşe Gülen'le
Ayşe Nil Ergen, katillere karşılarında teslim olan bir devrimci görme mutluluğunu
tattırmıyorlar.
Ve direniş Çiftehavuzlar'da doruğa çıkıyor,
bayraklaşıyor. 17 Nisan bir operasyondan doğan direniş destanının adı olarak
kazınıyor tarihe.
Operasyon polis telsizlerinden ilk olarak 21.30'da
duyuluyor. Açık bir belirtme değil bu. Ama yine de "birşeyler"
olduğu belli. Basın bölgeye akıyor.
Çiftehavuzlar bölgede en son
kuşatılan üs.
Saat 23.00 sıraları... Hemen her operasyonda, her
kuşatmada olduğu gibi, yollar sokaklar kesiliyor. Halk evlerine hapsediliyor.
Ve bir katliam daha, bir direniş daha polis açıklamalarının klasik kalıpları
içinde boğulmaya çalışılıyor.
Ama öyle olmuyor Çiftehavuzlar'da. Direniş saat saat, an an tüm ayrıntılarıyla
kalıyor tarihe. Düşmanın, düşmanın devletinin o güne kadarki direnişlerden
halka, devrimcilere ulaşmasını önlemeye çalıştığı o inancın, coşkunun, bağlılığın
gücü tüm görkemiyle yayılıyor Çiftehavuzlar'dan.
Çiftehavuzlar'da Karasu Apartmanı'nın 12. katındaki
kuşatılan üste Devrimci Sol Merkez Komitesi Üyesi Sabahat KARATAŞ ve yoldaşları Eda
YÜKSEL ve Taşkın USTA vardır.
Kuşatmanın daha ilk anlarında Sabahat
Karataş telefonun ahizesine uzanır ve tuşlara basar. Aranan TAYAD Başkanı
Gülten Şeşen'dir. Soğuk kanlıdır
Sabo, sakin, güçlü.
- Merhaba.
Evimizi sarmış durumdalar. 30 dakika oldu. Ben ve iki yoldaşım varız. Yarım
saattir oyalıyoruz. Tüm belgeleri banyoda yaktık. Bir çöp bile bırakmadık.
Biraz sonra ateş etmeye başlarlar. Çatışacağız. Niyazi'lerin, Apo'ların, Haydar'ların yanına gideceğiz. 12 Temmuz şehitlerinin
yanına gideceğiz.
Hemen arkasından Eda alır bu kez ahizeyi.
- Bizler
Devrimci Sol savaşçıları olarak Türkiye halkları için şehit düşeceğiz. Bizler
çok iyiyiz. Çok sakiniz. Kızıldere'de, 12 Temmuz'da
ölümü gülerek kucaklayan yoldaşlarımız gibi, biz de ölümü gülerek, çarpışarak
karşılayacağız.
Soğukkanlıdırlar.
Bulundukları üssü kuşatan ağır silahlarla,
bombalarla donatılmış yüzlerce polisin biraz sonra saldıracağını
bilmektedirler. Panzerler, ekip otolarıyla doludur tüm çevre. Uzun namlulu
silahlar üzerlerine çevrilidir. Yani ölüm, eşikte bile değildir artık, eşiği
aşmıştır. Ama yine de soğukkanlıdırlar.
Can telaşı yoktur onlarda.
Kuşatmayı fark ettikleri anda, saldırıya karşı
barikatlarla güçlendiriyorlar üslerini. Ve bir yandan da yoldaşlarının
güvenliğini koruma çabası içindedirler.... Kuşatmanın
yarım saati dolarken, Karasu Apartmanının 12. katının penceresinden yoğun bir
duman çıkmaya başlıyor. Herkesin gözü o pencerede şimdi..
Biraz sonra Eda geliyor pencereye:
- Lağım fareleri, size bir çöp bile bırakmadık...
Katiller sürüsü ilk yenilgisini almıştır.
Morallerini küfürlerle yükseltmeye çalışıyorlar.
Kuşatılmışlardı.
Biraz sonra öleceklerdi.
Ama onlar hala diğer yoldaşlarını düşünüyorlar.
Saat 00.20... Telefonda Sabo konuşuyor; soruyor:
- Sinan'dan haber var mı? Sinan'ı sorun, haberleri
açın, dinleyin. Haber almaya çalışın...
Saat 01.20
- Sinan'dan haber var mı? Telefon ettiniz mi?
Haberleri dinlediniz mi? Sinan'dan bahsediyorlar...
Saat 02.30
- Sinan'ın öldüğünü söylüyorlar. Lütfen bana haber
getirin.
- Amcabeyimi sorun...
Ölüm karşılarında. Kaygıları kendileri için değil,
yoldaşları içindir. İşte ölüm karşısındaki güçlülüğün, işte ölümün farklı,
devrimci kavranışının ifadesidir bu.
Zaman sabaha karşıdır. Ölüm biraz daha
yakınlarındadır artık. Biraz daha kucaklamışlar onu. Bu anda telefonda şunları
söyler Sabo:
- Düşünüyorum, yoldaşlarıma yardımcı olmak
istiyorum. Zorluyorum kendimi. Nasıl bulduklarını bilemiyorum... Bir günlük
olay...
İstanbul'un caddeleri, sokaklarıyla dosttu Sabo.
Cuntanın o güç yıllarında kurulmuştu bu dostluk. Sonrasında da devam etmişti.
10 yılı aşkındır illegal koşullarda yaşıyordu. İlkeli, disiplinli, kurallıydı.
En güç günlerde sahip çıkmıştı harekete. Ve bugünlere ulaşmasında büyük pay
sahibiydi. İlkeli, kurallı yaşamıyla yoldaşlarının, örgütünün güvenliği onun
için herşeyden önemliydi. Şimdi de yoldaşlarıyla
paylaştığı aynı kaygıydı.
Düşünüyorlar. Kendilerini değil yoldaşlarını.
Düşünüyorlar, canlarını değil, yoldaşlarının ve örgütlerinin güvenliğini.. Vefa, dostluk, yoldaşlık, bağlılık, ölümden önce geliyor
onların kavrayışında.
Kararlıdırlar ve cesur... Kuşatma dakika dakika daralır. Kurşunlar, bombalar daha yakınlarına düşer.
Ama korku yaklaşamaz yanlarına, kararlılıkları gerilemez. Tereddüt geçmez
yüreklerinden ve beyinlerinden.
İlk telefonlarında "Çatışacağız. Evlerde, sokaklarda,
Malatya dağlarında şehit düşen yoldaşlarımız gibi, Hamiyet'ler, Olcay'lar gibi
gülerek gidiyoruz ölüme" derler.
"Hoşçakalın. Sizleri,
halkımızı çok seviyoruz" der Eda ahizeyi elinden bırakırken...
Saat 01.20'de ateş etmeye başlar katiller sürüsü.
Ardından sloganlar duyulur.
- YAŞASIN DEVRİMCİ SOL!
- KAHROLSUN FAŞİZM, YAŞASIN MÜCADELEMİZ!
...
Silah sesleri yoğunlaşır. Katiller sürüsüne
sandıklarla cephane taşınır.
02.30'da direniş üssüne çatıdan girmeye çalışır
katiller.
- Şu anda üstteler, üstten delmeye çalışıyorlar.
Aynı anda polis telsizinden şu konuşmalar geçiyor:
-
Bacadayız. Kestaneleri getirin.
- ...
Anlamadım.
-
El bombaları ve tahrip kalıpları.
Hazırlıklar tamamlanmıştır. Katiller sürüsünün şefi
var bu kez telsizin bir ucunda.
