Adnan BERBER’i Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor


Yoldaşlarının Ortak Anlatımıdır:

Adnan ve bir savaşçı

karşıda bir daha tırmandı

Adnan vuruldu bir dağın yamacında

Adnan’ı ilk olarak 1993 Ekim ayında tanıdım. Etkili bir görünümü vardı. Saçı sakalı uzun, başında kalpak, üstü başı çamur içindeydi. Oldukça sert görünüyordu. Konuşması, davranışları bu görünüşüne uygundu. Daha gerillaya yeni katılmıştım ve kural gereği bir hafta boyunca deneyimli bir savaşçıyla nöbete çıkmam gerekliydi. Nöbete çıktığım arkadaşla öyle bir konuşmaya dalmıştık ki, aniden Adnan’ın sesiyle irkildik. Adnan, ” nöbette olduğunuzu unuttunuz herhalde, sobbetinizi kesin de nöbetinizi tutun. Yoksa silahımı kafanıza dayarım, haberiniz olsun” dedi. Adnan doğru söylüyordu. Nöbette konuşarak kuralsızlık yapmıştık. Bu uyarıdan sonra kendimizi toparlayarak nöbetimize devam ettik. Adnan bana çok sert gelmişti. Fakat onu tanıdıkça o sert görünümünün ve davranışlarının altında ne kadar büyük bir insan sevgisini beslediğini gördüm.

Birgün Çemişgezek’in bir köyünde bir taraftarımızın evine gittik. Evin küçük bir kızı vardı. Çocuk Adnan’ı görür görmez korkup ağlamaya başladı. Adnan, “korkma, gel seni biraz seveyim” dedikçe çocuk bağırıp kaçıyordu. Cemal çocuğun halini görünce, “Adnan yoldaş görünüşün bile çocukları korkutuyor” diye takıldı. Adnan çocuğu kucağına almak için her yolu denedi. Fakat çocuk bir türlü kucağına gelmedi. Sonunda Adnan, “canım kardeşim, ben bu kadar korkunç muyum” diyerek vazgeçti. Çocuk Adnan’in görünüşünden dolayı korkmuştu. Ama Adnan’ı seven çocuklar da vardı. Bu çocuklar genelde köyün en yaramaz ve cin gibi çocukları olurdu. Fakat nedense yaramaz olan bu çocuklar Adnan’in yanında sessizleşip, uslu oturuyorlardı. Bu konu çoğu zaman birliğimiz içinde espiri olurdu.

Adnan hatalara karşı acımasızdı. Yanlış ve zaafları açık açık, dolandırmadan eleştirirdi. Fakat eleştirilerinde acımasız olduğu gibi, yoldaşlarını çok seven biriydi. Bu sevgisini paylaşımcılığında ve bize harcadığı emekte gösteriyordu. Çoğu zaman çantasında taşıdığı bataniyeyi kendisi kullanmaz, puşisini örterdi. Battaniyesini ise bizim üzerimize örterdi. Yine üzerindeki giysilerini, ayağındaki ayakkabısını bizim eski giysilerimizle değiştirdi. Zaten hiçbir zaman Adnan’ın üzerinde yeni giysi olmazdı. Adnan’ın paylaşmadığı tek şey cigarasıydı. Kendisi de sık sık “sigaramdan başka herşeyimi paylaşırım. Ama sigarama karışmayın” derdi.

Adnan’ın en önemli özelliklerinden biri de silahına olan düşkünlüğüydü. Bir ara, yaşadığı bir tartışmadan dolayı silahı alınmıştı. Silahsız gezecekti. Ama herhangi bir operasyon durumunda silahı geri verilecekti. Bu süre içerisinde silahını Yücel (Yalçın Çakmak) taşıyacaktı. Yürüyüş kolunda Yücel’in arkasında yürüyordu. Fakat Yücel’in silahını iyi tutmadığını görünce, hemen, “Yücel, silahımı düzgün tut, hor kullanma” dedi. Birgün yine arazide oturuyorduk. Yücel kendi silahını temizliyordu. Adnan, “benim silahımı da silmeyi unutma” dedi. İlk kez, silahı alınan birini böyle görüyorduk. Elinde olmasa da çocuğu gibi bakıyordu yine de. Bir süre sonra silahı geri verildi. Silahını alınca sımsıkı sarıldı. İlkkez onu bu kadar sevinçli görüyordum.

