YER: Dersim, Ovacık Emirgan Köyü mevkii
TARİH: 9 Ekim 1994
ZAFERE BİR ADIM: EMİRGAN
(Emirgan direnişine ilişkin bu anlatım, bizzat o dönem gerillada yeralanların anlatımlarından derlenmiştir ve Malatya Hapishanesi’ndeki Cepheli tutsakların çıkardığı Başak dergisinin 1998 Ekim tarihli sayısında yayınlanmıştır.)
1994 yılının sonbaharıydı. Dersim’de, ’38 katliamından sonraki en büyük imha operasyonu başlamıştı. Operasyon, başta Parti-Cephe gerilları olmak üzere tüm diğer örgütlere ve halka yönelikti. Daha önce de operasyonlar yapılmıştı. Ama bu kez, devlet, sonuç almak, gerillayı imha etmek istiyordu. Bolu’dan, Kayseri’den, Diyarbakır’dan, Erzincan ve Elazığ’dan getirilen resmi rakamlara göre 50 bin civarındaki güçle imha operasyonuna başlamıştı. Dersim’de dağ, taş, ormanlar, köyler, mezralar, köylüler… yani herkes hedef durumundaydı. Çünkü, operasyonun amacı Dersim’de gerillayı bitirmekti.
DHKC gerillalarının her geçen gün büyüttüğü savaş devleti korkutuyordu. Gerillalar halkla, hergün biraz daha kaynaşıyor, gelişiyor, güçleniyordu. Halk, Parti-Cephe gerillalarının aldığı kararlara uyuyor, devlet güçlerine gitmiyor, davalarını, sorunlarını gerillaya getiriyordu. İşte devletin korkusu bundandı. Gerillayı imha edecek, halka gözdağı verecekti. Yani Dersim’i teslim alacaktı.
Operasyon, eylül ayının sonunda Pülümür’den başladı. Pülümür’de onlarca köyü yakmış, bir çok köylüyü katletmiş, kaybetmişti. Devlet güçleri Pülümür’den başlattığı operasyonu daha çok Hozat, Ovacık ilçeleri arasındaki dağlık bölgelerde yoğunlaştırmıştı. O günlerde Ovacık bölgesinde faaliyet yürüten Dersim İbrahim Erdoğan Kır SPB’leri Komutanlığı’na bağlı İbrahim Yalçın Müfrezesi de oradaydı. İlk karşılaşma Burnak Köyü yakınlarında Karadere Mevkii’nde olmuştu. Parti-Cephe gerillaları askerlere pusu atmış, 10’un üzerinde kayıp, bir o kadar da yaralı verdirmiş, kayıp vermeden çekilmişlerdi. Askerler bu saldırıyla şok olmuş, olduğu yerde kalmıştı. Ama kuşatma büyüktü. Adım adım gelişiyordu. Devlet güçleri, önce ormanları tutuşturdu. Ormanlar cayır cayır yanıyordu. Dersim Dağları’nı duman bulutu kaplamıştı. “İmha” için gelmiş olan devlet güçleri, kayıp vermişti. Bu kayıplardan sonra korkusu daha da artmıştı. Ve birbir köyleri yakmaya başlamıştı. Köyler yakılıyor, köylüler işkenceden geçiriliyor, birçoğu ormana götürülüp, türlü türlü işkencelerle katlediliyordu. Köyler kül olmuş, birer harabeyi andırıyordu.
Parti-Cephe gerillaları, Hozat’ın Dürüt Deresi’nde oluşturdukları karargahlarındaydı. Komutan Kemal Askeri de birliklerin başındaydı. Yaklaşık 45-50 civarındaki kalabalık bir gerilla birliği biraradaydı. Komutan Kemal Askeri müfreze komutanlarıyla görüşüp onların düşüncelerini almış, operasyonu boşa çıkarmanın planlarını yapmıştı. Kuşatma büyüktü. Devlet güçleri gün geçtikçe çemberi daraltıyor, karargaha doğru yaklaşıyordu. Ve Kemal Askeri’nin talimatıyla askere pusu attılar. Yeni kayıplar verdirdiler. Çatışmalar günlerce sürdü. Gerilla da asker pusularına düştü, çatışmalara girdiler. … Yeni çatışmalar kaçınılmazdı. Herkes bunu biliyordu.
Gerillalar çatışa çatışa Emirgan Deresi’ne gelmişlerdi. Günlerce aç, susuz yol yürümüş, devlet güçleriyle çatışmışlardı. Kuşatma daha devam ediyor, yeni çatışmalar yaşanıyordu. Komutan Kemal Askeri birliğin başında operasyonu yorumluyor, yoldaşlarına talimatlarını veriyor, yapmaları gerekenleri bir bir anlatıyordu. Emirgan Deresi 9 Ekim günü binlerce asker tarafından kuşatıldı. Helikopterler uçuyor, silahlar patlıyordu. Halk Kurtuluş Savaşçıları da yeni gelenekler, değerler yaratıyor, kahramanca çarpışıyorlardı.