- Sayın
33.10 Emirleriniz
-
Kestaneler yanlış yerde kaynayabilir
- Hayır efendim, tam üstündeyiz.
Bombalar patlar birbiri peşi sıra.
Ve aynı anda
Eda şöyle seslenir onlara:
- Hadi tanklarınızla, toplarınızla gelin, girin
içeri... Ölülerimiz dahi korkutuyor sizi, geceleri rüyalarınıza giriyoruz.
Titriyorsunuz korkudan, hadi girin... Unutmayın ki, devrimci adaletimizden
kaçamayacaksınız. Yoldaşlarımız cezalandıracak sizi.
Eda ve Taşkın uzun süredir devrimci hareketin bu
üssünün kurumlaşmasında görevliydiler. Düzenin nimetlerine uzanabilecek
olanakları vardı. Ama onlar devrimi tercih etmişlerdi, sosyalizme, devrime ve
devrimci harekete inanıyorlardı. Kurumlaşmasında emekle, sabırla yer aldıkları
bu üssü, işte şimdi Sabo'ya birlikte bu inançlarıyla savunuyorlardı.
Kuşatma, çatışma ve direniş sürer. Bombalar teslim
alamaz onları. Katiller sürüsüne cephane taşınır yeniden. Telsizlerin şarjları
boşalır; Şişli'den, Üsküdar'dan dolu telsizler isterler... Karşılarındaki irade
şarjlarını, mermilerini ve morallerini tüketiyor. Çünkü kurşunlarla, bombalarla
süren bu çatışma, bir iradeler savaşı aynı zamanda.
- Evet, bacadan gaz vermeye başladılar.. Kapıyı zorluyorlar... Büyük bir gedik açtılar.
Direnişçilerin karşı ateşi yoğunlaşır bu kez.
Üç el tetiktedir, üç yürek direnişte.
Haykırırlar tüm inançlarıyla
- Türk ve Kürt halklarının mücadelesi faşizmi
yenecektir!
Düşmanın oyunu bozulmuştur. Katliamlarla yılgınlık
yaratmayı amaçlayan oligarşinin hesapları tutmamıştır böylesi bir direniş
karşısında. Çünkü geçen her dakika, düşmana sıkılan her kurşun, atılan her
slogan devrimin, devrim düşüncesinin, devrimcilerin yenilmezliğinin yeni bir
kanıtı olmaktadır.
Bu direniş tüm devrimcilere, yurtseverlere kuşatma
altında da olunsa, halk kitlelerine düzenin kofluğunu, devrimci irade
karşısında çaresizliğini göstermenin, devrimci propagandanın mümkün olduğunu
göstermektedir.
Direniş sürer. Çatışma şiddetlenir.
- Barikatı güçlendirdik. Açamıyorlar. Bir yoldaşımız
kolundan yaralandı.
Hiçbir şey ve vücutlarında kurşunlarla açılan
yaralar, teslim olmakla ölmek arasında yaptıkları tercihleri milim saptırmaz.
- Bomba kullanacaklar, hazırlanıyorlar. Bizler
iyiyiz, sakiniz.
Sınırsızca sakindiler hem de.
Güç onların inancındaydı.
Güç ölümlerinin yükleneceği misyonun
bilincinde olmalarındaydı.
Güç halka ve harekete inançlarında, geleceğe, zafere
duyulan güvendeydi.
Ölümsüzlüğe inanıyordu onlar.
- Bizler birer kırmızı karanfil olarak ülkenin dört
bir yanında açacağız... diyordu Sabo. Ve ekliyordu Eda:
- Devrimci Sol bayrağımız ülkenin her tarafında
dalgalanacak.
Saatler akıp gider. Geçen zaman yalnız ve yalnız
direnişi büyütmektedir.
Direnişçiler kurşun sağanağı altında pencereden
sosyalizmin bayrağını, devrimci hareketin orak-çekiçli bayrağını
dalgalandırırlar.
Saat 06.00 sıralarıdır.
Açılan bayrak bir meydan okumadır ölüme ve
oligarşiye.
Bayrağı kurşun yağmuruna tutar katiller.
Ama bayrak ölmez, öldüremezler onu.
Orak-çekiçli bayrakla tamanlanan
direnişin o anki tablosu katiller sürüsünün yenilgisini ilan etmektedir adeta.
Dalgalanan sosyalizmin bayrağı altında sürmektedir
açık çatışma.
Sabaha karşı gelişmeleri aktarmaya da devam eder
Sabo.
- Kolumdan yaralandım. Kurşun girip çıktı. Ama ateş
edebiliyorum. Banyo duvarını bombayla açmaya çalışacaklar.
Katiller sürüsü başını bir direniş üssüne çarpmıştır.
Kapıya, tavana yan duvarlara koşturup dururlar.
- Tam açamadılar, orayı yeniden sağlamlaştırdık. Çok
sakiniz, çok iyiyiz. Kanımızın son damlasına kadar çarpışacağız.
Zafer direnenlerindir. Her sözcükleri, her
haykırışları bunu kanıtlar. Tekrar tekrar vurgularlar
bunu. Saat 07.00'ye yaklaşmaktadır.
- Tankınızla, topunuzla gelin korkaklar.
- 12 Temmuz'larda, Malatya dağlarında yoldaşlarımız
nasıl gittilerse ölüme, biz de öyle gidiyoruz.
16 Nisan'da başlayan kuşatma ve kuşatmayı kendi
çemberine hapseden direniş 17 Nisan'da da sürer. Gün ağarmıştır artık.
Direnişçiler yaralıdır. Sabo kolundan, sonra bacağından yara alır. Ne ki, silahları
ve sloganları susmaz yine.
Saat 07.00 sıralarında bayrağın hala asılı durduğu percerede zafer işaretleriyle Sabo ve Eda görünür. Bir
destanın en mükemmel tablosunu çizmektedirler adeta... Sabahı, yeni doğan günü,
sosyalizmi, devrimci hareketi, önderliğini ve yoldaşlarını selamlarlar son kez.
O duru sesleriyle bir kez daha seslenirler pencereden.
- Halkımız, sizin için ölüyoruz.
Bu görüntüyü hiçbir güç tarihten silemeyecektir
artık.
Yaralıdırlar. Direnişlerinin an an
tarihe kaydedilmesine aracılık yapan telefona çok sık gelemezler şimdi.
- Kapıyı bombayla açmak için hazırlık yapıyorlar.
Telefon kapının yanında olduğu için gelemiyoruz. Artık arkaya çekiliyoruz...
Giriyorlar...
Düşman önlerindedir ölüm kusan silahlarıyla. Ölümle
aralarında yalnızca bir adım, yalnızca dakikalar, belki saniyeler kalmıştır.
Son sözlerini haykırır telefonda Sabo; her şey olağanüstüdür.
- Ellerimizde silahlarımız, dillerimizde
sloganlarımızla karşılıyoruz ölümü. Eşime, önderime, Devrimci Sol önderine
bizzat selamlarımı iletmeni istiyorum. Tüm yoldaşlarıma selamlarımızı iletmeni
istiyorum. Hoşçakalın.
Evet, sözler, sözlerdeki cesaret, sözlerdeki irade,
sözlerdeki inanç olağanüstüdür. Olağanüstü bir sözcüktür o anda dillerinde
dökülen "Hoşçakalın"
Hiçbir sözcüğün sahip olamayacağı bir derinliğe,
hiçbir sözcüğün yüklenemeyeceği bir güce sahipti bu yalın tek sözcüklük "hoşçakalın" vedası.