Adnan gerillaya katıldıktan sonra karşılaştığı zorlukları ve yanlışları bize anlatır, ders çıkarmamızı sağlardı. Birgün yine ateş başındaki sohbetlerimizde anlatmaya başladı: “Ben 1992 Ocakında gerillaya katıldığımda, yerde bir diz boyu kar vardı. Geceleri karda yürüyemiyordum. Çok zorlanıyordum. Sürekli kara batıyor ve düşüyordum. Yoruluyordum. Sık sık arkadaşlara daha ne kadar yürüyeceğimizi sorardım. Artık dayanamıyor, kendi kendime sinirleniyordum. Bu tür zorlukları sadece ben değil, bütün birlik yaşıyorduk. Çünkü o dönem daha yeni gerilla faaliyetlerimiz başlamıştı. Araziyi tanımıyor, köyleri bilmiyorduk. 2-3 kilometre uzaktaki köylere bakıp ‘ne kadar uzak, oralara nasıl gideriz’ diyorduk. Birgün, bir hain düşmana teslim olduktan sonra, operasyonla karşılaştık. Ben ve Vehbi birlikten ayrı düştük. Hiçbir yeri bilmediğimiz için rastgele yürüyorduk. Bir köye girdik. Köyün okulunun yanından geçtik. Ben öndeydim. Bir baktım düşman askeri Vehbi’nin kafasına silahı dayamış, teslim olmasını istiyor. Hemen geri döndüm. Ben de silahımı askerin kafasına dayadım. Asker ‘silahımın ağzında mermi var’ dedi. Ben de benim silahımın ağzında da mermi var dedim. Sonra ‘bak senin anan baban vardır, belki evlisin, ya da sevdiğin vardır. Hadi silahını indir, sen bizi görmedin, biz de seni’ dedim. Asker bu söylediklerimden sonra silahını indirip hızla uzaklaştı. Tabii biz de hemen oradan uzaklaştık.”

1993 sonbaharında Çemişgezek bölgesinde faaliyeteydik. Bu dönem bir taraftarımızın köpeği sürekli peşimizden geliyordu. Ne yaparsak yapalım köpek peşimizden ayrılmıyordu. Taraftarımız köpeği ahıra kapatıyordu. Ancak biz araziye ulaştığımızda köpeği yine arazide buluyorduk. Arazide havlıyor yerimizin açığa çıkmasına neden oluyordu. Üstelik o dönem sığınağımız da daha yeni bitmişti. Adnan müfreze komutanına köpeği kesme önerisi götürdü. Fakat ne komutanımız, ne de biz buna taraftar olmadık. Köpek sürekli havlayordu. Birgün Adnan kasaturasını aldı, köpeği yere yatırdı. Koşup engel olduk. Adnan, “köpek başımıza birgün iş açacak” dedi. Birkaç gün sonra da köpek çevremizde bulunan çobanlara havlayınca, sığınağımızın yeri çobanlar tarafından farkedildi. Adnan düşüncesinde haklı çıktı. O, savaşın acımasızlığını bilen, ona göre düşünüp davranan bir savaşçıydı. Bir kış boyu kalacağımız sığınağın güvenliği için köpeği kesmeyi düşünürken, biz duygusallığa kapılıp “yazıktır, günahtır” deyip, sığınağın güvenliğini riske atıp deşifre ettik.

Adnan bir eylem adamıydı. 1993 yılının Nisan ayında 16-17 Nisan Şehitleri’ni anmak için Çemişgezek’in Akçapınar Jandama Karakolu’na baskın düzenleyecektik. Bu eylemde Adnan da vardı. Eyleme giderken Adnan’a susturuculu tabanca verildi. Baskında Akçapınar köyünde karakol subaylarının gittiği kahveye giderek subayları cezalandıracaktı. Tabancaya susturucuyu takarak beline taktı. Ancak baskın anında planda değişiklik oldu. Adnan de saldırı grubunda yer aldı. Kleşini sıkıca kavramış ve karakolu taramıştı. Eyleme giderken de, çekilirken de daha önceleri yürüyüşte zorlanan Adnan hiç zorlanmamış, aksine atak ve pratik davranmıştı.

Doğadaki hayvanlardan yararlanmasını da iyi biliyordu. Doğada yaşayan hayvanların her türlüsünü hiç çekinmeden yerdi. Kaplumbağa, kurbağa, yılan, yengeç… onun için farketmezdi.

1994 Haziran ayında Kemal Askeri bölgeye geldi. Komutanımız Askeri, bölgeye geldikten sonra yaşadığımız sorunlarla ilgili hepimizle toplantı yaptı. Toplantılarda en fazla eleştiri alanlardan biri de Adnan oldu. Adnan bu toplantıda uzun bir özeleştiri verdi. Daha sonra bize “canım kardeşim, yıllarca bu hareketin içinde kaldım. Ancak ilk defa bu kadar Hareketin ağırlığını hissediyorum. Kemal komutan herşeyi ortaya koyuyor, kaçacak bir yer bırakmıyor” dedi. Bu toplantıdan sonra çoğumuzla konuştu. Tartıştığı arkadaşlarla yanlışları üzerine uzun uzun sohbetler yaptı.

