Yoldaşları Anlatıyor:
HER KOŞULDA VE YERDE DİRENMENİN ADI;
ABDULBARİ YUSUFOĞLU
Nüfus kimliğiyle Abdulbari, yoldaşlarının ve halkının diliyle Bahri; yüreğine halkının acılarını, yoksulluğunu, umudunu, sevincini ekmiş genç kahramanlardandır. Yüzünde bin yılların acılarını, ezilmişliğinin, yoksulluğunun ve kavgasının izleri vardır. Yüreğinde umuda olan sevdası…
Bu sevdadır Bahrimizi kahramanlaştıran. O sevda ki uğruna “acıyı bal eylemiş” “ölüm” rezil, rüsva edilmiştir.
Abdulbari 15 çocuklu Kürt bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir. Çocukluğu Mardin’de ve İzmir’in gecekondu mahallesi olan Kadifekale’de geçmiştir. Çocuk yaşta çalışmaya başlar: Midyecilik, simitçilik, seyyar satıcılık, ayakkabı boyacılığı yapar. Lise yıllarında ailemizle tanışır. Devrimci tercihlerinden dolayı akraba çevresi, mahallesi ile yollarını ayırmaya başlar. İlk siyasi tartışmaları buralarda Kürt milliyetçi aile vb. çevresine karşı kendini kabul ettirme ile başlar. Uşak Meslek Yüksek Okulu’na kaydını yaptırdığında bir yandan da seyyar satıcılık yapıyordur.
– “Simit-taze simit el yakıyor! Boyoz”
– “Tartalım abiler” “Boyacı” “Midye tava”
Her gün tan vakti sırtlanır tezgahını. Kadifelekaleden vurur kendini Konak’çı Kordon’a… Kimi zaman simittir boyozdur sattığı, kimi zaman midye. Sattıkları değişir ama değişmez tasası. Büyüdükçe büyür çilesi öfkesi. Büyür horlanmışlığına, ezilmişliğine dair ne varsa. Ama bir yol arar ve bulur Abdulbari. Tanır umudu, bulur sevdanın yolunu. Bulur da sımsıkı sarılır; bağlanır yoluna. Koşar meydanlara alanlara 1 Mayıs’a…
Bahri bu dönemler emekçiliği, özverisi ilişkilerindeki samimiyetiyle kısa sürede sevdirir kendini. Ege bölgesinde de Kültür Sanat ve Gençlik çalışmalarında yer alır. daha sonra EGE TAYAD’lı olur. Mücadelenin ön saflarındadır ve tutsak düşer.
F tipi hapishane tartışmaları başladığında ailelerle birlikte Ege TAYAD’lılarla yanyana her eylemde yer alır. Aileleri meydanlara götüren, her defasında saldırılara uğrayan, defalarca gözaltına alınanların başında gelir. Ama her defasında yeniden ve yeniden zorluyorlar. Bundan dolayı aileler onu çok seviyor ve saygı duyuyorlardı. Çünkü her defasında onlarla birlikte, direnişin ortasındadır. 19 yaşındaydı ama görünümüyle 15-20 yaş daha yaşlı görünüyordu. Olgun ve kararlı, kendine güvenliydi. 98 yılı Mayıs ayında tutuklandı. Ve Bergama hapishanesinde kaldı.
Bergama Hapishanesi’nde kısa bir sürede kişiliğini geliştirmeye ideolojik eksiklerini gidermeye çalışır: Abdullah Bozdağ, Gürel Akmaz tanıdığı ve çok etkilendiği şehitlerimizdir. “Apo dayının (Abdullah Bozdağ) yaşamımda çok ayrı bir yeri var” diyordu.
Apo ile kaynaşırken, daha bir kaynaşır ailemizle. Anmalarda, eğlencelerde, maçlarda, derslerde, işlerde tereddütsüz her yerde vardır: Gözü kara sözünü esirgemez, dili Apo’yu arar; “Apo abi Apo abi” Apo’yu buldu mu iş tamamdır.