Ama asla olağanüstü görmediler direnişlerini. Olması
gerekeni, olağan bir görevi yerine getirircesine sade ve kararlıydı her şey.
İlk değiller. İlk olduklarını düşünmediler hiç.
"Yaşasın Kızıldere"ydi en
sık attıkları sloganlardan biri... Kızıldere'de yanan
meşalenin aydınlattığı yoldaydılar.
"12 Temmuz'da ölümü gülerek kucaklayan
yoldaşlarımız gibi..."
"Malatya dağlarında şehit düşen yoldaşlarımız
gibi..."
"Hamiyetler, Olcaylar gibi... "
diyorlardı.
Ve onlar gibi gülerek, çarpışarak gittiler ölüme.
Gelenekte güçlü bir halka oldular.
Geleneğin ilanı oldular halka ve dünyaya.
Bayrağı oldular geleneğin.
17 Nisan katliamından "ölen ama yenilmeyen,
umut ve güven sağlayan, geleceği aydınlatan bir tavır, bir direniş" doğdu.
Hemen 17 Nisan'ı izleyen günler de bunun tanığı ve kanıtı olacaktı zaten.
Yılgınlık ve demoralizasyon bekleyenler 16-17
Nisan'ın yarattığı büyük coşku ve mücadele potansiyeliyle karşı karşıya kalacaklardı.
Çünkü o gün onlar Sabo, Eda, Taşkın ve 16-17
Nisan'ın diğer şehitleri olağanüstü bir sayfa açtılar devrim tarihimize.
Olağanüstülükleri olağanlıklarındaydı.
Bir evden, bir bürodan çıkarcasına sakin yalın
"Hoşçakalın" dediler. Halklarına
ve yoldaşlarına. Ölüm sıradandı onların karşısında. Bir "hoşçakalın"la karşıladılar onu.
Direnmek asla "olağanüstü" değildi. Olağan
olan, olması gereken ve işte o an Çiftehavuzlar'da olandı.
Bunu anlatıyordu işte o yalın sözcük.
Ölümü gülerek kucaklamak, ölümsüzlüğün, sonsuz
varoluşun, halkların yüreğinde ve bilincinde hep yaşamanın adımıydı o an.
O adımı attılar cesaret ve inançla. Ve
ölümsüzleştiler. Ölümsüzleştiler, bayrak oldular. İnanç oldular.
Bizeydi veda mesajları, bizeydi çağrıları, halka ve
bayrağı taşıyacak olanlara...
Ayağa kalk,
kalk İstanbul
At
üstündeki yorgunluğu ...
Sabahat'ın
gür sesiyle seni çağırıyorlar İstanbul
Ve diyorlar
ki, yeter, yeter artık, ayağa kalk, kavgaya savaşa gir İstanbul!
(Yukarıdaki
anlatım, 29 Mart 1997 Tarihli Halk İçin Kurtuluş’un 23. Sayısında yayınlanmıştır.)
DEVRİM TARİHİNİ YAZIYORUZ!..
(Devrimci Sol
Merkez Komite Açıklaması)
Tarihin her sayfasında bizim yaptıklarımız vardır.
Ve tarih her zaman son kazananın devrimciler olduğunu yazar. Çünkü biz her
zaman haklıyı, doğruyu, onuru, cesareti ve adaleti simgeledik, özgürlükler
bizimle gerçekleşti, adalet bizimle yerini buldu, dürüstlük ve namus bizimle
layık oldukları yere kavuştu.
Evet bu yüzden çok katledildik. Promethus olduk, Spartaküs olduk,
Bedrettin olduk, Pir Sultan olduk, Tupac Amaru olduk, Jose Marti olduk, Mustafa Suphi olduk, Rosa
Luxemburg olduk, Sandino
olduk, Seyit Rıza olduk, Che olduk, Mahir, Deniz, İbo olduk, Niyazi, İbrahim olduk, Sabahat,
Sinan, Fazıl olduk, inançlarımız için bire bin veren tohumlar olup
bedenlerimizi toprağa ektik.
Her seferinde yeniden ayağa kalktık ve kazanan hep
biz olduk. Lenin de bizdik, Mao da. Dimitrov, Stalin,
Fidel, Cabral, Neto, Ho Chi Minh'in
zafer türkülerinin besteleri bizimle yapıldı.
Bizi yok edemediniz!..
Katledilirken de, zafer bayraklarını
dalgalandırırken de dünyanızı sarstık, geleceğinizi kararttık. Bize hiçbir
zaman ve hiçbir yerde diz çöktüremediniz.
Ve sizin hiç geleceğiniz olmadı. Güzelden, doğrudan,
adaletten hep uzak kaldınız ve bunun için yenildiniz, yenilmek kaçınılmaz
kaderiniz olarak alınlarınıza yazıldı, ikiyüzlülük, yalan, sahtekarlık,
cinayet ve katliam kimliklerinizi belirledi. Hep tiksindirdiniz insanlığı. Hep
iğrenç oldunuz, ağzınızdan çıkan sadece kan ve salya oldu.
Bugün yine ağzınızdan akan kan ve salyalar arasında
sevinç çığlıkları atıyorsunuz. 11 yoldaşımızın, 11 devrimcinin kanları üzerinde
zafer çığlıkları atıyorsunuz.
Kendinizi kandırabilirsiniz ama Türkiye halklarını
ve dünya kamuoyunu aldatamazsınız. Yine yenildiniz. Herkes gördü ki,
yoldaşlarımızın kanını döktüğünüz her evde bizim bayrağımız, bizim mücadele
şiarlarımız dalgalandı. Yoldaşlarımızın cesur ve yiğit direnişleri karşısında
paniğe kapılan, korku içinde sağa sola kaçan sizdiniz. Yüzlerce-binlerce
idiniz. Binlerce katil, her türlü silahınızla, bombalarınızla, panzerlerinizle
oradaydınız ama titriyordunuz, korkuyordunuz. Biz ise gittiğiniz her yerde en
fazla üç kişiydik. Her türlü silahınıza, panzerlerinize, bombalarınıza karşı yumruklarını
sıkıp söylenecek her şeyi söyleyen ve çoğu kadın olan üç'er
kişi... Ve siz bu korkak, iğrenç halinize bakmadan "zafer" diyordunuz.
Boşuna uğraşıyorsunuz...
Siz katiller sürüsü de çok iyi biliyorsunuz ki,
değil onlarcamızı, yüzlercemizi,
binlercemizi de katletseniz bizi öldüremezsiniz, yok
edemezsiniz. Çünkü biz inanan, direnen ve savaşan bir gücüz. Direnişçiliğin
böylesine güçlü bir gelenek, savaşçılığın böylesine bir karakter haline geldiği
hareket yok edilemez. Köklerimiz öylesine derinde ki, bunun için tüm insanlık
tarihini alt üst etmeniz, tarihi yok etmeniz gerekecek. Bunu yapamazsınız ve bu
yüzden kaybedeceksiniz. Biz ise her katliamınızdan sonra daha güçlü bir şekilde
ayağa kalkacağız. Bunu defalarca gösterdik, yine göstereceğiz ki, boşuna
uğraşıyorsunuz başaramayacaksınız. Dün olduğu gibi yarın da katlettiğiniz
yoldaşlarımızın kanları kurumadan, cenazeleri kaldırılmadan siz katillerinizin
leşlerini toplayacaksınız sokaklardan.
YALAN
SÖYLÜYORLAR!..
"Silahı
ve bombası olmasına rağmen çatışmayıp teslim olan militanlar var" diyenler yalan söylüyorlar...
