Adalet YILDIRIM’ı Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor


Yoldaşı Adalet’e sesleniyor:

Elveda demiyorum sana

Yürek dolusu hoşçakal HEWAL

Televizyonda gece haberlerini izliyoruz. Özetlerde duyulan bir cümle coşkuyla ayağa kalkmamıza sebep oluyor; “DYP Kağıthane İlçe binasına Silahlı saldırı…”Hesabını verecekler diyorduk; dört duvar arasına kapatılmış tutsak yoldaşlarımıza yaptıkları işkencelerin, 70’lik analarımızı yerlerde sürükleyerek işkencehanelere taşımanın. İşte namussuz köpekler hesap veriyordu. Halkın adaletini, kurtuluş umudunu temsil eden namlularımız karşısındaki ruh hallerini gözümüzün önüne getirerek gülümsüyoruz. Kontrgerillanın borazanlığını yapan satılık medyada haber devam ediyor “…çıkan çatışmada bir kadın terörist ÖLÜ ELE GEÇİRİLDİ…” içime bir kor düşüyor. Ekranda yoldaşın haince kurşunlanmış, boylu boyunca yatan vücudunu görüyorum. Kulağımda sürekli spikerin mekanik, ruhsuz ses tonuyla söylediği o aşağılık “ÖLÜ ELE GEÇİRİLDİ” cümlesi çınlıyor. O anda şehit yoldaşı tanıyorum. ADALET! (Ayşe)

Adalet’i düşünmeye başlıyorum. Yaşamını, paylaştıklarımızı, sürecini… Adalet’le karşılaştığımda bazı eksikliklerinden, çokça da siyasi toyluğundan dolayı bulunduğu alanda birtakım hatalı davranışlarda bulunmuştu.

Bu süreç üzerine konuşmak, kendini aşmasına destek olmak amacıyla bir araya gelmiştik. Daha değerlendirme konuşmalarımıza başladığımız anda saflığını, samimiyetini, kendini aşma potansiyelini göstermişti. Samimiyetin ve PARTİ’ye güvenin şiar alındığında tüm sorunların kolayca çözümlenebileceğini kavramıştı. İlk bakışta utangaç denilebilecek kadar sessizdi. Ama, süreç içinde çalışmalar derinleştikçe, kafasındaki sorunlar berraklaşıp; sonuçlandıkça açılıyor, yüzünden hiç eksik olmayan gülümsemesiyle sessizliği kırıyordu.

Genç yaşında beklenmeyecek derecede olgundu. Büyük bir öğrenme azmi vardı. Siyasi çalışmalarımıza teorik eksikliğini gidermek için en ince ayrıntıları bile sorup netleştirmekten kaçınmıyordu. Harcanan her emeğin onda yarattığı olumlu etkiler gözlemlenebiliyordu.

Her güne bir öncesinden birkaç adım önde başlıyordu. Geçmiş eksikliklerini değerlendirirken sık sık “Ben bunları nasıl yapabilmişim!” deyip, meşhur avucuyla alnına vurma hareketini yapabilecek kadar mütevazi ve açıktı. O yanlışa düştüğü zaman bile kirlenmemişti; her zaman temiz ve saftı. Art niyetsizdi, proleter dürüstlüğüne sahipti, küçük hesaplardan hep uzak oldu. Kendi durumundaki pekçok insanın yaptığı gibi yanlış düşüncelerini teorik bir takım gerekçelerinin ardına gizlenmeyi düşünmedi bile. Halktı O. Mütevazi, açık, dürüst; emekçi halklarımızla aynı havayı soluyor, aynı dili konuşuyordu. Yanlışları sorgulanırken bile kısa sürede aşacağını, atılım dinamiklerini taşıdığını hissettiriyordu.

Yoldaştı O. Hareketten, devrimcilikten, büyük devrim ailemizden ayrı kişisel hiçbir şeyi yoktu. Savaş kültürü, şekillenişi, yaşam tarzı üzerine şatafatlı, süslü cümleler kuramazdı belki ama onun yaşamını savaşın dışında değerlendirme olanağınız yoktu. Yokluklar, maddi olanaksızlıklar onun için devrimci yaşamın doğallığıydı.

