Adalet YER’i Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor


Çocukluk Arkadaşı ve yoldaşı anlatıyor:

“Son sözlerinizi vasiyetiniz olarak kabul ediyoruz”

Aramızdan ayrılalı tam beş yıl oldu. Seni aramamak mümkün değil. Bazen düşünüyorum da, ne kadar çok şey yaşadık. Hele o çocukken yaptığımız haylazlıklar; okuldan kaçmalar….

Hatırlıyor musun; başka köyden okula giden öğrencilerin yolunu kesip, korkutup, taşlardık. Bu yüzden bize “çete” derlerdi. Bu senin hoşuna giderdi. Çete’nin anlamını bilmiyorduk ama, çocukların bizden korkmaları hoştu. Okula gitmeyi, kitap okumayı sevmezdin. Köy yaşamı senin için daha çekiciydi. Okullardan dolayı kışın gelmesini istemezdin. Baharın gelmesini dört gözle beklerdin. Çünkü baharla birlikte, kuzu otlatma vakti de geliyordu. Seninle kuzuları toplar, köyümüzün dağlarında otlatırdık. Dağlarda dolaşmak, tavşanları, kurtları görmek bizi mutlu ederdi. Havanın kararmasını istemezdik. Çünkü hava karardığında seninle ayrılıp, evlerimize gitmek zorunda kalırdık. Bir an önce sabahın olmasını beklerdik.

Evet Adalet; artık 15 yaşındaydık. Yıl ’92’ydi. Hocamız Abdi Şeker ve Nurhan Azak (biz O’na Nure derdik) köye gelip gitmeye başladılar. Tabii ilk önce senin ablanla ilişki kurmuşlardı. Soğuk ve sonbahar günü, köyümüzün karşısındaki patikada, Abdi hocamızın geldiğini gördük. Köyün gençleriyle birlikte size geldik. Dışarıda kuru bir ayaz vardı. Hemen sobayı yaktık. Abdi pantolonunun kemerinin arasından Mücadele Gazetesini çıkardı. Biz ilk kez Mücadele Gazetesini gördük. Aslında bu gazeteyi. hem senin ablanın, hem de benim ablamın okuduğunu biliyorduk. Ama ilk kez yakından gördük ve içindekilere baktık. En çok da ilgimizi çeken şehitler sayfasıydı. Abdi hocamız bize hemen orta sayfayı okumaya başladı. Hiçbir şey anlamamıştık. Abdi, okuduğu yazıyı epey anlattı. Tam konuşması bitmişti ki; “Abdi abi, ne yapıyorsun? Yapmayın bunlar boş şeyler. Eskiden kendisine devrimciyim diyenler, hepsi de Avrupa’ya gitti” dedin. Hepimiz şaşırmıştık. Çünkü sen topluluk içinde kesinlikle konuşmazdın. Yanımızda oturan amcanın oğlu, gülerek; “Ooo Adalet! Sen de mi konuşuyordun? Senin ağzında dilin var mıydı?” dedi. Abdi, hemen onu susturdu ve sana tane tane anlatmaya başladı. Onların mücadele kaçkını olduklarını, onların bırakıp gitmesiyle mücadelenin bitmediğini, devrimcilik yapan insanların olduğunu ve en sonra Sabahat Ablaların direnişini anlatttı. Sen, topluluk içinde konuşmaya alışmadığın için, kıpkırmızı olmuştun. Biraz da söylediğin sözlerden utanmıştın. Abdi hocamız akşam köyden ayrıldı.

