Kızkardeşi Ahmet Güder’i anlatıyor:
“Onu düşünürken aklıma hep kardelenler geliyor”
O benim hem ağabeyim, hem çocukluk arkadaşım, hem öğretmenim, hem de yoldaşımdı. Çocukken onunla şakalaşmak, boğuşmak benim en sevdiğim oyundu. Onun yanında iken hiç büyümek istemezdim. Ve hayatın olanca ciddiyetini de en çok ondan öğrendim.
Öyle uzun uzun konuşmazdı. Hatta kendi değer yargılarını, tercihlerini bana kabul ettirmek için uğraşmazdı. Daha çok beni konuşturur, sonra bir-iki söz söyler ve zaten o sözler birçok şeyi anlatmaya yeterdi. Bir gün birkaç kız arkadaşımla birlikte, biz “eşitlik” diye tutturmuştuk.
O da “Eşitlik diye bir şey yok” dedi. Tabii biz parladık. O ise hiç istifini bozmadan “Eşitlik varsa ispatlayın, yani mücadele edin, bir şeyler yapın, o zaman biz de var diyelim” dedi. işte hep böyle yapar, bizi daha çok düşünmeye sevk ederdi. Hiç inisiyatifimi kırmaz, benim ya da başkalarının, kendine güven duygusunu zedelemeden her şeyi öğrenmemizi sağlamaya özen gösterirdi.
Hatalar karşısında asla liberal değildi. Bir yanlış yaptığım zaman, yüzünün şekli değişir, o esprili yüzü gider, ciddi bir hal alırdı. Ya bir tek kelime söyler, ya da hiçbir şey söylemeden bana bakması yeterdi. Hata yaptığımı anlardım o zaman. Sonra onunla gider konuşurdum.
O olmadığı zamanlarda, şöyle yaparsam o nasıl karşılar, ne düşünür diye hesap ederdim.
Bazen de bir şeyi sıkı sıkı tembihlerdi. Bir gün özel sayı dağıtmıştık. Akşam evde oturup sohbet ediyorduk. Bana “Belki birazdan gelip bizi alırlar, ne yapacağımızı biliyorsun değil mi? ‘İfade vermiyoruz, açlık grevindeyiz’ diyeceğiz” dedi. Onun kendine duyduğu güven bir anda beni de sarmıştı, onun sözlerinden sonra artık daha rahattım. O akşam gözaltına alınmadık, ama onun varlığı bende her zaman güven duygusunu güçlendirmiştir.
O defalarca şubeye girdi. Her seferinde de başı dik çıktı işkencehaneden.
Hatta bir seferinde -sanıyorum ilk ciddi işkence gördüğü zamandı- kendisine yapılanları alaya alarak anlatırken, işkencecilerin çaresiz kalışından sınırsız derecede mutlu olmuştu.
Şiir yazardı. Saz çalmayı öğrendikten sonra, beste yapmaya da başlamıştı.
Şiir ya da bestelerini kimseye göstermezdi. Ama beni çağırıp “nasıl, iyi mi” diye düşüncemi sorması beni çok sevindirir, gururlandırırdı. Düğünlerde saz çalıp söylerdi, biz de halay çekerdik. Düğünlerde EHADKAD ekibi olarak çıkardık. Çiçekleri, en çok da kardelen çiçeğini severdi. “Direnç çiçeğidir” derdi.
Ahmet, hep bahar aylarında gözaltına alınmış, iki kez de tutuklanmıştı. “Bahar hiç dışarıda karşılayamadım. Baharı görmemi engelliyorlar.” demişti.