16 ve 17 Nisan günleri gittikleri örgüt üslerimizin
hiçbirinde çatışmadan teslim olan tek bir yoldaşımız yoktur. Hangi evde
kendilerine doğrultulmamış, tetiğine basılmamış bir silah bulabildiler,
açıklasınlar. Açıklayamazlar.
Bütün evlerin örgüt evi olduğunu, gittikleri her
evde silah doküman vb. bulduklarını söyleyenler yalan söylüyorlar...
Sahrayı Cedit Halk Sokaktaki ev örgütümüze ait bir
üs değildir örneğin. Ve bu evde silah, doküman vb. hiçbir şey yoktur. O ev Ayşe
UZUNHASANOĞLU'nun yurtdışında çalışan anne ve babası
tarafından kızlarına düğün hediyesi olarak alınmıştır ve bizimle ilgisi yoktur.
Örgütümüzün üyesi olmayan, sadece bir taraftarı olan Ayşe UZUNHASANOĞLU'nun
bu evinde değil silah, örgütsel doküman vb. faşizm açısından suç unsuru
sayılabilecek tek bir nesne dahi yoktur. Silahsız, savunmasız insanları
katleden faşizm, bu katliamlarına gerekçe uydurmaya, meşruluk kazandırmaya
çalışıyor.
Çiftehavuzlar Cezmi Ör Sokaktaki evin sahte kimlikli
örgüt üyeleri tarafından satın alındığını söyleyenler yalan söylüyorlar.
O ev, orada katledilenlerden Taşkın USTA tarafından gerçek
kimliğiyle satın alınmıştır ve Taşkın USTA'nın özel
mülkiyetidir. Bu yalanların altında faşizmin yağmacı-talancı kafa yapısı
vardır. Faşizm bu tür yalanlarla bu evlere el koymak istemektedir. Bugüne dek
onlarca taraftarımızın evine, arabasına el koymanın meşruiyetini bu türden
yalanlarla yaratan faşizm aynı taktiği yine gündeme sokmuştur.
Örgüt evlerinde bilgisayar disketleri, örgütün
arşivi bulundu diyenler yalan söylüyorlar.
Örgüt üslerimizden hiçbirinde bilgisayar disketleri
ve üyelerimizin listesi yoktur. Daha önce açıkladığımız gibi örgütümüzün
bilgisayarla arşiv tutma vb. anlayışı yoktur. Diğer yandan örgüt üslerimizde o
anda varolan dokümanların büyük çoğunluğu çatışmalar
sırasında yoldaşlarımız tarafından yok edilmiştir. Faşizm, "büyük
darbe" imajı yaratmak, moral bozukluğuna neden olmak için böyle bir yalanı
uyduruyor. Bunu yapmak zorunda çünkü devrimcilere karşı yalan dışında bir
silahları yok.
FAŞİZM
HALKTAN TECRİT OLMUŞLUĞUNU MİZANSENLERLE
ÖRTBAS
ETMEK İSTİYOR.
Yalanla, demagojiyle, sahtekarlıkla
kimse zafer kazanamamıştır, kazanamaz. Ama faşizmin yalandan, demagojiden başka silahı yoktur. Kontrgerillanın bu pis
yöntemi, bu kirli savaş taktiği, bugün faşizmin Psikolojik Savaş adına dört
elle sarıldığı bir yöntemdir.
Sivil polislerine tezahürat yaptırtan, bayrak
astırtan, röportaj adı altında halka muhbirlik çağrısı yaptırtan faşizm
kamuoyunu aldatmaya, kışkırtmaya çalışıyor. Katillerinin sahneledikleri bu
oyunlar halka maledilmeye çalışılıyor.
Halklar muhbirliğe zorlanıyor, halklar birbirine ve
taleplerine düşman edilmek isteniyor ve adına psikolojik savaş deniyor.
Üslerinde üçer kişiden fazla olmayan yoldaşlarımıza
karşı yüzlerce-binlerce katil seferber etmelerine, panzerleriyle, bombalarıyla,
keskin nişancılarıyla ve her türlü silahlarıyla saldırmalarına rağmen
yoldaşlarımızı teslim alamayan katiller sürüsü, bu acizliklerini, bu
katliamlarını zafer diye lanse etmeye çalışıyorlar, adına psikolojik savaş
diyorlar.
Halk düşmanı politikalarıyla halkların nefretini
kazananlar, devrimci mücadele karşısında işkence ve katliam dışında bir
dayanakları olmayanlar 055 masallarıyla kamuoyunu aldatmaya çalışıyorlar, adına
psikolojik savaş diyorlar. Oysa 055 işlemez hale gelmiştir. Polis halk nezdinde
gülünecek, alay edilecek bir duruma düşmüştür. Evet O55'e
ihbar yağıyor ve polis her gün onlarca polis, bekçi, bürokrat, holding sahibi
ve faşistlerin evlerini basıyor, hem de büyük güçlerle, gösteriye gidercesine
konvoylarla... Bu operasyonun da halkımızın O55'e ihbarıyla kesinlikle ilgisi
yoktur. Operasyon, bir arkadaşımızın polis takibine düşmesi sonucunda
gerçekleşmiştir.
Türkiye halklarından en küçük bir yardım ve destek
göremeyen, katliamcı yüzlerini gizle-yemez hale gelen faşist katiller;
basınıyla, TV'leriyle bu tecrit olmuşluğu gizlemek, katliamlarını meşrulaştırmak,
kaybettiği psikolojik üstünlüğü yeniden elde etme uğraşındadır. 055 masalları
bunun içindir, bayrak açıp slogan atma mizansenleri bunun içindir.
Bu psikolojik savaş değildir, bu yalandır, demagojidir, ikiyüzlülüktür. Bu çıkmazdır, bu bataktır. Bu
güç değildir. Güç yürektedir, inançtadır, savaşma kararlılığındadır. Biz bu
güce sahibiz. Devrimci kanına susamış kalemleriyle gazeteler, TV'ler varsın
sizin olsun, tepe tepe kullanın onları. Onlar da sizi
kurtaramayacak. Kurtarabilseydiler 12 Eylülcüleri kurtarırlardı. Kurtaramazlar çünkü
karşınızda biz varız ve biz halkın içindeyiz. Halklar gazetelerinizin, TV'lerinizin
her biri diğerini yalanlayan kırk türlü yalanına değil bize inanıyor. Çünkü biz
doğruyu söylüyoruz ve halk bunu biliyor.
16-17
NİSAN'DA YENİLDİNİZ VE TÜM DÜNYA ACİZLİĞİNİZİ GÖRDÜ.
Evet, her birinde 2-3 yoldaşımızın bulunduğu örgüt
üslerimizin hiçbirini teslim alamadınız. Her gittiğiniz üste yenildiniz.
Panzerlerinizle, bombalarınızla, ağır makinalılarınızla, keskin nişancılarınızla ve yüzlerce katilinizle
çevirdiğiniz her üssümüzde bayrağımızla, marşlarımızla, kavga sloganlarımızla, sıkılı
yumruklarımızla karşılandınız. Gittiğiniz her üssümüzde unutamayacağınız bir
şamar yediniz. Bu, inancın, cesaretin, devrimci kararlılığın, sosyalizmin
şamarıydı.
Ve sizlerle çok karşılaştık katiller sürüsü...
Halkın Adaletiyle karşılaştığınız her seferinde yalvardınız, dizlerinizin bağı
çözüldü. Savaşçılarımızı karşısında görüp de direnen, yalvarmayan bir katile
rastlamadık bugüne dek. Her seferinde ellerinizi kaldırıp teslim oldunuz,
yumruğunu sıkıp göğsünü açan olmadı hiç. Korkaksınız, iğrençsiniz. Ve bu
halinize bakmadan sizi bir kere daha utanç verici bir şekilde rezil eden
yoldaşlarımız karşısında zafer çığlıkları atıyorsunuz.