Yakınmalara, bunalımlara uzaktı. O; Dersim’in özverili, yiğit halkının feda kuşağının bir evladıydı. 15’inde silah elde adı başkaldırının, özgürlüğe, bağımsızlığa sevdanın adı olan Munzurlar’da gerillaydı. Zulme karşı savaşmak onun için baharda çiçeklerin tomurcuklanması, şafak vakti güneşin aydınlık yüzünü göstermesi kadar doğaldı, yalındı. Sıcak savaşın ortasında olmayı hiçbir zaman bir erdem, bir olağanüstülük olarak görmüyordu. “Kürt halkı için yaşamın bir başka adı savaşmaktı.” Sömürünün, zulmün olmadığı bir dünya yaratma mücadelesinde omuzladığımız silahımız onun vücudunun doğal uzantıları gibiydi. O kadar içten ve yalın, yiğitliğin, mertliğin, isyanın destanlarının yazıldığı coğrafyanın savaşçısıydı, sıra neferiydi!

Dağlara sevdalıydı. Karadeniz’e, Toroslar’a, Ege’ye ama özellikle Dersim’e. Dersim dağlarından, gerillalarımızdan bahsederken gözlerinin içi alev alev yanardı. Talan edilmiş, yağmalanmış ama hiç başeğmemiş Kürdistan’ı, soylu insanlarının özlemlerini, acılarını; esen rüzgarlarını, toprağının kokusunu duyumsardınız o konuşurken.

Benim gibi şehirde büyümüş birine ayrıntıymış gibi gelen en küçük koyukların, mağaraları, patikaları nasıl da coşkuyla, özenerek, hissederek anlatırdı!

Birlikte olduğumuz zaman diliminde kısa sürede kendini yeniledi. Eski toyluklarını, eksikliklerini aşmış devrimciliğin bitmeyen bir yaratıcılık ve öğrencilik süreci olduğunu içselleştirmişti. Kararlılığını, bağlılığını göstermek için sabırsızlanıyordu. Aslında zaten bu süreç boyunca sergilediği tüm tavır ve davranışlarıyla kararlılığını göstermişti bile. PARTİ’ye bir adım yaklaşana PARTİ on adım yaklaşırdı. Bunu çok iyi biliyordu. Görevini öğrenip, eylemde yer alacağını duyduğunda ne büyük bir sevinç ve coşku içinde olabileceğini rahatlıkla tahmin edebiliyorum. Mutlaka düğüne gider gibi halay başında mendil sallar gibi neşe ile gitmiştir cenge! Zalimlerin yuvasını dağıtırken, sıcak silahının namlusuna sımsıkı kavradığı kabzasına şaşmaz bir biçimde yön verirken haykırmıştır mutlaka “bir kurşunu Kemal Abi için, bir kurşun da Mürsel Abi için, bir kurşun da Erkan için….” Kalleşler, korkaklar sürüsü çeviğiyle, timiyle kuşattığında; çekip yüreğinin pimini aydınlatmıştır karanlığı savaş sloganlarıyla Sabo gibi, Sibel gibi gülümsemiştir içten içe “Teslim ol!” çağrısı yapan lağım farelerinin umutsuzluğuna! Cevaplarını adaletimizin, kurtuluşumuzun, özgürlüğümüzün sesini vatan toprağında yankılandıran silahıyla vermiştir düşmana! Çatışmıştır mutlaka son mermisine, kanının son damlasına kadar! Öyle sakin, öyle telaşsız kucaklamıştır ölümü çok sevdiği emekçi çocuklarını kucaklar gibi!