Devlet güçleri Emirgan Deresi’ni kuşatmaya başladığında Müfreze Komutanı Halil İbrahim Ekicibil, yanına bir yoldaşını alarak hemen askerlerin geldiği yöne gitti. Düşman dört bir yandan geliyordu. Ve Halil İbrahim yanındaki yoldaşını birliğin yanına gönderdi. Kendisi, birliğin çekilmesi, mevzilenmesi için zaman kazandıracaktı. Yoldaşları için hayatını ortaya koymuştu. O an hiçbir yaşam kaygısı duymamaktaydı. Çünkü, tek düşüncesi yoldaşlarının güvenliğiydi. Gerilla birliğinin çekilmesi, mevzilenmesi için zamana ihtiyaç vardı. İşte bu zamanı Halil İbrahim düşmandan kazanacaktı. El bombasını çıkararak bekledi. Askerler iyice yaklaşmıştı. Halil tüm kaygıların dışında, sakin bekliyordu. Artık zamanı gelmişti. Pimini çektiği bombayı savurdu. Bir patlama ile askerler olduğu noktada çakıldı. Silahlar patladı, Halil, Emirgan’ın ilk şehidi olmuştu. Tarihimize, geleneklerimize uygun kendini feda ederek, Parti-Cephe gerillasına yakışır şekilde şehit düşmüştü. Gerçekleştirmeyi düşündüğü bir çok plan vardı. Partili olduğumuzun müjdesini daha birkaç ay önce almışlardı. Ovacık bölgesini geçecek ve eylem yapacaklardı. İşte şimdi en büyük eylemini gerçekleştirerek şehit düştü. Emirgan Deresi o gün ilk kez, komutanımız Halil İbrahim’in bomba sesleriyle yankılanmıştı. Herkes bu fedakarlığı görmüş, onun verdiği mesajı almıştı. Ölünecek ama teslim olunmayacaktı. Ölünecek ama devlet güçlerinin saldırısı boşa çıkarılacaktı. Halil’in kazandırdığı zamanla çatışmaya hazırlanan silah sesleri gecikmedi. Korkunun yerini cesaret, paniğin yerini soğukkanlılık ve atılganlık almıştı. Bütün savaşçılar Komutan Kemal Askeri’nin talimatıyla harekete geçmişlerdi. Ve yeni gelenekler, yeni değerler yaratmaya başlamışlardı. Çatışma sürdükçe her mevzii de kahramanlıklar yaratılıyordu.
Müfreze komutanlarından Yalçın Çakmak da yanındaki yoldaşlarını mevzilendiriyor, konuşuyor, rahat-sakin davranışlarıyla onlara güven veriyordu. Bir elinde yeni sarılı sigarasını içiyor, bir elinde kleşiyle aşağı-yukarı koşturuyordu. Çıplak bir derenin içindeydiler. Askerler üstteki tepeyi de almışlardı. Yalçın, tepeyi almaya giden yoldaşları olduğu için rahattı. Ne var ki, oraya giden Ali Çelik, Murat Er, Tuncay Kahraman gider gitmez kuşatmanın içine girmiş, kahramanca vuruşup şehit düşmüşlerdi. Vatan o gün, Emirgan Deresi olmuştu. Her karış toprak, her taş, her bir meşe ağacı savunuluyordu. Binlerce asker, şaşırmış, dört bir yandan ölüm kusuyorlardı.
Tepe askerin eline geçmişti. Yalçın’ın olduğu yere yağmur gibi kurşun yağıyordu. Bu yoğunluk altında, O, yine yoldaşlarının arasında oradan oraya koşup, savaşçılarını mezilendiriyordu. Bir ara olduğu yere oturdu. Elini başına götürdü. O an genç yoldaşlarından biri, “Komutan Yoldaş yaralandım” dedi. O’nun cevabı, “bir şey olmaz, bak ben de vuruldum” oldu. Ölüm sıradanlaşmıştı. Aldığı yaraya rağmen yine en önde çatışmayı yönetti. Savaşın en kızgın anında, ikinci kurşunu alarak şehit düştü. Yalçın, çatışmanın içinde, sanki arazide çay kaynatıyor, yürüyüş kolunda yürüyor, köyler de sohbet ediyor, yoldaşlarına eğitim çalışması veriyor gibi rahat ve doğal davranıyordu. Ölümü yenmiş, yere çalmıştı. Sanki oturmuş, yoldaşlarına yapmaları gerekenleri söylüyordu.