Üzülmüyoruz, yas tutmuyoruz. Aksine gururluyuz.
Yoldaşlarımız direnme geleneğimizi daha da güçlendirdiler, direniş destanları
yarattılar. Korku ve paniğinizi, acizliğinizi tüm dünya kamuoyuna ve Türkiye
halklarına bir kez daha gösterdiler. Tüm dünya, sol yumruklarını sıkıp, tüm silahlarınıza
karşı "Cesaretiniz varsa gelin" diye haykıran Sabahat'ların,
Eda'ların destansı direnişi karşısında nasıl korktuğunuzu, nasıl çılgına döndüğünüzü
gördü... Herkes tanık oldu ki, biz orada 2 kadın 1 erkek toplam üç kişiydik ve
siz binlerceydiniz ama korkuyordunuz.
Çiftehavuzlar’da ikinci bir Maltepe direnişini
faşizmin suratına bir şamar gibi indiren yoldaşlarımızın çok büyük bir maddi
güçleri yoktu belki. Ama kocaman yürekleri vardı. Onlar Bağımsızlık, Demokrasi,
Sosyalizm mücadelesi veren, bu uğurda ölüme de hoş geldi safa geldi diyen Devrimci
Solculardı. Onları böyle güçlü kılan buydu işte. Sosyalizme inancın soyluluğunu
taşıyorlardı, kurtuluşun devrimde olacağını gören ve bu inançla savaşan bir
kararlılığa sahiptiler.
Hiçbir yoldaşımız can derdine düşmedi, faşistlere,
işkenceci katillere yalvarmadı. Önce örgütlerini ve savaşçı geleneklerini
düşündüler, bunların gereğini yerine getirdiler. Faşizmin işine yarayacak
hiçbir belge-doküman bırakmadılar, yok ettiler ve bayraklarını açarak geleneklerimize
uygun bir şekilde, geleneklerimizi daha da güçlendiren bir kararlılıkla
savaştılar ve düşmanı rezil ettiler.
Erenköy, Üstbostancı,
Çiftehavuzlar'da saatlerce direnen, maddi yönden çok üstün düşman güçleri
karşısında bir an bile teslimiyeti düşünmeyen yoldaşlarımız sosyalizm inancının,
kurtuluş mücadelesinin birer bayrağıydılar. Faşizm o bayrakları yere düşüremedi.
Bayraklarımızı yoldaşlarımızın cesetlerine basarak indirenler hiç sevinmesinler.
O bayrak Bağımsızlık, Demokrasi ve Sosyalizmin bayrağıdır ve tüm Türkiye'de
dalgalanıyor artık. Her Devrimci Sol üssü, her Devrimci Solcunun evi bir
direniş kalesidir. Ve düşmanın karşısında bayrağımızı dalgalandıracağımız yüzlerce
kalemiz var, binlerce Sabahatımız, Edamız, Sinanımız, Fazılımız var. Biz yine bayraklarımızla,
silahlarımızla savaş alanındayız. Bombalarınıza, silahlarınıza, panzerlerinize
ve yüzlerce katilinize karşı dünyanın en güçlü silahına sahibiz. Sosyalizm
inancıyla, devrimi gerçekleştirme kararlılığıyla kabına sığmayan yüreklerimiz var.
CESARETİNİZ VARSA GELİN!..
Cesaretiniz varsa gelin. Silahlarınızla,
bombalarınızla, panzerlerinizle gelin. Hep aynı tavırla karşılanacaksınız.
Yumrukları havada, alınları dik sosyalizmi haykıran, bayraklaşan yoldaşlarımızı
bulacaksınız karşınızda. Ve siz yine korkacaksınız, sineceksiniz, panik içinde
sağa sola saldıracaksınız.
16-17 Nisan'da biz çok şeyler kazandık. Devrimci
Solcular için artık direnmenin, savaşmanın yepyeni anlamları var. Sabahatlar, Edalar Devrimci Solcu gibi savaşmanın, Devrimci
Solcu gibi yaşamanın ve ölmenin yeni örneklerini yarattılar. Artık direnmenin,
savaşmanın ve onurluca ölmenin yeni bir adı var: Sabahat
gibi, Eda gibi savaşmak, onlar gibi ölmek tüm Devrimci Solcuların bilincine
kazınmıştır. Onlar gibi direneceğiz, onlar gibi çatışacağız, onlar gibi
yaşayacak ve öleceğiz...
16-17 Nisan'dan faşizmin payına düşen ise daha fazla
yalan, daha fazla demagoji ve en iğrenç provokasyondur,
korkudur, acizliktir. O kadar korkak ve acizdirler ki, katlettikleri
yoldaşlarımızın yerde yatan cesetlerini kurşun yağmuruna tutarak, silah tutan
bileklerini delik deşik ederek korkularını bastırmaya çalıştılar. Yüreğimizin
ve bileğimizin gücü onları her zaman korkutmuştur ve korkutacaktır.
O kadar aciz ve korkaklar ki, son mermilerini
atarken bile ismini haykırdıkları önderimizin onları ihbar ettiğini ileri
sürdüler. Yalan ve demagoji bünyelerine öylesine
sinmişti ki, bir yandan Sinan yoldaşımızın sağ kol olduğunu söylerken bir
yandan da önderimizle arasında çelişki olduğunu iddia ettiler. Silahla, bombayla
bizi yok edemeyeceklerini, parçalayamayacaklarını, morallerimizi bozamayacaklarını
çok iyi biliyorlar ve bu yüzden yalanlarla, iğrenç suçlamalarla sonuç almaya
çalışıyorlar. Bu yalanlarla hiçbir Devrimci Solcunun savaşma azmini,
kararlılığını, direnme ruhunu karartamayacaksınız. Ama unutmayacağız. Bu
yalanları üretenleri, yayanları ve kamuoyuna gerçek olarak sunmaya çalışanları
unutmayacağız. Faşizmin psikolojik savaş yöntemlerine alet olan herkes,
bilinçli veya bilinçsiz yapsın bu yalanlarda sorumluluk sahibi olacaktır.
Örgütümüze ve yoldaşlarımıza karşı eleştiri sınırını aşan bir şekilde
küfredenleri de unutmayacağız, onlara da bizi eleştirebileceklerini ama küfredemeyeceklerini
öğreteceğiz.
KATLİAMLARLA,
YALAN VE DEMAGOJİYLE HALKLARIN
KURTULUŞU ENGELLENEMEYECEK!..
Yeni bir cuntayla şapkasını alıp gitme korkusunu
yaşayan Demirel, bir cunta şefinin yapabileceği her şeyi yapabileceğini
emperyalist efendilerine ve tekelcilere kanıtlama derdindedir. Katliam emirleri
veriyor, katliamları meşrulaştırmak için her türlü yalan ve demagojiye
başvurmaktan geri durmuyor. Efendilerine, bir cunta şefinden daha iyi yaparım
demek istiyor.