Beynimden bunlar geçerken kulağımda hala o ruhsuz, mekanik sesin aşağılık “Ölü ele geçirildi” tanımlaması. Yoldaşımın direnişi karşısındaki çaresizliklerinin ifadesi bu cümle! Onlar bizi hiçbir zaman “ele geçiremediler”. Başeğmeyenler, sonuna kadar savaşanlar, değil ele geçirilmek, naaşıyla bile düşmanın yüzüne tokat gibi patlarlar! Asıl Ayşe sizi ele geçirdi. Ey cümle sömürücüler, zalimler, asalaklar sürüsü! Ayşe sizin yüreğinizdeki korkuyu büyüttü, beyninizde yaklaşan sonunuzu canlandırdı! Siz ele geçirildiniz, siz öldünüz, sizin için her şey bitti! inlerinizde, izbelerinizde kaçınılmaz yazgınızı korkuyla beklemekten başka hiçbir yaşantınız kalmadı!

HEWAL, kanınla özgürleştirdiğin vatanımızın topraklan bereketlidir; iyi bilirsin! Kavgayı yükseltecek binlerce, onbinlerce Ayşe bu topraklarda yetişiyor. HEWAL şunu da iyi bilirsin ki, sorulmadık hiçbir hesabımız kalmadı, kalmayacak! Dörtlükleri her damla kanın bedelini ödeyecekler!

İçimizden erken ayrılmanın hüznü; yüreğimizde, bilincimizde, şehitler kervanında yer almanın verdiği coşku var. Dersim’in yiğit Kürt kızı! Yas tutmayacağız; öfkemizi, kinimizi bileyeceğiz, keskin bir bıçağı biler gibi.

Elveda demiyorum sana, yürek dolusu hoşçakal! HEWAL!

ŞEHİDE ŞOREŞ NAMIRIN!

YA ÖZGÜR VATAN YA ÖLÜM!

(Bu yazı, Zafer Yolunda Kurtuluş dergisinden alınmıştır (29 Haziran 1996, sayı: 51)

***

 

ADALET KAVGADIR, ONURDUR, ZAFERDİR

Günler hızla ilerliyor… Açlık grevindeki tutsaklar onuru, namusu, adaleti savunmanın coşkusuyla, zaferi kazanacak olmanın rahatlığıyla gün üzerine gün ekliyorlar Anadolu Hapishanelerinde.

İçeride büyük bir irade savaşı yaşanıyor düşmanla. Canla, kanla, hücre hücre süren bir irade savaşı… Tutsaklar yalnız değiller. Dışarıda da analar, babalar, ağabeyler, bacılar, karrdeşler var onların savaşını omuzlayan. Sadece onlar da değil… Onlarla yatıp kalkan, her anlarında tutsak yoldaşlarını düşünen savaşçılar da var bu irade kavgasının orta yerinde…

Tarih 22 Haziran 1996, saat 21.35… DYP İstanbul Kağıthane İlçe Binasında güvenlik alan polislere, Parti-Cephe savaşçıları bir silahlı cezalandırma eylemi düzenler. Eli kanlı düşmandan hesap sorulur. Halkın adaleti yerine getirilir. Eylemde düzenin eli kanlı uşaklarından biri ölürken ikisi de yaralı kurtulur. Savaşçı yoldaşlarımız geri çekilirken, Adalet Yıldırım yoldaş şehit düştü. Adalet, sokak sokak geri çekilirken yoldaşlarına geri çekilmeleri için zaman yaratıyordu. Tıpkı Sibel gibi… Adalet yiğitçe çatışıp şehit düştüğünde, yoldaşları sağ salim dönmüşlerdi varacakları yere.

Adalet, Kürt halkının yiğit kızı… İsyanın vatanı Dersimliydi. ’38 Dersim isyanının kadın kahramanları Beseler’in, Zarifeler’in direnişlerini dinleyerek büyümüştü. Beseler’in, Zarifeler’in isyan ruhunu yüreğinde büyüterek, onlara uzanan ellerin sahiplerinin bugün aynı şekilde halklara karşı uzanan elleri kıracak günleri bekliyordu. O gün geldiğinde 15 yaşındaydı. Yaşın sınırı yoktur kavgada. Parti-Cephe kucaklamıştı o yaşta Adalet’i… Dersim Dağları da omuzlamıştı. Beseler’in silahını; gerilla olmuştu. Beseler gibi basıyordu silahının tetiğine. Düşmanın korkusu, halkların umudu olmuştu Adalet.