Tahliye günü ortamızdaydı. Kısa ama özce konuştu “Layık olacağım” omuz omuza halaya durup, ardından kucaklaşıp tek tek. Apo ile kucaklaşırken gözlerinden iki damla yaş süzülüverdi. Ne çok şey söylemek istiyorlardı birbirine. Ama boğazlarında düğümleniyordu kelimeler. Birbirine sadece “yine görüşeceğiz, kucaklaşacağız” diyebilmişlerdi.
Hiç kuşkumuz yoktu ondan yana. Ve O’nunla İzmir YAREN’e kavuştu. Dışarıda yarenlerimizi büyütüyor, yarenlerimizi çoğaltıyordu. Kasetlerden izliyorduk onu, organize ettiği konserleri, programları. Sesini duyuyor yine o berrak, aydınlık yüzünü görüyorduk. Bergama’dan, Buca’ya gidişimizde sesini duyamadık, yüzünü göremedik ama satırlarıyla geliyordu bu kez. Yazıyordu abisine, Apo’ya, Apo da ona.
Bahri kısa süren tutsaklığının ardından hapishanenin ona öğrettiklerini geliştirdiği kişiliği ile mücadelesine koşar. Genç yaşında İzmir’de birçok yükü sırtlanmıştır. Dönem günlerin, gecelerin, haftaların, ayların her anı çok önemli olduğu bir süreçti. Hücrelerde hastanelerde, dışarda yoldaşları ölümle yatıyor ölümle kalkıyordu.
Bahri artık İzmir Tutuklu Aileleri Bülteni temsilcisi olmuştu. Canan ve Erdoğan’ın kınalarını eline yakandı. Canan bir süre sonra Zehra’nın yanına Armutlu’ya yol alır. Erdoğan İzmir’de direnişini sürdürür, 2. Ekip’ler direnişe başlamaya hazırlanırken düşman tahliye rüşvetini devreye sokar.
İzmir’de hastane önlerindedir, hapishanedeki yoldaşları direnişçiler için gecesini gündüzüne katmaktadır. Ailelerle yatıp ailelerle kalkar Bahri…
Ve bir gece vakti o çok sevdiği, saydığı örnek aldığı yoldaşları kapının önüne adeta atılır devlet hastanesinden…
Amaç direnişi kırmak, tahliye rüşvetiyle ihaneti ödüllendirmektir. Sevgi Erdoğan, Gökhan Özocak bu ihaneti reddederler. İzmir’de Erdoğan Güler dışında yeni direnişçiler vardır artık.
Erdoğan şehit düşer. Şehidimizin son görevini de emek harcayanların başında Bahri’miz vardır. Bir süre sonra dışarıdan direnişe başlayanlar olur. Bu arada Sevgi abla İstanbul’a gider. Dışarıdan direnişe başlayanların aileleri polisin yönlendirmesiyle emniyete vb. zorla müdahale için dilekçe verir. Direnişçiler zorla kaçırılır ve müdahale ile sakat bıraktırılır.
Bayrağı devralmak gerekiyordu ve Bahri tereddütsüz öne atılarak umudun kızıl bandını kuşanır. Dışarıda direnişe başlayan 2. Ekip’lerle birliktedir. Bahri’nin ailesi ile kopuşu da bu sürece denk gelir.
Mayıs’ın ortalarında gelen satırlarında sonsuz sevinç, sonsuz coşku, sonsuz mutluluk vardı. Diyordu ki;
“7. Mayıs’ta yola çıktım. Apo abimin yanına gidiyorum. Abimle kucaklaşacağım, kararlıyım…”
Kararlıydı. Gökhan abimizle yanyana büyütüyorlardı umudu. Yanyana hücre hücre eriyen bedenleriyle. Emin adımlarla yürüyordu. Açlığın 40’lı günlerinde O’nu anlamayanlar, engel olmak istediler. “Gönüllüyüm kararlıyım” deyip atladı pencereden aştı engeli. Koştu Armutlu’ya. Toprağa düşüp bereket saçmak için, tohuma duranların yanına.