Demirel gibi cunta şefi özentilerinin de, yeni
cuntaların da Türkiye'nin ekonomik, siyasi, sosyal koşullarında hiçbir şansı
yoktur. Ne yaparlarsa yapsınlar başaramayacaklar, halkların kurtuluş mücadelesini
sindiremeyecekler, Devrimci Hareketi yok edemeyeceklerdir. Bunu daha önce
defalarca denediler. 12 Mart ve 12 Eylül'deki cuntalar halklara ve devrimcilere
karşı her türlü katliam, işkence, zindan politikasını uyguladılar ama başaramadılar
ve yine aynı yere döndüler. Kısır bir döngü içindeler. Bu, tarihi tersine
çevirmek isteyenlerin kısır döngüsüdür. Halkların Bağımsızlık, Demokrasi,
Sosyalizm mücadelesini bastırabilmek, Devrimci Hareketi yok etmek, emperyalizmi
ve işbirlikçi tekelleri kaçınılmaz sonlarından kurtarmak mümkün değildir. Bu
çaba ekonominin, siyasetin, sosyal bilimlerin ve tarihin kurallarına aykırıdır.
Bu kuralları, baskı, zor ve terörle, yalan ve demagojiyle
işlemez hale getirebilmek mümkün değildir. Hele Türkiye gibi ekonomik, siyasi,
sosyal krizin sürekli olduğu bir ülkede emperyalizmi ve işbirlikçi tekelleri ne
Demirel gibi cunta şefi özentileri, ne de yeni cuntalar kurtarabilir. Sistem
tam bir çıkmazdadır ve bu çıkmazı aşabilmeleri mümkün değildir.
Bugünkü kan dökücülükleri de bu çıkmazın, bu
çaresizliğin ürünüdür. Kürt, Türk ve her milliyetten emekçi halklara kan ve
gözyaşı dışında verebilecekleri bir şey yoktur. Halkların gerçek kurtuluş yoluna,
devrim mücadelesine her geçen gün daha fazla katılması, hak ve özgürlük mücadelesini
yükseltmesi ve kurtuluşun devrimde olduğunu bilince çıkarması onları daha da
telaşlandırıyor, panik içinde saldırıyorlar, kan döküyorlar ve yalana
sarılıyorlar. Kürt ve Türk halklarının kurtuluş umudunu kanla, yalanla
karartmaya çalışıyorlar.
Tüm bu yalanlarının, döktükleri kanların hesabını
emekçi halklara vermek zorundalar. Devrimci mücadeleyi bastırarak, Devrimci
Hareketi yok ederek kısa süre de olsa nefes alabileceklerini sanıyorlar.
Katliam, cinayet ve yalanlarla, Devrimci Hareketi sindirmeyi,
etkisizleştirmeyi, geri adım attırmayı, üye ve savaşçılarını, taraftarlarını
yıldırmayı amaçlıyorlar. Ama bu politikalarının sonuçlarını düşünmüyorlar,
düşünecek durumda değiller. Halkın öfkesinin ve intikam duygularının ne denli
güçlü ve korkunç olduğunu akıllarına bile getirmek istemiyorlar. Şunu hiç
unutmasınlar ki, Devrimci Sol'a uzanan her eli kırdık ve hiçbir yoldaşımızın
kanını yerde bırakmadık. Bu katliamlarını da onlara pahalıya ödeteceğiz.
Başta Demirel olmak üzere tüm hükümet üyeleri,
faşist katiller sürüsünün başındaki yetkililer, müdürler, amirler ve onların
emrindekiler bu katliamın birinci dereceden sorumlusudurlar, suçludurlar.
Suçluların gereken cezalara çarptırılacağından kimsenin kuşkusu olmasın. Bu
Devrimci Sol'un sözüdür.
DEVRİMCİ
SOL ÜYELERİ, SDB SAVAŞÇILARI,
DEVRİMCİ
SOL TARAFTARLARI !
Oligarşi katletmekle bizleri tüketebileceğini, savaş
gücümüzü yok edebileceğini sanıyor. İstedikleri kadar "büyük darbe"
desinler, istedikleri kadar katillerin başı Demirel'in ağzından "beyinlerini
dağıttık" desinler, biz ayaktayız, savaşıyoruz ve Sabahatların,
Sinanların, Fazıl’ların astığı bayrağı taşımaya devam ediyoruz.
Korkuyorlar. Önderlerimizden, üyelerimizden,
savaşçılarımızdan, taraftarlarımızdan, örgütümüzden, hepimizden korkuyorlar.
Bunun için en adi yalanları, en basit demagojileri, en
çirkef provokatif demeçleri peşpeşe
sıralıyorlar. Bir güçleri yok. Yalanla savaşıyorlar bize karşı. Her yalanı, her
provokasyonu faşizmin kendisini vuran bir silah
olmuştur. Bundan sonra da mücadelemizin gücüyle o yalanları, provokasyonları
kendilerini vuran birer silah haline getireceğiz. Biz, önderlerimizi de, savaşçılarımızı
da, şehitlerimizi de tanıyoruz. Ayyaş, serseri, ahlak ve namus düşüncesinden
yoksun, para için her şeylerini satan burjuvalar, faşistler, işkenceciler ve
onların dalkavukları devrimcilerin yaşamına dil uzatamaz.
Bugün şehitlerimizin bıraktığı bayrağı omuzlayıp
daha yükseklere taşımak, onların kanını yerde bırakmamak görevdir. Bu, devrim
bayrağını daha da yükseltmektir.
Üyeler,
Savaşçılar, Taraftarlar!..
Bir savaş içindeyiz. Bunun başka bir adı yoktur.
Düşman her türlü yöntemle saldırıyor. Bu çaresizlikten doğan bir saldırıdır.
Kaybettikleri psikolojik üstünlüğü yeniden ele geçirmek temel amaçlarıdır.
Katliamlar, yalanlar, mizansenler hep bunun için.
Ama kaybetmiş durumdalar, iliklerine kadar korku
içindeler. Bize karşı güçsüzler ve kendilerini koruma telaşındalar. Zırhlı
araba için birbiriyle kavga edenlerin, silahlı güçlerinin neredeyse yarısını
kendi güvenlikleri için ayıranların psikolojik üstünlükten söz etmeleri
düşünülemez. Zayıflıklarını yalan ve iftiralarla maskelemek istiyorlar. Ama çok
geç artık.
Bu bir savaş. Ölmek ve öldürmek savaşın ilk kuralıdır.
Faşizm bizleri katlederek, yıldırmayı, korkutmayı, vazgeçirmeyi amaçlıyor.
Bunun karşısında atılacak tek bir geri adımımız yoktur. Bu savaşı onlar
başlattı ve biz de gerekeni yapacağız. Yoldaşlarımızın kanları yerde dururken,
onların güçlülük demagojilerine, sahte zafer
çığlıklarına sessiz kalmayacağız. Katliamcılara anladıkları dilden cevap
vermeye devam edeceğiz. Tüm Devrimci Sol üyelerinin, SDB savaşçılarının, Devrimci
Sol taraftarlarının bugün en temel görevi faşistlere, katillere, katliam emrini
verenlere, devrim önünde engel olanlara dünyayı zindan etmektir. Bu mücadelede
her şey bir silahtır. Devrimci İlke ve kurallara bağlı kalarak her türlü yol ve
yöntemi kullanıp düşman güçlerini tahrip edelim, faşizmin katliamlarına
anladıkları dilden cevap verelim. Faşizmde olmayan bir silaha sahibiz.
Yüreğimiz ve inancımız var. Bu silahı şimdi kullanmanın zamanıdır. O bütün
silahları bize bulacaktır, her türlü eksiğimizi tamamlayacaktır.
YOLDAŞLARIMIZIN
KANLARI YERDE KALMAYACAK...