Parti-Cephe, ailesi olmuştu Adalet’in. Parti-Cephe’sinden kavgayı öğrenerek olgullaşıyordu. Dağ koşullarında mücadelenin zorluklarına alıştırmıştı kendini. Adalet nerede mücadeleye ihtiyaç varsa, orada savaşmaya hazırdı.

Bir alev topu gibi koptu, doğup büyüdüğü isyanın vatanı Dersim’den. Geldi kavganın şehri İstanbul’a. Neresi olursa olsun, her yer kavga yeriydi, Adalet için. Adalet, artık direniş destanlarının bitmek, tükenmek bilmeyen kavga şehri İstanbul’da sürdürecekti mücadelesini.

Zulmün karşısına dikilip hesap sormak Parti-Cephe çizgisidir. O gün geldiğinde adalet kuşanmıştır silahını. Dikilmiştir zulmün karşısına.

Adalet hapishanelerde tutsak yoldaşlarına yapılan saldırıların hesabını soruyordu zulmün beynine.

Analarımızın saçlarından tutulup yerlerde sürüklenmesinin hesabıydı…

Açlığın, yoksulluğun, haksızlığın, sömürünün hesabıydı sorulan.

Kürt halkına yapılan zulmün hesabıydı bu.

Adalet’in silahından çıkan mermiler, birer birer saplanırken düşmanın beynine, açlık grevindeki yoldaşlarının yanan yüreklerine su serpiliyordu. Güç katıyordu mücadelelerine. Düşmanın beynine saplanan her mermi Kürt halkının acılarını dindiren bir mehlem oluyordu. Analarımızın mücadelesine, direnişine can veriyordu, kan veriyordu, düşmandan hesap sorarken. Adalet; tutsak yoldaşlarını, analarımızı ve Kürt halkını, düşmandan öç alarak selamlıyordu…

Adalet; bu eylemde yoldaşlarını düşman kuşatmasından kurtarmak için kendini feda etti. Sibel’in geleneğiydi bu. Kağıthane direnişinde Sibel’le Adalet aynı hamurdan yoğrulmuştu. Adalet Sibel olmuştu… İkisi de Parti-Cepheliydi. İkisi de Haziran sıcağında düştüler toprağa. Haziran’da ölmek zordu… Ancak yoldaşları, halkı için olunca bu zorluk gülerek kucaklanıyordu. Bir beden oldular. İkisi de yoldaşlara olan bağlılığı, sahiplenmeyi gösterdiler bize. Onlardaki sahiplenme ruhu Anadolu kadınının yavrusunu sahiplenme duygusuydu. Parti-Cephe sevgisi, yoldaş sevgisi, Halk sevgisi onların yüreğinde bir okyanus kadar büyüktü.

Adalet ve Sibel yoldaşların bu fedakar tavırlarını sayfalara dökebilmek gerçekten zordur. Ama onlar zaten bu fedakar tavırlarıyla her şeyi anlatmıyorlar mı? Bugün Parti Cephe çizgisi, fedakarlığı, sahiplenmeyi, insan sevgisini anlatmıyor mu? Adalet’i, Sibel’i Parti-Cephe çizgisi yaratmamış mıydı? İşte maya bu çizginin eseridir. İşte Adalet, Sibel Parti-Cephe’yi, yoldaşlarını ve değerlerini aldıkları bu mayayla gözbebekleri gibi korumuşlardı.

Adalet, Sibel şehit düştüler ama bizlere büyük bir örnek oldular. Bugün hala sahiplenmenin ne demek olduğunu gösteriyorlar bize. Bu benim örgütüm, bu benim çizgim, bu benim yoldaşım diyerek ölümü sahiplenmek kadar, dünyada daha güzel bir şey var mıdır. O halde yoldaşlık örgütsel yaşamın en somutlanmış ifadesi değil midir. Adalet, Sibel örgütü sahiplenmeyle, yoldaşları sahiplenmeyle aynı şey değil midir? Bu iki değer kopmaz bir bütün değil midir? Adalet ve Sibel işte bu gerçeği bizlere öğretiyorlar, yol gösteriyorlar. Bu yol göstericilikleriyle bilincimizde, yüreğimizde ve kavgamızda yaşıyorlar.