Savaşçılar, Komutan Yalçın şehit düştükten sonra dağınıklık, panik yaşamadılar. Komutanlarının silahını, kütüklüğünü alıp, çatışmayı sürdürdüler. Çünkü Komutanları yanlarında onlara bakıyor, onları denetliyordu. Yeni şehitler, yaralılar veriyorlardı. Hatice Yıldız da komutanının yanı başında vurulup şehit düşmüştü. Yine, Nejla Çavumirza, Pınar Güngör, Adalet Yer, Mehmet Ali Aydın aynı yerde şehit düşmüşlerdi. Zeynel Kızılkaya da yaralanmıştı. Zeynel küçük bir tepede ateş ediyordu. Silahı tutukluk yapmıştı. Hemen, “bana yeni bir silah verin” dedi. Yoldaşları önce yeni bir silah verdiler. Aldığı yaralara hiç aldırış etmeden basıyordu tetiğe. Yoldaşları kurşunlara, bombalara rağmen yaralıların başına gitmiş, yaralarını sarıyorlardı. Zeynel karanlık çökene kadar vuruştu ve ölümsüzleşti.
Zeynel, daha bıyıkları yeni terlemeye başlamış, 18 yaşlarında genç bir savaşçıydı. Fakat O, Parti-Cephe’nin tecrübesi ve kararlılığıyla çatıştı, kahramanlaştı.
Çatışma Emirgan Deresi’nde geniş bir alanda sürüyordu. Adnan Berber de yanında bir yoldaşıyla komutanının talimatıyla öne atılmış, üstteki çıplak yamaca çıktığında askerlerle çatışmaya girmişti. Orada çatışmayı sürdürüyordu. Nereden geldiği belli olmayan bir serseri kurşun yakaladı O’nu. Omuriliğinden vuruldu. Kısmi felç olmuştu. Hiç hareket edemiyor, sadece konuşabiliyordu. Yılların deneyimli savaşçısı, “Böyle bir serseri kurşunla vurulmak istemezdim ama savaş bu, kurşunun nereden geldiği belli olmaz” diyordu. Yanındaki savaşçıya moral veriyor, yanındaki yoldaşına son sözlerini büyük bir güvenle söylüyordu. Partinin ilan edilmesini, yaşadığı duyguları, partiyi görmenin sevincini, önderliğe bağlılığını, yoldaşlık sevgisini, halk sevgisini… tekrar dile getirmişti. Yoldaşına silahını, kütüklüğünü, çantasını, saatini verdi. Yoldaşının çekilmesini, diğer yoldaşlarına ulaşması için, ona yapması gerekenleri de anlattı. Israrla, “Senin ayakkabıların eski, benimkiler ise yeni, benimkileri al” diyordu. Yoldaşı ısrarı karşısında Adnan’ın ayakkabılarını da aldı ve Adnan’a bir sigara yakıp, ağzına koydu. Adnan, hareketsizdi. Felç, tüm vücuduna yayılmıştı, fakat bilinci açıktı. İnancı ve kararlılığıyla konuşuyordu. Yoldaşı ile son sigarasını içti ve yoldaşlarının kolları arasında şehit düştü.
Emirgan yiğitliklere tanık oluyordu. Adnan Berber bir dava adamıydı. Şehit düşerken bile yoldaşlarını, gerillaların ihtiyaçlarını düşünüyordu.
Artık saatler de ilerlemişti. Bir başka yerde de Aydın Bulmak yanındaki yoldaşlarına seslenip, “yanımdaki taşa kanımla Partimizin ismini yazdım” demişti. Şehirlerde üsleri kuşatılan, kahramanca çarpışan ve kanlarıyla duvarlara yazdıkları gelenek şimdi kırda Aydın Bulmak’ın elindedir. Adana’da Esmalar’ın, İstanbul’da Sabo’ların, Güner’lerin yarattığı gelenek kırlara taşınmıştı. Umudun adını, partimizin adını kanıyla taşa işlemişti. Bir yandan askere ateş edip, bir yandan da yoldaşlarına; “Sizleri seviyorum, savaşımız büyüyecek. Benim için Malatya Dağlarına gidin” diyordu. Bacaklarından aldığı yaralarından dolayı hareket edemiyor ama, tetiği çekebiliyordu. Yoldaşları yanına gittiğinde haykırdı: “Gelmeyin, elimde el bombası var, pimini çekmişim, siz gidin” diyordu. Komutan Kemal Askeri de kendisiyle konuşuyor, çekilmesine ikna etmeye çalışıyordu. Ama Aydın, yoldaşlarının çekilmesi için, orada kalacağını söylüyordu. O’nu hiç kimse ikna edemezdi. Yaşamını ortaya koymuş, yoldaşlarının çekilmesi için herşeyi yapacağını göstermişti. Emirgan yoldaşları için, kendini feda edenlere tanık oluyordu. Acı, sevinç, kahramanlık birarada yaşanıyordu. Aydın’a Kemal Askeri’nin talimatıyla yeni bir silah verildi. Gerillalar acılarını yüreklerine gömerek yaralı yoldaşlarını sırtlayıp oradan ayrıldılar. Daha biraz uzaklaşmışlardı ki, silah sesleri gelmeye başladı. Aydın görevini yerine getiriyor, çatışıyor, düşmanın yaklaşmasını engelleyerek, yoldaşlarının çekilmesi için zaman kazandırıyordu. Bütün savaşçılar o an durup, bu yiğit halk kurtuluş savaşçının silah seslerini dinledi. Aydın, zafere olan inancıyla çatışarak şehit düştü.