Adnan, Türk’tü. Ama yöre halkının konuştuğu Zazacayı öğrenmek için çaba gösteriyordu. 1994 yılında Adnan, Dersimli olup da, Zazaca’yı bilmeyen arkadaşlardan biraz daha fazla öğrenmişti. Ama aksanı farklıydı ve o konuşunca ” Adnan yine İngilizce konuşmaya başladı” diyorduk. Yine de Adnan vazgeçmez, ısrarla Zazaca öğrenmeye çalışırdı. Bu çabası hepimize örnekti. Halkın geleneklerini, kültürünü öğrenmek kadar, konuştuğu dili öğrenmek de önemliydi.

Uzun yıllar İstanbul’da kalmıştı. Bunun için İstanbul’un yeri ayrıydı O’nda. Sık sık İstanbul sohbetleri yapar, İstanbul üzerine bize türküler söyletirdi. Bir gece yaktığımız ateşin başında bir arkadaş “Bekle Bizi İstanbul” adlı parçayı söyledi. Adnan duygulandı. Sonra da türküyü söyleyen arkadaşa bir sigara verdi. “Canım kardeşim biliyorsun sigaramı kimseyle paylaşmam. Ama madem ki İstanbul’u söyledin, ağzına sağlık. Şimdi sigaramı da veririm işte” dedi. Sonra İstanbul’u, Ferit Eliuygun’u anlatırdı. Onu en çok etkileyen Perihan Demirer’in yoldaşlarını sahiplenmesi ve kendisini feda etmesiydi.

 

Son çatışması, son sözleri…

1994’ün Ekim ayında Kemal Askeri komutan ve Adnan, karargah grubunun yanına gittiler. Sonra biz de gittik. Çatışma çıktı. Operasyon büyüktü. Düşmanın kuşatması gün geçtikçe büyüyerek devam ediyordu. Çatışmalara girdik, pusulara düştük. Sonra Ovacık’ın Emirgan köyünün arazisine gittik. Düşman köyleri ormanları yakmıştı. İlk kez böylesi bir operasyonla karşılaşıyorduk. Yorgunluk, uykusuzluk, açlık çekiyorduk. Adnan ise savaşçı, militan kişiliğini koruyordu. Verilen talimatları yerine getiriyor, görevlerine sıkı sıkıya bağlanıyordu.

Konakladığımız yerde öğleyin tekrar kuşatma başladı. Düşman dört bir yanımızı çevirdi. Çatışmayı ilk Vehbi başlattı. Birliğin çekilmesi için kendini feda etmişti. Adnan, bir arkadaşla birlikte tepeye çıkmak için bizden ayrıldı. Çatışmada şehit verdik. Hiç görüşemediğimiz arkadaşlar da oldu. Şehit sayımız net değildi. Çatışma bölgesinden ayrıldık.

Adnan’ın yanındaki arkadaş iki gün sonra bize ulaştı. Yanında Adnan yoktu. Bize yaşadıklarını anlattı: “Çatışma başladığında Adnan’la birlikte tepeye doğru çıktık. Daha yamacı yarılamışken düşman üzerimize ateş açtı. Adnan kasaturasıyla kendisine mevzi yaparak çatışmaya başladı. Ancak çatışmayı sürdüren düşmanın araziyi taradığı bir sırada omuriliğinden yaralandı. Kısmi felç oldu. Dayanamadım ağladım. Fakat o sürekli benimle konuştu moral verdi. ‘Böyle bir serseri kurşunla şehit düşmek istemezdim. Ama savaş bu, kurşunun ne zaman geleceği belli olmuyor. Bugüne kadar Parti içinde birçok görev aldım, birçok eyleme katıldım. Tüm eksik ve hatalarım ile görevlerimi yerine getirdim. Ağlamayı bırak, şimdi ağlamanın zamanı değil. Bütün şehitlerimiz gibi benim de hesabımı soracağınıza inanıyorum. Hepinizi çok seviyorum. En büyük umudum olan Parti-Cephe’yi gördüm. Bunun için gözüm açık gitmeyeceğim. Yaşasın DHKP-C, Yaşasın Önderimiz Dursun Karataş! Tüm yoldaşlarımı benim yerime kucakla ve selamlarımı ilet. Emekçi Dersim halkına selamlarımı ilet. İnanıyorum ki zafer bizim olacak. Çantamı kütüklüğümü burada bırakma. Silahımı da al ve ona layık ol. Uygun bir şekilde çekil, yoldaşlara ulaşmaya çalış” dedi. Ardından ayağımdaki ayakkabıların yırtık olduğunu görünce, ‘senin ayakkabıların yırtılmış, benimkiler sağlam. Al, onları giy’ dedi. Ben almadım. Saatini, her şeyini bana verdi. Son kez benden bir tütün sarmamı istedi. Ve orada şehit düştü.”

Sözlerinin üstüne artık eklenecek bir söz olmasa gerek. Anısı mücadelemizde yaşıyor.

(Malatya Hapishanesi’ndeki Cepheli tutsakların çıkardığı Başak Dergisinden alınmıştır)