Bu topraklarda onurunu koruyanlar yaşayacaktır. Devrim sevdasını yüreğine kuşanıp, savaşarak şehit düşenler yaşayacaktır Anadolu topraklarında. Umudunu son ana kadar, devrimi son ana kadar içinde; yüreğinde, beyninde yaşayarak şehit düşenler yaşayacaktır. Anadolu toprağını kanlarıyla sulayanlar çoğalıp büyüyeceklerdir. Çünkü şehit, kavgayı büyütmektir. Kavgayı büyüterek, vatanı özgürleştirerek, şehitlerimize yaşamı armağan edeceğiz. Sözümüz sözdür.

(Bu yazı, Halk için Kurtuluş dergisinden  alınmıştır (13 Haziran 1998, sayı 85) 

***

22 Haziran 1996/ Kağıthane Çatışması

SİBEL GİBİ…

Eylemden bir önceki gün randevu verilmişti. Adalet tam saatinde oradaydı. Evet şimdi düşmana vurma zamanıydı.

Birlik üste buluştu. Adalet komutan yardımcısıydı. Süreç, sürecin yüklediği görevler, ölüm orucundaki son durum ve düşünülen baskın üzerine konuşuldu.

Adalet Komutanla birlikte eylem bölgesini son kez kontrol edip geldi. Dönüşte tüm planlar bir kez daha gözden geçirildi. Geri çekilirken bir terslik çıkarsa nasıl tavır alacağız dedi birlikteki savaşçılardan biri. Adalet hemen “Siz uzaklaşırsınız, ben de Sibel Yoldaş gibi düşmanı oyalarım” diye karşılık verdi. Savaşçıları itiraz edecek oldu ama o tartışmadı. “Düşmanı ben oyalayacağım, siz uzaklaşırsınız” dedi tereddütsüz bir sesle.

Eylem saatine henüz vakit vardı. Savaşçılardan biri Adalet’in eylemde kullanacağı silahı öğrenmek istedi o anda. Adalet şimdi sırası mı demedi, silahını çıkardı, nasıl kullanılacağını, nasıl sökülüp, nasıl takılacağını anlattı teker teker.

Sonrasında “son bir sigara içeyim, bir de o kaseti tekrar dinleyeyim” deyip Grup Yorum’un Sibel Yalçın Destanı’nı başından sonuna kadar sessizce dinledi.

Eylem saati gelmişti. Üstekilerin hepsi katılmayacaktı eyleme. Geride kalanlara son bir kez sarılarak yüzünde yine utangaç bir gülümseme, “merak etmeyin yoldaşlar bu kez de biz kazanacağız, mutlaka başaracağız” diyerek üsten çıktı.

Günlerden 22 Haziran’dı. Hava artık oldukça kararmıştı. Saat tam 21.35’te gerilla birliği DYP İstanbul Kağıthane ilçe binası önündeydi. Hedef burasıydı işte. Gerillalar tereddütsüzce vuruşlarını gerçekleştirdiler. Eylem sonucunda DYP binasının önünde güvenlik alanlardan bir bekçi ile iki polis yaralandı (bekçi daha sonra öldü).

Artık çekilme zamanıydı. Ancak düşman da bölgeye oldukça hızlı bir biçimde gelmişti. Gerilla birliği geri çekilirken sivil ve resmi ekiplerle çatışmaya girdi. Yüzlerce polisin bölgeye akın etmesiyle Kağıthane sokakları savaş alanına döndü…

Gerilla birliği çember tamamlanmadan bölgeden çekilmeye çalışıyordu. Geri çekilirken iki savaşçı biraz önde, Adalet arkadaydı, çatışmayı sürdürüyorlardı. Adalet, eylemden önce de dediği gibi, diğer yoldaşlarına uzaklaşabilecek bir zaman ve mesafe kazandırmıştı… Bu arada gerillalar iki polisi daha vurmuşlardı. Düşman onları teslim alamayacağı gibi, katletmeleri de kolay olmayacaktı. Sonuna kadar çatışacak ve son anlarına, son mermilerine kadar düşmana zarar vermeye çalışacaklardı.