Daha sonra baharı en güzel yerlerden, Dersim dağlarından karşılamaya gitti. Dersim dağlarına baktığımda, şimdi Ahmet ve yoldaşlarını düşünürken, aklıma hep kardelenler geliyor. Binlerce direnç çiçeği…
***
Babası Ahmet’i anlatıyor:
“Devrime inanmıştı, hareketine bağlıydı”
Ben oğlumla gurur duyuyorum. Öğrencilik yıllarında devrim yoluna kendisini adamış ve mücadele içerisine girmişti. Okumayı çok severdi. Öyle zamanları oluyordu ki, defterinin üstünde uyuyordu. Onu kaldırıp yatırıyordum. İnsanlara karşı tavrı çok sıcaktı. İnsanları çok severdi. Çok espriliydi. Espriyi kimseyi kırmadan yapardı. Üniversiteye başladığında hareketine kendisini tam olarak adadı. Bedelden hiçbir zaman kaçınmadı. Devamlı “Zafer direnenin olacaktır” derdi. Sık sık gözaltına alınıp işkencelere maruz kaldı. Buna rağmen yılmadı. Boyun eğmedi, devamlı direndi. İşkenceciyi kendi evinde yenerek, başı dik olarak çıkmasını bildi.
Devrime inanmıştı. Hareketine yürekten bağlıydı. İnsanları da inandırır ve ikna ederdi. İnsanlarla devamlı diyalog içerisindeydi. Tartışmayı ve insanlara bir şeyler vermeyi çok severdi. Ev işlerinde sürekli annesine ve kız kardeşine yardım ederdi. Onun bir tek amacı vardı. Mücadelenin başarılı olması için çalışıp çaba sarf etmekti. Resimler yapardı. Gerilla resimleri çizerdi. Bu da onun gerillaya ilgisini belirtiyordu.
Arkadaşları ile çok güzel uyuşurdu. Paylaşmayı severdi. Sürekli bir şeyler anlatmak ve büyüklerinden ders kapmak isterdi. Ben onunla gurur duyuyorum. Ahmet halkı için şehit düştü. Onun gibi on tane oğlum olsa mücadele için feda ederdim. Mücadele içerisinde şehit düştüğü için onurluyum.
***
Annesi Ahmet’i anlatıyor:
“Dağlar onu kucakladı ve bağrına bastı”
O benim oğlum değildi. Halkın oğluydu. Halka verdim onu. Küçükken bana çok düşkündü. Planlı, disiplinli bir yapısı vardı. Temizliği severdi. Hiçbir zaman benimle zıtlaşmazdı. Evin içerisinde her zaman bana yardımcı olurdu. Üniversiteye başladıktan sonra daha bambaşka bir insan olmuştu. Üniversite içerisinde yapılan haksızlıkları anlatırdı bana.
Polisler bir arkadaşını sürükleyip götürüyorlarmış. Ahmet de kendisini arkadaşının üzerine atmış. Polislere “Niye götürüyorsunuz?” diye çıkışmış. Bu olayı anlattığında, ben kendisine kızdım. “Niye böyle yapıyorsun, seni döverler.” dedim. O ise bana “Arkadaşım gözaltına alındığında ben vicdan azabı çekiyorum. Onlar benim canımdan bir parçadır.” dedi.
Yaz tatillerinde çalışırdı. Çözüm dergisinin açılmasında çalışmalara katılmıştı. Ben kendisine “Oğlum, sen böyle yapma, ben senin okumanı istiyorum.” dedim. O ise “Hem okuyup, hem de haksızlıklara karşı direneceğim.” dedi. Elazığ Çözüm dergisinde çalışıyorken, bir gün gözaltına alınmıştı. Kendisi çıktı, arkadaşları içerdeydi. İşkenceden çıktıktan sonra sabaha kadar yatmadı. Sorduğumda ise “Arkadaşlarım içeride işkence görüyor, ben nasıl yatarım.” demişti.
Fakirlere, düşkünlere yardım etmeyi çok severdi. Harçlık verdiğim paraları harcamıyordu. “Ben nasıl bu parayı yerim ana, arkadaşlarım dışarıda kuru ekmek yiyor, ben bu parayı yiyemem.” derdi. Gerillaya katıldığı zaman bana mektup bırakmıştı. Mektupta “Anneciğim biliyorum sen dayanamayıp ağlarsın. Ama ağlama, çünkü ben özlemini çektiğim halkımın yanındayım.” demişti.