Faşizm, Devrimci Sol'a büyük bir darbe vurduğunu
kanıtlamak için olmadık yalanları sıralıyor, bunun için ilgisiz insanları dahi
örgüt üyesi olarak göstermeye, ilgisiz evleri örgüt üssü olarak tanıtmaya
çalışmaktadır. 16-17 Nisan günleri katledilen yoldaşlarımız dışında gözaltına
alındığı söylenen ve 6 kişi olduğu açıklanan insanların durumu bu çabaların bir
örneğidir. Gözaltında bulunan bu insanların örgütümüzle bir ilgisi yoktur. Ne
kendileri örgütümüz üyesidir, ne de bulundukları yerler örgütümüze ait
üslerdir. Bu insanlarda silah-bomba-doküman vs. yakalandığı ise kocaman bir
yalandır. 16-17 Nisan günlerinde katledilen 11 kişiden Ayşe UZUNHASANOĞLU hariç
diğerleri örgütümüz üyesidirler ve bunların içinde Sabahat
KARATAŞ, Sinan KUKUL ve A. Fazıl Ercüment ÖZDEMİR önder yoldaşlarımızdır.
Yoldaşlarımızın katledildikleri yerler ve gerçek isimlerini aşağıya yazıyoruz.
Bu yazdıklarımıza uymayan her şey yalandır, faşizmin psikolojik savaşının bir
parçasıdır.
- Çiftehavuzlar, Cezmi Ör Sokak, Karasu Apartmanında
katledilen yoldaşlarımız:
Sabahat KARATAŞ, Eda YÜKSEL, Taşkın USTA.
- Üstbostancı Dr. Kemal Ergüder Sokak'taki evde katledilen yoldaşlarımız:
Sinan
KUKUL, Arif ÖNGEL, Şadan ÖNGEL.
- Erenköy, Hayri Eğmezoğlu
Sokak, ikizler Apartmanında katledilen yoldaşlarımız:
A. Fazıl
Ercüment ÖZDEMİR, Hüseyin KILIÇ, Satı KILIÇ (TAŞ)
- Sahrayı Cedit Halk Sokaktaki Kılıçer
Apartmanında ise:
Üyemiz
Ayşe Nil ERGEN ve taraftarımız Ayşe UZUNHASANOĞLU katledilmişlerdir.
Bu yoldaşlarımızı kaybetmemizin bizler açısından
anlamı büyüktür ve onların bizler için ifade ettiği değerleri yaşatmak
boynumuzun borcudur. Bu borcu ödeyeceğiz, ödemeye devam ediyoruz.
Daha önce defalarca katliamlara uğrayan, şehitler
veren bir hareketiz ama hiçbir koşulda mücadelemiz durmadı, ivmesini düşürmedi.
16-17 Nisan katliamı da faşizme böyle bir sonuç getirmeyecek. Kimse böyle bir
hayale kapılmasın. Dün olduğu gibi yarın da işkencecilerin, katillerin, halk
düşmanlarının korkusu olmaya devam edeceğiz ve bu görevimizi bir an bile ihmal
etmeyeceğiz, etmedik. Kürt ve Türk halklarının kurtuluş mücadelesini sürdürmek
ve bunun tüm yüklerini omuzlarımıza almak bizlerin yaşam ilkesidir. Bu misyonumuzu sürdüreceğiz, eylemlerimizle her koşulda
faşizmin korkulu rüyası olacağız. 16-17 Nisan öncesi ve sonrası eylemlerimizle
ilgili geniş açıklamalar daha sonra yapılacaktır.
YAŞASIN YOLDAŞLARIMIZIN DESTANSI DİRENİŞLERİ
!
ÇİFTEHAVUZLAR'DA DALGALANAN DEVRİMCİ SOL BAYRAĞI
TÜM TÜRKİYE'DE DALGALANACAKTIR !
DEVRİMCİ SOL
Merkez
Komitesi
(Bu açıklama, Devrimci Sol Haber Bülteni'nin 21 Nisan 1992 tarihli,
50. Sayısında yayınlanmıştır.)
***
16-17 NİSAN KATLİAMI
OLAY:
16-17 Nisan 1992'de İstanbul'un Çiftehavuzlar,
Erenköy, Üstbostancı, Sahrayı Cedit semtlerinde, Sabahat Karataş, Eda Yüksel, Taşkın Usta, Sinan Kukul, Arif Öngel, Ahmet Fazıl
Ercüment Özdemir, Hüseyin Kılıç, Satı Taş (Kılıç), Ayşe Nil Ergen, Ayşe Gülen (Uzunhasanoğlu) İstanbul polisinin ağır silahları ve
bombaları kullanarak yaptığı saldırı sonrasında katledildiler.
SUÇ DUYURUSU:
Katledilenlerin
aileleri ve avukatları 28 Nisan 1992'de
"Polisin sağ yakalamak gibi bir amaç
gütmeden, açıkça katletmek için operasyon yaptığı" gerekçesiye
suç duyurusunda bulundular. Aradan haftalar, aylar, yıllar geçti, ancak ortada henüz
bir dava yoktu. Suç duyuruları sümen altı yapıldı.
ÜÇ YIL
SONRA AÇILAN DAVA: Kadıköy
Cumhuriyet Savcılığı, aradan üç yıl geçtikten sonra katliamla ilgili bir dava
açtı. Ancak açılan dava da yalnızca Çiftehavuzlar'daki katliamla ilgiliydi.
İlk
Duruşma: Sebahat,
Eda ve Taşkın'ı katleden polisler
için açılan davanın ilk duruşması 14 Haziran 1995 Perşembe günü Kadıköy 2. Ağır
Cezası mahkemesinde yapıldı. Duruşma günü Kadıköy’ü adeta işal
eden polis 200 kişiyi gözaltına alarak duruşmanın izlenmesini fiilen engellemeye
çalıştı.
Salona izleyici olarak giren sivil polisler, mahkeme
salonunda uluslararası gözlemciler, avukatlar ve basın mensupları üzerinde
terör estirdi.
İkinci
Duruşma: Davanın
ikinci duruşması 26 Eylül 1995 günü yapıldı. İlk duruşması 15 Haziran 1995 günü
yapılan davada yine aynı senaryo tekrarlandı. Polis Kadıköy'ü yine işgal etmişti.
Avukatların girişimiyle içeri girebilen heyetin mahkeme çıkışına kadar fotoğraf
makinelerine el konuldu. Halktan hiçbir insan adliye binasına alınmadı. Yayın
yasağı konulduğu için mahkemeye hiçbir basın mensubu alınmadı.
Duruşma mahkeme heyeti tarafından 30 Kasım 1995
tarihine ertelendi.
Sonraki duruşmalar da bunların bir benzeri ve
tekrarıydı. Katiller hiçbir şeyi "hatırlamıyor"du.
Mahkeme heyetinin ise katilleri aklamaktan başka bir düşüncesi yoktu.
16-17 Nisan duruşması
Aslında bu dava iki ayrı mahkemede birden sürdü. Hem
16-17 Nisan operasyonları sırasında tutsak düşen dört Devrimci Sol'cu hakkında
açılan davada ve hem de doğrudan katliama katılan polisler hakkında açılan
davada... Her ikisinde de yargılanan yalnız ve yalnız katillerdi.
8 Ekim 1992’de İstanbul DGM’nin bekleme
salonu yine işkenceciler, katillerle dolu. 16-17 Nisan operasyonuna katılan işkenceci
polisler tanıklık yapmaya gelmişler. Yüzlerce devrimcinin kanına eli bulanmış
işkenceciler hiç de ev basmaya gitttikleri gibi,
operasyonlarda katlettikleri insanların üzerine sayısız kurşun sıktıkları gibi
değiller. Bugün her zaman sarhoş gezen serseri güruhunun ayık gezdiği çok ender
zamanlardan biri.