Emirgan Parti-Cephe’nin direniş tarihinde önemli bir halkadır. Emirgan, o güne kadar Cephelilerin girdiği en büyük çatışmadır. Yenilgi değil, bir zaferdir. Yenilgi, teslimiyet, kayıplardan korkma, kaçış demektir. Zafer, teslim olmama, kuşatmaları yarmadır.
Cephe gerillaları 13 kayıp vermiştir. İki de taraftarları şehit düşmüştür. Ama zafer onlarındır. Bu zaferin mimarı Komutan Kemal Askeri’dir. O, savaşçılarına moral-azim vermiş; öngörüsü daha büyük kayıpları önlemiştir ve devlet güçleri amacına ulaşamamış, gerillayı imha edememiş, kayıp vererek çekilmek zorunda kalmıştı. Zafer, buradadır.
Zafer, tek tek şehitlerimizin 30 yıllık gelenek zincirimize eklediği yeni halkalardır. Fedakarlık, bağlılık, sahiplenme, yoldaşlık, Parti-Öndere bağlılık, halka güven… kısaca tüm erdemler, o an Emirgan’dadır. Tüm bunlar, savaşın kamçılayıcısıdır. Bu Parti-Cephe’nin iradesidir. Bu irade hep canlı tutulduğunda, fiziki kayıplar eninde sonunda siyasal zafere dönüştürülecektir. İşte zafer, bugün Dersim’de daha güçlü yükselen gerilla savaşımızdır. Gerilla, halkın düzen karşısındaki tek umududur, kurtuluşun garantisidir.
Geleneklerle Emirgan’dan Dersim’e, Dersim’den Canikler’e, Toroslar’a, Bolkarlar’a uzanan savaşımızı kimse yokedemez. Zafer, geçmişten gelen gelenekleri bilincine yükleyip yürüyen Cephe’nindir.
***
9 Ekim 1994 – Dersim, Emirgan Deresi
“ZAFER BİZİM OLACAK”
94 yazında Dersim cayır cayır yanıyordu. Günlerce sürdü orman yangınları. Ardından düşman yeni birlikler sevk etti Dersim’e.
Çatışmalar başladı. DHKC gerillaları bu saldırılar karşısında eli kolu bağlı kalmadı. Pusu attı. Pusuya düştü. Bedel ödedi, bedel ödetti.
O günler gerillanın topyekun bir saldırı karşısında nasıl davranılması gerektiğinin tartışıldığı günlerdi. Zorluklarla, ciddi çatışmalarla karşılaşılan bu yoğun ayların ardından kış hazırlıklarına başlanmıştı. Karar açıktı; sığınaklara girilmeyecek ve düşman saldırılarına karşı konulacaktı.
Ekim başı yoğun çatışmalar yaşandı.
9 Ekim’de değişik görevlerden dönen dört müfreze Ovacık’ın Emirgan Deresi mevkiinde bir araya geldi. Mazlum Güder Müfrezesi, İbrahim Yalçın, Nazım Karaca ve Nurettin Güler Müfrezeleri’ydi bunlar… Bölgeye gelmeden önce Mıksor, Gızori mevkilerinde düşmanla çatışmış ve düşmana önemli sayılarda kayıplar verdirmişlerdi.
Düşman birlikleri de çok yoğun bir biçimde bölgeye yığılmışlardı. Gerillayı fark ettiklerinde derhal kuşatmaya almaya çalıştılar.
Düşmanı ilk Halil İbrahim fark etti ve düşmanın geliş yönüne tek başına pusu attı. Düşman yaklaştığında Halil İbrahim önce el bombasını, ardından silahını kullanarak düşmanın kuşatma çemberini tamamlamasını ve daha fazla yaklaşmasını engelledi. Silah sesleri tüm müfrezeler için uyarıcı oldu.
Önce yoldaşlarının güvenliği önemliydi. Sabo’nun Çiftehavuzlar’da kuşatılmışken diğer yoldaşlarının kaygısını duyması gibiydi… Halil İbrahim şehit düşünceye kadar çatışmayı sürdürdü. O bir müfreze komutanıydı aynı zamanda. Ona yakışan da oydu.
Bu arada diğer müfrezeler de mevzilendiler. İlk saldırıyı püskürtüp çekileceklerdi.
Aydın Bulmak, M. Ali ve biri bayan iki gerilla daha birlikte bir kayayı kendilerine siper ederek mevzilenmişlerdi. Aniden arkalarından gelen mermilerle Aydın ve M. Ali yaralandılar. Diğer yoldaşları hemen onlara alt tarafa doğru kaymalarını, oranın mermi almadığını söylediler.
Küçük grup önce M. Ali’yi gönderdi. Ardından bayan yoldaşı gönderdikten sonra kalan iki gerilla arasında bir “çekişme” başladı. İkisi de diğerinin daha güvenlikli olan yere kaymasını isityordu.