İlk gözaltına alındığı zaman polisler eve geldi. Onu da beraberinde getirmişlerdi. Polisler ona “Bak, kurulu düzenin var, yarın doktor çıkacaksın, niye bu işlerle ilgileniyorsun, zevk sefa içinde yaşa.” dediler. O da polislere dönerek yere tükürdü ve “Sizin kafanız zevk ve sefadan başka şeye çalışmaz zaten.” dedi.
Her zaman dağlara olan özlemini dile getirirdi. Dağlar onu kucakladı ve bağrına bastı. Ahmet’im inandığı davası uğruna, halkı uğruna şehit düştü. O toprağa gömülmedi, güneşe gömüldü. İnandığı dava uğruna şehit düştüğü için onunla gurur duyuyorum. Devrimci analarına sesleniyorum. Çocuklarınız haklı bir dava uğruna mücadele veriyor, devamlı onlara destek olun.
***
Bir yoldaşı anlatıyor:
“Yaşam içerisinde kolektivizmin ve sorumluluk bilincinin gelişmesi yönünde ısrarlı çalışmaları oldu. “Yaşanılmamış, yaşanılacak tüm olumluluklar ve olumsuzluklardan, temeli kolektivizm üzerine kurulu hareketimizin tüm insanları sorumludur” derdi.
Gerillaya katılmadan önce, demokratik alanda bir süre çalıştım. Bu dönemde Ahmet Güder’le tanışıyordum. Ahmet, espirileriyle, coşkusuyla hepimizin abisi olmuştu. Ona göre birkaç yaş daha küçük olmamız ve mücadelede ondan daha deneyimsiz olmamız nedeniyle her işte ona danışırdık. O ise, bizim sorularımıza karşılık, ne yapar eder konuyu gerillaya getirirdi. Gerillaya olan merakımız, ilgimiz Ahmet’le başlamıştı. Şimdi koğuşumuzdaki yoldaşlarımız gibi, bazen garip, bazen mantıklı sorular sorup, Ahmet’i sıkıştırırdık. O ise bıkmadan cevap verirdi.
’91’in sonlarıydı. Ahmet’le bir düğünde karşılaştık. Bizim gerillalarımızdan söz etti. O güne kadar Dersim’de gerillalarımızın olduğunu bilmiyorduk. Ahmet’in, bizim de gerillalarımız var derken, gözlerindeki parıltı, heyecan bir şeylerin mesajıydı. Ve o gün, Ahmet’i son görüşüm oldu. Duydum ki dağlara gitmiş.
Dağlar… Dağlara gitmek… O günden sonra benim ve benimle birlikte örgütlenen birçok arkadaşın düşündüğü tek şeydi:
***
Köylüler Anlatıyor:
Turgut’un (Ahmet Güder) çok sakin bir yapısı vardı. Bize genellikle bir şeyler sorar ve dinlerdi. Kısa ve öz konuşurdu.
Sanki her sözü ölçülüp biçilmiş gibiydi. Bize şehit düşen devrimcilerin, mücadelesinden söz ederdi.
Kürt halkının tarihini, çekilen acıların sebeplerini, sömürüyü, zulmü ve bundan kurtulmak için nasıl mücadele edilmesi gerektiğini anlatırdı.
Alçakgönüllüydü, fedakardı. Köyde hal hatır sormadık kimse kalmamasına dikkat ederdi. Birisi hasta olduğunda muayene eder, gerekiyorsa ilaç verir, bazen de iğne yapardı. Onun doktorlukla ilgisi olabileceğini tahmin etmiştik.
Ama o bundan söz etmezdi hiç. O bir devrimciydi, halk kurtuluş savaşçısıydı, canımızdı… Kelimelerle anlatmak yetersiz.