Ondan sonraki sohbetlerimiz hep mücadele üzerine oldu. Bir süre sonra Abdi’nin gerillaya gittiğini duyduk. Sen, O’nun bize Mücadele Gazetesi’ni okuduğu gün söylediklerini hatırlıyor ve üzülüyordun. ’93 Mart’ında gerillalar bizim köye gelmişlerdi. Ben görmemiştim ama sen görmüştün. Ertesi gün heyecanla çeşmeye geldin. Bana gerillaları, özellikle de Abdi abimizi anlattın. Gerillaları görmek seni etkilemişti. İçlerinde bayan olması ise ayrı bir duygu yaratmıştı. Gözlerin pırıl pırıldı. Heyecanından birkaç kere aynı şeyi tekrarlayıp durdun. Artık eskisi gibi düşünmüyordun. Gerillaları görmen ve sohbet etmen güvensizliğini yıkmıştı. Bundan sonraki günler her köpek havlayışında gerillaların yolunu gözler oldun. Birkaç defa daha köyümüze geldiler. Bu arada, Mücadele Gazetesini düzenli okuyor ve dağıtıyorduk. Hatta bir kere, Mücadele Gazetesi’nin Sivas Katliamıyla ilgili özel sayısını iki köye gece yarısı dağıttık. O kadar sevinçliydin ki, başka köylere de gelmek istemiştin.

’93 23 Nisan’ında Çalaxane’de 12 yoldaşımız şehit düştü. Hepsi de tanıdıklarımızdı. Duyunca, elin ayağın birbirine karıştı. Ağladın, sitem ettin. Abdi’nin bir kaç aylık gerilla olarak şehit düşmesi zoruna gitmişti. O’nun şehit düşmesinden sonra artık karar vermiştik. Biz de gerillaya katılacaktık. Uzun bir süre gerillalar köyümüze gelmedi.

Bir gün sizin evin üzerindeki kayalıkta oturmuş, sohbet ediyorduk. Ben artık onların gelmeyeceğini söyledim. Sen ise, kendinden emin bir şekilde “yok yok, bak göreceksin, yine gelecekler” dedin. Ertesi gün, koşarak bize geldin. “Bak sana demedim mi, geldiler işte. Hem de daha kalabalıklar, üstelik benim önce gördüğüm gerillalar da var içlerinde. Ayrıca Nure’yi de gördüm. Nure, askeri elbise giyinmişti.” O zaman öğrendik ki, Nurhan Azak da gerillaya katılmıştı. Bu bizi gerillaya daha da bağladı. O gece gerillalar bize geldiler. Ben kardeşimi gönderip gizlice seni çağırttım. Gerillalar bize silahı öğrettiler. Onlara katılmak istediğimizi söyledik. Bir hafta sonra gerillaya katılacaktık. Bir hafta bizim için bir yıl gibi olmuştu. Sonunda gerillaya katıldık. Birbirimize söz verdik. Bu kararı birlikte vermiştik, birlikte şehit düşecektik. 19 Mart’ta şehit düşen bayan yoldaşlarımızın gerçek ve kod isimlerini bize verdiler. Senin ismin Hamiyet oldu.

Bu isim sana ne kadar da yakışıyordu. İki şehidin ismini birden taşıyordun. Hem Hamiyet Yıldız’ın, hem de Feride Karaca’nın kod ismini. Bunun bilincindeydin.

Yedi kardeşin ikincisiydin. Ailen çiftçiydi. İlkokulu birlikte bitirmiştik. Daha sonra öğrenime devam etmedik. Baban çobanlık yaptığı için sen de koyunları güderdin. ’93 yılında gerillayla tanışmıştık. Gerillaya katıldığımızda henüz 16 yaşını bitirmemiştin.

Bizim katıldığımız müfrezede Yücel komutan (Yalçın Çakmak) ve (Erkan Akçalı) vardı. İkisi de bizimle şakalaşıyor, ilgileniyorlardı. Herkesle rahat konuşmamana rağmen, onlarla çok rahat konuşurdun. Ancak diğer müfrezelerin yanına gittiğimizde çekingenliğin yine ortaya çıktı. Hiç unutamıyorum, seni erkek arkadaşlardan birini uyandırmak için gönderdiler. Gitmem diye tutturdun. En sonunda başka arkadaş kaldırdı. Gelişimizden iki hafta sonra 23 Nisan 1994’te Eylem ile Abidin Yıldız’ın köyde mezarlarının başında yapılan anmaya katıldık. Gerilla olarak böyle bir anmaya katılmak bize ilginç geldi. Hele tiyatronun ne kadar gerçekçi olduğunu konuşmuştuk.