Aydın yaralandığını söyleyerek diğerini gönderdi. Gerilla, Aydın’ı mermi almayan bir yere mevzilendirip aşağıya doğru kaydı ve M. Ali’nin mevzilendiği taşın arkasına geçti. Bu arada M. Ali de ikinci yarayı almıştı.
Aydın çatışma boyunca sürekli konuşarak yoldaşlarına moral vermeye çalışıyordu. Çekilme anı geldiğinde gerillalardan bir grup Aydın’ın yanına doğru yaklaşmaya başladı. Aydın “Gelmeyin, el bombasının pimini çektim!” diyerek onları durdurmaya çalıştı. Gerillalar biraz konuşup Aydın’ı yanına yaklaşmalarına ikna edip yanına gittiklerinde elinde el bombasının olmadığını gördüler. Grup bir an önce çekilsin diye öyle söylemişti. Yoldaşları kendisini çatışma alanından çıkarıp götürmeye çalışırken “ben yaralıyım, burada kalacağım, siz bir an önce gidin” dedi. Bütün konuşmalara rağmen onu ikna edemediler.
– Son olarak bir isteğin var mı? diye sordular.
– “İki isteğim vardı, birincisi, hep düşünürdüm, şehit düştüğümde bir taş olacak mı yanıbaşımda, o taşa kanımla DHKP-C yazabilecek miyim diye ve şimdi şehit düşüyorum. Yanımda bir taş var bu isteğim oldu…”
O anda gördüler ki, Aydın başucundaki taşa kanıyla “DHKP-C” yazmıştı.
– “İkinci isteğim ise; Malatya dağlarında gerilla olarak savaşmaktı, ben gidemedim ama benim yerime siz gidin…”
Çatışma sürüyordu.
Komutan Yalçın’a tüm gerillalar Sandino Baba derdi, çünkü hepsinin babası gibiydi. Her sorunlarıyla ilgilenir, kendilerini geliştirmeleri için elinden geleni yapardı. Çatışmaları büyük bir ustalıkla yönetirdi. 9 Ekim 1994’teki çatışmada da bütün savaşçılarını mevzilendirirken çatışmayı her zamanki ustalığıyla yönetiyor, oradan oraya koşturuyordu.
Koşturduğu anlardan birinde yanına düşen roketin şarapnel parçası başına isabet etti. Aynı roket atışıyla yaralanan bir yoldaşı “Komutan yoldaş yaralandım” diye seslendi ona.
Yalçın “bir şey olmaz, bak ben de yaralandım” deyip başındaki yarayı göstererek iki adım attı ve şehit düştü…
Böyle soğukkanlı, böyle pervasız gidiyorlardı işte ölüme.
Tecrübeli, tecrübesiz, yaşlı genç yanyanaydılar o mevzilerde.
Çatışma sürüyordu… Bir başka taşın üstünde daha o imza kanla atılıyordu. Zeynel şehit düşmeden biraz önce geleneği Dersim dağlarına taşıyanlardan biri oldu. Taşın üstündeki kanla yazılı ‘DHKP-C’ parıldıyordu. Ve işte biraz ötede Adnan da şehit düşmüştü.
Müfrezelerdeki bayan gerillalar aynı kararlılık içinde kayaların ardında yer değiştiriyor, bir yandan diğer yoldaşlarını korumaya, bir yandan düşmana vurup kuşatmayı yarmaya çalışıyorlardı.
İşte onlardan üçü daha “kadın” üzerine tüm burjuva değer yargılarını altederek, küçük-burjuvazinin kadının özgürleşmesi üzerine tüm teorilerini alt üst ederek şehit düşüyorlar. Necla, Adalet ve Hatice… Son mermilerini düşmana sıkarak, son sloganlarını haykırma gücünü bularak kucaklıyorlar ölümü.
Pınar kuşatma altında düşmana vurmanın coşkusuyla basıyordu silahının tetiğine. 1994 Ekim ayının başındaki operasyonlarda ilk kez çatışmaya girmişti. İlk çatışmalarda düşmana kayıp verdirilmiş ve kayıp vermeden dönülmüştü. Ciddi bir operasyonla ilk kez karşı karşıya geliyordu. Fakat 10 aylık gerilla yaşantısı ona çok şey öğretmişti. İlk çatışmada gayet sakin ve soğukkanlıydı. Gece olup çekildiklerinde çatışmadan zaferle çıkmalarını büyük bir sevinçle çığlık atarak karşılamıştı. Ama hemen uyarıldı, çünkü bozguna uğrayan düşman halen çok yakınlarındaydı.
Bu çatışmanın ardından çatışa çatışa bir kaç günde Emirgan bölgesine gelmişler ve işte kendileri için çatışmaya müsait olmayan bu alanda düşmanla tekrardan çatışmak zorunda kalmışlardı.