Bahri ilk Ölüm Orucu’na İzmir’de başladı. 2. ekip olarak başladı ve ondan önce başlayanlara zorla müdahale edilmesi, hafıza kaybına yol açan bu müdahaleleri bilerek, göze alarak başlıyordu direnişe. Bu kararı verirken hep orada yanıbaşında hiç tereddüt etmeden şehit düşen yoldaşlarını düşünüyordu. Canan’ın Erdoğan’ın kınalarını o yakmıştı ellerine. Ve onlardan Apo dayısından öğrenmişti öne atılmayı.
Bahri ne pahasına olursa olsun direnme kararlılığındadır. İzmir’de direnişini sürdürmesinin koşulları ortadan kalktığı noktada, direnişin 40’lı günleri geride kalırken İzmir’den İstanbul Armutlu’ya direnişine devam etmek için gelir.
Orada tüm ihtiyaçlarıyla Sultan Yıldız yakından ilgilendi.
…
Uzun yolculuk çok yormuş ve yıpratmıştı. Uzun bir süre hiçbir şey alamadı. Gözleri görmüyor ancak yaklaştığında seçebiliyordu.
Onu göreli daha iki ay olmamıştı ama karşımda gördüğüm hiç ona benzemiyordu. Gözleri bayıyor, ayakta duramıyor, sanki saçları daha çok dökülmüş ve alnı açılmıştı. Şaşkındım biraz da onu böyle kısa bir sürede bu halde görünce… Bu kadar kötü olacağını tahmin edemiyordum. “Daha senden kitap paralarını soracaktım benden hemen kurtulamazsın” diyorum, gülümsüyor.
Biraz sıvı alması için zorluyorduk, bizi kırmak istemiyordu ama alınca da çok rahatsız oluyor ve çıkarıyordu. Her gece onun yanında nöbetteydik. Nefes almakta zorlanıyordu. Yaz olduğu, sıcak bir evde olduğu için soğuk soğuk terliyordu. Bir gece sıvı aldı. Ve çıkartmadı. Çok sevindik bundan sonrası artık kolay, sıvı alırsa bir süre daha ayakta direnişine devam edebilir diye düşünüyoruz.
Artık ayağa kalkıyor, dışarı çıkıyordu. Kaldığı evde ailenin iki küçük çocuğu vardı. Onlarla ilgileniyor, sohbet ediyordu. Onların bile gönlünü alıyordu. Ailesi görüşmek istiyordu, Kürtçe konuşuyorlardı. Anlamıyorduk ama sesinden tavrı belli oluyordu. Sesi çok net ve kararlıydı.
…
Bahri yoldaşlarının yanında kendini toparlamış, İzmir’de yaşadıklarının yarattığı yıpranmayı üzerinden atmıştır. Armutlu’daki ilişkiler de bunda etkili olmuştur. Kararlılığı ve ısrarı, direnişin Armutlu’da yaygınlaşması ve güvenliğin alınmasının ardından Bahri’de direniş evindedir artık.
…
“Bahri direniş evine geldiğinde direniş evinin henüz bir aylık mazisi vardı. Önce Osman amcamız sonra Yıldız ve ardından Bahri gelmişti. Yanında İzmir’li iki refakatçi vardı. Selma’mız da Bahri’nin ilk günlerinden son anına kadar hep onunlaydı, özel olarak ilgilendi.