Tutukluların ailelerinden gözlerini kaçırıyor,
yüzlerini gizlemeye çalışıyorlar.
Duruşmaya ilk alınan Başkomiser
Mesut Yıldız oldu. Mesut Yıldız Bakırköy’deki eve düzenlenen operasyonu
sahneleyen olduğu halde düzenlediği senaryoları anlatmaya dahi çekiniyordu. Çünkü
şimdi ne şarhoştu ne de elinde silahı vardı.
Panik içerisindeydiler. Tutuklulara sürekli arkaları
dönük durmaya çalışmalarına rağmen mahkeme heyeti Bakırköy’den gözaltına alınan
insanların kimler olduğunu sorduğunda dahi arkalarına dönme ve tutsaklara yüz
yüze gelme cesareti bile gösteremiyor, gözleriyle bir bakış fırlatıyorlardı.
İfadelerinde ezbere tutunaktaki ifadem geçerlidir sözünü tekrarlıyor ek sorular
karşısında ben çok operasyona
katıldım, hatırlamıyorum diyerek birçok
devrimcinin kanına girdiklerini itiraf ediyorlardı.
Mahkeme heyeti de çok yoğun çalışan polislere
operasyonda ne kadar katkıları olduğunu hatırlatıyor, onlara yardımcı olmaktan
çekinmiyordu. Ama daha ilginç olanı mahkeme heyeti dosyayı, olayları hemen hiç
bilmiyordu.
92
Aralık... DGM’nin çevresinde her
zamankinden daha fazla polis var. 17 Nisan davasında, işkenceciler yine tanık
olarak dinlenecek.
Burjuva basından pek çok muhabir var. Ama bir
haftadır tüm olayları yazıyoruz, ama gazeteye basmıyorlar
diyerek
çoğu duruşmayı izlemiyor.
Cezaevi idaresi, burjuva basın ve mahkeme heyetleri
elbirliğiyle mahkeme salonlarından kayıpları, infazları protesto eden
eylemlerin kamuoyuna ulaşmasını engellemeye çalışıyorlar.
Duruşma saat 16.00’a doğru başladı. Sanık sırasında 16-17 Nisan katliamında sağ ele geçirilen dört devrimci tutsak var. Ama
gerçek sanıklar biraz sonra giriyorlar salona. Terörle mücadele şubesinden dört
katil tanık olarak dinleniyorlar.
Tanıkların dördü de Ayşe Gülen ve
Ayşe Nil Ergen’in katledildiği operasyona katılmışlar. Rastlantıya bakın ki,
hepsi de dış güvenlikte görev aldıklarını
söylüyorlar. Ağızlarından çıkan sözler aynı: Tanımıyorum,
görmedim, duymadım. Bazen şaşırıyorlar. Dersini iyi
ezberlemeyen öğrenciler gibi, biri "operasyon
üç dakika sürdü derken diğeri 15-20
dakika çatışma sürdü
diyor. Biri
beş katlı binanın
dışındaydım, teslim ol çağrısını duymam mümkün değil diye ifade verirken, bir başkası apartmandan 100
metre uzakta oldğunu belirttikten sonra evin içinden teslim ol diye
bağırdıklarını duydum. Megafonla değil, bağırarak söylediler diyor.
İfadelerden
Birkaç Satır...
- Operasyon günü Siyasi Şube’den hep birlikte
çıktık.
- Kimlerle birlikte çıktınız?
- Tanımıyorum
- Operasyonu kim yönetti?
- Başkomiserim
- Başkomiserinin ismi
nedir?
- Bilmiyorum.
- Komiserinin adını nasıl bilmezsin?
- Şimdi başka
yerde...
Tutanaklar okunuyor. Ölü ele geçirme tutanaklarında hepsinin imzası var.
Katillerin tanıklığından sonra devrimci tutsaklar
bir dilekçe okumak istiyor. Heyetin itirazlarına rağmen dilekçe okunuyor.
Mahkeme heyetinin talimatıyla askerler tutuklulara
saldırıyor.
Duruşma 17 Nisan 1993’e ertelendi.
Katiller: (Sabahat Karataş, Eda Yüksel ve Taşkın Usta’nın
katledildikleri yerde bulunanlar)
1- Reşat
Altay
İstanbul Terörle Mücadele'de Şube Müdürü
2-
İbrahim Şahin Özel Harekat Daire Başkanı
3- A. Vasfi
Kara Yurtdışı
misyon korumaları görevi nedeniyle Belçika’da
4-
Abdullah Dindar İstanbul Narkotik Şb. Müdürlüğünden görevli.
5- Mehmet Şakir Öngel
6- İsmail
Alıcı İstanbul
Terörle Mücadele Şb. Müdürlüğünde Başkomiser.
7- Adnan Taşdemir
Tunceli Emniyet Müdürlüğünde görevli.
8- Ruhi Fırat Terörle Mücadelede görevli.
9- Aslan
Pala Havalimanı
Özel Hareket Şubede görevli.
10- Mehmet
Düzgün
Özel Harekat Daire Başkanlığı Ankara’da görevli.
11- Adalet
Üzüm
Terörle Mücadele şubede görevli.
12- Mehmet
Baki Avcı
Terörle Mücadelede görevli.
13- Şenel
Kahraman Terörle
Mücadelede görevli.
14- Ömer
Mesut Yağcıoğlu Sivas Meniyet
Müdürlüğünde görevli.
15- Ali
Türken Havalimanında
görevli.
16- İsmail
Türk Terörle
mücadelede görevli.
17- Yahya
Kemal Gezer
Terörle mücadelede görevli
18-
Zülfikar Çiftçi Terörle
mücadelede görevli.
19- Sönmez
Alp İstanbul
Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadelede görevli polis memuru.
Katiller:
Sinan Kukul, Arif Öngel, Şadan Öngel’i Katledenler:
1- Ercüment
Yılmaz İstanbul
Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’nde müdür yardımcısı
2- Ali Çetkin
İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’nde komiser olarak
görev yapar.
3- Mustafa Kultaş
İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’nde çalışır.
4- Fikret Işınkaralar Erzurum Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele şubesinde
çalışır.
5- Ali
Bulut İstanbul
Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’nde görev yapar.
6- Samet Öztürk Kurban
oğlu, 1949 doğ. Kars Iğdır Taşburun nüf. Kayıtlı olup, Bursa Gemlik Çataloğlu
sk. No. 3 de mukim.
7- Bayram
Kartal İstanbul
Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesinde çalışır.
8- Mehmet
Saka İstanbul
Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesinde görev yapar.
9- Ömer
Duman İstanbul
Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube’sinde görev yapar.
10- Ahmet Canöz
İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube’sinde komiser yardımcısı
olarak çalışır.
11- Erol
Tekten İstanbul
Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube’sinde görevli polis memuru.
12- Şevket
Yılgın İstanbul
Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube’sinde görevli polis memuru.
13-
Süleyman Bolak Terörle Mücadele Şubesi'nde
görevli polis memuru
14- Halil ibrahim Acar Edirme Emniyet Müdürlüğü
Terörle Mücadele Şube’sinde polis memuru.
15- Fikret
Uzuner İstanbul
Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube’sinde polis memuru olarak görev yapar.
16- Murat
Aydın İstanbul
Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube’sinde polis memuru olarak görev yapar.
17- Mustafa
Altınok İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube’sinde
polis memuru.
18- Uğur Bayık İstanbul
Atatürk Havalimanı şube müdürlüğünde görevli.
19- Nazif
Yazar İstanbul
Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube’sinde görevli polis memuru.