Çember daralmış, her taraflarından mermiler geçmeye başlamıştı. Pınar da düşmanın ilk taramaları sırasında yaralandı. Ama soğukkanlılığını yitirmemişti. Yoldaşlarından biri kendisine neresinden yara aldığını ve durumunu sorduğunda “çok iyiyim, biraz üşüyorum” dedi. Yoldaşının puşisini alıp yarasını sardı. Çatışma boyunca sürekli gülümsüyordu. Ölümü gülerek kucaklayanlardandı o da. Son sözü “Zafer bizim olacak” oldu…
Gerillalardan dördünün, Halil İbrahim, Murat Er, Ali Çelik ve Tuncay Kahraman çatışırken yer değiştirirken ana grupla bağları koptu. Çatışmayı sürdürdüler. Onlardan ancak bir kaç gün sonra haber alınabilecekti. Çatışarak şehit düşecekti dördü de.
Artık çekilme zamanıydı. 9 şehitleri vardı orada. Halil İbrahim’lerin grubuyla 13 olacaktı. Şehit yoldaşlarını alabilecek bir ortam yoktu. Onları bırakıp gitmek zordu, ama savaşın gerçeği de buydu. Bir yandan çatışırken, diğer yandan şehit yoldaşlarının silahlarını aldılar. Komutan Yalçın’ın üstüne parti bayrağını bırakarak geri çekildiler.
Alnında yıldızlı bere
Elinde mavzeriyle
Çıkıp Dersim dağlarına
Türkü söylemek var ya… Diyordu türkü.
Türkü söyler gibi şehit düşmüşlerdi işte.
Destanlar kentlerin sokaklarında, dağlarda yazılmaya devam edecekti.
(Yukarıdaki anlatım, Halk İçin Kurtuluş’un 05.04. 1997 tarihli, 24. sayısında yayınlanmıştır.)
***
Emirgan direnişine ilişkin DHKC İbrahim Erdoğan
Kır SPB Bölge Komutanlığı açıklamasıdır:
Köyler, mezralar, ormanlar yanıyor. Her gün Dersim’in bir yerleri bombalanıyor. Oligarşi tankıyla, toplarıyla, uçakları, helikopterleri ve özel ordusuyla Dersim’de. Silah sesleri, bomba sesleri hiç eksik olmuyor. Köylerinden düşman askerleri tarafından alınan insanlardan günlerdir haber alınamıyor. Evleri yanan halk çoluk çocuğunu alıp yollara düşmüş, birçoğu ilçelere doluşmuş durumda. Düşman saldırılarımızda büyük kayıplar aldığından, acze kapılmış, bunu köylünün hayvanlarını kurşunlayarak, arı kovanlarını yakarak, şehit düşen yoldaşlarımızın cesetlerini yakarak, açıkça göstermişlerdir. Bu manzara bir savaş manzarasıdır. Ama Hitler faşizminin 2. dünya savaşında yaptıkları değil, Amerika’nın Vietnam işgali de değil. Ne İsrail’in Filistinlilere yaptıkları, ne de Yugoslavya’daki iç savaş. Tüm bunlar bizim topraklarımızda, Kürdistan’da, Dersim’de yaşanıyor. Bu manzara faşist TC’nin Kürt halkına karşı açtığı yok etme savaşının manzarasıdır. 1938 yılında Dersim’deki katliam politikası yine hayata geçirilmeye çalışılıyor. Amaç sessiz sedasız, her şeye boyun eğen, yaşayan ölüler topluluğu yaratmaktır. 1938 katliamı ile ilgili resmi belgelerde “Dersim çıban başıdır, ezilmeli-dir” diye yazıyordu. Dün yaptıklarını bugün katmerli bir şekilde sürdürüyorlar. Köy yakmalar, katliamlar, sürgünler… Çünkü yapabilecekleri başka bir şey kalmamış. Oligarşi çaresizlik içinde çırpınıyor.
OLİGARŞİ DE MİRASÇISI OLDUĞU OSMANLI GİBİ TARİHE GÖMÜLECEK
Oligarşi yıllardır Kürdistan’da Kürt halkına karşı her türlü kirli savaş yöntemini uyguladı. Kimyasal silahlarını dahi kullanmasına rağmen, başaramadı. İşbirlikçi kullandı, korucular yarattı olmadı. Oligarşi özel timlerini büyük reklamlarla vitrine sundu, başaramadı. Sonra büyük bir gürültüyle MHP’li seçme faşistlerden oluşturduğu özel ordusunu piyasaya sürdü. Bu kez bitireceklerdi! Ama onlar da gerillanın kurşunları ile tanışınca havaları söndü. Özal’ını, Akbulut’unu, Demi-rel’ini, Tansu’sunu gördü bu topraklar. Hepsi de dedelerinin yaptıklarını tekrar ettiler, başaramadılar. Kontrgerilla infazları, kaçırmalar, işkenceler, köy yakmalar hiçbiri tutmadı. Takrir-i Sükun yasalarını yeniden soktular devreye, ama hala daha terör kabusları görmeye devam ediyorlar, terörü bitireceğiz diye gece gündüz sayıklıyorlar.