İlk görüşte herkes Bahri’ye “abi” demeye başladı. Bundan hoşlanmıyor “görünüşe aldanmayın, ben seksen doğumluyum” diyordu. Daha gelir gelmez emekçiliği, düzenli, disiplinli olmasıyla gözleri üzerine çevirmişti. Osman amcayla ilgilenir, birlikte çay içer sohbet ederdi. Ona refakatçilik yapardı. Yıldız’a gazete okurdu, çay vb. getirir götürürdü. Ve bu onun doğal bir haliydi. İzmir’den gelen arkadaşlar geceleri yorulur, uyuya kalırlardı. Gündüzleri de koşturmaca arasında bazen Bahri’nin ihtiyaçları olsun, evin işleyişi olsun aksardı. Bahri mutfakta biriken tüm bardak vs.yi yıkardı. Buna çok tanık oldum. Ona kızdım neden yıkıyorsun dedim. Birlikte yıkarken sohbet ederdik “Ben seviyorum” derdi böyle çalışmayı…
Evet seviyordu ve bunu içten yapıyordu. Bu bir kültürdü onun için. Yine ayakta olduğu sürece sıvısını kendi hazırlardı, hatta refakatçilere bile servis yapardı. Emekçi fedakardı. Alnındaki kızıl bandı olmasaydı onu refakatçi, bir ziyaretçi sanırdınız.
…
Ve Bahri artık bütünüyle direnişin zaferine kitlenir; inatçılığı kararlılığı ve devrimci kişiliğinin özellikleriyle yoldaşlarını, halkını etkiler. Her türlü olumsuz koşula rağmen nasıl direnileceğini öğretendir. Yaşamın bir bütünü, aldığı devrimci kültür örnektir.
O’nun için herşey büyük ailesi, halkı ve yoldaşları içindir. Ölümün bir devrimci için yeri ve zamanı geldiinde bir ayrıcalık olmadığını bilir, misyonu kendi kişisel çıkarları için kullanmak Bahri’ye göre değildir. Alnında kızıl bandıyla devrimci hareketini büyütmek, ona layık olmak, giderken geride izler bırakmaktır amacı.
Emekçidir, Fedekardır, mütevazi, sevgi doludur. Oturması, kalkmasından, üslubundan, insanları tanımaya anlatmaya özen göstermesinden, düzenli, devrimci bir yaşam biçimine örnektir O.
Yoldaş sevgisi, emekçiliği, öğrenme, öğretme, paylaşma isteği öne çıkan yanlarıdır. Ve elbette düzenli, disiplinli olmak direnme kararlılığı da belirgin özellikleridir.
…
“Direnişçi olduğu için ona ayrıcalıklı davranmamızı istemiyordu. İçeceklerini kendi hazırlar, yük olmak istemezdi. Bütün ısrarlarımıza rağmen onu ikna edemezdik. Emekçiliği öyle içselleştirmişti ki ölümü vb. düşünmüyor, cenazesinin devrime nasıl hizmet edeceğini düşünüyordu. Herkese cenazeme katıl der söz isterdi.
Titizdi… Temizliğine kıyafetine, eşyalarına kar her yerde özen gösterirdi. Düzgün ve temiz giyinir devrimcilerin böyle olması gerektiğini söylerdi.
Ziyaretçilerle yakından ilgileniyordu. Ziyaretine gelenlere ne istediğini, bir şeye ihtiyacı olup olmadığını sorarlardı. Bahri’nin cevabı hazırdı “Cenazeme katılırsınız” İzmir’deki aileler de onu çok seviyor, her gün sesini duymak için arıyorlardı. Bahri’nin onlara da cevabı hep aynı oluyordu.
Hergün hapishanelere mektup yazıyor, cevap alınca daha bir heyecanla anlatıyordu bunları. Bir yakınına; “Ben çok iyiyim, hedefim 96’yı ikiye katlamak yani 138 gün” diyordu. Onlara çok emek harcayan ve hiç durmadan resim çiziyor, ayraç yapıyordu. En büyük uğraşı buydu. Sabah erken kalkar, odasını düzeltir, gazeteleri tam 08.30’da okur, dişlerini fırçalayıp bir çay içer ve başlar resim çizmeye, çevredekilerle ilgilenmeye. Emekçiliği yaşamının genelinde hep vardı ve doğaldı.”
…
Günler artık şehitler vermenin habercisiydi. Şairin dediği gibi; “Güler ağır”dı… “Günler ölüm haberleriyle” geliyordu.
Düşman hiçbir yöntemle sonuç alamayacağını görmüş ve katliam operasyonuna hazırlanıyordu. Nabız yoklanacaktı.