Bundan sonraki dönemde seninle ayrı müfrezelerde faaliyet yürüttük. Yine bir gün ayrı bir faaliyete çıkıyordum, senin gözlerin dolmuştu. Ayaküstü nedenini sordum. Bize birşey olacağı endişesini taşıdığını söyledin. Yoldaşlarını ne kadar da çok seviyordun. Ayrı faaliyet yürüttüğümüz dönemlerde birgün yoldaşlardan biriyle yanımıza geldin. Durumun iyi değildi. Moralinin bozuk olmasına ben de üzülmüştüm. Sen yaşadığın bir olumsuzluktan dolayı mücadeleyi bırakmak istemiştin. Komutanlarımız seninle uzun uzun konuştular. Bu olumsuzluğunu aşıp kendine geldin. Seninle bu konuyu konuşmak istediğimi komutanlara söyledim. Ve konuştuk. Bir anlık yanlış bir karar verdiğini söyledin. Bu yanlışı konuşurken utanıyordun. Yaşadığın duyguları sıkılarak anlatmıştın. Ama sen komutanımız Abdi’ye verdiğin sözü tutmanın gururunu yaşıyordun.

Gerillaya katılalı yedi ay oluyordu. Seninle ilk kez aynı birlikte bulunuyorduk. Sibirya dediğimiz noktada, biz de karargah çalışmalarına katıldık. Bu görüşmediğimiz süre içinde, ne kadar da değişmiştin. Depo çalışmalarından arta kalan zamanlarda eğitim çalışmaları yapardık. Köydeyken konuşmayan, okumayı sevmeyen sen, eğitim çalışmalarının en aktif katılımcısı olmuştun. Hatta bir gün çalışmamızın ortasında yoldaşlarımızdan biri komik bir laf edince hepimiz güldük. Sen öyle bir hışımla ayağa kalktın ki; “yoldaşlar lütfen çalışma disiplinini bozmayalım” diye hepimizi uyardın. O güne dek senden hiç böyle davranış görmemiştik. Zaten o günden sonra da sen ilkesizliklere karşı hep böylesi tavırlar aldığın için, kendi aramızda sana “bayan insiyatif” diyorduk.

Sibirya’da seninle kalışımız fazla uzun sürmedi. 6 Ekim’de (1994) başlayan çatışmalarda, dolu dolu geçen günler yaşadık. 9 Ekim 1994’te ise Dersim’de yaratılan kahramanlığı yine birlikte yaşadık. Emirgan’da birlikteydik. Çatışmada ben ayrı bir mevzideydim. Senin bulunduğun yeri sordum. Göğsünden yaralandığını söylediler. Aldığım bu haber beynimde çınlayıp duruyordu. Gözyaşlarıma zor hakim oldum. Yanına gelmeye cesaret edemedim. Dayanamayıp ağlayacağımı biliyordum. Sonra çatışma ortasında öğrendim ki, göğsünden oluk oluk kan akarken, kendi silahındaki şarjörü yoldaşlarımızdan birinin şarjörü yara aldığı için, hiç düşünmeden çıkarıp vermişsin. Şehit düşeceğini biliyordun ama sen kendini değil, yoldaşlarını düşünüyordun.

Emirgan Deresi’nde, devrime olan inanç senin ve 12 yoldaşımızın dilinde haykırılıyordu. “Zafer bizim olacak”, “Partime, yoldaşlarıma selam söyleyin” diyenler sizlerdiniz. Bu son sözlerinizi vasiyetiniz olarak kabul ediyoruz. Şimdi senin adın o çok sevdiğimiz köyümüz Pertek’in Orcan (Yukarı Gülbahçe) Köyü’nde, kız kardeşinde ve daha onlarca bebekte yaşıyor:

Talimatı Adalet tamamladı

usulca

Sandino Baba’sının yanına uzandı

sonra yıldızlara asılıp baktı

Kurmanç dilinden bir şiir

usulca kalbinden aktı:

“Ez gule baxe Dersim em

Şepçraxe çiyan em”

– ben Dersim bahçelerinin gülüyüm

dağların meşalesiyim-

“Bele havalemin bele

Tu serserimade cangavere”

– öyle yoldaşım öyle

sen aşımızın üstünde cengaversin-