Geride bir tek o kalmıştı. O, Dersim’in özverili, yiğit halkının, feda kuşağının bir evladıydı. 15’inde, silah elde, adı başkaldırının, özgürlüğe, bağımsızlığa sevdanın adı olan Munzur’larda gerillaydı. Zulme karşı savaşmak onun için baharda çiçeklerin tomurcuklanması, şafak vakti güneşin aydınlık yüzünü göstermesi kadar doğaldı, yalındı. Sıcak savaşın ortasında olmayı hiçbir zaman bir erdem, bir olağanüstülük olarak görmüyordu.

1994’de Dersim’de kır gerilla birliğinde savaşçıydı. 1996’da ise İstanbul şehir birliklerinde istihdam edilmişti. Kağıthane’de zalimlerin yuvasını dağıtırken, sıcak silahının namlusuna, sımsıkı kavradığı kabzasıyla şaşmaz bir biçimde yön verirken haykırmıştı; “bu kurşun Kemal abi için, bir kurşun da Mürsel Abi için, bir kurşun Erkan için...”

Yüzlerce silahlı faşist polis karşısında bir gerilla, kendisini siper yaparak yoldaşlarını korumuş, katillerin elindeki makinalılara karşı bir tek silahıyla, vatanına, halkına ve partisine olan bağlılığıyla, inanç ve kararlılığıyla kahramanca çatışmıştı…

Adalet YILDIRIM’dı onun adı. Sibel’in yoldaşıydı.

***

9 Haziran günü Sibel, sinsice kaybedilen, karanlık yerlerde alçakça katledilen yoldaşlarının hesabını sormak için çıkmıştı sokağa.

22 Haziran’da Adalet, tabutluklarda boğulmaya çalışılan yoldaşlarının hesabını sormak için çıktı üssünden.

Adaletsizliklerin, yüreklere yumruk gibi oturan acıların, anaların yumruklarında sıkılı kalan öfkenin hesabını sormaya gitmişlerdi. Ve başarmışlardı.

22 Haziran’da eylem başarıyla gerçekleşti. Tıpkı 9 Haziran’daki gibi.

9 Haziran’da Sibel, halkının adaletiydi.

22 Haziran’da Adalet’ti Sibel’in yerini alan.

Gelenek sürüyor, 17’sinde, 18’indeki kahramanlarla büyüyordu.

9 Haziran tarihinden neredeyse tam bir yıl sonra 18 yaşında halkının kahramanı olan Sibel artık 19 yaşındaydı ve adı şimdi Adalet’ti.

Adalet, eyleme, giderken, yoldaşlarına “kuşatıldığımızda Sibel gibi sokak sokak çatışacağız” demişti.

Her ikisinin de hedefi aynıydı. Halkımıza kan kusturan faşist parti DYP ve zulüm iktidarının parayla tutulmuş bekçileri…

Doğrulttu Sibel, adaletin silahını canilerin üzerine.

Doğrulttu Adalet, Sibel’den devraldığı silahını canilerin üzerine.

Tetiğe bastı hedefi vurdu Sibel, tetiğe bastı hedefi buldu Adalet.

Çekildi Sibel, çekildi Adalet. Kuşatıldı Sibel, kuşatıldı Adalet.

“Siz gidin” dedi Sibel. “Siz gidin” dedi Adalet yoldaşlarına.

Teslim ol diyenlere cevaplarını silahlarında kalan son mermilerle verdiler.

Çatıştı Sibel, çatıştı Adalet. Çatıştılar.

Zafer onların oldu bir kez daha.

 

(Yukarıdaki anlatım halk İçin Kurtuluş dergisinin 18.04.1997 tarihli 26. Sayısında yayınlandı.)