Biz hazırdık. Direnecektik, ne pahasına olursa olsun direnecektik.
Düşmana en güzel cevabı Gülay’ımız vermişti. Çok sevdiğimiz İstanbul’da küçük bir evde ama dünyanın en güzel paylaşımları, ilişkilerinin sığdığı o oda da hayata gözlerini yumdu.
Ardından Ümüş… Ümüş’ümüzün bedeni son nefesini verdiği anda kırmızı bir yazma örtülüydü. Bu yazma onun duvağıydı. O alnında parıldayan yıldızın altında uyurken kırmızı duğağının huzuru vardı yüzünde.
Bahri’nin bilinci gidip, gelmekteydi. Ama en olursa olsun şehit yoldaşının başucunda saygı duruşunda bulunmak, anlından öpmek ister.
“Gülayımız sessiz mütevazice şehit düşmüştü. Herkes sarsılmıştı. Direniş evlerine yönelik olası aile, polis vb. Kaçırma operasyon girişimlerine karşı direnişçilerin yerleri değiştirilmişti. Bahri Zeyneplerle kalıyordu. Gülay, Ümüş, Arzu ise aynı evde kalıyordu. Ümüş son günlerini sürekli hıçkırıkla büyük acılara direnerek yaşıyordu.
Ümüş büyük acılara karşı büyük direnişin öfkemizi büyüttüğü günlerde hemen yan odada Gülay “sizi çok seviyorum” diyerek çalımını atmıştı yoldaşlarına.
Bahri ise artık bilincini kontrol edemiyordu; yataktan çok zor kalkıyordu. 130’lu günleriydi.
Gülay… Ümüş… Bahri… Üç anlı kızıl bantlı cepheli, üç özgürlük, adalet savaşçısı… Üç canımızı peş peşe kahramanlaşacaklardı.
Gülay’ımızdan 1. hafta geçmedi ki Ümüş son anlarında sıkı sıkı yaptığı zafer işareti, yüzünden beline kadar inen kızıl duvağı altında, hıçkırıklarla boğuştuğu bir saatte kahramanlaştı. Onun, umudun kokusu doluydu direniş evi. Halkımız bir yiğit kızının daha düğününe tanık oluyordu.
Bahri yoldaşının hedefine vardığını duyar da durur mu? Durmaz… Ölüme, acılarına, bilincinin oynadığı oyuna inat tüm gücüyle ben de yoldaşımın alnından öpmek istiyorum dedi. Israrlı ve kararlıydı her zaman ki gibi….
Bahri refakatçi arkadaşların yardımıyla bir araçla Ümüş’ün cenazesine geldi. Aşağıya doğru merdivenlerden bir refakatçinin kucağında indi. Rengi soluktu göz çukurları kararmış, gözleri neredeyse, kayboluyordu. Sakalına rağmen avurtlarının çöküntüsü görülüyordu. İncecik kalmış bedeni, sakalları daha kızıllaşmıştı. Başını dengede tutamıyor istem dışı öne eğiyordu. Bahri’yi, Gülay’ımızın şehit düştüğü odaya aldık. Halsizdi, ara ara birşeyler söylüyordu. Bilincini zorluyor, kendine gelmeye çalışıyordu. Şehit yoldaşına son görevini yaparken dimdik ayakta olmalıydı. Ama olmuyordu işte.
Bahri’miz işte o durumda yürüyemiyor, tek başına ayakta duramıyordu, ama sol kolunu dimdik kaldırdı. İşte eğilip öptü yoldaşını 130’lu günlerinde. 1. Hatfa sonra Ümüş ve diğer yoldaşlarına kavuşacağını bilmiyordu ama emindi hedefi olan 96’yı ikiye katlayacaktı.
Bahri’nin tüm iradesini zorlayarak şehit yoldaşlarını görmek istemesi herkesi etkiler.
Kahraman yoldaşının alnından öpmek anısı önünde saygı duruşunda bulunabilmek… Yürüyemiyor olmak, bilincin bedene isyanı, başının dahi düşmesini kontrol edemeyecek bir durumda olmak… Hiçbiri Bahri’nin yoldaş sevgisi önünde engel olamıyor.