TERÖRİST OLİGARŞİ BİTİRECEĞİZ DİYOR, GERİLLA SAVAŞA DEVAM EDİYOR
Biz Devrimci Sol gerillaları olarak Kür-distan dağlarına ayak bastığımızda bir avuç kadardık. Ama gücümüz ölçüsünde düşmana darbeler vurduk, halkın yanından bir an olsun ayrılmadan, onun doktoru, öğretmeni olduk. Kokuşmuş düzende adaleti, onuru, namusu bizler temsil ettik.Halkımızın olumlu değerlerine canımız pahasına sahip çıktık, onun gönlünde taht kurduk. Terörist oligarşi bitireceğiz dedikçe, bizler halkımızın desteğini alarak savaşa devam ettik ve bir avuç gerilladan, kısa zamanda müfrezeler yarattık. Bu sürede halkımızın can dostu, düşmanın korkulu rüyası olduk.
Bugün bizler, THKP-C’den beri halkımızın umutla beklediği, uğrunda bir çok şehitler verdiğimiz, emekler sarfettiğimiz, halkımızın haklı savaşını bağımsızlık, demokrasi, sosyalizm mücadelesini daha güçlü yürütecek partiyi, Devrimci Halk Kurtuluş Partisi’ni (DHKP) ve savaşanlar cephesi Devrimci Halk Kurtuluş Cephesi’ni (DHKC) yaratarak daha güçlü yürüyoruz zafere. Terörist oligarşi bitireceğiz dedikçe bizler bayrağı daha yükseklere taşıyoruz.
DERSİM’DEKİ SON GELİŞMELER, EYLEMLERİMİZ, ŞEHİTLERİMİZ
Faşist TC güçleri son günlerde genel operasyon adı altında Dersim’in, Nazimiye, Çemişgezek, Pülümür, Hozat ve Mazgirt ilçelerinde terör estirdi. Sadece Hozat’ta 15’in üzerinde köy yaktılar, 20’nin üzerinde köylü katledildi. İlçeye yakın köyler dışındaki tüm köyleri boşalttılar.
Ormanların birçoğunu ateşe verdiler, bombalanmadık yer bırakmadılar.
Faşist TC güçleri bunları yaparken biz DHKC gerillaları olarak halkımızın yanından ayrılmadık. Yapılan çalışmalar sonucunda muhtarların protestosu gündeme geldi. Evleri boşaltılan köylüler, eşyalarını kaymakamlığın önüne yıktılar. Kamuoyunun tepkisi üzerine RP’lisinden SHP’lisine kadar yıllardır Kürt halkının yok edilmesine, katledilmesine ses çıkarmadan onay verenler Dersim’e sahip çıkma adına timsah gözyaşları dökmeye başladılar. Bunlardan biri de dün kontrgerilla yoktur deyip, bugün kontrgerilla Dersim’i yakıyor çığlıkları atan, faşist TC devletinin sadık uşağı Kamer Genç’tir. Bizim tarihimizde Kamer Genç gibilerine kardeşinin kellesini düşmana teslim eden Rehper’ler denmektedir. Bu kanlı topraklarda Rehperler hiçbir zaman ya şam bulmamış ve Seyit Rıza’lar, Şahin’ler, Kopo’lar savaştığı sürece de yaşam bulamayacaklardır. Tarihimizi unutmadık, Rehperleri affetmeyeceğiz.
Bizler bir yandan halkımızın bu zor gününde onu terk etmeyip yanında yeralırken bir yandan da düşmana darbeler indirdik.
.. Ekim 1994 tarihinde Mazlum Güder Müfrezemiz ile bir görev nedeniyle bölgede bulunan Erzincan birliğimiz (İbrahim Yalçın Birliği) Ovacık’ın …. mevkiinde, özel ordu mensuplarının arazide konumlandıkları noktada sabah saatlerinde saldırı düzenleyip düşmana 10’un üzerinde kayıp verdirerek geri çekilmişlerdir.
Ekim 1994 tarihinde Ovacık çatışmasından geri çekilen Mazlum Güder Müfrezesi ve İbrahim Yalçın Birliği ile bir araya gelen Nazım Karaca Müfrezemiz, Nurettin Güler Müfrezemiz, Hozat’ın Dürüt deresi Mıksor ve Gızori mevkilerinde operasyona çıkan düşman kuvvetlerine attıkları pusuda otuzun üzerinde kayıp verdirmişlerdir. Akşama kadar çatışan gerillalarımız, gece düşmanın attığı iki pusuyu yararak kayıp vermeden geri çekilmişlerdir. Bu eylemimiz sırasında, çatışma bölgesinde bulunan TKP-ML TİKKO’nun birkaç nöbetçisi de zorunlu olarak çatışmaya girmişlerdir.