Ümüş’ün şehitliğinin ardından gözler Zeynep, Bahri, Arzu, Ali Rıza’daydı. Durumları ağırdı.
Bahri’nin o görüntüsü hiç aklımdan çıkmıyordu.
O gün sanki Ümüş’ün elinden tutup çekip gitmek istiyordu. Zeynep’lerin kaldığı direniş evinde güneşin sabah akşam vurduğu bir odada uzanmış yatıyordu. İçeride vantilatör sürekli çalışıyordu. Bahri ise sessizce yatıyordu ama hedefine varacak olmanın sabırsızlığı içinde gibiydi sanki…
Sessiz direniş evinde sessizlik hakimdi üzüntünün, kederin olduğu bir sessizlik değildi bu. Başka bir tılsımı vardı bu sessizliğin. Birazdan kim bilir belki de bir yoldaşımız daha kahramanlaşacaktı. Kimbilir belki de birazdan Bahri’miz o küçük güneşli odadan tepeden tırnağa umutla kanat vuracaktı güneşe…. Gözlerde, bakışlarda, mimiklerde yüreklerin atışında hiçte sessizlik yoktu aslında…”
…
Bahri son dönemlerini yaşarken yoldaşlarının yanında olmasını ister. Onlarla mutludur, huzurludur; son nefesini vermeden önce de paylaşmak için çarpar yüreği…
“Bizleri yanına çağırırdı.”Gelin de biraz dedikodu yapalım” derdi. Bir defasında “birgün konsolosluğun önünde gözaltına alındım. Tabi üzerim doluydu” demişti. Biz de ne vardı diye sormuştuk. “Onu söylemem onlar gizli” diyor, son anında dahi kuralları çiğnemiyordu. Onu bu halde görünce bir kaç gün önceki sohbetimizi hatırladım. “Sen ben ölünce çok ağlayacaksın” diyordu. Gülümseyip “ben artık ağlamıyorum” diyorum. O ise son sözlerini, cenazesinde olmamızı, kimlerin olacağını anlatıyor. “Ben senden çok şey öğrendim” diyorum. Öyle mütevazi, doğal sıcak kendine güven ve daha neler neler… “Ben de çok şey öğrendim hem sizden, hem İstanbul’dan, hem de ölüm orucundan çok şey öğrendim” diyordu…
Son anlarında üstünde kırmızı üzerine sıra ile işlenmiş boranlardan oluşan bir alın bandı vardı. Onu çok seviyordu. Bir de yıldızlı bir bandının olmasını çok istiyordu. O da alnındaydı. Bahri inliyorsun diyoruz konuşuyor ama bizi görmüyordu sadece anlıyordu. “Aaa benden inleme sesi mi geliyor” diye şaşırıyor, sonra da bir daha inlemiyordu.
Artık son anlarıydı. Belki de son bir kaç nefes alıp vermesi…
6-7 kişi başucundaydık, yaşadıklarımız, paylaşımlarımız, onun kahramanca direnişi yüreğimize gelip oturmuş…
Odada gözler konuşuyor ağlamaklı, sevgi dolu, saygı dolu bakışlar var.
Alnında kızıl bandı… Tertemiz mis gibi düzenli ve titiz… Aynı istediği gibi boylu boyunca uzanmış yatıyor…
Göğsü son kez yavaş yavaş inliyor, kalkıyor… ve bir daha kalkmıyor…
Bir boran havalanıyor mavi gökyüzüne doğru özgürlüğe, adalete, o sevdiği güneşin ülkesine…
Ve mutlu huzurlu… O gün 137. günü açlığının… Ve o gün ikiye katlıyor 96’yı…
Ağlamadan sızlamadan, onur ve gururla hazırlıyoruz son yolculuğuna.
O barikat barikat Cephe’lilerin omuzlarından uğurlanan ilk boran…
Ömrünün baharında kendini halkı için feda etti. Halkımızın yüreğine gömüldü…