Bu çatışmada bilmedikleri bir araziden bizim öncülüğümüzde çıkan ve herhangi bir sıkıntısı olmayan TİKKO komutanları, bizlerin iyi bilmediği bir bölgeye gelince “Ya bizim komutanlığımızı kabul edersiniz, ya da bizden ayrılırsınız” gibi kendi otoritesini dayatan kariyerist, popülist bir anlayışla hareket ederek, birliklerimizi iyi bilmedikleri bir arazide bırakarak, düşmana hizmet eden bir tavır takınmışlardır. Bu olayın ertesinde, 9 Ekim tarihinde 5000 kişilik düşman çemberine düşen müfrezelerimiz, 9 şehit vermişlerdir. TKP-ML TİKKO, 19 Mart Çemişgezek çatışmasında düşmana tek kurşun sıkmadan üç yoldaşımızın şehit düşmesini izledikleri gibi, savaş kaçkınlıklarını Ovacık’ta dokuz yoldaşımızı şehit verirken bir kez daha göstermişlerdir.
Yoldaşlarımız kahramanca savaşıp, düşmandan edindiğimiz istihbarata göre, çatışmalar boyunca düşmana ellinin üzerinde ölü, bir o kadar da yaralı verdirirken, ne acıdır ki, kendisine devrimciyim diyen anlayışlar bizi yine sattılar. Soruyoruz, düşman operasyonlarından önce savaş çığlıkları atanlar neredeler? Sadece kendi kariyerist duygularını tatmin etmek için savaşta bizleri bırakıp kaçanlar, kaçkınlıklarına acaba bu kez nasıl bir kılıf bulacaklar? Bu savaş kaçkınları ne derlerse desinler, takke düşmüş kel görünmüştür. Halkımız bunları da, bizleri de çok iyi tanımaktadır. Bizler, tertemiz bir geçmişe sahip olan DEVRİMCİ SOL geleneğinden geldik ve geleceğe berrak bir sayfa açtık. Bugün bu berrak sayfanın ortasında DHKP-C yazıyor. Halkımıza armağan ettiğimiz DHKP-C’nin temsilcileri olarak, Dersim’de buna en iyi şekilde layık olmak için günlerce düşmanla savaştık ve biz kazandık.
9 EKİM 1994 OVACIK, EMİRGAN ŞEHİTLERİMİZ YOLUMUZU AYDINLATIYOR
9 Ekim 1994 tarihinde Ovacık’ın Emirgan Köyü mevkiinde operasyona çıkan düşman kuvvetlerinin çemberine düşen dört müfrezemizin öğle saatlerinde girdiği ve akşama kadar süren çatışmasında düşman birçok kayıp verirken, 9 yoldaşımız kahramanca çarpışarak şehit düşmüştür. Gerillalarımız şehit düşen yoldaşlarımızın silahlarını alarak ve imkansızlıktan cesetlerini alamadıkları şehitlerimizden komutan Yücel’in üzerine partimizin bayrağını bırakarak geri çekilmişlerdir.
Şehirlerdeki üslerinde şehit düşen yoldaşlarımızın kanlarıyla duvarlara Devrimci Sol yazarak yarattıkları geleneği dağlarda sürdürüyoruz. Emirgan’da şehit düşen yoldaşlarımız, kanlarıyla taşlara DHKP-C yazarak geleneklerimize bir altın halka daha eklediler. (…)
Siz rahat uyuyun yoldaşlar. Yaşamınızla bizlere öğrettikleriniz yolumuza ışık tutuyor. Uğruna canınızı verdiğiniz halklarımızın mutluluğunu ve özgürlüğünü düşmanın kalelerini bir bir yıkarak sağlayacağız.
EMEKÇİ DERSİM HALKI!
Yıllardan beridir katledilmekte, yerinden yurdundan sürülmektesiniz. Düşman hep onurunuzla oynamaya çalıştı. Bu topraklar onurlu, namuslu bir yaşam için savaşanların kanlarıyla sulandı. Onurunuza, namusunuza sahip çıkmalı, düşmanın baskılarına boyun eğmeyerek direnmelisiniz. Uğruna kan dökülen bu topraklar, bugün düşman tarafından yakılıp yıkılmaktadır. Bu toprakları terk etmek onursuzca bir yaşamı seçmektir. Atalarımızın döktükleri kana sahip çıkarak, bu toprakları terk etmeyerek, DHKP-C saflarında bağımsızlık, demokrasi, sosyalizm mücadelesine omuz verelim. Yıllar önce çeşitli nedenlerle bu toprakları terk edip gidenler; bugün burada yaşamasınız da, bu topraklar sizin topraklarınızdır, burada kanayan yara sizin yaranızdır. Düşmanın ayaklar altında almaya çalıştığı değerler, atalarımızın, şehitlerimizin yarattığı değerlerdir. Sessiz kalmamalı, vatanınızı, halkınızı, Dersim’de, Kürdistan’da yaratılan değerleri savunmalısınız. Geçmişimiz geleceğimize ışık tutuyor. Geçmişimizi unutmayalım. Bu onur senin onurundur. Onurumuza sahip çıkalım.
YAŞASIN DHKP-C!
YAŞASIN DEVRİMCİ SOL!
YAŞASIN ÖNDERİMİZ DURSUN KARATAŞ!
19.10.1994